Hillary ve Chelsea Clinton, Kürt kadın savaşçılarla
ilgili yeni bir dizinin yapımını üstlenmiş. Karşımıza, Rojava’daki YPJ
güçlerinin Clinton’ların temsil ettiği her şeye karşı çıkan solcular
olduklarını bir şekilde ortaya koymayan, sterilize edilmiş bir yapımın
çıkacağına kimsenin şüphesi olmasın.
On yıldır süren Suriye iç savaşında uluslararası
kamuoyunun dikkatini Kobanî Savaşı kadar çeken çok az muharebeye tanık olundu.
Eylül 2014 ile Ocak 2015 arasında, Kürtlerin çoğunlukta olduğu Kobanî şehrinin
kontrolünü ele geçirmek için yapılan savaş, o vakitler yükselişte olan İslam
Devleti ile kuzeydeki birçok Kürt yerleşim bölgesini kontrol eden solcu Kürt
milisleri Halkların Koruma Birimleri’ni (YPG) Suriye’nin kuzeyinde (Kürtlerin
Rojava-Batı olarak bildiği bölgede) karşı karşıya getirdi. YPG’nin tamamı
kadınlardan oluşan kanadı Kadın Koruma Birimleri (YPJ), bu süreçte ön plana
çıktı. Ataerkil yönetimin en acımasız biçimlerini uygulayan ve rutin olarak
tecavüzü bir savaş silahı olarak kullanan bir örgüt olarak IŞİD’in ilerleyişine
karşı koyan genç kadın savaşçıların imajı, uluslararası soldaki birçok kişiye
ilham verdi. Kürt milisler, hem IŞİD birliklerini yok ettiler hem de doğrudan
demokrasi ilkelerine dayalı radikal bir yerleşim bölgesi oluşturdular.
Kürtler, bu süreçte eskiden kendilerine destek verme
ihtimali bulunmayan kesimleri de etkilemeyi bildiler. Bu kesimler, özünde
Kürtlerin uğruna mücadele ettikleri değil, karşı oldukları şeylerle ilgilenmeyi
tercih ediyorlardı.
Sol devrimlere pek de sevdalı olmayan ABD ordusu, NATO
üyesi olan dostu Türkiye ile anlaşmaya varamayınca IŞİD’e karşı koymak için
Kürtlerle ittifak kurdu. Başkan Trump, 2019 sonbaharında Türk devletinin
desteğini arkasına alan İslamcıların işgaline zemin hazırlayarak Amerikan
güçlerini[1] Türk sınırından çekince, ulusal güvenlik teşkilatı isyan etti ve
Savunma Bakanı James Mattis[2] istifasını sundu. İsrail’in sağcı başbakanı
Benjamin Netanyahu da “cesur Kürt halkıyla”[3] dayanışma içerisinde olduğunu dile
getirdi.
Geçen haftanın başında, YPG’nin Kobanî’de IŞİD’e karşı
kazandığı zaferin altıncı yıldönümünden bir gün önce, eski Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton ve kızı Chelsea’nin, Gayle Tzemach Lemmon’ın The Daughters
of Kobani isimli kitabını temel alan bir televizyon dizisi üzerinde
çalıştıkları haberi işitildi.
Batı’nın Cihadcıları Öldüren Keskin Nişancı Kızlarla
Karşılaşmaları
Clinton’ın projesiyle ilgili bilgiler yetersiz ve The
Daughters of Kobani [“Kobanî’nin Kızları”] henüz yayımlanmış değil, buna
karşın Hollywood Reporter, bize şu ayrıntıları sunuyor:
“The
Daughters of Kobani, Kuzey Suriye'de IŞİD'le dövüşüp zafere ulaşan, tamamı
kadınlardan oluşan Kürt milislerle ilgili yüzlerce saatlik röportajlara ve
sahadaki haberlere dayanıyor. Kimsenin ihtimal dahi vermediği o zaferin
ardından Kürt milisler, kendi siyasi vizyonunu herkese takdim eden,
Ortadoğu'nun bir köşesinde cinsiyet eşitliğini tesis eden bir savaş gücü olarak
ortaya çıktı. Milisler, bu süreçte ABD Özel Harekât Kuvvetleri’nin saygısını ve
önemli askeri desteğini kazandılar.”
YPJ’nin hikâyesini ilk kez Clinton’lar anlatmıyor.
