14 Temmuz 2020

,

Ousmane Sembène

Ousmane Sembène, dünyanın en tutkulu yönetmenlerinden ve romancılarından biridir. O, günümüz Batı Afrika’sında yaşanan karışıklığı belki de en iyi kavrayan isimdir. Politik bir sima olarak Sembène, şiddete sırtını yaslayan iktidarlar döneminde hikâye anlatmayı bir kaldıraç olarak görmüştür. Hayal gücünü sömürgeciye karşı direnişin bir biçimi olarak anlamış ve onu güzel bir gelecek için yürütülecek bilinçlendirme faaliyetinin, merhametin ve dürüstlüğün bir aracı olarak değerlendirmiştir.

Sembène, yönetmenler sendikasının kurulmasına, bir film festivalinin örgütlenmesine ve bir edebiyat dergisinin yayın hayatına başlamasına katkıda bulunmuş bir liderdir. O, yirminci yüzyılda Afrika’nın gördüğü en önemli kültür insanlarından biridir. Benim içinse o, hem bir kahraman hem de bir dosttur.

Onu ilkin altmışlarda Kara Kız filmiyle tanıdım. O dönemde öğrenciydim ve Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’ni okuyordum. Ah o maske yok mu!

Filmde, Sembène’nin hep gözlem yapan ama nasılsa hiç fark edilmeyen kamerası, perdeye Diouana’nın ölümünü ifade eden, ruhun yavaşça çekilişini aksettiriyordu.

Onunla kurduğum ilişki bu filmle başladı, ama 1988 Ağustos’unda Dakar’daki evinde kendisiyle bizzat tanışana dek o bu ilişkiyi hiç bilmedi. Senegal’e bilhassa Sembène’yle tanışmak için gitmiştim. Bana darı ailesinden olan ama tadı bir miktar kinoaya benzeyen fulio isimli bir tahılla pişirilen yassa diye bir Senegal yemeği yaptı. Hatta bu tahılın kökenini anlattı ve sömürgecilik öncesinde yetiştirildiğinden bahsetti. Bu sayede Sembène, bana geçmiş ve tarih konusunda ders veriyordu.

O, Afrikalı bir hikâye anlatıcısıydı, ama bende asıl karşılık bulan vasfı derisinin rengi değildi. Sonuçta Sembène’nin kamerayı eline ilk almasından elli yıl sonra bile bizim gibi kara derililer, dünya sinemasındaki hâkim sistemde varlığını hissettiren ırkçılığın üstesinden gelmek için hâlen daha mücadele ediyoruz.

Sembène’nin filmleri sadece ırkla alakalı değildi. O, uluslararası medyanın görmezden geldiği, toplumun kıyısında yaşayan ve seven, zaferi ve trajediyi bilen insanların hikâyelerini anlatıyordu. Tanıdığım tüm sanatçılardan daha fazla tutarlı olan Sembène, adaletsizliklerle her gün başa çıkmaya çalışan, onlara karşı mücadele eden sıradan insanların sesi oldu. Böylelikle o, kendi kahramanlarımızı göğe bir sancak gibi çekmemizi sağladı, aynı zamanda da o adaletsizliklerden ve zulümlerden sorumlu olan sisteme ait mekanizmaları açığa çıkarttı. Bu sistem, zorbalığı teşvik eden, merhameti olmayan, hayal gücü yerine dar kafalılıktan beslenen bir yapıydı.

Sembène’nin filmleri ve romanları ise daha iyi bir yol öneriyordu. O bize nutuk atmadı, vaaz vermedi, yüksek perdeden konuşmadı. Bunun yerine bize, metafor ve imge açısından zengin, güzel, dokunaklı, etkileyici hikâyeler sundu.

Aktör, yapımcı ve yönetmen olarak ortaya koyduğum tüm çabanın önemli bir ilham kaynağı Sembène ve onunla kurduğum arkadaşlık bağı, ayrıca onun geliştirdiği sanat anlayışı idi. 2007’de bu bağ ve sanat anlayışı semeresini verdi ve ailesiyle birlikte o muhteşem romanı Tanrı’nın Tahta Parçaları’nın sinemaya uyarlanması ile ilgili haklarını benim almamı istedi.

Sembène’nin on romanı farklı dillere çevrildi. Filmleri dünya genelinde seyredildi. Onca insana cazip gelense o filmlerdeki ve romanlardaki Afrikalılık değildi. O, Batı medyasına yansıyan, Afrika ile ilgili içi boş hikâyelere ve imgelere tenezzül eden biri hiç olmadı. Bu filmlerde ve romanlarda karşımıza maceracı bir beyaz kahraman, bir fil veya bir aslan, üzerinde sineklerin uçuştuğu, karnı davul gibi şişmiş bir çocuk çıkmıyordu. Sembène, dünya halklarını birbirine bağlamak için hikâyelere başvuruyordu. Onun anlattıkları, Senegalli bir sekreteri de, Hintli bir çiftçiyi de, Brooklynli bir dok işçisini de, Ukrayna’daki bir çobanı da ilgilendirecek, evrensel hikâyelerdi.

Üzücü olan şu ki Sembène’nin eserlerini görenlerin sayısı sınırlı kaldı. Sembène’nin romanlarının asıl hedef kitlesi, o romanları hiç okumadı. Bugün bile bilhassa Afrika’da filmlerini bulmak zor, onlara ulaşılmasına devlet mani oluyor, böyle bir durum söz konusu olmasa bile filmleri doğru düzgün dağıtılmıyor.

Sembène 2007’de, son sanatsal zaferi Moolaade’yi çektikten üç yıl sonra vefat etti. Maddi destek sunduğum için gururlanmama vesile olan film, dünya genelinde birçok ödül aldı. Ne var ki bu filmi bile Senegal ve Batı Afrika’da birçok insan bilmiyor. Afrika’nın o büyük kültür işçilerine ve kahramanlarına, bilhassa Afrika halkı ve diasporadaki Afrikalılar için yeniden can vermek, bize düşen bir görevdir.

Danny Glover

[Kaynak: Samba Gadjigo, Ousmane Sembène: The Making of a Militant Artist, Çeviren: Moustapha Diop, Indiana University Press, 2010, s. xi-xiii.]

0 Yorum: