06 Ocak 2021

Distopik Büyük Sıfırlama


Dünya Ekonomi Forumu’nun (DEF) Ocak ayı sonunda İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen yıllık toplantısı, küresel sorunları tartışmak için uluslararası iş dünyası ve siyasi liderleri, ekonomistleri ve diğer ünlü kişileri bir araya getiriyor. Etkili CEO’su Klaus Schwab'ın vizyonuyla hareket eden DEF, yaşama, çalışma ve birbirimizle etkileşim şeklimizi değiştirmeyi amaçlayan tektonik bir değişim olan distopik “büyük sıfırlama” için ana itici güç olarak iş görüyor.

İlâç şirketlerinin, yüksek teknoloji/büyük veri devlerinin, Amazon, Google gibi firmaların, dijital ödemeler sektörünün, biyoteknoloji şirketlerinin, büyük küresel tedarik zincirlerinin elindeki tekel ve hegemonya güçlendirilsin diye tüm sektörler feda edildi, neticede de büyük sıfırlama gündeme geldi ve bu operasyon, temel özgürlükler üzerinde kalıcı kısıtlamalar ve kitle gözetimi ile sonuçlanan bir toplumsal dönüşümü gerekli kıldı.

Bu dönüşümü hızlandırmak için Kovid-19 kapanmaları ve kısıtlamalarını kullanan büyük sıfırlama operasyonu, eski işletmelerin iflasa sürüklenmesini veya tekellerce yutulmasını, salgın öncesi dönemin ekonomisinin büyük bir kısmının kapısına kilit vurulmasını gerekli kılacak “Dördüncü Sanayi Devrimi” kisvesi altında yürütülüyor. Ekonomilerin “yeniden yapılandırıldığı” koşullar üzerinden ileride birçok iş, yapay zekâ odaklı makinelerle yürütülecek.

Aşağıda sunulan kısa videoda DEF, 2030’a kadar “Hiçbir şeye sahip olmayacak, buna rağmen mutlu olacaksınız” öngörüsünde bulunuyor. Videoda, bir insansız hava aracı, bir ürünü bir eve teslim ederken görülüyor ve karşımıza, tabii ki internetten sipariş edilen, dev bir Amazon deposundaki bir robot tarafından paketlenen bir ürünü teslim ederken gülümseyen mutlu bir yüz çıkıyor ve şunu söylüyor: “Bu ürünün üretimi, paketlenmesi veya teslim edilmesinde hiç kimse yer almadı.” İçiniz rahat olsun, virüs ve bakteri içermez, çünkü 2030’da bile, nüfus üzerinde tam kapsamlı hâkimiyet sağlamak için korku hikâyelerini canlı ve zinde tutmaları gerekecek.

Büyük ölçüde kasti kapama ve kısıtlama pratikleri üzerinden oluşacak borçluluk ve iflaslar neticesinde sayıları oldukça artacak olan işsizler, kendi varlıklarını devlete veya daha doğrusu, büyük sıfırlamayı gerçekleştirmeye yardımcı olan finans kurumlarına teslim edecekler, bunun karşılığında da bu insanlar genel temel gelire sahip olabilecek, neticede de borçları silinecek. DEF, halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi “kiralayacağını” söylüyor: “Sürdürülebilir tüketim” ve “gezegeni kurtarma” kisvesi altında mülkiyet hakkını herkesin elinden alacaklar. Tabii ki her şey, bu harika sıfırlamayı başlatan küçük seçkinlerin olacak.

Dünya çapında “ihtiyaç fazlası” olarak kabul edilen yüz milyonlarca insanın geçim kaynakları ellerinden alınacak (şu anda her biri, zaten büyük soygunun kurbanları). Her hareketimiz ve satın alımımız izlenecek ve ana anlaşmalarımız çevrimiçi olacak.

Muhtemelen her bir yurttaşı hedef alan plan, ulus-devletlere uygulanacak stratejinin bir tezahürü. Örneğin Dünya Bankası Grup Başkanı David Malpass, uygulanan çeşitli kapanmalardan sonra fakir ülkelerin ayağa kalkmalarına “yardım edileceğini” belirtti.[1] Bu “yardım”, neoliberal reformların ve kamu hizmetlerinin baltalanması ve bu uygulamanın daha da yerleşik hâle gelmesi şartıyla yapılacak.

20 Nisan'da Wall Street Journal, “IMF ve Dünya Bankası Gelişmekte Olan Dünyadan Gelen Yardım Talepleriyle Karşı Karşıya” manşetini kullandı.[2] Çok sayıda ülke, finans kurumlarından, kurtarma paketi ve kredi talep ediyor. Bu borç talebi, 1,2 trilyon doları buluyor. Söz konusu reçete, bağımlılığı beslemek için gayet ideal.

Borç erteleme veya “destek” karşılığında küresel holdingler ve Bill Gates gibi isimler, ulusal politikaları daha da belirleyebilecek ve ulus devlet egemenliğinin kalıntılarını ortadan kaldırma imkânı bulacaklar.

Kimlik ve Anlam

Peki toplumsal ve kişisel kimliğimize ne olacak? Bu insan davranışını ve yaptığımız her şeyi metalaştırma ve standartlaştırma arayışında silinip gidecek mi?

Söz konusu gündemi dayatan milyarder sınıfı, ister atmosferi jeomühendislik yoluyla, ister toprak mikroplarını genetik olarak değiştirerek, ister doğadan daha iyi bir iş yaparak bir laboratuvarda biyo-sentezlenmiş sahte gıda ürünü üreterek, doğaya ve tüm insanlara sahip olabileceklerini ve her ikisini de kontrol edebileceklerini düşünüyor.

İnsan olmanın ne anlama geldiğini yeniden şekillendirerek tarihi belirli bir noktaya getirebileceklerini ve tekerleği yeniden keşfedebileceklerini düşünüyorlar. Üstelik bunu 2030’a kadar başarabilecekleri iddiasındalar. Binlerce yıllık kültürü, geleneği ve uygulamaları neredeyse bir gecede ortadan kaldırmak isteyen soğuk bir distopik vizyon bu.

Oysa bu kültürlerin, geleneklerin ve uygulamaların çoğu, gıdayla, gıda ürünlerini nasıl ürettiğimiz ve doğayla olan köklü bağlantılarımızla alakalı. Bu noktada aklınıza, atalarımızın eski ritüellerinin ve kutlamalarının çoğunun, ölümden yeniden doğuşa ve doğurganlığa kadar varoluşun en temel sorunlarından bazılarını kabul etmelerine yardımcı olan hikâyelerin ve mitlerin etrafında inşa edildiği gelsin. Bu kültürel olarak yerleşik inançlar ve uygulamalar, onların doğa ile pratik ilişkilerini ve insan yaşamını sürdürmedeki rolünü kutsallaştırmaya hizmet ettiler.

Tarım, insanın hayatta kalmasının kilit unsuru hâline geldikçe, mahsullerin ekilmesi ve hasadı ile gıda üretimiyle ilişkili diğer mevsimsel faaliyetler, bu geleneklerin merkezinde yer aldılar. Freyfaxi, İskandinav paganizminde hasadın başlangıcını işaret ederken, Lammas veya Lughnasadh, paganizmdeki ilk hasadın/tahıl hasadının kutlanmasıdır.

İnsanlar, doğayı ve onun doğurduğu hayatı kutladılar. Kadim inançlar ve ritüeller, umut ve yenilenme ile doluydu ve insanlar, güneş, tohumlar, hayvanlar, rüzgâr, ateş, toprak ve yağmur ile beslenen ve hayat katan, değişen mevsimlerle gerekli ve yakın bir ilişkiye sahiplerdi. Tarımsal üretimle ve onunla bağlantılı kutsallıklarla kültürel-toplumsal ilişkiler arasındaki bağ, sağlam bir pratik zemin üzerine kuruluydu.

Prof. Robert W Nicholls, Woden ve Thor kültlerinin, güneş-toprak, mahsul-hayvanlar, ayrıca kışın soğuğu ve karanlığı ile yazın sıcaklığı ve aydınlığı arasındaki döngü üzerine kurulu, eski ve köklü inançlar olduğunu söylüyor.[3]

Kültür, tarım ve ekoloji arasındaki önemli ilişkiyi, en azından musonla mevsimlik ekim ve hasadın hayatî önemini anlamak için Hindistan’dan başka bir yere bakmamıza gerek yok.[4] Doğadan kaynak alan köy kökenli inançlar ve ritüeller, şehirde yaşayan Hintliler arasında bile varlığını sürdürüyorlar. Bunlar, geçim kaynakları, mevsimler, yemek pişirme, işleme, tohum değişimi, sağlık hizmetleri ve bilgi aktarımının birbiriyle ilişkili olduğu ve Hindistan’ın kendi içindeki kültürel çeşitliliğin özünü oluşturduğu geleneksel bilgi sistemlerine bağlıdırlar.

Endüstriyel çağ, insanlar şehirlere taşınırken gıda ve doğal çevre arasındaki bağlantının azalmasına yol açsa da, geleneksel “gıda kültürleri”, yani gıdanın üretimi, dağıtımı ve tüketimini çevreleyen uygulamalar, tutumlar ve inançlar, hâlen daha gelişiyor ve tarımla doğa ile kurduğumuz bağların öne çıkmasını sağlıyorlar.

“Tanrı’nın Eli” Olarak Emperyalizm

Ellilere geri dönüp baktığımızda karşımıza kendisini, insanlığın yüzleştiği kimi sorunları “çözmek” için gökyüzünden dünyaya uzanan “tanrı eli” olarak tasvir eden imajlara başvuran Union Carbide isimli şirket çıkar. Kullandığı en ünlü imajlardan birisinde firmanın eli, zirai ilâçlarını Hindistan topraklarına dökmektedir. Bu anlatıya göre, Hindistan ve geleneksel tarım uygulamaları “geri kalmış”tır.

Oysa Profesör Glenn Stone tarafından yazılan “Yeşil Devrimin Yeni Tarihi”[5] makalesine göre, herkesin gözüne sokulan iddialarının aksine, kimyasalların yön verdiği söz konusu yaklaşım, gıda üretiminde bir artışa yol açmadı. Hatta ilgili yaklaşım, uzun vadede ekoloji, toplum ve ekonomi açısından yıkıcı sonuçlara sebep oldu. (Bu noktada Vandana Şiva’nın Yeşil Devrimin Şiddeti adlı kitabına[6] ve Baskar Save’nin Hintli yetkililere şu anda epey meşhur olmuş, son derece aydınlatıcı mektubuna[7] bakılabilir.)

Bob Ashley ve arkadaşlarının kaleme aldıkları Gıda ve Kültürel Çalışmalar isimli çalışma, bize birkaç yıl önce televizyonda yayınlanan bir Coca Cola reklâmının moderniteyi şekerli içecekle ilişkilendiren, eski Aborjin inançlarını zararlı, cahil ve modası geçmiş olarak tasvir eden bir kitleye nasıl sattığını ortaya koyuyor. Susuzluktan içi yanmış insanlara hayat bahşeden yağmur değil, kola olduğundan bahsediliyor. Bu tür bir ideoloji, geleneksel kültürleri gözden düşürmek, onları kendilerini tanrı sanan şirketlerin yardımına muhtaç ve gereksiz şeyler olarak tasvir etmek amacıyla, daha kapsamlı bir stratejinin parçası olarak iş görüyor.

İşte 2020 yılında bu tür süreçler iyice hızlandı. Gıda ve tarım açısından, Hindistan gibi yerlerde geleneksel tarım, büyük teknoloji devleri ve tarım işletmelerinin büyük baskısı ile yüzleşmekte, söz konusu şirketler, laboratuvarda yetiştirilen gıdalara, GDO’lu ürünlere, genetiği değiştirilmiş toprak mikroplarına, veri toplama araçlarına ve dronlara, diğer “yıkıcı” teknolojilere geçilmesi yönünde Hint tarımına giderek daha fazla baskı uyguluyorlar.

Büyük sıfırlama, sürücüsüz makinelerle çalışan, insansız hava araçlarıyla izlenen ve endüstriyel “biyo madde”nin işlenip gıdaya benzeyen bir şey hâline getirilmesi için genetiği değiştirilmiş patentli tohumlardan ticari ürünler üretmek üzere kimyasallarla karıştırılan çiftçisiz çiftlikleri içeriyor. Peki o vakit çiftçiler ne olacak?

Dünya Bankası, Kovid sonrası yapısal reformlar karşılığında ülkelerin durumunun düzelmesine yardımcı olacağını söylüyor. Asıl soru şu: Bireysel borç yardımı ve genel temel gelir karşılığında on milyonlarca küçük toprak sahibi çiftçi, topraklarından mı kopartılacak? Esasında bu çiftçilerin yerlerinden edilmesi ve ardından kırsal toplulukların ve kültürlerinin yok edilmesini öngören gelişme, tam da Gates Vakfı’nın bir zamanlar talep ettiği ve alaycı bir şekilde “toprak hareketliliği” olarak adlandırdığı şey.

Tek bir örtmeceye başvurmadan, sözümüzü doğrudan söylersek: Bill Gates’in ve büyük sıfırlamanın ardındaki diğer zenginlerin, özetle emperyalizmin mülksüzleştirme stratejilerini destekleyenlerin eski sömürgeciler oldukları açıktır. Bunlar, ister madencilikle, temellükle ve çiftçilerin elindeki bilgileri metalaştırmakla ilgili olsunlar, ister araştırmaları ve tohumları şirketlerin ellerine teslim eden bir yaklaşıma sahip olsunlar, isterse fikri mülkiyet hukukuna dair kanunlarla fikri mülkiyet korsanlığını, tohumla alakalı düzenlemelerle tohum mevzuatını kendi lehlerine olacak şekilde kolay kılsınlar, özünde tüm bu stratejiler sömürgecilere aittirler.

Hâlen daha tarım toplumu olan Hindistan gibi yerlerde, (Kovid'den önce de zaten) ağır borçlar altında inleyen çiftçilerin toprakları, sonrasında, yüksek teknolojilerini hâkim kılmaları için teknoloji devlerine, finans kurumlarına ve küresel tarım ticaretine mi teslim edilecek? Yoksa bu öneri, DEF tarafından desteklenen, “hiçbir şeye sahip olma, mutlu ol” şiarı üzerine kurulu Yeni Cesur Dünya’nın, bu yeni ütopyanın bir parçası mı?

Gıda üretimi, doğa ve yaşama anlam ve ifade katan, kültürel köklere sahip inançlar arasındaki bağın tümüyle kopartılmasıyla birlikte, elimizde laboratuvarda üretilmiş yiyeceklerle ayakta duran, devletten aldığı gelirle geçinen ve üretim sahasında tatmin edici herhangi bir çaba ortaya koymayan, kendisini hiçbir şekilde gerçekleştiremeyen bireyler kalacaktır.

Teknokratik karışıklık, kültürel çeşitliliği, anlamlı toplumsal bağları ve yüzyılların geleneksel bilgisinden yararlanan ve gıda güvenliğini güvence altına almak için gittikçe artan bir şekilde geçerli yaklaşımlar olarak kabul edilen tarım ekosistemlerini zaten yok etmiş veya bunların altını oymuştur (Örneğin bkz.: Güney Asya Araştırmaları Dergisi, “Hindistan'da Gıda Güvenliği ve Geleneksel Bilgi” başlıklı bölüm).[8] Şu anda öngörülen devasa teknokratik dönüşüm, insanları tıpkı cansız teknolojik dronlar ve teşvik edilen yapay zekâ gibi kontrol edilecek ve izlenecek mallar olarak görüyor.

Ancak endişelenmeyin: Kitlesel işsizliğin görüldüğü, devlete bağımlı olunduğu, takip amaçlı ve çipli sağlık pasaportlarının kullanıldığı, nakit para kullanımının ortadan kalktığı, toplu aşılamanın gerçekleştirildiği, insanın insanlıktan çıkartıldığı açık hapishanede herkes mülksüz ama mutlu olacak.

Colin Todhunter
19 Aralık 2020
Kaynak

Dipnotlar:
[1] David Malpass, “Call on Covid-19”, 23 Mart 2020, WB.

[2] Josh Zumbrun ve David Harrison, “IMF, World Bank”, 9 Nisan 2020, WSJ.

[3] Enda Miller, “Stag and Earth Mother”, 14 Ağustos 1970, AFR.

[4] “Monsoon Festivals”, WTI.

[5] Glenn Davis Stone, “New Histories of the Indian Green Revolution”, 6 Ocak 2019, PDF.

[6] Vandana Shiva, The Violence of the Green Revolution, 2016, University Press of Kentucky, Jstor.

[7] Navin Pangti, “An Open Letter to the Green Revolution”, 6 Mayıs 2020, Pangti.

[8] Marika Vicziany ve Jagjit Plahe, “Food Security and Traditional Knowledge in India: The Issues”, 20 Ağustos 2017, Tand.

0 Yorum: