24 Ocak 2021

, ,

Hamil

Halka yalan söylemeyin, zafere kolayca ulaşılacağı iddiasında bulunmayın.
[Amilcar Cabral]

Evde kalındığı günlerde, kimsenin dışarı çıkamadığı saatlerde, dizi oyuncularının sokaklarda rahatça dolaşmasına şaşmamalı. Bu ülkede diziler, devlet ve sermayenin sipariş ettikleri, yoksulu oyalayan, oyuncaklar.

Bugün her bir bakanlığın kendi dizisi var. Milli eğitim için dizi çekiyorlar, “çocuklar çok kaygısız” diyorlar, onları kendileri yetiştirmemiş gibi. Milli savunmanın çok dizisi var, bitirim delikanlılar, çukur mahalleler de oraya bağlı olmalı.

Herkes dron yapıp uçurmalı, uçurtmalar yırtılmalı, sanayi ve ticaret bakanlığı, gönül dağı türküsünü illaki mırıldanmalı, zira kavruk gençlere teknoloji sevdirilmeli.

En çok da feministlerin ve veli saçılığın bakanlığı olan aile ve sosyal politikalar bakanlığının dizisi var. Sonra da solcular, “asgari ücreti birey değil, aile temelli hesaplayın” diyorlar. Aile bırakmadınız ki? Özgür olmak istiyorsanız, bedelini ödemeniz gerek. Aile kalmasın ki sosyal politika olmasın, toplum değil, birey exxen olsun. Bakanlıktaki feministler, devletin sorumluluğunun kalmadığı neoliberal düzenin ajanları olmalı.

Acun, ekseni bu yüzden oluşturuyor. Bu sebeple yutubun boncuklarını ipine diziyor. İmamesi, çekene göre değişiyor. Bazen devlet oluyor, bazen sermaye. Artık “konuşanlar”, orada özne olacak. Şenaydemir gibi solcular, orada kendisini bulacak, özgürleşecekler.[1] Devlet, kendi özel kast ajansını illaki kuracak, sonra “gidin şuna oy verin” diyecek.

Bu arada, sağlık bakanlığının dizilerini unutmamalı. Olmayan ütopik özel hastanelerin reklâm edildiği yapımlarda, olmayan doktorlar anlatılıyor. Sağlık turizmi kendi otellerini kuruyor, o otellere diziler çekiliyor. Oradaki doktorlar uyarıyor bizi, virüse karşı. Gerçek doktorlara kimse inanmıyor. Çünkü bugün doktorlar, bilgisayar ekranından başını kaldırıp, hastanın yüzüne bakmaya bile tenezzül etmiyorlar. Dokunmadan, konuşmadan tedavi, mümkün zannediliyor. Temassız kartlar, hayatı biçimlendiriyor. Sağlık, basit rakamlara indirgeniyor.

Bir hekim, RNA ile ilgili araştırmalarının GDO’lu ürün sahasında çalışan meslektaşları tarafından engellendiğini söylüyor. Bir başkası, 1972’de “şeker zehirdir” dediği için nasıl aforoz edildiğini anlatıyor. Mikrobiyoloji derneğinin başkanı ve bilim kurulunun üyesi, tedavide kullanılan ilâçları savunuyor, kalp krizine ilâcın değil, virüsün sebep olduğunu söylüyor, hiçbir bilimsel kanıt sunmadan ve hiç utanmadan.[2] Buna “sağlıkta sınıf tavrı” diyorlar!

Bugün maske, PCR, önlemler, bağışıklık konusunda farklı iddialar ortaya atanlar, “bilim düşmanı” damgası yiyorlar. Egemenlerin “bilim”i, sınır ötesi ve sınıf dışı zannediliyor. Solu, buna inanan küçük burjuvalar yönetiyor. Lenin’se ücretli kölelik üzerine kurulu bir toplumda tarafsız bilim beklentisinin aptallık olduğunu söylüyor.[3]

* * *

Aleyn badyö haklı: özgürlükçülük muhafazakârlıktır.[4] Hep bir özgür olunan durumun mutlaklaştırılıp muhafaza edilmesi var. Ama eşitlik olmadan özgürlük, sermayeye; özgürlük olmadan eşitlik, hep devlete kulluk ediyor. Sanki birileri için yoldaki pürüzler temizleniyor.

Aleyn badyö, gene haklı: hareketçilik, defolculuk, bizi bir yere götürmüyor. Bugüne dek “defol” demekten, birilerine “baş düşmanı ben öğrettim, gene ben öğreteceğim ulen!” diye poz kesmekten başka bir şey yapmamış olanlar, badyönün sözlerini utanmadan paylaşabiliyorlar. Meselenin özüne, mülkiyete asla işaret etmiyorlar. Hep birlikte IMF çağırıp duran “liberal bir CHP” için yanıp tutuşuyorlarmış, bu görülüyor.

Liberal CHP, “şizofreni” ve had bilmezlik eleştirileriyle birlikte güçleniyor. Kişi, fazlaya, öteye, başkaya, dışarıya işaret edince “şizofreni” damgası yiyor, had bilmezin teki olarak takdim ediliyor. “Senin sırtında yumurta küfesi yok” deniliyor, ama bu lafı dik yokuşların hamalı değil, yumurta tüccarları ediyorlar. “Bekâra karı boşamak kolay” deniliyor, ama bu laf, birkaç eşli zamparaların ağzından dökülüyor.

“Lafta iyisiniz, ama pratikte görelim sizi” deniliyor. Bunu, lafın da pratik olduğunu anlamayanlar söylüyorlar. Ayrıca bu kişiler, “bizim sırtımızda yumurta küfesi var” diyorlar. Hamallara küfrediyorlar. Ne bir derdin ne de bir öfkenin hamililer. Sadece pratik ve uyumlu bir akla sahip olmakla övünüyorlar, romantikleri küçülterek, kendilerini büyüttüklerini sanıyorlar.

Dert ve öfke, bunlara ağır geliyor. Meslek ideolojileri, her yanı kuşatıyor. Bu ideolojiler, derdi sosyal demokrasinin; öfkeyi liberalizmin eşiğine bağlıyorlar. “O şekilde sustururuz” diyorlar.

Ne var ki “yoktan da vardan da öte bir Var var.” Halk, o ideolojilerin hükmünü yitirdiği yer. Tersten, halka düşman güçler, meslek ideolojileriyle halkı çözmek için uğraşıyorlar. Diziler böyle izlenmeli, meclis siyaseti böyle okunmalı, devletin varlığı böyle anlaşılmalı, akademik zırvalar buradan değerlendirilmeli.

Özel devletin özel derin kadroları, doksanlarla birlikte yerlerini küçük burjuva örgütlere bırakmıştır. Solculuk, bu geçişi alkışlamak, yüceltmek, “işte bizim de günümüz geldi” demek değildir. Doksanların sonunda Nâzım’ın “iç” edilmesi, devletin ve sermayenin sesi kılınması, banka kasasına kapatılması, bu geçişin kanıtıdır. Feminizmin bakanlığa bağlanması, başka bir kanıttır. Ama kadın, bir bakanlığa kul olmayı reddetmeli, Hes ve Kades’le birey olarak, abisinden kaçarken, büyük abiye teslim olmamalı, hep birlikte bireyi aşan sorunlara yüklenmelidir. Uğruna mücadele ettiği şey ne olursa olursun, o, reddin kendisi olmalıdır.

Meslek ideolojilerinin anlamadığı, anlatmadığı bir halk, illaki vardır. Avukat için birey olarak hukukî özneden başkası yoktur. Bu, basit bir meslekî marazdır. Her yerde hukukî özne ve hukukun nesnesi olarak bireyi görür. Eldeki çekiç için herkes, çivi zannedilir. İlişkileri, bağları, bağlamı, geçmişi, geleceği, sürekliliği görmez. Mutlak, ölü, donmuş kuralların sahipleri adına, demir tozlarına mıknatıs gibi şekil vermek ister. Ama önce illaki çözer, dağıtır, tasfiye eder. Onda halk yoktur, olamaz.

Mühendis için birey vardır ve o, tamir edilecek bir mekanizmanın parçasıdır. Doktor için sağaltılacak, olmazsa, ıskartaya çıkartılacak bir bedenin basit bir uzvudur. Tüm bu meslek ideolojileri, bugün maltusçuluğun, öjeninin ve faşizmin alıcısı hâline gelmişlerdir. Eğer “faşizm, küçük burjuvazinin bedenlenmiş hâlidir” sözü doğru ise o vakit bugün faşizm, “Hes kodu olmayana otobüs bileti satılmasın, kız verilmesin, bu kişi lokantada aç bırakılsın” diyende aranmalıdır.

Çünkü küçük burjuvazi, beynelmilel âlemde, güneyden kuzeye; yerel düzlemde, alttaki yoksuldan üstteki zengine doğru gerçekleşen servet transferini herkesten önce ve herkesten iyi görendir.

Bu sebeple küçük burjuvazi, söz konusu servet transferinden pay alabilmek için yoksulun, işçinin, halkın ve ezilenin başını ezmeye mecburdur. Bunların maddi somut varlığı dışarı atılacak, lafı, edebiyatı, imajı satılacaktır. O laf, edebiyat ve imaj ise zokadan ibarettir, soyuttur, zararsızdır; küçük burjuva, yoksulu, işçiyi “güttüğünü” düşünmeyi sürdürmelidir. Kendisini bu şekilde avutacaktır.

Solcu bir avukatlık derneği, bir avukata yönelik saldırı ile ilgili attığı tvitte, “Avukatlık, sonsuza dek yaşayacak!” diye ünlemektedir. Bunu söyleyen, “komünist” olamaz; çünkü komünist, avukatlık mesleğinin sonsuza dek yaşamasını istemez, yaşayacağını düşünmez.

Tüm bu meslek ideolojilerinin dışında, bir halk, illaki vardır. Tam da orada olunmalıdır. Olmak, kolektif bir eylemdir, olmalıdır. Kolektif eylem, işbölümüne, disipline ve hiyerarşiye tabidir. Bireyler toplamına değil, bireylerin ötesine bakılmalıdır. Meslek sahiplerinin sınıfsal çıkarları, kariyer hesapları, ancak üç beş kendine benzeyenle arkadaşlığı emredebilir; bize yoldaşlığın kıyamı gerekmektedir.

Yoldaşlık, yola talip ve revan olmaktır. Ortak derdi ve öfkeyi yüklenmişlerin yürüyüşüdür. O derdi ve öfkeyi hor görenlerle yürünen yolsa yol değil, tasfiyedir. Derdin ve öfkenin yolunu yürüyenler, hep birlikte öğrenir, öğretirler. Yol bulur, yol açarlar. O yürüyüş, yola örgütlenmektir, yolu örgütlemektir.

Topluma avukat, doktor ve mühendis olarak bakanların, öyle bakmadan siyaset yapamayanların, öyle olmaktan vazgeçemeyenlerin gösterdikleri bireysel hikâye, her zaman efendilere işaret eder. Geçmişten örnekler getirmenin anlamı yoktur, çünkü meslek sahipleri, efendilerle ortak masalarda oturmanın, aynı kahveyi yudumlamanın, aynı yerlere tatile gitmenin keyfine varmışlardır. Kan dişe değmiştir. Bugün halkın derdini dinleyen bir doktor, avukat ya da mühendis yoktur.

Amilcar Cabral[5] veya Che Guevara gibi isimlerin bahsini ettikleri “sınıf intiharı”, bu ülkede mümkün değildir. Buranın solcusu, Che gibi mücadele etmeden, onun “yeni insan”ını gasp etmek, satmak ister. Yeni insanın kavganın eseri olmasını asla istemez. Cabral gibi karış karış gezdiği yurdu için dövüşmeyi aşağılık bir iş kabul eder, ama bir yandan da onun şöhretine sahip olmak, özel şoför tutup ülkeyi gezmek ister. Küçük burjuva sol, kokolin misali, taklittir, sahtedir, gerçekle alakası bulunmamaktadır. O, yoksulu, emekçiyi üsttekilerle yürüttüğü pazarlık için bir araç ve koz olarak kullanır. O yoksulun, emekçinin başka da bir değeri ve anlamı yoktur.

Halkta olunmalıdır, oranın cereyanında kalınmalıdır, o gerilimlerle ve çelişkilerle pişilmelidir. Bu, “sol popülizm” değildir. Orayla buluşmaya mani olan her türden küçük burjuva barikat, aşılmalıdır. Halkı kendi bireyliği nispetinde bölebileceğini, kendi benzerlerini boncuğuna dizebileceğini düşünenlerden uzak durulmalıdır. Halkın çirkin, cahil, geri ve “çamur” hâli sevilmelidir. Ümidi oradan devşirmek gerekmektedir. Halkçılık edebiyattır, halkta olmaksa, yol almak, eksiği görüp, yoldaş bulmaktır. Devrim ve sosyalizm, halka birey merkezli saldırılar düzenlemek değil, davayı ortak, ortaklığı dava kılmaktır.

Eren Balkır
24 Ocak 2020

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Konuşan Madunlar”, 21 Eylül 2020, İştiraki.

[2] “Kalp Krizini Favipiravir Değil Hastalık Yapıyor”, 27 Aralık 2020, Duvar.

[3] V. I. Lenin, “Three Sources and Three Components Parts of Marxism”, Mart 1913, MIA.

[4] Alain Badiou, “Mevcut Konjonktüre Dair”, 21 Aralık 2020, İştiraki.

[5] Tom Meisenhelder, “Amilcar Cabral’ın Sınıf İntiharı Teorisi”, 9 Haziran 2007, İştiraki.

0 Yorum: