Bahreyn etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bahreyn etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Şubat 2017

,

Bahreyn Halkının 14 Şubat Ayaklanmasının Yıldönümü


Bahreyn’in Halife rejiminin halka karşı uyguladığı baskıcı ve ayrımcı politikaları sonucu bu ülkenin başta Şiiler olarak halkının ayaklanmasına neden oldu. Böylece Bahreyn halkı bu zalim rejime karşı 14 Şubat 2011’de önceden tahmin edilmeyen büyük bir ayaklanmayı başlattı. Güç ve servetin ayrıcalıklı bir hanedanın elinde bulunması ve bunlar tarafından Bahreyn halkına büyük çaplı sınırlamalar uygulanması, sonunda Bahreyn halkının 14 Şubat’ta sabrının tükenmesine yol açtı. Günümüzde ise Bahreyn halkı, tüm baskılar ve kısıtlamalara rağmen kendi meşru isteklerini elde etmek isteyerek, geçen yıllar boyu bu amaçlar doğrultusunda hiçbir zaman geri adım atmadı.

Ayaklanmaların başlangıcından beri Bahreyn halkı, bu ülkede çeşitli reformlar yapılması için önemli isteklerde bulunmuştur: Tüm mezheplere eşit koşullar sağlayan yeni bir anayasanın oluşturulması, demokratik bir parlamento seçimi, muhalefetlerini ilan etmek sebebiyle tutuklanan tüm mahpusların tahliye edilmesi ve iktidarın Halife hanedanı başta olarak tek elde bulundurulmaması.

Böylece Bahreyn halkının Halife rejimiyle aralarındaki en önemli sorunlarından başlıcası diktatörlük temelinde oluşan bu ülkedeki siyasi yapıdır. Buna göre, Bahreyn Kralı, muhaliflerini önemsemeden sadece kendisinin ve hanedanının istekleri doğrultusunda hareket edip karar veriyor.

Halife rejimi, bu ayaklanmalara olumlu bakmak yerine sert şekilde karşılık vermeye başlayıp halk gösterilerini bastırmaya çalışmıştır. Bu yönde Suudi Arabistan’ın askerî gücüne sığınan Halife, rejimi en büyük muhalif gruplardan olan Vefak Cemiyeti’ni kısıtlayıp büyük Şii Lider Şeyh İsa Kasım’a karşı baskı yapıp Şii muhalifleri vatandaşlıktan çıkarmak gibi tek taraflı uygulamalar yapmaya çalışmıştır.

Ramin Hüseyin Abadiyan
14 Şubat 2017
Mehr

14 Şubat 2015

,

Bahreyn’in Kaderi



Arap ayaklanmaları, kimlik ve ulusal egemenlik etrafında dönen bir yığın meselenin açığa çıkmasına neden oldu. Daha iyi bir gelecek için verilen mücadeleler dâhilinde oportünizm ve mezhepçi siyaset olgunlaşma imkânı buldu. Belirsizliğin her yanı kapsamasıyla kimileri despotizm veya Batı sömürgeciliğinin sunduğu eski istikrarı talep eder hâle geldiler.

Her ne kadar olaylar birçok hareketin doğmasına yol açmışsa da Batı müdahalesi, despotizm ve Arap dünyasını saran mezhepçiliğe karşı çıkan eylemcilerin sayısı çok az. Bahreynli muhalif bir isim olan İbrahim Şerif bu konuda öne çıkan istisnai bir figür. Üstelik bu tavrını gayet tehlikeli bir biçimde ortaya koyuyor: hâlihazırda hapiste olan Şerif işkenceye maruz kaldı ve beş yıl daha içeride kalması gerekiyor. Çektiği çile Bahreyn’in sınırlarını aştı ancak ihtiyaç duyulan söz konusu mücadelenin karmaşıklığını ondan daha iyi resmedecek başka bir hikâye de yok elimizde.

Şerif 15 Mayıs 1957’de, Nekbe’nin dokuzuncu yıldönümünde dünyaya geldi. Nekbe, İsrail devletinin kuruluşunu ve tarihsel Filistin’den yüz binlerce Arap’ın sınır dışı edilişini ifade ediyor. Şerif’in doğum yeri Muharrak, Bahreyn’in ikinci büyük adası. Ada, o dönemde İngiliz sömürgeciliğine karşı gelişen politik muhalefetin yuvası. Şerif’in evi Stişan’da, İngilizce “station” (istasyon) kelimesinden türetilmiş bir ismin verildiği bir mahallede. Bu ismi almasının nedeni, mahallenin yukarı kısmında eskiden merkezî bir otobüs istasyonunun bulunuyor olması.

Stişan’daki birçok insan gibi Şerif’in ailesi de aslen Huvalalı. Huvala, Körfez’in iki yakasında yaşayan, Arap ve İran kültürlerini kaynaştırmış Sünni bir etnik topluluğu ifade ediyor. Körfez’in iki ayrı dünyası arasında seyreden bu tarz bir hareket ortak bir alan oluşturuyor. Bu alan özellikle ticarete dayalı denizcilik ekonomisi dâhilinde önemli bir yere sahip. Burada sınırlar çizilmezden ve bölgede modern milletler doğmazdan önce güçlü bir ekonominin işlediğine tanık olunmuş.

Şerif’in ailesi, yirminci yüzyılın başında doğu sahilindeki küçük bir köy olan Behde’den Bahreyn’e gelmiş. Kendisi Seyyid silsilesine mensup; ailesinin kökeninin Hz. Muhammed’in kızına dayandığı iddia ediliyor. Seyyid aileleri Şii söyleminde daha fazla öneme sahip. Zira seyyidlik Şiilik için görece daha fazla toplumsal, ekonomik ve dinî prestij ve fayda sağlayan bir olgu.

Huvala grubu Bahreyn’de azınlık durumunda. Diğer etnik gruplar içerisindeki kimi üyeler Arap oldukları iddialarına şüpheyle yaklaşıyorlar, zira köklerinin Körfez’in doğu yakasına dayandığını söylüyorlar. Bu perspektif, Araplığa ilişkin ırksal bir görüşü varsayıyor ve onun ancak Arap Yarımadası’ndan gelen bir kabileye uzanan net ve kırılma yaşamamış bir soya dayanması gerektiğini söylüyor. Söz konusu kan temelli kimlik söylemi, aslî özellik olarak dili ele alan Arap milliyetçiliğine eşlik eden modern Araplık anlayışıyla tam bir karşıtlık içerisinde.

Bu karmaşık tarihsel silsile, birçok Huvalalıyı Bahreyn’de Arap milliyetçisi akımların görüşlerini benimsemeye itmiş. Böylelikle Huvalalıların önemli bir bölümünün yaşadığı Muharrak şehri hareketin ana kent merkezi hâline gelmiş. Bu, Arap dünyasındaki birçok azınlık arasında da yaygın bir durum. Örneğin Hıristiyanlar ve Aleviler de Arap milliyetçiliğine dayalı hareketlerin ana kitle tabanı olmuşlar. İdeoloji, çoğunluğun zorbalığına karşı muhafaza imkânı sunan, birleştirici olan, mezhepçi ve ırksal olmayan bir güç olarak iş görmüş ve mezhepçilikle etnik ayrışmalara meyilli toplumlarda gelişimi mümkün kılmış.

