Sendika
Sendika.org sitesi,
“toplumsal proletarya” denilen, batıdan devşirilmiş sosyolojik başlık üzerinden
işçi çalışması yapmak için kuruldu. Derdi tasası, işçi mücadelesini, eylemleri,
gelişmeleri aktarmaktı. Bu çalışma, DİSK’te bir iki deri koltuk kapmakla ve
sosyal medya faaliyetine dönüşmekle sonuçlandı. O işçi çalışması bitirildi. Güncel
haber sitesinin daha kârlı olduğu görüldü. Çevirilere yer verildi. Bizatihi
kendi ifadesiyle, çeviri faaliyetinin sponsoru, Almanya’da komünistleri
katletmiş devlet adamının anısına kurulan vakıf.[1] Ama nedense bizim gibi
sitelerde çevrilen yazıları, alta bir imza atıp, kendi çevirileriymiş gibi
yayınlayabiliyor. Utanmıyor.
Çünkü artık her örgüt bir işletme, dolayısıyla solculuğu
da işletmecilik olarak ifa ediyorlar. Neoliberalizm dönemi, devlet ve birey
gibi sol örgütleri de birer teşebbüse, işletmeye dönüştürüyor. Örgütlerin
derdi, işletmeyi ayakta tutmak, olanı daha büyük göstermeye çabalamak, bunun içinse her şey mubah. Örgütler, bu
piyasadaki rekabet dâhilinde mülkiyetlerini korumak ve kadrolarını oyalayıp
kendisinde tutmak için uğraşmaktan başka bir iş yapmıyorlar.
Bu tüccarlaşan, esnaflaşan solcular, seksenlerde
aldıkları tavsiye uyarınca, doksanlarda örgütleri ve hareketi tasfiye ettiler,
2000’lerde ise tesviye sürecine tabi oldular.[2] Sonuçta ezilenle, yoksulla,
işçiyle örülmeyen, kurulmayan, buluşmayan örgüt, işletmeye evriliyor. Geçmiş bağlarını
kopartıyor, ait olduğu bağlamı düşmanlaştırıp terk ediyor.
Yarın
Sendika.org, Yarın
dergisi tartışmasını, bu tavsiye-tasfiye-tesviye bağlamında açıyor. Olta
atılıyor, zoka yutuluyor. Biri, yalan yanlış bilgilerle dolu bir yazı yazıyor,
“derginin TKP’nin olduğunu” iddia ediyor, bir başkası, “o öyle değil” diye
cevap veriyor. Bir diğeri de “benden dinleyin, bende o döneme ait acayip anılar
var” diyerek lafa giriyor, ileride yazacağı anı kitabını pazarlamaya çalışıyor.
Kımran alıyor sazı eline. Ama kimse, “Nabi Kımran, Sendika’ya neden
yazıyor?” diye sormuyor.
Yarın dergisi,
seksen sonrasında TİP’lilerin oluşturduğu üniversite platformunun yayın organı.
Latin Amerika siyasetine göndermeyle okullarda belirli bir konum elde etmeye
çalışıyor. Latin Amerika’da herkes, ülkelerindeki cuntayla mücadele etmiş, ama
burada o direnişi ortaya koymayanlar, Latin Amerika ile bir yer edinme çabası
içine giriyorlar. 12 Eylül’e karşı direnmemiş örgütler, bu tür dergilerle
üniversitelerde imajlarını düzeltmeye çalışıyorlar. O aşı tutmuyor.
Bu anlamda, tartışmaya dâhil olan bir Sendika
yazarının dediğinin aksine, mesele, “kitlecilik-marjinallik” değil.[3] TİP-TKP,
kitleselliği radikalleştirme imkânından doğası gereği yoksun. Çünkü bu
partilere göre radikallik, kitlenin hamurunun karıldığı tekneye zararlı. Bugüne
seslenip “kitle” diyenler, yalan söylüyorlar. Bu tür sol örgütlerin başındaki
küçük burjuvaların kitle, halk veya sınıf gibi bir derdi yok, olamaz.
Hatırafuruşluk
Nabi Kımran, Yarın platformu içerisinde kendi
örgütü adına faaliyet yürütüyor. Ama nedense bugün “biz, bunlardan yirmi sene
önce koptuk, kopuş için onca mücadele verdik, neden şimdi kıblemiz orası oldu?”
sorusunu sormuyor. Bugün yazdığı yazı, Yarın eleştirisiyle başlıyor,
Yarıncılıkla sona eriyor.
Yazının toplamından anlaşılıyor ki Yarın platformu,
örgütlerin güç gösterisi dâhilinde dağılıyor. O gün dağıtmak için uğraşanlar,
insanları başka bir yere toplamak amacıyla, bugün “dağıtmak yanlıştı” diyorlar.
Aslında TİP’in yerini almak istiyorlar. Ona gerçek, köklü bir eleştiri
yöneltmiyorlar. Kendilerine hiç “kıyamıyorlar”. O gün olduğu gibi bugün de yalan
söylüyorlar.
Bir kuşağın ömrünü anı anlatıp, hikâyelerini satarak
geçirmesi, solun önemli bir meselesi. Bu anılarda, hikâyelerde, solun bugüne ve yarınına
ilişkin hiçbir şey söylenmiyor. Geçmiş aklanıyor, bireysel varlık yüceltiliyor.
“Küçük tarlanın steril ve çorak topraklarına çekilmek”[4] tabiri, bu düzlemde
kullanılıyor. Yazar, aslında onca zaman eleştirdiği Yarın ve TİP çizgisini
savunuyor. “Steril ve çorak siyaseti bırakın artık, HDP’ye gelin” diyor. Özünde
Kımran, Yarın tartışmasını, anı anlatma ve geçmişi düzleme fırsatı
olarak kullanıyor. Sendika, Yarın dosyasını neden açıyor, çünkü
o, bugünkü siyasetine kılıf bulmak için geçmişe dönüyor ve bugünde CHP eteğine
tutunan solcu siyasetini meşrulaştırmak istiyor.
Ölü Yarıştırmak
Ama onca eleştirinin ardından, tipik bir rekabetçi
anlayış üzerinden Nabi Kımran, telefon açıp Küçükaydın ve Yıldızoğlu ile “biz
daha çok öldük” yarışına giriyor.[5] Bu ürolojik yarışın bir anlamı bulunmuyor.
Üstelik sosyalist hareketin Küçükaydın ve Yıldızoğlu gibi isimlerle ilişki
içinde olması da tuhaf. “Militan bir gencin” bu isimlerden öğrenebileceği ne
olabilir?
Kımran, kendi kuşağını tarihsel süreçten kopartıyor,
biricikleştiriyor, özelleştiriyor, mülk ediniyor ve hemen rekabete sokuyor.
Bunu yapanların kitleden nefret ettiklerini görmek gerekiyor.
Kımran, şunu anlamıyor: Denizlerin, Mahirlerin,
İbrahimlerin kuşağından daha fazla ölmek bile onlarla alakalı ve çok ölmüş
olmak, hiçbir kuşağa mertebe kazandırmıyor. Sonra da Kımran, “sol niye
başaramadı?” sorusunu yöneltiyor. Oysa sorunun cevabını, kuşaklar arası ölü
yarışına girmiş olmakta aramalı biraz da.
Damardaki Yeni Kan
Cevap için bir de “İlhan Selçuk’un, Uğur Mumcu’nun
yazılarını beğeniyorduk”[6] lafına bakılmalı. Zira Kımran’ın anlattığı
mücadele, bir bakıma 12 Eylül yumruğunun gevşediği, CHP damarındaki kan akışına
izin verildiği momentle ilgili. O süreçte SHP, Sosyalist Enternasyonal’den
aldığı talimatları 12 Eylül rejiminin ve devletin ihtiyaçlarına uydurma çabası
içerisinde. Yarın dergisi, böylesi bir bağlama oturuyor. Kımran’ın
yazısı ise, bağlamın devlet ve sermaye adına değiştiği, kanın yenilendiği
dönemin emriyle yazılıyor.
Kımran, onca labirentin içinden geçip tekrar başa
dönüyor ve esasen başta eleştirdiği Yarın çevresinin çizgisine
çekiliyor. Yarın çevresinin yerini HDP alıyor. O çevreyi pratik eleştirisiyle
aşmış Kürd’e sadece tasfiye düşüyor.