2018’de Fransız aktris Eva Husson tarafından yazılan ve yönetilen, Fransız bir
gazeteciyi ve tamamen kadınlardan oluşan bir taburla olan ilişkilerini perdeye
aktaran Les filles du soleil [“Güneşin Kızları”] kısa süre önce
gösterime girmişti. Yine Fransız yapımı olan, feminist ve laik kesimlerin öncü
isimlerinden Caroline Fourest tarafından yazılan Sœurs d'armes [“Silâhlı
Kız Kardeşler”], kadın milislerle birlikte savaşmak için Rojava’ya giden iki
genç Fransız kadına odaklanıyordu. 2020’de, Ron Leshem, Maria Feldman ve Eitan
Mansuri tarafından oluşturulan, Hulu video sitesine ait No Man’s Land [“Sahipsiz
Topraklar”] adında Rojava üzerine bir başka yapım daha yayınlandı. Bu kez
kahraman, kız kardeşini aramak için Suriye’ye giden bir Fransız’dı.
Tüm bu yapımlar, kimi ortak yönlere sahip. Birincisi
bu filmler, kameralarını Batılılara yöneltiyor, YPJ ve Suriye İç Savaşı ise
filmlerde romantik bir arka plan görevi görüyor. No Man’s Land’i
eleştiren bir ismin de dile getirdiği gibi, “filmin hiçbir yerinde Kürt
özgürlük savaşçılarının seçkin bir birimi olan YPJ’nin hikâyesine yer
verilmiyor. En fazla, filmin Suriye iç savaşı ile ilgili olduğundan söz
edilebilir ki o bile zor.”[4]
İkincisi, bu yapımlara Kürtlerin katılımı görece
sınırlı olmuştur. Bunlar Kürt hikâyeleri değil, Batılıların yabanla
ilişkilerine dair hikâyeler. Bahsi edilen iki Fransız filminde hikâyelerde
örtük olarak Fransa’daki “kültür savaşları”[5] üzerinde duruluyor, Suriye’deki
Kürt hareketi ise tali bir unsur olarak ele alınıyor.
Üçüncü ortak yönse şu: Bu filmler, Suriye'deki
Kürtlerin açıktan solcu olan siyasetini büyük ölçüde karartıyorlar. Onun
yerine, bize genel, tehdit edici olmayan ve nihayetinde anlamsız bir “özgürlük
mücadelesi” takdim ediliyor, bu açıdan filmleri, en iyi ifadeyle, “Batı’nın mücahid
öldüren keskin nişancı kızlarla karşılaşmaları” olarak özetlemek mümkün.
Kobanî: Bir Clinton Yapımı
Peki bu The Daughters of Kobani projesini nasıl
anlamalıyız? Dizinin uyarlandığı kitabı yazan gazeteci Gayle Tzemach Lemmon,
Hillary Clinton’ın yakın bir destekçisi ve o seçkinlere has “bağımsız iş
kadını” feminizminin timsali. Kadınların girişimcilik yoluyla
güçlendirilmesinin bir savunucusu[6] olan ilk edebi filmi The Dressmaker of
Khair Khana [“Hayir Hanalı Terzi” -2011], Taliban’ın kısıtlamaları altında
faaliyet gösteren bir Afgan iş kadınının hikâyesini anlatıyordu.
2015 yılında, kadın özgürleşmesi üzerine başka bir
kitap daha yayımladı: Ashley's War: The Untold Story of a Team of Women
Soldiers on the Special Ops Battlefield [“Ashley’nin Savaşı: Özel Operasyon
Sahalarındaki Kadın Asker Timinin Anlatılmamış Hikâyesi”] Afganistan’da
muharebe sahasında görev yapan kadınların hikâyesini aktarıyor. Kitap, Senatör
John McCain ve Sheryl Sandberg gibi önemli isimlerce hakkında tanıtım yazıları
kaleme alınmış bir çalışma.
The Daughters of Kobani, en iyi ihtimalle önümüzdeki ay gösterime girecek.
Brooklyn doğumlu anarşist Murray Bookchin’in çalışmalarından ve 1984’ten beri
Ankara ile savaşan, ABD’nin terörist örgütler listesine aldığı Kürdistan İşçi
Partisi’nin (PKK) hapisteki lideri Abdullah Öcalan’ın yazılarından beslenen YPG
ve YPJ’nin anti-kapitalizminin filmde kendisine yer bulmayacağı, filmde sadece
“birilerinin kıçına tekme vuran kızlar”a yer verileceği hususunda kimsenin
şüphesi olmasın.