Gerçekte mezhepçilik ve etnik siyaseti gene de Bahreyn’de ellilerde kendisine yer bulmuş. Şerif’in büyüdüğü mahalle etnik toplulukların iç içe geçtiği bir yer. Ailesi Şiilerin ibadetlerine ve törenlerine katılmış ki bu, her yerde yaygın bir olgu. Ana ayrışma kent ve köy arasında yaşanmış. Kent merkezleri daha kozmopolitan ve taşraya nazaran modern altyapının imkânlarından daha fazla faydalanmış. Doğal olarak iki ana şehir Muharrak ve Manama siyasetin canlı olduğu yerlerken, kırsal alanlarda genel eğilim toplumsal ve dinsel muhafazakârlık yönünde olmuş.

Aile Tarihi

Şerif’in dedesi molla, ama babasını en çok, yükselen ve sonrasında Arap dünyasını saran Arap milliyetçiliği ve sömürge karşıtlığı etkilemiş. Bahreyn, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından beri İngiliz sömürgesi, adadaki uluslararası siyasete ve ekonomiye hâkim olan Britanya düzeni, adadaki politik işlere nüfuz etmiş. Yereldeki yönetici aile olan ve 1783’ten beri adayı kontrol eden Halife ile kurulan gergin ama bağımlı ilişki hükmünü sürdürmüş. Öncesinde istikrarsız ve İranlılarla Arap Yarımadası’ndaki Vehhabî hareketinin tehditleri karşısında kırılgan olan Ada’da İngilizler Halife ailesinin yönetimini desteklemişler, zaman içerisinde çıkarları gerektirdiği ölçüde aynı aile içerisinden yerel yöneticiler organize etseler de kurumsal yönetim yapısını yeniden düzenlemişler.

Ellilerin ortasında Bahreyn’de sömürge karşıtı duygularda ciddi bir kabarma yaşanmış. Britanya Kraliyet Hava Kuvvetleri üssünden birkaç dakika uzaklıkta yaşayan Şerif’in politik bilinçlenmesi Muharrak’ta gerçekleşiyor. İlk politik idolü Cemal Abdunnasır. Nasır o günlerde tüm Arap dünyasında en popüler liderdir. Yereldeki halk tarafından çok sevilmektedir. 1955’te Bağımsızlar Hareketi’nin Bandung Konferansı’na giderken adaya uğraması hâlâ hafızalardaki yerini korumaktadır. Nasır, İngilizlerden nefret edildiği bir dönemde ada halkı tarafından coşkuyla karşılanır.

İlkokul öğrencisi olduğu günlerde Şerif, Mart 1965 ayaklanmasına, Bapco’da başlamış bir dizi greve ve gösteriye katılır. Bapco, babasının da eskiden çalıştığı, hâlâ İngiliz yönetiminde olan adadaki petrol şirketidir. Yüzlerce işçinin işten çıkartılmasına karşı başlatılan grev, kısa süre içinde gösterilerin ve ayaklanmaların başlamasına neden olur. Bu gösteri ve ayaklanmalar haftalarca sürer, devlet makamları ve İngilizler bunları birlikte bastırırlar. Bölgenin saray tarihinin ve rantiye devlet teorilerinin silip attığı yarımadadaki kesintili emekçi ayaklanmalarının bir parçasıdır bu yaşanan.

Bu atmosferde Şerif liseyi çok iyi dereceyle bitirir ve yetmişlerin ortasında eğitimine devam etmek için Lübnan’a gider. Bahreyn, İngilizlerin Süveyş’in doğusundaki üslerinden çekilmesi sonrası 1971’de bağımsız olmuştur. 1973’te yeni bir anayasa yürürlüğe girer, ardından aynı yıl meclis seçimleri yapılır ve adada demokratik siyasetin doğuşunun müjdelendiği iddia edilir. Ancak yükselen petrol gelirlerinin verdiği cesaret ve meclisteki işbirliği eksikliği karşısında yaşanan hayal kırıklığı ile yereldeki yöneticiler anayasal düzeni feshederler ve yirmi beş yıl sürecek bir olağanüstü hâl ilân ederler. Sömürgecilik resmî planda sona ermiştir ancak despotizm, Bahreyn’deki tüm politik sistem dâhilinde varlığını sürdürmektedir.

Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde Şerif, Arap dünyasındaki ilerici politikanın merkez üssünde bulur kendisini. Orada politik faaliyetlere iştirak eder. İlk başta Müslüman Kardeşler’e yakınlaşır, onların o dönem Bahreyn’deki itibarlarının düşük olmasından dolayı tekliflerini geri çevirir. O günlerde İhvan politik açıdan zayıf görülen ve sömürge karşıtı, demokratik hareketleri desteklemeyen bir yapı olarak tarif edilmektedir. Bunun yerine Şerif İşgal Altındaki Arap Körfezi Halk Cephesi’ne katılmaya karar verir. İAAKHC, taktiksel açıdan silâhlı mücadeleye meyleden, Marksizm-Leninizme dönük ideolojik bir yönelim içerisindeki Arap dünyası genelinde Arapların birliğini savunan devrimci örgütlerden biri olan Arap Milliyetçi Hareketi’ne dayanan bir örgüttür.

Şerif, aynı zamanda öğrenci birliği örgütlerinde de aktiftir. 1975’te Lübnan’da iç savaş patlak verince Teksas’a gider, orada Bahreyn öğrenci birliğinin bir şubesini açar. İleride karısı olacak olan Feride Gulam’la tanışır. Gulam politik bir eylemcidir ve Montreal’daki Concordia Üniversitesi’nde öğrencidir. Her ne kadar Feride Şii olsa da bu, Şerif için sorun teşkil etmez ve nihayetinde çift Bahreyn’de evlenirler.

Ancak Şerif, Kuzey Amerika’da eğitimini tamamlama fırsatı bulamaz. 1980’de Kanada’da öğrenci birliğinin bir eyleminden dönerken üzerindeki el ilânları, Filistinli ve Zofari devrimcilerine destek için toplanan bağış paraları ile durdurulur. Amerikalılara teslim edilir. Burada sorgulanır ve o alışıldık terörizm suçlamasıyla sınır dışı edilir, ardından da Bahreyn’e gönderilir. Burada iki hafta hapiste kalır, hükümet Şerif’i o günlerde komünistler yanında hanedanlığa karşı önemli bir tehdit olan İAAKHC üyesi olduğu için gözaltında tutmaktadır.

Serbest bırakıldıktan sonra Şerif bir bankada çalışmaya başlar. Burada otuz yıl boyunca çalışır. Bir solcu için sıradan bir iştir bu ama Lübnan iç savaşı esnasında Beyrut’tan göç eden bankaların Bahreyn’e taşındığı ve ülkenin Ortadoğu’nun finans hizmetleri merkezi hâline geldiği göz önünde bulundurulursa, böyle bir işte çalışmak gayet olağan bir durumdur aynı zamanda.

İAAKHC ve Şerif için seksenler oldukça sessizdir. Devletin öğrenci ve işçi eylemlerini başarıyla bastırması hareketin gücünü azaltır. Bu esnada İran Devrimi ve Sovyet-Afgan savaşının tam ortasında İslamcılık yükselişe geçer, Bahreyn ve daha birçok yerde solcular tecrit olurlar ve kitle tabanlarını yitirirler.

Sahte Reform

1990 bir dönüm noktasıdır. Komünizmin çöküşü ve Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi bölge genelinde reform çağrılarına hız kazandırır. Bahreyn’de parlamenter demokrasinin restorasyonu için başlatılan halk hareketi, ilericilerin ve İslamcıların öncülüğünde doksanlar boyunca önemli mevziler elde eder. Şerif bu dönemde politik eylemci geçmişine geri döner, evi ilericilerin örgütlendiği bir merkez hâline gelir.

Doksanların sonunda meşakkatli iç çatışma döneminin ardından mevcut Kral Hamad başa geçer. Kral yeni bir reform dönemine girme sözü verir. Tutsakları serbest bırakır, sürgünde olanlara geri dönüş izni verir ve politik derneklerin resmen kuruluşuna imkân sağlar. Şerif İAAKHC’in varisi olan WAAD’i [Ulusal Demokratik Eylem Derneği] kurar. Küresel ve bölgesel değişiklikler uyarınca hareket belirli bir değişime uğrar. Kimileri hareketin ideolojisinin seyreltilmiş, ham bir liberalizm olduğunu iddia ederler. Buna göre hareketin amacı, milliyetçileri, liberalleri ve ilericileri tek bir halk cephesi içerisinde birleştirmektir.

WAAD ve diğer solcular sokaktaki uzak ara en popüler gruplar olan Şii İslamcı muhalefet dernekleriyle yan yana gelirler. Bu ittifak hızla kimi sorunlarla yüzleşir; solcular İslamcıların kuyrukçuluğunu yapmakla ve “İslamcı” muhalefete liberal bir suret kazandırmakla eleştirilirler.

Özellikle 2002’deki yeni anayasa ile aynı yıl yapılan meclis seçimleri sonrası dernekleri bölmeye başlayan ayrışmalar sürece katkı sunmaz. Seçim de anayasa da hileli kabul edilir, birçok kişi rejimin somut reformlar yapmada hiçbir çıkarının olmadığını söylemektedir. Anayasa kapalı kapılar ardında yazılır, yasama meclisine sınırlı yetkiler verir. Muhalefetin büyük bir çoğunluğu 2002 seçimini boykot eder. Sonrasında meclisi krala sadık Sünni İslamcılar doldurur.

Kısa süre sonra bir fırsatın kaçırıldığına dair şikâyetler yükselmeye başlar, birçokları muhalefetin 2006 seçimlerine katılması gerektiğini düşünür, bu, seçimlere katılmanın gayrimeşru bir politik sistemi meşrulaştıracağını düşünen ve katılımı ilkesel olarak reddeden şahinlerle rejimi sıkıntıya sokma ve halka ulaşma yolu olarak seçimlerde sunulan medya imkânını fırsat olarak görenler arasında bir ayrışmaya neden olur. Şerif ikinci taraftadır. Dernekler 2006 seçimlerine katılmaya karar verirler, bu noktada Şerif de aday olur ama seçimi kazanamaz. Gelgelelim daha fazla halk desteğine sahip Şii İslamcı muhalefet kırk yasama makamının on sekizini ele geçirir.

Bu anlaşmazlık bir grup şahinin İslamcılardan ve solcu derneklerden ayrılıp kendi hareketlerini kurmalarına neden olur: HAQ [Özgürlük ve Demokrasi için Hak Hareketi] resmî dernekleri alabildiğine sınırlayan yeni kanunlara tabi olarak kaydolmaya karşı çıkar.

Bir Lider Olarak İbrahim

2008’de WAAD’nin kurucu babası istifa etmeye ve liderliği genç kuşağa açmaya karar verir. Bu sayede Şerif yeni genel sekreter olarak seçilir. Onun öncesinde Şerif pek bilinen bir isim değildir. Özellikle fiziken etkileyici bir isimdir, iri bir vücut yapısına ve yuvarlak yüz hatlarına sahiptir. Karizması, sayısız marifeti ve argümanlarını tutarlı bir biçimde dile dökme yeteneği ile epey itibar kazanır. Televizyona çıkıp kamusal arazilerin yanlış kullanımına ve yozlaşmaya karşı çıkması bakanın öfkelenmesine neden olur, sonrasında çıktığı program kapatılmak zorunda kalmıştır.

Bu skandallarla birlikte, WAAD 2010 seçim kampanyasını başlatır. Şerif eski bölgesi Muharrak’tan adaydır. Politik harita yetmişlerden beri önemli ölçüde değişmiştir. Tarihî şehir boşalmış, sol etkisini yitirmiş, mezhepçi siyaset yükselişe geçmiştir. Sünni Sokağı olarak bilinen yönelim görece daha muhafazakârlaşmıştır, Şii muadilinin niyetlerine dair çene çalmayla meşgul olup, hükümetin dümen suyunda gitmektedir.

Gene de 2010 seçimleri ve Şerif’in performansı dönüm noktasını teşkil eder. Birçok insan rejimin isteklerine karşı gelir ve WAAD adayları için oy kullanır. Esasında Şerif ve sol seçimleri kaybetse de beklenmedik bir tarzda sokağı canlandırmayı bilir.

Hükümet hâlâ komuta merkezindeki rahat konumunu korur görünmektedir. Resmî muhalefet sakat bir meclis içerisinde kuşatılmış durumdadır, görece daha radikal unsurlar resmî kurumların dışındadır ve mahkemelerle tutuklamalarla, terörizm ve rejimi yıkma konusunda fesada karışma suçlamalarıyla kısıtlanmış hâldedir.

Sonra Arap Baharı yaşanır. Tunus ve Mısır’da ayaklanmalar yaşandığı esnada Bahreyn’deki siber eylemciler 14 Şubat 2011’de Öfke Günü için çağrıda bulunurlar. Güvenlik güçleri bir göstericiyi katlederler, ardından ilk başta küçük olan ama ertesi günkü cenaze esnasında muazzam bir sayıya ulaşan gösteriler düzenlenir.

Cenaze töreni bugün kötü şöhrete sahip İnci Meydanı’nda yapılır. Göstericiler meydanı Tahrir’e çevirirler ve İnci Meydanı bir ay sürecek protesto hareketinin merkezi hâline gelir. Şerif bu aşamada hızla hareketin gözdesi olur. O cenaze törenine öncülük edecek ünlü birkaç siyasetçiden, ayrıca İnci Meydanı’na göstericilerin omuzlarında, ilk olarak ulaşan insanlardan birisidir. Büyük çoğunluğu Şii olan bir kalabalığın içerisinde Sünni olmak onun varlığına sembolik bir güç katmıştır.

Mezhepsel ayrışma göstericilerin yüzleştikleri aşılması zor bir politik engeldir, ilk tepkileri hesaplanmış ve idrake dayalı bir tepki olur. Medyanın en güçlü silâhları olduğunun bilincinde olan göstericiler polislere çiçek verirler ki bu, eylemin Güllerin Ayaklanması olarak adlandırılmasına neden olur. Ayrıca göstericiler sloganlardaki şiddete veya dinî çağrışımlara ait tonu düşürerek mezhep temelli figürlerle semboller yerine Bahreyn bayraklarını kullanırlar. Hükümetin ilk sert müdahalesi birçok insanın ölmesine ve yaralanmasına neden olur. Bu süreç hem uluslararası hem de yereldeki Sünniler arasında muhalefete dönük sempatiyi artırır.

Ancak zaman geçtikçe “dışarı”nın sempatisi azalır, muhalefet yavaş yavaş devletin yarattığı mezhepçilik batağına sürüklenir. Gösteriler İnci Meydanı’ndan tüm adaya yayılır, ülkenin ana hastane kompleksine kamplar kurulur. Yapılan yürüyüşler kraliyetin merkezi olan Riffa’ya kadar uzanır. Aynı anda sokaktaki kargaşa da artar, düzen sağlayıcı milis gruplar çıkar ortaya ve mezhepler arasında çatışmalar meydana gelir. Muhalefet bölünür, görece daha radikal olan unsurlar meşrutiyet talep ettikleri konumu terk edip cumhuriyet talebinde bulunmaya başlarlar. Cumhuriyet talebi esas olarak Şiilerden geldiğinden birçok Sünni bu girişimi İran’daki teokrasiyle aynı çizgide olan, İslam Cumhuriyeti’ne dönük bir çağrı olarak yorumlar. Bu noktada hükümetin sürece müdahil olmasına dair sesler daha gür bir biçimde duyulmaya başlar.

Gösterilerle geçen bir ay boyunca veliahtla, rejimin liberal kanadı ile Şerif’in de parçası olduğu resmî muhalefet arasında kimi gizli görüşmeler yapılır. Taraflar telaşla, her iki tarafın “radikal” unsurları iktidarı almazdan önce bir anlaşmaya varmaya çalışmaktadırlar.

Gösterilerin bastırılmasından birkaç gün önce Şerif’le buluşmamız geliyor aklıma. Hamburgercide oturduk, ona ana taleplerini sormuştum. O da “Burada en önemli husus mevcut anayasanın yerini alacak, ülke için gerekli yeni bir anayasanın yazılması için halkın kurucu komite temsilcisini seçmektir. Diğer her şey talidir.” demişti.

Ben de ona, “Siz onların bu teklifi kabul etmeyeceğinin ve bunun temelde ileride bir restleşmeye yol açacağının farkındasınız” demiştim.

Sosisli sandviçini bırakıp yüzüme baktı, duraksadı ve kafasını sallayarak söylediğimi onayladı.

“Evet, muhtemelen yol açacak.”

Restleşme çok uzak değildi.

Restleşme

14 Mart’ta Suudi birlikleri bir geçiş yolunu takip ederek Bahreyn’e girdi. Bir gün sonra Kral olağanüstü hâl ilân etti. İnci Meydanı göstericilerden temizlendi, sonrasında iki ay boyunca onlarca insan öldürüldü, binlercesi tutuklandı, binlercesi de işlerinden atıldı.

17 Mart’ın şafağında onlarca maskeli adam Şerif’i tutukladı. Müteakip haftalar boyunca plastik hortumlarla atılan dayağa, cinsel saldırıya, uykusuzluğa ve hücre hapsine tahammül etmek zorunda kaldı. Yaşadıkları gayet olağandı.

Ancak Şerif’in tutuklanması farklı bir sebebe dayanıyordu. O, İslamcı bir politik geçmişe sahip olmayan tek tutuklu muhalefet lideriydi. Seküler bir Sünni’nin tutuklanması rejimin “ülkeye yönelik Şii fesadı tertipleniyor” iddiasını çürüten bir gelişmeydi. Şerif son birkaç yıl boyunca devlet için ciddi bir baş ağrısıydı ve zamanlama düşmanları için yerindeydi. Sünniler arasında sahip olduğu popülarite dibe vurdu, oysa Şerif seçimlerden birkaç ay önce çok sevilen bir isimdi. Şii göstericilere dönük öfke ve korku aynı günlerde zirveye ulaştı.

Şerif, Şiilerle saf tutan bir hain olarak görülmekteydi.

Muharrak’ta devasa reklâm panolarına üzerlerinde “Af yok. Hainlere en ağır cezaların verilmesini istiyoruz” yazan, yanında bir de ilmiğin bulunduğu, onun ve diğer muhalif isimlerin resimleri asıldı.

O günden beri protesto hareketi ciddi bir direnç gösterdi. Varoşlarda devlet destekli gösteriler yapıldı, başkent Manama’da güvenlik güçleriyle çatışmalar yaşandı, ayrıca Molotof kokteylleri ile yaşan otomobil lastikleriyle yol kapamalarına şahit olundu. Kendi adına devlet politik reformlar yapma yönünde asla gerçek bir niyet içerisinde olmadığını gösterdi. Huzursuz ve istikrarsız politik açmaz hâlâ hüküm sürüyor.

Toplum mezhepsel çizgilerle ayrıştırılmaya devam ediyor. Rejimin yıkılışı muhalefetin kitlesinin ana talebi, ama legal partiler meşrutiyet istiyorlar. Uzun süredir faal olmayan birçok Sünni bugün seferber olmuş durumda. Her ne kadar böylesi savaşı yönetme kudretine pek güven duyulmasa da Bahreyn’in iki mezhep arasındaki bölgesel savaşın ön cephesi olduğunu düşünüyorlar. Bu tarz bir savaşın özenli ve uzun süre devam eden bir hazırlığa ihtiyaç duyduğunu, diğer tarafın kendilerinden daha ileride olduğunu biliyorlar.

Söz konusu ayrışma rejimin işine geliyor ve geçmişte olduğu gibi, ona tüm ülkeyi kuşatacak bir hareketin ortaya çıkmaması konusunda güvence veriyor. Rejimin eylemleri bastırması sonrası en fazla endişelendiren önemli faktörlerden biri de uluslararası planda sahip olduğu imajın daha da kötüleşmesi ki bu durum, Bahreyn’in küçük ve açık ekonomisine olumsuz yönde etkiden bulunuyor. Ülkenin petrol dışında ekonomisini çeşitlendirme gayretleri Doğrudan Yabancı Yatırımı cezp etme ve Formula Bir gibi uluslararası etkinliklere ev sahipliği yapmaya dayanıyor, petrol dışı sektör ülkenin yurtdışındaki itibarına bağlı. Yüksek petrol fiyatları üzerinden henüz felakete yol açmış olmasa da ekonomi durağanlaştı, kamusal açık ve borç alarm veren düzeylere ve sürdürülemez oranlara ulaştı.

Arap dünyasındaki, özellikle Suriye, Irak ve Lübnan’daki olaylar mezhepçiliğin kışkırtılmasına katkı sundu. Maalesef her iki kampa mensup isimlerin (hepsi değilse de) önemli bir bölümü özgürlük, haysiyet ve insan haklarına dayalı dili mezhepsel çıkarları gizlemek için gerekli birer Truva Atı olarak kullanmayı tercih ediyor. Muhalefetin lafını esirgemeyen önemli üyelerinden biri, solcu eğilimlere sahip olduğu iddiasındaki bir Şii İslamcı bana Irak’ta ABD işgaliyle başlayıp sonrasında ülkenin mezhepsel manada bölünmesi ile sonuçlanan son on yıllık gelişmelerin Ortadoğu’da ileride ortaya çıkacak yönetim tarzı için en iyi rol model olduğunu söylemişti. İki cümle sonra da bu kadın, hiçbir istihza belirtisi göstermeksizin, Batı’nın Suriye’deki Beşar rejimine müdahale etmesine karşı çıktığını ifade etti. Bu mezhepçi mantığa her iki tarafta da bol miktarda rastlamak mümkün; bu mantık, ülkedeki komünist parti içerisinde yaşanan gelişmeler üzerinden en canlı biçimde ortaya konmakta. Parti üyeleri bugün mezhepsel bağlılıklar uyarınca açıktan ayrışmış durumda.

Şerif’e olan biten hakkında ne düşündüğünü sordum. Epey yaşlanmış ve kilo vermiş olan Şerif hapishanede çokça kitap okuyup düşünüyordu zira. O mevcut politik kaygıları Fransız Devrimi’deki hızlı bir seyir izleyen hareketlerle ilişkilendirdi. Bahreyn ve Arap dünyası ona göre, muhtemelen iç savaş, karşı-devrimler ve devrimlerle yüklü, bir dizi politik kaymayla malul olan ilk aşamada henüz. Bu noktada her şeyden önce cumhuriyet vizyonunun Fransız Devrimi’nin birkaç liderinde olduğunu unutmamak gerek. Jakobenler meşrutiyet taleplerine uzun yıllar devam ettiler.

