Bahreyn Baharı: Televizyonların Yüz
Vermediği Devrim
Geçtiğimiz hafta Bahreyn Bağımsız Soruşturma Komisyonu
(BBSK) raporuna ilişkin haberler belli bir ilgi uyandırmış olmakla beraber
Bahreyn’deki ayaklanmalar “Arap Baharı” zinciri içinde hakkında en az haber
yapılanlar arasında. Bu tespit Batı medyasının büyük çoğunluğu için olduğu
kadar devamlı yayınları ve tezahüratlarıyla başka ülkelerdeki başkaldırıların
başarısına belli oranda katkı sunmuş olan bölgesel Arap medyası için de
geçerli. Üstelik Bahreyn’deki şiddet bazı örneklerde diğer bölge ülkelerindekini
de aşıyor.
Engellenmeye çalışılan Bahreyn devrimi Batı
ülkelerinden de retorik ve maddi planda pek az destek görmüş durumda. Tunus’ta
ve Mısır’da eski müttefiklerinin yozlaşmışlığına ve baskısına karşı “halkın
iktidarı” söylemini belli bir gecikmeyle destekler göründüler. Suriye’de
açıktan rejim değişikliği çağrısı yaptılar, Libya’daysa Kaddafi’nin 42 yıllık
iktidarının devrilmesine fiilî olarak iştirak ettiler. Bunlarla tezat halinde
baskıcı Halife rejiminin şiddetinin sona ermesine ve politik reformların
gerçekleştirilmesine yönelik seyreltilmiş birkaç çağrı duyuldu ancak. Batılı
hükümetleri Bahreyn hususunda bekleyen kayıplar düşünüldüğünde bu pek şaşırtıcı
olmayabilir.
En önemlisi, gelip tartışmalı bir biçimde ülkenin
limanına yerleşmesiyle ada tarihinin merkezî önemde anti-demokratik
momentlerinden birinin kaynağı olan ABD 5. filosunun Bahreyn’de bulunması. 1975
yılının Ağustos ayında Kral Hamad bin İsa El Halife’nin babası Emir İsa bin
Salman El Halife ABD donanma birimlerinin kira sözleşmesinin süresinin
uzatılmasına onay vermeyen millî meclisi resmen feshetti. Böylelikle ülkenin
kısa ömürlü parlamenter monarşi deneyine de son vermiş oldu.
Bahreyn’in ABD açısından stratejik öneminin yakın
gelecekte azalacağına dair bir işaret bulunmuyor. Eski 5. filo komutanı
koramiral Charles Moore’un eski ABD genelkurmay başkanı ve Ortadoğu güçleri
komutanı Amiral William Crowe’dan alıntı yaparak söylediği gibi, “Bahreyn
ABD’nin dünyadaki en iyi müttefikidir”.
Bu tür çifte standartlar protestocuların gözünden
kaçıyor değil elbette. Bahreyn İnsan Hakları Merkezi'nin başkanı Nebil Recep’in
sözleri de bu durumu anlatıyor: Demokrasi sadece ABD’nin sorunlu olduğu
ülkelerle ilgili bir mesele değildir.
Halife Rejiminin Suçlarında ABD ve Birleşik Krallığın
Ortaklığı
Bir başka gecikmiş tepki örneği olarak ABD hükümeti
Ekim ayında Bahreyn’e 53 milyon dolarlık silâh satışını geri çektiğini
açıkladı. Ancak Mısır ve Tunus örneklerinde olduğu gibi birçok Bahreynli bu
adımı, İngiliz hükümetinin baskıcı Halife rejimine silah ihracatı izinlerini
geçici bir süre için askıya alması gibi, aldatıcı bir önlem olarak
değerlendirdi. Zira Şubat’ta protestolar başlamadan önce 760.000’i ateşli
silâhlardan oluşmak üzere ABD Bahreyn’e zaten 200 milyon dolarlık bir silâh ve
mühimmat satışı gerçekleştirmişti.
Yakın zamanlarda Philadelphia ve Miami eski polis şefi
John Timoney’nin Bahreyn İçişleri Bakanlığınca Bahreyn’e güvenlik stratejileri
üzerine danışmanlık yapmak üzere işe alındığı yönünde yapılan haberler bir
sonraki Amerikan müdahalesinin daha yapıcı olacağını düşünen muhalif unsurları
pek rahatlatacak nitelikte değil herhâlde. Bu konudaki kuşkular haklı görülmeli
zira bu adamın güvenliği sağlama üslubu o kadar kötü nam salmıştı ki 2000
yılında Cumhuriyetçi Parti’nin ulusal kongresine ve 2003 yılında Miami’de
Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Bölgesi zirvesine yönelik gerçekleştirilen
protestolardaki zalimliği nedeniyle bu protestoları haber yapan gazeteci Jeremy
Scahill söz konusu güvenlik stratejisine Timoney’nin Miami Modeli adını
vermişti. Timoney’nin militarize “kitle denetim” stratejisi şok bombası, biber
gazı, göz yaşartıcı gaz ve plastik mermileri yoğun olarak kullanmak ve kitleyi
dağıtmak için eli coplu adamlarını saldırtmakla tanımlı.