Oysa Kobanî'de kadın savaşçılar kapsamlı bir rol
oynadılar ki bu rol, Suriye iç savaşının özelliklerinden kaynaklanan, Batılı
seçkinler tarafından keşfedilen bir merak veya basit bir tarihsel sapma
değildi. 1970’lerde ve 80’lerde, bir dizi solcu Kürt politik örgütünün silâhlı
kadın birlikleri vardı, bu örgütler içerisinde en fazla öne çıkanı ise İran’da
faaliyet yürüten Komala idi. YPJ’nin kadın savaşçılarını var eden soykütük ise
saflarına uzun zamandır kadınları alan PKK’ye dayanıyor.[7]
İşte tam da bu noktada Clinton’ların çekeceği filmdeki
tarihsel ironiden söz etmek gerekiyor. 1990’larda Bill Clinton yönetimi,
Ankara’nın PKK’ye karşı mücadelesinde kullanılan yüklü miktarda silâhı
Türkiye’ye sattı ve bu silâhları bahsi edilen ülkeye aktardı.[8] Ayrıca
Amerikan istihbaratı, Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Türk özel kuvvetleri
tarafından yakalanmasında kritik rol oynadı.[9]
Hillary ve Chelsea Clinton, Bill Clinton’ın
eylemlerinden tabii ki sorumlu tutulamaz. Fakat ABD’nin yerdiği, öte yandan YPJ
savaşçılarının hürmet ettiği Öcalan gibi bir ismi filmde nasıl ele alacaklarını
görmek epey ilginç olacak doğrusu.
Kürt Hikâyeleri
Pek çok Kürt, tümüyle yok sayıldıkları koşullarda,
Batı’da kültür insanlarının kendilerinden söz etmeleri karşısında memnuniyet
duyacak, burası kesin. Kürt sinemacı Beri Şalmaşi'nin de belirttiği gibi, “On
yıl önce sırf Kürt adı anıldı diye sevinen insanlardı” Kürtler. Bunun bir
ispatı da benim: hayli popüler olan Expanse roman serisindeki Kotyar
Gazi’nin Kürt olduğu ortaya çıkınca manasızca heyecanlanmıştım. Öte yandan,
Türk basınında çıkan, dizinin çekileceğine dair haberlerin tetiklediği, o asap
bozucu öfke de birçok Kürdü memnun edecektir.[10]
Ama müesses nizama bağlı bir gazetecinin kitabına
dayanan ve Clinton ailesince çekilecek bir filmin, Rojavalı kadın savaşçıların
hikâyesini anlatmaya dönük olarak daha önceden ortaya konmuş çabalardaki eksik
ve kusurları gidermesini kimse beklemesin. Muhtemelen karşımıza, Suriye’deki
gerçek mücadeleyi karartan ve bu mücadeleyi Clinton’lar gibi militaristlerin
çıkarlarına hizmet eden daha geniş bir “terörizmle mücadele” konseptiyle
birleştiren romantik bir Kürt kadın savaşçı hikâyesi çıkacak.
Clinton’ların liberalizmine karşı olan, Kobanîli kadın
ve erkeklerin uğruna mücadele ettikleri eşitlikçi toplum vizyonu, bir kez daha
sterilize edilmiş ve egzotikleştirilmiş klişelerin arkasına gizlenecek.
Djene Rhys Bajalan
29 Ocak 2021
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Megan Specia, “Winners and Losers”, 15 Ekim 2019, NYT.
[2] Jeffrey Goldberg, “The Man Who Couldn’t Take It
Anymore”, Ekim 2019, Atlantic.
[3] Herb Keinon ve Tovah Lazaroff, “Gallant Kurds”, 10
Ekim 2019, JP.
[4] Daniel Fienberg, “No Man’s Land”, 18 Kasım 2020, HR.
[5] Sylvain Mercadier, “French Muslims”, 13 Kasım
2020, MEE.
[6] Anushay Hossain, “Are You An Idea Entrepreneur?”,
20 Ekim 2016, Forbes.
[7] “Who are the Female Fighters of the PKK?”, 5 Ocak
2014, BBC.
[8] Michelle Ciarrocca, “US Arms for Turkish Abuses”,
17 Kasım 1999, MJ.
[9] Tim Weiner, “US Helped Turkey Find and Capture
Kurd Rebel”, 20 Şubat 1999, NYT.
[10] “Hillary Clinton, 25 Ocak 2021, Sabah.