Şerif’e göre, demokrasinin ilkeleri sadece toplumun geniş kesimi değil, eylemciler tarafından da henüz öğrenilmedi, bu ilkelerin içlerine işlemesi için daha epey zamana ihtiyaç var. Onun kanaatine göre, Bahreyn’deki muhalefet, diğer Arap ülkelerindeki, özellikle Mısır’daki muhalefetten daha ileride, zira Bahreyn’de solcular ve seküler eylemciler bir koalisyon kurma ve muhalefette iken İslamcılarla birlikte çalışma fikrini benimsediler. Konuşmamız esnasında Şerif bu tespiti dâhilinde Bahreyn’i, ilerici devrimcilerin alternatif güçlerle koalisyon kurmalarının uygulanabilirlik düzeylerine henüz adapte olamadıkları Kahire’yle karşılaştırdı.

Şüphe etmek için çeşitli sebepler var. Nihayetinde Bahreyn küçük bir adalar ülkesi, tarihi dış güçlerin belirlenimine tabi. Bugün baskın oyuncular Suudi Arabistan ve ABD. ABD’nin Beşinci Filo’su elli yıldan fazla bir süredir Bahreyn’de konuşlanmış durumda. Muhalefete açıktan destek veren İran’ın etkisi artıyor, öte yandan Suudi Arabistan rejimin arkasında duruyor.

Aynı zamanda hem hükümet hem de muhalefet Batı’nın özellikle Amerika’nın desteği için telaşlı bir gayret içerisinde. Her ne kadar Beşinci Filo’nun varlığı ve Suudi Arabistan’la ilişkiler Amerikalıların nihayetinde monarşiyi destekleyeceği anlamına geliyor olsa da Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI), ABD-Ortadoğu Ortaklığı Girişimi (MEPI) ve Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) gibi kurumlar aynı zamanda muhalif gruplara da parasal destek sunuyorlar, bu tuhaf oyunda söz konusu kurumlar yatırdıkları bahisleri korumayı biliyorlar.

İleride Ne Olacak?

Bahreyn’in ve bölgenin geleceği despotizmin, dış güçlerin ve mezhepçiliğin elinde tutsak. Mevcut iklim dâhilinde servetin dağıtımı ve sınıf ilişkileriyle ilgili merkezî meseleler ikinci plana düşmüş durumda. Toplumun marjinalize edilmiş kesimleri mezhep cepheleri gerisinde birbirleriyle sık sık rekabet içerisine giriyorlar. Dahası Bahreyn’in petrol ve sermaye zengini, küresel sermayenin hayatiyeti için aslî olan bir bölgede oluşu, her türden ileriye dönük değişimi iki kat daha güçleştiriyor. Ama gene de böylesi bir değişim asla imkânsız değil.

Dolayısıyla adanın ve bütün olarak bölgenin İbrahim Şerif gibi kişilere her zamankinden daha fazla ihtiyacı var: Şerif gibiler, Bahreyn’in, Şam’ın ve Bağdat’ın fukara Şiileriyle fukara Sünnilerinin aralarındaki farklardan çok ortak noktalarının görülmesini sağlayacak bir mücadeleyi örnekleme, despotizm, emperyalizm ve onun beslemesi olan mezhepçiliği ülkeden defetme becerisine sahip kişiler. Bölgeye bir gelecek sunacak umut, yegâne umut bu türden bir mücadeledir.

Ömer Şehabi
12 Ocak 2014
Kaynak

01 Ocak 2015

,

Bahreyn’de Muhalefete Saldırı


Bahreynli muhalefet lideri Şeyh Ali Selman, Salı gününden beri gözaltında tutuluyor. Savcı, Ali Selman’ın sorgusunun bir hafta süreceğini söylüyor. Öte yandan uluslararası insan hakları örgütleri ise demokrasi mücadelesi veren liderin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep ediyor.

Savcı Nayif Mahmud’un kaleme aldığı bildiride, Selman’ın “yargı ve yürütmeye hakaret ettiği, mezhepçi bir fitnecilik içerisinde bulunduğu, bu amaçla güvenlik ortamını tehlikeye sokup paniğe yol açacak yalan haberler yaydığı ve ekonomiye zarar veren kimi olaylara karıştığı” iddia ediliyor.

Muhalefet hareketi, Vifak Partisi’nin genel sekreteri olan Şeyh Selman, Pazar günü gözaltına alındı. Muhalefetin hem meclisin hem de hükümetin azledilmesi çağrısı yaptığı ve boykot hareketi başlattığı geçen ayki genel seçimlere karşı başkent Manama yakınlarındaki protesto amaçlı barışçıl yürüyüşün önde gelen diğer isimleri de onunla birlikte gözaltına alındı.

Vifak, Ali Selman’ın gözaltına alınmasını kınadı ve bu gözaltının amacının “Bahreyn’deki zorba iktidarı güçlendirmek ve politik çözüm için tüm kapıları kapatmak” olduğunu söyledi.

Bildirisinde Vifak Partisi, Selman’ın gözaltına alınmasını “ülkedeki politik hayatı ve güvenlikle ilgili meseleleri daha da içinden çıkılmaz bir hale sokacak olan, tehlikeli ve hesabı yanlış yapılmış bir macera” olarak tanımladı.

Yumuşak bir dile sahip olan, 49 yaşındaki Selman, Halife hanedanlığının devrilmesini talep eden sert grupların aksine, meşrutiyet talep eden bir ılımlı isim olarak görülüyor.

Bir ay sürecek gösterilerin ölümlere yol açacak biçimde bastırılmasından kısa bir süre sonra, Mayıs 2011’de Selman AFP’ye şunu söylemişti: “Biz, Halife ailesinin başında olacağı bir meşruti krallık istiyoruz.”

Barışçıl gösterilerin başındaki isim de şunu söylüyor: “Biz şunu söyledik: halk rejimin reforme edilmesini istiyor. Biz ‘halk rejimin devrilmesini istiyor’ sloganını hiç atmadık.”

Pazar günü 37 uluslararası insan hakları örgütü kaleme aldıkları bildiriyle Şeyh Selman’ın derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep etti.

Bildirideki tespitle, “Şeyh Selman, Şiddete Başvurmamayla İlgili İlkeler Deklarasyonu’nda açık biçimde ifade edildiği haliyle, her zaman diyalog ve barışçıl usullere başvurulmasını talep eden politik ve ulusal bir isimdir. O ayrıca uluslararası anlaşmaların şart koştuğu kurallar uyarınca iktidarın barışçıl bir biçimde el değiştirmesini talep etmiştir.”

İnsan hakları örgütlerinin ifadesiyle, Selman’ın gözaltına alınması, toplanma özgürlüğü hakkının ihlal edilmesi ve ifade özgürlüğü hakkının insanların elinden alınmasıdır.”

Cenova’da Birleşmiş Milletler insan hakları bürosu da Selman’a uzun süreli bir hapis cezası verilmesinden endişelendiğini belirtti.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği sözcüsüne göre, “muhalefet partileri her demokrasinin temel dayanağıdır, Selman’ın gözaltına alınması yaklaşık dört yıldır hükümet karşıtı gösterilerin sürdüğü politik sahneyi daha da endişe verici hale sokma riski taşımaktadır.”

Bu arada Lübnan’da Hizbullah direniş hareketi de Şeyh Selman’ın gözaltına alınmasını kınadı ve bu gözaltıyı “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin ihlali” olarak tarif ederek, bu eylemin hükümetin geçen ay muhalefetin genel seçimleri boykot etmesine dönük öfkesinin bir ifadesi olduğunu söyledi.

İki yüz yıldır Bahreyn’i yöneten Halife ailesi, 14 Şubat 2011’de başlayan demokrasi yanlısı barışçıl gösterileri Suudi Arabistan’ın da yardımlarıyla bastırmıştı.

Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri Mart 2011’de Bahreyn’e birlikler gönderdi ve ciddi insan hakları ihlalleri suçlamalarının dillendirilmesine yol açacak biçimde, söz konusu bastırma gayretlerini destekledi.

Tahminlere göre, ayaklanmanın başlamasından beri 89 insan öldürüldü, yüzlerce insan tutuklandı veya yargılandı.

Mevcut başbakan Prens Halife bin Selman, 1970’ten beri görev başında olan bir isim ve Hamad’ın amcası.

Ekim ayında Selman’ın dile getirdiği biçimiyle, “kraliyet ailesi yasama, yürütme ve yargıyı ele geçiriyor, bunlara bir de güvenlik, enformasyon ve zenginlik de ekleniyor.”

Muhalefet, Kasım seçimlerini “komedi” olarak niteleyip boykot etti.

Politik eylemciler, iki yüz yıldan fazla bir süredir iktidarda olan Halife ailesinin insan haklarını ihlal ettiğini söylediği için Bahreyn’deki devlet makamlarınca soruşturuluyor.

Aralık ayının başında bir Bahreyn mahkemesi, önde gelen eylemcilerden Abdulhadi Havece’nin kızı Zeynep Havece’yi, kralın resmini yırtıp “ona hakaret ettiği” gerekçesiyle üç yıla mahkûm etti.

Birkaç gün önce de Zeynep’in kız kardeşi, kendisi de önemli bir eylemci isim olan Meryem, bir polise saldırdığı iddiasıyla gıyabında yargılanarak bir hapse mahkûm edildi.

ABD merkezli Önce İnsan Hakları isimli örgütte İnsan Hakları Savunucuları Programı’nın başındaki isim olan Bryan Dooley, Meryem’in mahkûmiyetini “rejimi eleştiren insan hakları eylemcilerine dönük güçlü bir uyarı” olarak tarif etti.

Bunun dışında Körfez Ülkeleri İnsan Hakları Merkezi müdürü ve Bahreyn İnsan Hakları Merkezi kurucularından Nebil Recep, Ekim’in sonunda, Twitter hesabında devlet kurumlarını eleştirdiği için mahkemeye çıkartıldı.

Bahreyn İnsan Hakları Merkezi, Selman’ın gözaltına alınmasına dönük suçlayıcı bildirisini Birleşik Krallık’ta yayınladı ki bu ülke kısa süre önce Bahreyn’de yeni bir askerî üs açacağını ilân etmişti. Nebil Recep, bu üssün açılmasını Bahreyn Krallığı’ndaki hak ihlâllerine karşı bir sus payı ve “ödül” olarak tarif etmişti.

AFP, Reuters, Ahbar

08 Mart 2014

, , ,

Bahreyn-Ukrayna İkiliği


Başkan Obama, “hiçbir ülkenin başka bir ülkeye askerî birlik gönderme hakkı yoktur” ilkesinden söz ederken elbette Ukrayna’daki karışıklık konusunda kimi endişeleri bulunan Rusya’ya ve bu ülkenin Kırım Yarımadası’ndaki askerî hareketliliğine atıfta bulunuyor. Ama bu ilke, Suudi Arabistan Mart 2011’de Bahreyn’i işgal ettiği vakit nedense hiç dillendirilmedi. Bahreyn halkının büyük bir çoğunluğu reform yanlısı harekete destek vermiş iken, Suudiler bu kalkışmayı güç kullanarak bastırdılar.

Ukrayna’nın aksine Manama’daki İnci Meydanı’nda düzenlenen barışçıl gösteriler hükümetin devrilmesiyle sonuçlanmadı. Şurası açık ki, yüz yıllık Halife ailesinin sandıktan zaferle çıkması asla mümkün değildi. Aynı şekilde ülkedeki Ulusal Eylem Sözleşmesi de Kral Hamid Halife tarafından hanedanlığın sürekli kılınması için ortaya atılmıştı.

New York Üniversitesi’nde Rusya Çalışmaları ve Tarih alanında profesör olarak görev yapan Stephen F. Cohen, Avrupa’nın ve NATO’nun Rusya sınırlarındaki ajitatif faaliyetlerinin Ukrayna’da bugün zuhur eden çatışmaya nasıl yol açtığını şu şekilde izah ediyor:

“[…] Rusya ve Putin’in Gürcistan denilen o ufacık ülkeyi işgal ettiğini her fırsatta dile getirsek bile, gerçek şu ki savaş esasında, Gürcistan’daki Rusya’ya ait yerleşim bölgelerine saldıran Gürcistan’ın Amerika destekli askerî güçleri eliyle başlatılmıştır.”

Cohen devamında şu tespiti yapıyor:

“Birkaç ay öncesine, Kasım ayına geri dönüp baktığımızda şunu görüyoruz: göstericiler Ukrayna’da sokaklara döküldüğünde, Putin Avrupa ve Washington’a şunları söylemiştir: ‘Ukrayna’yı neden Rusya ve Avrupa arasında bir seçim yapmaya zorluyorsunuz? Biz Ukrayna’nın mali destekle ekonomik sıkıntıdan kurtulması için Avrupa ile birlikte bir tür mini Marshall Planı hazırlıyoruz. Bu işi birlikte yapalım.’ Ama bu teklif Washington ve Brüksel tarafından reddedilmiş, söz konusu red de bugünkü duruma yol açmıştır. […] Buradaki temel mesele şudur: üç-dört yıl önce Putin kendisinin iki kırmızı çizgisi olduğunu deklare etmiştir. Hatırlarsınız, Obama’nın kırmızı çizgisi Suriye idi. Ama Putin de ciddiydi. İlk kırmızı çizgi eski Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti’ydi. NATO ve NATO’nun etkisi bu ülkeye giremezdi. Diğer kırmızı çizgi ise Ukrayna’ydı. Biz her iki çizgiyi de ihlal ettik. 2008’de Gürcistan’da savaş oldu, bugün de savaş Ukrayna’ya sıçramış durumda. Bunun nedeni, ABD ve Avrupa’nın Putin’in kırmızı çizgisini ihlal etmesi. Bugün onun bu kırmızı çizgilerini belirlemesi noktasında haklı olup olmadığını tartışmak mümkün, ama mesele de bu tartışmayı yürütmekte.”

Oysa Bahreynliler anayasal monarşi talebini ortaya atıyorlar, başbakanlarını seçmek istiyorlar, dış güçlerin elindeki meclisin yerel güçlere dayanmasını ve yargının bağımsız olmasını talep ediyorlar. Halkın büyük bir bölümü bu reformları destekliyor; halk burada, Ukrayna’daki gibi, iki rakip güç odağı arasında ayrışmış durumda da değil. İran’ın Bahreyn’in iç işlerine müdahale etmesi Körfez ülkelerindeki diktatörlüklerin halk içerisindeki mezhepçi ve milliyetçi korkuları kaşımasından farksız. Eski ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in ifadesiyle, “İran’ın bölge genelinde bu türden halk devrimleri veya gösterilerinin fitilini ateşlediğine ilişkin elimizde herhangi bir delil yok.” Aynı şekilde, Wikileaks belgeleri de İran’ın müdahalesine dair iddiaların asılsız olduğunu gösteriyor.

Üç yıl önce Suudi ordusunun ve 16 millik Kral Fahd geçiş yolu üzerinden hızlı bir saldırı gerçekleştiren “Yarımada Zırhı” güçlerinin desteğiyle, yüzde doksanı Bahreynli olmayan Bahreyn güvenlik güçleri İnci Meydanı’ndaki kitleyi ezdi. Tanklar ve buldozerlerin daldığı meydanda çevik kuvvet halka ateş açtı, helikopterlerle desteklenen saldırıda evler ateşe verildi, hastaneler kapatıldı, yaralılara baktı diye doktorlar dövüldü. Başkentteki Selmaniye Hastanesi kuşatıldı ve bir süre sonra da soruşturma, işkence direnişin merkezi hâline geldi.

Bu yazı yazılırken, Rus güçleri Kırım’da herhangi bir saldırı gerçekleştirmedi, tek kurşun sıkılmadı.

Bugün Obama Putin’e fırça atarken, 2011’de Bahreyn’deki saldırı sadece “maksimum baskı” yönünde bir çağrıya yol açtı.

Suudi işgali sonrası Bahreyn’de yaşananlar herkesin gözünün önüne serildi. Bu konuda göstermelik duruşmaların, demokrasi yanlısı eylemcilerin tutuklanmasının, insan hakları ihlallerinin toplumu nasıl mahvettiğini görmek için Bahreyn İnsan Hakları Merkezi’nin internet adresine bakmak yeterli. ABD ve Avrupalı müttefikleri bu zulmü görmezden geliyorlar ama aynı ülkeler bugün Rusya’nın Kırım’a girişine öfke kusuyorlar.

Profesör Cohen, Rusya’nın NATO’nun Rusya sınırlarındaki tecavüzlerinin giderek arttığından bahsediyor ve bu tecavüzlerin “yirmi yıl önce Clinton’ın NATO’nun namlusunu Rusya’ya çevirdiği günlerde başladığını, söz konusu harekâtın hâlâ devam ettiğini” söylüyor. Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in devrilişi karşısında dehşete düşen ve kendi ülkesinde halk isyanlarının olması ihtimali karşısında panikleyen Suudi Arabistan sürece Bahreyn’i işgal ederek cevap veriyor (Bahreyn Krallığı Suudileri tanklar yolda iken gönderiyor.).

Bahreyn köylerinin fakir, sefalete gömülmüş sokaklarında bir tane bile faşist dolaşmıyor. Burada katledilenler ve işkence görenler için gözyaşı döken bir tane bakan yok. Kısa süre önce imha edilmiş olan İnci Meydanı’na bırakılan çiçeklerle ilgili yorumda bulunan bir ABD diplomatına da rastlanmıyor. Putin, Ukrayna’da başkanlık seçimlerinin özgürce yapılması yönünde çağrıda bulunurken, hiçbir batılı devlet aynı talebi dillendiren Bahreyn halkı için destek açıklaması yapmıyor.

Bahreyn ve Ukrayna için süreç aynı şekilde işliyor. Ama şurası açık ki, iki ülke arasındaki farklar ve batılı ulusların bu iki ülkeyle ilgili ikiyüzlülükleri bugünkü kadar göze batmamıştı.

Rannie Amiri
7 Mart 2014
Kaynak

19 Mayıs 2012

,

Bahreyn’de Suudi Protestosu


Suudi Arabistan ile Bahreyn’in birleştirilmesi planını protesto etmek amacıyla on binlerce Bahreynli başkent Manama’da toplandı.

“Milletimize Evet” şiarı ile yürüyen Bahreynli göstericiler, Suudilerin Bahreyn’le birleşme yönünde ortaya attığı teklife karşı çıkmak ve ülkelerinin satılık olmadığını haykırmak için Cuma günü Manama’nın en büyük otoyolunu trafiğe kapatıp yürüdüler.

Kitle ayrıca ülkeyi yöneten Kral Hamid bin İsa Halife’ye karşı da sloganlar attı.

Sitra, Nuveydrat ve Biladü’l-Kadim’de düzenlenen benzer gösterilere polis göz yaşartıcı bombalarla saldırdı.

Bahreyn muhalefeti, önerilen birleşme planının ülkenin bağımsızlığının satılması ve hükümet karşıtı gösterilerin bastırılması için Suudi güvenlik güçlerinin elinin güçlendirilmesi olarak değerlendirdiler.

Bu arada Bahreyn’in en önemli din âlimi Şeyh İsa Kasım da iki ülkenin birleştirilmesine ilişkin tüm önerilerin referanduma götürülmesi gerektiğini söyledi.

Halkın bu birliği onaylama ya da reddetme hakkı olduğunu söyleyen Kasım, “halkı kendisine dayatılmakta olan böylesi bir projeye dönük korkularını, itirazını ve meşru barışçıl direnişini ortaya koymaktan neden alıkoyuyorlar?” diye sordu.

Suudi Arabistan, öncelikle Bahreyn ile yakın bir ilişki kurarak Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ne mensup altı ülkeyi birleştirmek istiyor.

Altı Arap ülkesi arasında oluşturulması düşünülen böylesi bir birliğin gerçek mahiyeti pek açık değil, gelen haberlere göre, Suudilerin birlik önerisi ekonomik, politik ve askerî işbirliğini, bloğun mevcut sekretaryasının lağvedilmesini ve kurulacak yeni karar alma merkezinin de Riyad olmasını öngörüyor.

Tüm bu olup bitenler karşısında İran ise Halife rejiminin ülkedeki barışçıl eylemleri durduramaması nedeniyle, planın Bahreyn’deki gösterileri bastırmayı amaçladığını söylüyor.

Press TV

13 Aralık 2011

,

Bahreyn Baharı: Televizyonların Yüz Vermediği Devrim



Geçtiğimiz hafta Bahreyn Bağımsız Soruşturma Komisyonu (BBSK) raporuna ilişkin haberler belli bir ilgi uyandırmış olmakla beraber Bahreyn’deki ayaklanmalar “Arap Baharı” zinciri içinde hakkında en az haber yapılanlar arasında. Bu tespit Batı medyasının büyük çoğunluğu için olduğu kadar devamlı yayınları ve tezahüratlarıyla başka ülkelerdeki başkaldırıların başarısına belli oranda katkı sunmuş olan bölgesel Arap medyası için de geçerli. Üstelik Bahreyn’deki şiddet bazı örneklerde diğer bölge ülkelerindekini de aşıyor.

Engellenmeye çalışılan Bahreyn devrimi Batı ülkelerinden de retorik ve maddi planda pek az destek görmüş durumda. Tunus’ta ve Mısır’da eski müttefiklerinin yozlaşmışlığına ve baskısına karşı “halkın iktidarı” söylemini belli bir gecikmeyle destekler göründüler. Suriye’de açıktan rejim değişikliği çağrısı yaptılar, Libya’daysa Kaddafi’nin 42 yıllık iktidarının devrilmesine fiilî olarak iştirak ettiler. Bunlarla tezat halinde baskıcı Halife rejiminin şiddetinin sona ermesine ve politik reformların gerçekleştirilmesine yönelik seyreltilmiş birkaç çağrı duyuldu ancak. Batılı hükümetleri Bahreyn hususunda bekleyen kayıplar düşünüldüğünde bu pek şaşırtıcı olmayabilir.

En önemlisi, gelip tartışmalı bir biçimde ülkenin limanına yerleşmesiyle ada tarihinin merkezî önemde anti-demokratik momentlerinden birinin kaynağı olan ABD 5. filosunun Bahreyn’de bulunması. 1975 yılının Ağustos ayında Kral Hamad bin İsa El Halife’nin babası Emir İsa bin Salman El Halife ABD donanma birimlerinin kira sözleşmesinin süresinin uzatılmasına onay vermeyen millî meclisi resmen feshetti. Böylelikle ülkenin kısa ömürlü parlamenter monarşi deneyine de son vermiş oldu.

Bahreyn’in ABD açısından stratejik öneminin yakın gelecekte azalacağına dair bir işaret bulunmuyor. Eski 5. filo komutanı koramiral Charles Moore’un eski ABD genelkurmay başkanı ve Ortadoğu güçleri komutanı Amiral William Crowe’dan alıntı yaparak söylediği gibi, “Bahreyn ABD’nin dünyadaki en iyi müttefikidir”.

Bu tür çifte standartlar protestocuların gözünden kaçıyor değil elbette. Bahreyn İnsan Hakları Merkezi'nin başkanı Nebil Recep’in sözleri de bu durumu anlatıyor: Demokrasi sadece ABD’nin sorunlu olduğu ülkelerle ilgili bir mesele değildir.

Halife Rejiminin Suçlarında ABD ve Birleşik Krallığın Ortaklığı

Bir başka gecikmiş tepki örneği olarak ABD hükümeti Ekim ayında Bahreyn’e 53 milyon dolarlık silâh satışını geri çektiğini açıkladı. Ancak Mısır ve Tunus örneklerinde olduğu gibi birçok Bahreynli bu adımı, İngiliz hükümetinin baskıcı Halife rejimine silah ihracatı izinlerini geçici bir süre için askıya alması gibi, aldatıcı bir önlem olarak değerlendirdi. Zira Şubat’ta protestolar başlamadan önce 760.000’i ateşli silâhlardan oluşmak üzere ABD Bahreyn’e zaten 200 milyon dolarlık bir silâh ve mühimmat satışı gerçekleştirmişti.

Yakın zamanlarda Philadelphia ve Miami eski polis şefi John Timoney’nin Bahreyn İçişleri Bakanlığınca Bahreyn’e güvenlik stratejileri üzerine danışmanlık yapmak üzere işe alındığı yönünde yapılan haberler bir sonraki Amerikan müdahalesinin daha yapıcı olacağını düşünen muhalif unsurları pek rahatlatacak nitelikte değil herhâlde. Bu konudaki kuşkular haklı görülmeli zira bu adamın güvenliği sağlama üslubu o kadar kötü nam salmıştı ki 2000 yılında Cumhuriyetçi Parti’nin ulusal kongresine ve 2003 yılında Miami’de Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Bölgesi zirvesine yönelik gerçekleştirilen protestolardaki zalimliği nedeniyle bu protestoları haber yapan gazeteci Jeremy Scahill söz konusu güvenlik stratejisine Timoney’nin Miami Modeli adını vermişti. Timoney’nin militarize “kitle denetim” stratejisi şok bombası, biber gazı, göz yaşartıcı gaz ve plastik mermileri yoğun olarak kullanmak ve kitleyi dağıtmak için eli coplu adamlarını saldırtmakla tanımlı.

Geçenlerde ortaya çıktığına göre Bahreyn ordusundan bir birim ABD’ye kitle denetimini öğrenmek üzere davet edildi. Eğitime İsrail sınır polisi ve Wall Street zincirinin halkalarından olan “Oakland İşgali” eylemcilerine geçen ay vahşice saldıran Oakland polisi de katkı sundu.

Eğer muhalifler ülkelerinin bir diğer sadık müttefiki olan Birleşik Krallıktan daha destekleyici bir tutum bekliyorlarsa kesinlikle hayal kırıklığına uğrayacaklar. İngiliz hükümetinin silâh ihracatı izinlerini askıya alması aylar aldı. Bu işlemin ardından bile kralın temsilcilerini Birleşik Krallık Silâh Fuarı’na davet etmekte beis görmediler. Bu fuarda rejime insansız uçaktan F16’ya, “kitle denetim” silahlarından göz yaşartıcı gaza kadar türlü silah ve mühimmat satışı yapıldı.

BBSK raporunun İngilizlerin muhaliflere daha yandaş bir tutum almaları sonucunu doğuracağını umanlar varsa İngiltere’deki tele-kulak skandalının ardından görevinden istifa etmek mecburiyetinde kalan eski emniyet müdür yardımcısı John Yates’in Bahreyn polis gücü bünyesinde gerçekleştirilen reformların denetimi ile görevlendirildiğini duyunca hevesleri kursaklarında kalacaktır.

BBSK kral tarafından 29 Haziran 2011’de Şubat ayından itibaren gerçekleşen toplumsal olaylar ve bunların sonuçları hakkında rapor hazırlamak üzere kurduruldu. İlgili emirnamenin içeriğine rağmen raporun hedef kitlesinin ülkede çoğunluğu oluşturan Bahreyn Şiileri olmadığı açık.

Komisyon kralın emirleri doğrultusunda protestoların meydana gelmesine yol açan temel meselelerle ilgilenmekten azadeydi. Bu meseleler arasında Şiilere;

a) meslek ve konut edindirme ve eğitim sağlama gibi konularda kurumsal olarak,

b) hükümette ve güvenlik kurumlarında güçlü bir mevki elde etmelerinin önlenmesi, seçim bölgelerinde mezhep tabanlı türlü dalaverenin çevrilmesi ve Bahreyn’in demografik yapısının yabancılara vatandaşlık verilmesi - oy hakkının diğer ülkelerin Sünni vatandaşlarını kapsayacak biçimde genişletilmesi uygulamaları yoluyla maniple edilmesi gibi yöntemlerle sistemli bir biçimde siyasi olarak ayrımcılık uygulanması gibi konular da var. Bütün bunlar Suudi ve batılı liderlerin korku yayıcı uyarılarında işaret edilen ilkel türde değil, Bahreyn oligarşisinin siyasî çıkarları uyarınca meydana getirilmiş bir mezhepçiliğin varlığı anlamına geliyor.

Bu raporun Şubat ve Mart ayları arasında yaşanan ölüm ve işkence olaylarında 20 düşük rütbeli subayın rolüne odaklanması muhalefeti tatmin edeceğe benzemiyor. Suçu birkaç “çürük elma”ya yükleme girişimi iki karşı ucun anlatımları arasındaki büyük boşluğu da ortaya seriyor.

Bahreyn’deki olaylarda İran’ın dahli olduğu iddiaları ise BBSK’nin raporuyla bile çelişiyor. Bu da kralın hala dikkatleri başka yöne çekme taktiklerine bel bağladığını gösteriyor.

Bölgenin jeopolitiği ve Bahreyn’in bağımlı statüsü dikkate alındığında iktidarın ayak oyunlarının sadece kral sarayına bakarak izah edilemeyeceği anlaşılıyor. Daha ziyade Bahreyn’in ülkeye askerî, ekonomik ve diplomatik destek sağlayan uzak-yakın hamilerine bakmak gerekiyor. Meşruiyet son tahlilde silâhla -bu silâh, ister ülkenin Suudi komşularınca tehditkâr bir edayla muhalefete doğru sallanıyor olsun, ister İngilizlerden satın alınmış olsun, isterse de bir Amerikan savaş gemisinin tepesine yerleştirilmiş olsun- sağlanıyor.

Corinna Mullin
Azade Şahşahani
6 Aralık 2011
Kaynak