Geçenlerde ortaya çıktığına göre Bahreyn ordusundan
bir birim ABD’ye kitle denetimini öğrenmek üzere davet edildi. Eğitime İsrail
sınır polisi ve Wall Street zincirinin halkalarından olan “Oakland İşgali”
eylemcilerine geçen ay vahşice saldıran Oakland polisi de katkı sundu.
Eğer muhalifler ülkelerinin bir diğer sadık müttefiki
olan Birleşik Krallıktan daha destekleyici bir tutum bekliyorlarsa kesinlikle
hayal kırıklığına uğrayacaklar. İngiliz hükümetinin silâh ihracatı izinlerini
askıya alması aylar aldı. Bu işlemin ardından bile kralın temsilcilerini
Birleşik Krallık Silâh Fuarı’na davet etmekte beis görmediler. Bu fuarda rejime
insansız uçaktan F16’ya, “kitle denetim” silahlarından göz yaşartıcı gaza kadar
türlü silah ve mühimmat satışı yapıldı.
BBSK raporunun İngilizlerin muhaliflere daha yandaş
bir tutum almaları sonucunu doğuracağını umanlar varsa İngiltere’deki
tele-kulak skandalının ardından görevinden istifa etmek mecburiyetinde kalan
eski emniyet müdür yardımcısı John Yates’in Bahreyn polis gücü bünyesinde
gerçekleştirilen reformların denetimi ile görevlendirildiğini duyunca hevesleri
kursaklarında kalacaktır.
BBSK kral tarafından 29 Haziran 2011’de Şubat ayından
itibaren gerçekleşen toplumsal olaylar ve bunların sonuçları hakkında rapor
hazırlamak üzere kurduruldu. İlgili emirnamenin içeriğine rağmen raporun hedef
kitlesinin ülkede çoğunluğu oluşturan Bahreyn Şiileri olmadığı açık.
Komisyon kralın emirleri doğrultusunda protestoların
meydana gelmesine yol açan temel meselelerle ilgilenmekten azadeydi. Bu
meseleler arasında Şiilere;
a) meslek ve konut edindirme ve eğitim sağlama gibi
konularda kurumsal olarak,
b) hükümette ve güvenlik kurumlarında güçlü bir mevki
elde etmelerinin önlenmesi, seçim bölgelerinde mezhep tabanlı türlü dalaverenin
çevrilmesi ve Bahreyn’in demografik yapısının yabancılara vatandaşlık verilmesi
- oy hakkının diğer ülkelerin Sünni vatandaşlarını kapsayacak biçimde
genişletilmesi uygulamaları yoluyla maniple edilmesi gibi yöntemlerle sistemli
bir biçimde siyasi olarak ayrımcılık uygulanması gibi konular da var.
Bütün bunlar Suudi ve batılı liderlerin korku yayıcı uyarılarında işaret edilen
ilkel türde değil, Bahreyn oligarşisinin siyasî çıkarları uyarınca meydana
getirilmiş bir mezhepçiliğin varlığı anlamına geliyor.
Bu raporun Şubat ve Mart ayları arasında yaşanan ölüm
ve işkence olaylarında 20 düşük rütbeli subayın rolüne odaklanması muhalefeti
tatmin edeceğe benzemiyor. Suçu birkaç “çürük elma”ya yükleme girişimi iki
karşı ucun anlatımları arasındaki büyük boşluğu da ortaya seriyor.
Bahreyn’deki olaylarda İran’ın dahli olduğu iddiaları
ise BBSK’nin raporuyla bile çelişiyor. Bu da kralın hala dikkatleri başka yöne
çekme taktiklerine bel bağladığını gösteriyor.
Bölgenin jeopolitiği ve Bahreyn’in bağımlı statüsü
dikkate alındığında iktidarın ayak oyunlarının sadece kral sarayına bakarak
izah edilemeyeceği anlaşılıyor. Daha ziyade Bahreyn’in ülkeye askerî, ekonomik
ve diplomatik destek sağlayan uzak-yakın hamilerine bakmak gerekiyor. Meşruiyet
son tahlilde silâhla -bu silâh, ister ülkenin Suudi komşularınca tehditkâr bir
edayla muhalefete doğru sallanıyor olsun, ister İngilizlerden satın alınmış
olsun, isterse de bir Amerikan savaş gemisinin tepesine yerleştirilmiş olsun-
sağlanıyor.
Corinna Mullin
Azade Şahşahani
6 Aralık 2011
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder