26 Temmuz 2020
25 Temmuz 2020
Minneapolis’te Fırtına Biçmek
Sömürge gençlerinin ruhsuz ve güçsüz olduklarını
artık kimse söylemesin. Kitlelerin Jacobin
dergisine ve Amerikalı Demokratik Sosyalistler’e mensup, içi geçmiş ve iktidarsız solcularını aştığını bir kez daha gördük. Bu solcular, İkinci Enternasyonal
döneminin teorik faaliyetine saplanıp kalmışlar ve havaya beş para etmez
tavsiyeler savurmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Minneapolis ise alev alev. Bu konuda Jacobin’in yayın yönetmeni Bhaskar
Sunkara’nın yapabileceği hiçbir şey yok. Polisin de öyle. Bunların insanları
vuracak cephanesi tükeniyor. Plastik mermiler yetmiyor, göz yaşartıcı bombalar
gerisin geri polise fırlatılıyor, kitleler, her bir mahalleyi tek tek ele
geçiriyor. Target mağazasındaki mallar kamulaştırılıyor, sırada ayaklanmanın
yaşandığı bölgedeki diğer mağazalar var. Otobüs şoförleri, vergisini halkın
ödediği taşıtlarının kendi milletinden ve sınıfından insanların hapse
götürülmesi için kullanılmasına karşı çıkıyorlar. Sokaktaki güçler, genelde
yediği haltların üzerini örtüp duran liberal belediye başkanını ilerici adımlar
atmaya zorluyorlar. Floyd’u katleden domuz, evine gelen yemeği yiyemiyor, çünkü
ev kuşatma altında.
Kanallar, insanların her isyanda ve militan
gösteride ortaya çıkan polis tarafından nasıl korkutulduğunu ortaya koyuyor. Devrimci
gençler öne geçiyor, oportünistlerse kafalarına taş yiyince kenara
çekiliyorlar. Minneapolis sokaklarında, rüşeym hâlindeki halk ordusunun
oluşumunun ilk aşamasına tanıklık ediyoruz. Yedi yıl önce Ağustos ayında
Ferguson’da çakılan kıvılcım hiç sönmedi, tüm dünyayı ateşe veriyor ve yanmaya
devam ediyor. Minneapolis’ten sonra Los Angeles’ın yoksul semtlerinde, Şikago,
New York, St. Louis ve Baltimore’un kenar mahallelerinde, Brezilya’nın
favelalarında siyah ve Latin çocuklar, benzer eylemlere imza atıyorlar.
İnsanlar, kendilerine benzeyen, kendisi gibi
ezilen millete ve sınıfa mensup kişilerin teslim olmadıklarını, âleme isyan
bayrağını çektiklerini görünce seviniyorlar. Dünyanın sokaklarındaki sıcaklık hiç
düşmeyecek gibi görünüyor. Sömürgeci güçlere bağlı liberallerse mala mülke
verilen zarara ağlıyorlar ve aptal bir yaklaşımla, “dava edin” deyip duruyorlar.
Ne davası be! Düşman mahkeme salonlarında bize adalet bahşedecek değil ya.
Davayı bizzat biz açmalı, halkın mahkemesini
kurmalı, cezayı bizzat kesmeli, tüm faşist Amerikan sisteminin ipini
çekmeliyiz. Adalet bizim tesis edeceğimiz bir şeydir ve bu konu, her türlü
uzlaşmaya ve tavize kapalıdır.
Savaş savaşarak öğrenilir. Minneapolis sokaklarında
polise karşı ufak da olsa kendi silâhlarını imal eden gençler halk savaşına, Mao’yu
ezber eden ama onu asla uygulamayan zevattan daha fazla hâkimdirler. Floyd’un
canını alan sistemi yıkmak için verilecek o son kavga için güçlerimize gerekli
olan temeli, pratik ve o ufak silâhlar teşkil edecektir.
O gençler bugün barikat kuruyorlar, domuzları
silâhsız ve mermisiz bırakıyorlar, cenk ediyorlar. Savaş alanı incelendiğinde
polislerin ehliyetsiz, korkak ve kafası karışık birer domuz olduğu görülüyor.
Bu da onların gadrine uğramış veya aileleri polisin işkencesine ve dayağına
maruz kalmış kişilerin yüzünde bir gülümsemeye neden oluyor. Bu ülkeyi kurmak
için uzak diyarlardan zorla getirilen ecdadım, bu yaşananlara öte dünyada
gülüyor. Efendiler korkuyor, çünkü ayaklar baş oluyor.
Yönü belli olmayan isyanların bir ülkede devrime
dönüşmesi, elbette ki mümkün değil. Her bir imparatorluğun çöküşü, ekmek
isyanlarının ve polis ile orduya karşı verilen mücadelelerin izini taşır. Bir
kez daha tekrar edelim: murat bu ayaklanmalara rehberlik etmekse, açığa çıkan enerji
yok olmasın veya eski devleti gerisin geri beslemesin isteniyorsa disiplinli
ve kararlı komünistlerden oluşan bir partiye ihtiyaç vardır.
Devrim, belirli bir süreç
dâhilinde, adım adım inşa edilir. Bu mücadeleler çoğalmaya, sahip oldukları
yoğunluk artmaya devam edecektir. Komünistlerin görevi, kafalarını kitaplardan
kaldırıp nerede bulunuyorlarsa isyan eden halka karışmak ve ondan bir şeyler
öğrenmektir.
BRG
28 Mayıs 2020
Kaynak
24 Temmuz 2020
Pedofili ve Sol
Mart 2018
23 Temmuz 2020
Yapılması Gereken
Ey
insanlık, daha ne kadar susmayı düşünüyorsun? Ne kadar üç maymunu oynasan da
kaçışın yok, dokunmak istemediğin yılan, eninde sonunda sokacak seni (emeğini
sömürecek, kişisel haklarını çiğneyecek, bedenini kirletecek ve yaşam hakkını
elinden alacak), bu kaçınılmaz bir gerçeklik. Çünkü sessiz kaldığın her sürede,
ezenler zevk aldığın düşüncesiyle kirli emellerine son surat devam edecektir.
Kadın,
çocuk, doğa, hayvan ve emek katliamları, sistemin aşağılık adalet sistemiyle
durdurulamaz.
Tepki,
boyutları ve ölçüsüyle ses getirir. Kendi rezil kişiliklerini ve
korkaklıklarını aydın ve entelektüel kimlikleri altında gizleyen, sınıf
mücadelesinin içerisine sızmış burjuva özentisi emek düşmanları, yazılarında,
söylemlerinde tepkisel olarak kınamayı yeğliyor ve sistemin adaletinden medet
umuyor.
Söyler
misiniz, kınamayla hangi sorun giderilmiştir? Yahut sistemin adaleti,
sorunların gerçek sahiplerine dokunabilmiş midir?
Sistem
hepimize düşman. Önce düşmanımızı belirlemeyiz. Emek düşmanı kapitalistleri ve
onların işbirlikçi politikacıları, bariz düşmanlarımızdır. Yapılması gereken en
sert biçimde tepki göstermektir. Ulrike Mienhof der ki:
“Bir taş atarsanız, bu
cezalandırılması gereken bir eylemdir. Bin taş atılırsa, bu siyasi bir
eylemdir. Bir araba yakarsanız, bu cezalandırılması gereken bir eylemdir. Yüz
araba ateşe verilirse, bu siyasi bir eylemdir. Protesto, bana neyin yanlış
geldiğini söylememdir, direniş ise benim için yanlış olanın tekrarlanmamasını
sağlamamdır. Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim.”
Ulrike
Meinhof ve yoldaşları, dönemlerinin sorunlarına tepkisiz kalmayan cesur
insanlardı.
Amaçları,
var olan sorunları daha çarpıcı biçimde ortaya çıkartmak ve buna karşı bir
şeyler yapmaktı.
Zaten
onlar da sistemi yıkamayacaklarının farkındaydı, amaç sarsmaktı ve başarılı da
oldular. Düşmana korkunun ne demek olduğunu gösterdiler ve gördük ki düşman
üzerinde kınama değil kurşunlar etkili oldu.
Kızıl
Tugaylar, İtalya’daki işadamları ve politikacıları hedef aldı. Yoksulluğun ve
gericiliğin sebebi onlardı çünkü, halkı yoksulluğa mahkûm ederek, onları suça
teşvik ediyorlardı. Kazancı hayallerine yetmeyen bir insan hangi yolu seçer,
sürekli sistem tarafından aşağılanan birey, nasıl sağlıklı hareket edebilir?
Psikolojik ve ruhsal bakımdan çöküntüye uğrayan bir insan, suça meyilli hâle
gelir.
Bundandır
ki Kızıl Tugaylar, işadamlarına ve politikacılara kurşun sıktı. Kınamadılar,
“üzgünüz” demediler sorunlara. Sonunda çoğu işadamı aileleriyle birlikte
İsviçre’ye ve başka ülkelere kaçmak zorunda kaldı.
Şehir
gerillası, zaferden uzaktır. Amacı, sadece halk yığınlarının öfkesini dışa
vurmak ve halk saflarını bütünleştirip korumaktır. Bir kadın mı katlediliyor,
bir çocuk vahşice öldürülüyor mu? Hemen karşılığı verilip, politik bir kişi
hedef alınmalıdır. Ne kadar işbirlikçi hedef alınırsa, o oranda sistem korkuya
kapılır ve iş büyümeden daha adil bir adalet mekanizması uygulamaya konulur.
İşçi
düşmanları için de geçerli bu tepki, belli kapitalist şahsiyetler hedef
alındığında, ezilen ve köleleştirilen, kendilerini yapayalnız hisseden
emekçiler üzerinde bir şok etkisi yaratır. Çünkü patronlar, emekçilerin gözünde
tanrı gibidirler. İstedikleri zaman işlerine son verip onları açlığa mahkûm
edebilirler ve zenginlikleri onları dokunmaz kılar. Ama bir kurşun ve devrilen
bir tanrının görüntüsü, emekçilerin gözündeki bu miti yıkar ve cesaret aşılar.
Düşmanla
aramızda şiddet, her zaman kaçınılmaz bir çözüm olagelmiştir. Öldürmek, çözüm
değildir elbet; çözüm, proleter bir devrimdir. Öldürmek, sadece intikam almak
ve düşmana kararlılığımızı göstermek için bir araçtır.
Ve
demeliyiz ki: “ne kadar canımız yanarsa, o ölçüde yakanlara misillemede
bulunacağız. Sizinle uğraşacak güce ve cesarete sahibiz. Belki biraz zaman
alacak ama sonunda hakkınızdan geleceğiz.”
Can Şahin
23
Temmuz 2020
Fanon ve Fetih
Yeryüzünün Lanetlileri’nin
Suriyeli çevirmenler Sami Durubi