Aslında Kımran’ın diğer bir yazısında söylediği şu
söz, “87’liler”e neden seslendiğini açıklıyor: “Kim Kürtler ve HDP ile arasına
mesafe koyar, koyduğu mesafe oranında Erdoğan’a yaklaşır!”[7] Eskiden Evren
diyenler, bugün Erdoğan'a bakıyorlar. HDP ise Kürtsüz, kavgasız, kentli, steril
bir CHP stepnesi olarak kurgulanıyor. CHP’nin giremediği yerlere giriyor. Bugün
HDP’ye Yarın dergisi ve onun SHP’yle ilişkisi öğütleniyor. HDP kitlesi,
Selçuk ve Mumcu’nun istediği kıvama getiriliyor. Selçuk, “Cumhuriyet kaledir,
yıkılmaz” diyor özünde. Yeni kıvam için tek tek insanlar, Erdoğan umacısıyla
korkutuluyorlar. Kimse, şunu sormuyor: Kımran gibi isimler, herkesi devletin
kurduğu masada kararlaştırılmış bir partiye toplamayı neden bu kadar çok
istiyorlar?
Peki İlhan Selçuk neden seviliyor? Çünkü o,
“Türkiye’de bir uygarlık savaşımı veriliyor. Biz sanayi devrimini
gerçekleştirmiş bir ülke değiliz” diyor, böylelikle küçük burjuvazinin ağzına
bal çalıyor.[8] İlerlemek ve okuduğu mühendislik bölümünün ekmeğini yemek
isteyenlere sesleniliyor. “Bizde sanayi de sınıf da yok, ne sosyalizmi!” diyen
ecdadının izinden gidiyor. Sosyalistler de onu takip ediyorlar.
İmge
Kımran gibi solcular nezdinde “Kürt” esasen bir
imgedir ve Batı’daki kulisleri, kurulları, emirleri ifade eder. Gerçek Kürd’le
bağı yoktur, bu yönde bir isteğe de sahip değildir. Çünkü “HDP” bir imgedir,
devlet içindeki kulisleri, kurulları ve emirleri anlatır. Seksenlerde ölü ve
örgüt yarıştıracaklarına, devletin ve sermayenin demokrasi çabalarına ortak
olacaklarına, kolektif mücadele ve kolektif dava için mevziler örselerdi,
mevkiler peşinde koşmasalardı, o kulislerin, kurulların ve emirlerin önünde
eğilmeyecek bir iradeye sahip olurlardı, bu mesele, hiç tartışılmıyor.
İç devlete karşı bir de dış devlet var. Bazen devlet,
dış ilişkileri, Batı ile yaptığı anlaşmalar, yürüttüğü işler gereği, kendisini
yeniden kurar. 2007’de cumhuriyet mitinglerini yapan devletle bugün çeşitli
yerlerde eski İhvancılarla iş tutan devlet, aynı devlettir. CHP, bu “ayıbın”
üzerini örtmek, kitleleri yeni döneme ısındırmak için vardır. Önceden
görüşmeler yapılır, anlaşmalar imzalanır, hemen bir müsamere sergilenir. Perde
gerisinde işler başka yürür. Sosyalist hareket, o perdeyi yırtacak bir irade
ortaya koyamaz.
Çünkü 15 Temmuz sonrasında iç devlet, dış devletteki
değişim ve dizilimle birlikte bir şekil almıştır. Solun yüzyıllık tarihi, iç ve
dış devletteki çatlaklara yerleşmek üzerine kuruludur. Çünkü o, küçük burjuva
şeflerin hâkimiyetindedir ve bu şefler, herkesi kendilerine mecbur etmeye
çalışırlar, işin başını ve sonunu tayin etmek isterler, kitleden korkarlar.
Bugün çatlaklara yerleşme siyasetinin adı, HDP
olmuştur. O, ezilenin, yoksulun, emekçinin mevzii değil, yüksek siyasete ait
bir alt başlıktır. Ezilen, yoksul, emekçi, onun üzerinden kontrol ve disiplin
altına alınır. Kıdem tazminatı ve işçi, kimsenin umurunda değildir. Bugün
sermayeyi korumak adına tabii ki birileri çıkıp, “kıdem tazminatı, işçilerin
mücadele etmemelerinin sebebidir” der. Bu lafı duyan da lafın sahibinin işçinin
mücadelesi gibi bir derdi var sanır!
Nöbet
Genel sol siyaset bağlamında HDP şahsında bir kez daha
“Kürt Memet” nöbete gönderilmektedir. Kımran’giller, ellerini taşın altına
koymamak, sorumluluk almamak için bu işleri Kürt Memet’e yaptırmak
niyetindedir. Ama öte yandan, bu süreçte Kürt yumuşatılmalıdır. Kımran
gibilerse şiir okuyup film izlemekle meşguldür. Toplumsal devrim, zaten bu
meşguliyetten ibarettir. Solcuların yerleştiği tatil kasabalarından çekilmiş
fotoğraflara bakıldığında, “şarap ve cinsellik”ten gayrı bir şey
görülmemektedir. Onlar orada tatilde, Kürt Memet demokrasi nöbetindedir.
Netfliks solculuğu için Kürt, çapaktır.
Kımran’ın bahsini ettiği kuşak, özünde Yasemin Çongar
ve Kadir Çöpdemir’den müteşekkildir. Ona doğru kapanmıştır. Toplamda sol da bu
çizgiye çekilmiştir. Bir röportajında Çöpdemir, Kımran’ın anlattığı eylemlerden
birine katıldıktan sonra, neden örgütlü siyasetten koptuğunu anlatır. Aklına
Lenin’in “siyaset uzlaşma sanatıdır” lafı gelir ve uzlaşmayı seçer. Çongar ise
hepimizi, Amerikan emperyalizminin her yere özgürlük ve barış getireceğine
inandırmak için vardır. Uzlaşma, devlet ve sermaye içindir, yeni döneme
dairdir. Özal-Erdoğan hattında sol, uygun kıvama getirilmiştir. Bu süreçte Yarın’ı
çıkartanların diğer dergisi Bilim ve Sanat ise ömrünü bar olarak
tamamlamıştır. Önceleri kafe olan mekâna içki ruhsatını “şeriatçı AKP”
vermiştir.
Peşkeş
Dergide Gorbaçov glasnostu anlatır, “Lenin’in işçi
sınıfının kısa vadeli çıkarlarıyla gerçek yaşamsal çıkarlarını ayırmak
gerektiği” ile ilgili sözünü anımsatır, oradan da “ya demokrasi ya da toplumsal
atalet” diyerek yazısını bitirir.[9] Demokrasiden kasıt, ilerlemedir, ilerleme
de kapitalizme ve emperyalizme teslimiyete varır. Bu siyaset, ülke ölçeğinde Yarın
çizgisini de özetler. Nabi Kımran, herkese bu çizgiyi önermektedir.
Yarın dergisi,
Sovyet sosyal demokrasisiyle batı liberalizmini ve sosyal demokrasisini Türkiye
potasında eritme, ilerleyen süreçte SHP’ye gerekli kadroyu üretme amacını
gütmüş gibi görünmektedir. Bu noktada hep “demokrasi mücadelesi” gibi allı
pullu lafların arkasına saklanılır.
Özünde Yarın, sosyalizm mücadelesinin tüm
birikimini CHP’ye peşkeş çekme pratiğinden başka bir şey değildir. CHP içi
çalışan derginin içinde çalışma yapan örgütlerse, aynı kanaldan CHP’ye
bağlanmışlardır. Onlar, CHP dışında nefes alamazlar, varolamazlar.
Sol, CHP kitlesine Nâzım okutunca devrim olacak
zanneder. Ama “87-91 arası dönemde demokratik haklar kullanılır hâle gelir,
91-95 DYP-SHP koalisyonu dönemi ise tam bir terör dönemidir.”[10] Onca
muhabbet, demokrasi mücadelesi, bu dönem yaşansın diyedir. Evet, Yarın bugün
için başlı başına bir ibrettir.
Çitleme
Aynı dönemde Yalçın Küçük, genelkurmay içindeki ekip
arkadaşlarından bilgi aldığı için, bir sol örgütün yayın organına verdiği
röportajda, Yarın konusunda şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Eylülist
rejim, kendisi için şöyle bir çitleme sistemi geliştirdi. Bu stratejide gazete
denilince Cumhuriyet, dergi denilince Nokta okuyacaksın, parti
denilince SHP, lider denilince Ecevit’i destekleyeceksin, gençliği Yarın
ve Gökyüzü’ne teslim edeceksin.”[11]
Yarın yazarı
ise Küçük’ün de bir kitap çalışması için meclis kütüphanesini kullanma iznini
12 Eylül paşalarından aldığını söylüyor. Küçük, esasen bu lafı, röportaj
verdiği yayını çıkartan örgütü zarflamak, onu belirli bir çizgiye çekmek
istediği için ediyor.
Çitleme meselesine içindeki yazılar üzerinden bakmak
gerekiyor. Yarın dergisi, Alman SPD’sine övgüler düzen yazıların yer
aldığı bir yayın. (Sendika’yı fonlayan Alman vakfı anımsansın!) Bu tür
yazılardan birinde RAF’ın terör eylemlerinin bedelini, ülkedeki solcular
ödüyor” türü cümlelere rastlanıyor.[12] Solcular, bedel ödememek için RAF’ları
boşaltıyorlar. Yarın bunun için var. Çitleme faaliyeti devam ediyor.
Politik İktidara Hayır!
Yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla Kımran da tasfiye
ve tesviye sürecinin parçasıdır. “Geri kaçanlar”ı ve “ileri kaçanlar”ı
eleştirdiği yazıda herkesi, bugünün gemisi HDP’ye çağırmaktadır. Garip olan şu
ki herkes zaten oradadır, neden hâlâ birileri çıkıp bu tür çağrılar kaleme
almaktadır, anlaşılır gibi değildir.
Diğer bir garip mesele de onca zamandır varolan
HDP’nin dişe dokunur bir teorik, ideolojik ve politik etki yaratamamış
olmasıdır. Elde sadece kendi bireysel dünyalarında yaptıkları muhasebe
dâhilinde anarşistleşmiş, anarşizmin yüz küsur yıldır ısıtıp ısıtıp gündeme
getirdiği lafları satanlar vardır. Eski püskü anarşistlikten gayrı bir teoriye
ve siyasete rastlanmamaktadır. Onca anarşizmse sadece sol liberal seçim partisi
olmaya yazgılıdır.
Ekim Devrimi sonrası “yaşasın anarşist komün” diyen,
“anarşi düzenin anasıdır” başlığını taşıyan yazılar yayımlanmıştır. Bu
yazıların birinde, “iktidarı alma” ile “toplumsal devrim”in karşıt şeyler
olduğu üzerinde durulmakta ve “politik iktidarın alınması, devrimi boğar”
denilmektedir. Bu tür yayınlarda kitleler, Bolşevik iktidara karşı ayaklanmaya
çağrılmakta, onlara Bolşeviklerin “eski çarlık rejimi”ni dirilteceği
söylenmektedir.[13] Bugün bu sözleri ve eylemi HDP sahiplenmiştir.
En Leninist örgütler bile anarşist olmuşlardır.
“Toplumsal devrim” dedikleri, esasen bireyin üstünlüğü ve bölünmez bütünlüğü
olarak tarif ettikleri şey, politik iktidar mücadelesini yerin dibine
gömmüştür.
15 Temmuz ile devlet, solcu-sağcı, herkese ayar
vermiş, politik iktidar mücadelesinin nafile bir uğraş olduğunu anımsatmıştır.
Bugün artık olmayan meclislerin, olmayan komünlerin muktedir olmayan
varlıklarına biat edilmekte, politika ve iktidar zihinlerden silinmektedir.
Çünkü zihinler uyum sağlamış, uzlaşmıştır. Uyum ve uzlaşma, solu teslim
almıştır. Onun dünü buydu, Yarın’ı da budur.
Eren Balkır
15 Temmuz 2020
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Mustafa Sönmez Bu Şafaklarda”, 16 Nisan 2019, İştiraki.
[2] Eren Balkır, “Tavsiye, Tasfiye, Tesviye”, 26 Şubat
2020, İştiraki.
[3] Orhan Bilikvar, “80 Sonrası:
Marjinallik-Kitlecilik Salınımı”, 7 Temmuz 2020, Sendika.
[4] Nabi Kımran, “Kayıp Halka 87’liler II”, 27 Haziran
2020, Sendika.
[5] Nabi Kımran, “Kayıp Halka 87’liler III”, 4 Temmuz
2020, Sendika.
[6] Nabi Kımran, “Kayıp Halka 87’liler I”, 19 Haziran
2020, Sendika.
[7] Nabi Kımran, “Kurtkapanı”, 15 Mayıs 2020, Sendika.
[8] Yarın, “İlhan Selçuk Söyleşisi”, Haziran
1985, Sayı 46, s. 4.
[9] Yarın, “Gorbaçov Glasnostu Anlatıyor”,
Nisan 87, Sayı 68, s. 17.
[10] Hakan Sürmen, “Kendi Bıraktığımız İzlerde
Yürümek”, 8 Temmuz 2020, Sendika.
[11] Aktaran: Serdar Can, “İcazet Edebiyatı Üzerine
Yalçın Küçük’e Kısa Bir Yanıt”, Yarın, Ocak 87, Sayı 65, s. 17.
[12] Nihat Yıldız, “Alman Sosyal Demokrat Partisi”, Yarın,
Ekim 86, Sayı 62, s. 29.
[13] Competing Voices from the Russian Revolution,
Yayına Hazırlayan: Michael C. Hickey, Greenwood, 2011, s. 489.