31 Ağustos 2017
Kelime Savaşçısı
13 Ağustos 2017
26 Ağustos 2017
Kontrollü Muhalefet
“Yeni bir şey yapmak, işte macera bu.”
Yalçın Küçük, “biz Cumhuriyetiz” diyor.[1] Bu, basit
bir vehim veya kendini kandırma değil. Görev ifşası.
Yalçın Küçük, “bir zamanlar milliciydi” dediği jöleli
Yiğit’in davetiyle bir yemeğe katılıyor ve orada Mehmet Ağar’la buluşuyor.
Birlikte Musul hülyalarına dalıyorlar. Ama bir yandan da HDP’yi övüyor,
Perinçek’le “AKP’yi Amerika devirecek, destekliyoruz” kavgasına giriyor. Yeni
görevler için üstlerine sesleniyor. Sola bu ellerle nizamat veriliyor.
Çıkardığı Toplumsal Kurtuluş dergisi, özünde
“goşist” hareketi devlete ısındırma ve tasfiye etme projesi idi. TKP, 12
Eylül’ü “goşistleri temizleyecek” diye alkışlamıştı, kendisine muhalif olan
Küçük de bu işin ideolojik zeminini örüyordu. O, çok genci “goşizm
bataklığından” kurtarmayı bildi.
Bu gençlerden biri de Orhan Gökdemir.[2] Ali
Şeriati’nin Sorbon’da okumuşluğunu alaya alan bu “yazar”, Toplumsal Kurtuluş’tan
sonra TP’ci oluyor. Nasıl oluyorsa, goşist seviyormuş pozu kesen Teori ve
Politika’nın kurucuları arasına giriyor. Sağda solda içteki küçük bir
iktidar kavgası ardından ayrıldığını anlatıyor. Sonra kapağı, Beyoğlu
Belediyesi ile Şiir Festivali düzenleyecek olan Zeki Tombak’ın Fabrika dergisine
atıyor. Bu geçişlerin sebebini kimse (nedense) sorgulamıyor.
Doksanların sonunda bu Fabrika dergisi, “Komünist
Parti Girişimi” adı altında çalışma yürütüyor. Sosyalist İktidar Partisi’nin de
kapısını çalıyorlar. SİP, Fabrika’nın da içinde olduğu birkaç örgütün
birlikte parti kurmayı düşündüğü doksanların başında, diğer örgütleri tongaya
düşürüp alelacele parti kuran Kemal Okuyan’ın tekkesi.
Mesut Yılmaz ve ANAP üzerinden AB masallarının
anlatıldığı o dönemde SİP’liler o görüşmede Fabrikacılara, “Kopenhag
kriterlerine uygun KP mi kuracaksınız yoksa ha ha!” diye alaycı bir cevap
veriyorlar. Birkaç ay sonra aynı SİP’liler, KP adı altında parti kuruyorlar. Bu
parti, devletin kriterlerine göre kuruluyor.
O dönemde Kemal Okuyan, verdiği bir röportajda “neden
TKP değil?” sorusuna muhatap oluyor. Cevaben Okuyan, “TKP tarihi, bize göre sığ
ve yanlışlarla dolu. Ayrıca kendisini TKP’ye nispet eden birçok örgüt var,
onlarla rekabet içine girmek istemiyoruz” diyor. Kısa bir süre sonra kurdukları
KP, TKP adını alıyor. O günlerde başkan Aydemir Güler, “siyaset, rakiplerinize
karşı yürüttüğünüz alan kavgasıdır” türünden cümleler kuruyor. “O alan kavgası
aslında kimler ve ne için veriliyor?” sorusunu kimse sormuyor.
Bu dönemde Gökdemir, Mısır mitolojisi gibi konularla
ilgileniyor. Dünyalığını biriktirmek adına Digitürk gibi burjuva kurumlarda
“gazetecilik” yapıyor. Beraber çalıştığı bir arkadaşı yandaş medyaya, kendisi
de SoL’a gidiyor.
Fenerbahçe’nin şike soruşturması ve Redhack gibi
konularda içi boş kitaplar yazıyor. Gizli belgelerin nereden geldiğini hiç
açıklamasa da herkes, bu iki başlıkta Fethullah parmağını görüyor. Sonuçta
TKP’deki son yarılma, “Fethullah’ın da içinde olduğu operasyona dâhil olalım mı
olmayalım mı?” tartışmasından kopuyor.
Bir ara, ileride TKP 1920 adıyla anılacak olan grup,
aynı isimle parti kurunca Erkan Baş alıyor eline sopayı, bu örgütün
bürolarındaki insanlara yaşlı, kadın demeden saldırıyor. Sonra keser de sap da
dönüyor, aynı akıbetle Baş da yüzleşiyor. Kendisinin o vakit 1920’cilere ettiği
laflara bizatihi muhatap oluyor. Lafların bir önemi bulunmuyor, kolay unutulmak
için söyleniyor. Nasılsa birileri bazı masalarda imaj çalışmaları için kolları
sıvıyor.
2005 yılı civarı Ankara’da Fabrika’ya ait
enstitüde seminer veren Gökdemir, orada “sömürü soyut bir şey, o yüzden ona
karşı mücadele anlamsız” diyor. Bugünse “mülkiyetin kapitalist biçimini hedef
almayan, ücretli çalışmayı tartışmayan bütün kurtuluş önerileri afyondur, ağrı
kesicidir” şeklinde ahkâm kesiyor. Hep olduğu gibi boş konuşuyor. Ama Malcolm X’in
dediği gibi, kuklaya değil, kuklacıya saldırmak gerekiyor.
Kendisine ait şirketlerde işçi-yoldaşlarının
sigortasını ödemeyen, borsayla haşır neşir, inşaat rantını kepçeyle götüren bir
sol yapının mensubu, boyunu aşan laflar ediyor aslında. O yapının devletten
gayrı, ayrı, bağımsız iş görmesi, laf etmesi mümkün değil. Edilen laflar,
yukarıda pazarlığın, aşağıda kandırmacanın parçası.
* * *
Bugün hâlâ TKP’den medet umanlar var. Tarih ve
olgular, hayal kırıklığına işaret ediyorlar. Suphilerin katli sonrası TKP’de
kimin genel sekreter olacağını, siyaseti ve ideolojiyi Sovyetler değil,
Sovyetler-Türk devleti ilişkileri tayin ediyor. Sovyetler sonrası bu ilişkide
Sovyetler’in yerini devlet alıyor. Bugün PKK organlarında yazan eski TKP’liler
için bile hâlâ geçerli olan bir formül bu. Yüzler değişiyor, kural değişmiyor.
12 Eylül öncesi TKP içi bölünmede bir taraf diğerini
ya ihbar ediyor ya da öldürüyor. Kendisi İstanbul’a veya Avrupa’ya, diğer hizbi
ise hapse ve mezara gönderiyor. Sağ kalanlar, devletle Alevicilik üzerinden
ilişki kuruyorlar. Biz halkı, bu çıkar gruplarının, küçük burjuva rant ilişkilerinin
sınıfı ve halkı kurtaracağına inandırmaya çalışıyorlar.
Solun genel kaderi bu şekilde: burjuvazinin devletle
ilişkilerine örgütlenen sol ile devletin burjuvazi ile ilişkilerine örgütlenen
sol arasındaki kayıkçı kavgasına pek kanmamak gerekiyor. Bugün İhsan Eliaçık’ı
hedefe koymaları, bu sahte gerilimle alakalı.
Bir sürü tarikatı kuran, yöneten devlet; o tarikatlara
devlete dokunmadan küfretmekse Ayşe Çavdar gibi eski Müslümanlara düşüyor.
Benzer örnekler solda da mevcut. Tarikatların ideolojisinde ve ekonomisinde
devleti bulmayanlar, devlete uşaklık ediyorlar.
* * *
Toplamda siyaset alanında DSİP-ESP ve TKP-Haziran,
aynı madalyonun iki yüzü. Devlet her ikisine de muhtaç. Odak noktası, Batı ve
Batı’nın burjuva devrimlerine dair masallar.
Koca Odak örgütünün şeflerinden birinin
tutuklandığını bizzat örgütün açıklamasından öğreniyoruz mesela. Öğrendiğimiz
bir husus da şu: Odak, kültür derneğine dönüşmüş, şef de Uluslararası Af
Örgütü’nün elemanıymış. Fokocuların fukocu olduğu süreçte, hiç de şaşırtıcı
değil bu. Bol fuko, badyö alıntılı yazılar yazanın HDP’nin başına geçmesi de.
Kıvılcımlı çöpe atılıyor, bol postmarksist soslu gevezelikler edenler, baş köşeye
yerleştiriliyor.
* * *
Dolayısıyla, son ayrışma ardından TKP’den ayrılanların
bir çatıda birleşmesi, devletin bir emrine bağlı.
Bugün ortada yığınla borç var, kimse üstlenmiyor. Bir
şirket gibi, parti iflasın eşiğine geliyor. Ortalığı birden, boş anlamsız
ideolojik tartışmaların tozu dumanı kaplıyor.
AKP’nin İslam’la, İslamî siyasetle alakasının
olmadığını bile bile buraya vuruyorlar. Devleti aklıyorlar, burjuvazinin
sırtını sıvazlıyorlar. “Seni senden daha iyi savunuruz” diye bir yerlere işmar
ediyorlar.
Bu noktada Sol Haber, Fener bayrağını IŞİD bayrağı
zannedip “Erzincan’da IŞİD bayrağı çekildi” türünden yalan haberler üretiyor.
Halka yalan söyleyerek, “suç” işliyor. Bu üretimin arkasında, muhtemelen Orhan
Gökdemir var. Meselesi hak-batıl ayrımı olandan nefret etmeleri, onun siyasetin
dışına atmak, hatta öldürmek istemeleri bu yüzden. Zaten İhsan Eliaçık da bunu
söylüyor: “Sizdeki din bilgisi ile IŞİD’deki bilgi aynı ve birbirini besliyor.”
* * *
Burjuvazinin devletle ilişkileri ile devletin
burjuvazi ile ilişkileri arasında kimi zaman sürtüşme olabiliyor. Solun
nemalandığı ve yuvalandığı odak, burası. Onun ezilenden, sömürülenden yana bir
devrim ve sosyalizm davası gütmesi, mümkün değil. Herkesin CHP’ye örgütlenmesi
de bu gerçekle alakalı.
Çünkü sol, burjuva devrimlerini aşamıyor, aşılamayacak
bir duvar olarak görüyor, onları bizzat kendi varlığı ile yükseltiyor, dipteki
tarihsel akıntıyla ilişki kurmaya utanıyor. En fazla İngiliz, Amerikan veya
Fransız devrimciliği arasında dalaşa tutuşuyor.
O sol, bugün “Okan Bayülgen ve Ekşi Sözlük ne kadar
yozlaştı” diye ağıt yakıyor.[3] Asıl mesele, onlardan medet umulması. Bu sol,
Galatasaray Lisesi’nin futbol takımını seviyor, Galatasaray takımı avama
açıldığı için maçlara gitmiyor artık. Burjuvazinin özel, seçkin ve güçlü
oluşuna öykünüyor. Hayat öyküsünü burjuvazinin eteğinin altında örüyor. Devlete
saldıran, burjuvaziyi; burjuvaziye saldıran, devleti unutturmakla görevli.
Çünkü kimse, burjuvazinin ufkunu, menzilini, çapını aşmak derdinde değil.
Teorinin, ideolojinin ve politikanın avama açılmasına dönük adımlardan nefret
ediyorlar. Aşamıyorlar, ama doksanların veya iki binlerin başında marksizmi bir
çırpıda aşıveriyorlar.
İhsan Hoca’da değilse bile sözünün ait olduğu yerde bu
aşma imkânı var. Din diye saldırdıkları bu imkân ve o imkâna yönelme ihtimali.
Burjuvazi ve devlet adına her türlü aşma girişimini geçersiz kılmak istiyorlar.
Tek dertleri, tek siyasetleri bu.
* * *
Che, Afrika’da iken kendisine bağlı birlikteki
yerlilerin ertesi günkü çatışmaya hazırlandıkları esnada vücutlarına kutsal
olduğuna inandıkları bir çamuru sürdüklerini görüyor. Arkadaşları, “bu adamlara
materyalizm dersi vermek lazım” diyor. Asıl materyalist olansa Che: “Yarın
olsun, bakarız.” Ertesi gün o çamuru sürenler, daha büyük bir cüretle
savaşıyorlar. Burjuvazinin ateistleri, aydınlanmacıları o savaşı, o cüreti ve o
silâhı yok etmek istiyorlar.
Arap Baharı’nın kimi İslamcıları, “geçmişin solla,
Marksizmle kirlenmiş İslamcılığından nihayet kurtuluyoruz” diye avuç
ovuşturuyorlardı. Gökdemir gibiler, Müslüman coğrafyada ezilenin, sömürülenin
ideolojik-politik çığlığına tahammül edemiyorlar. Oradaki marksizmi, sosyalizmi
hor görüyorlar. Burjuvazinin devletiyle gelişimine çomak sokulmaması için
elinden geleni yapıyorlar.
Gökdemir'in Allah’a olan düşmanlığı, Batı’nın
“ilerleme” tanrısına tapmasından kaynaklanıyor. Onun gibiler, Christopher
Hitchens gibi, “ABD’nin nihayetinde tüm Ortadoğu’yu kucaklayacak bir burjuva
devrimi gerçekleştirdiğine” inanıyorlar. Ona biat ediyorlar.
Çünkü burjuva devrimlerinden sadece pazara imanı
öğreniyorlar. Siyaseti tercih meselesine indirgiyorlar, seçimlere o yüzden
odaklanıyorlar. Çünkü sol, özünde teoride pazarcı, ideolojide pazarlamacı,
politikada içten pazarlıklı. Bu sebeple siyaseti pazarlık zannediyorlar. O
yüzden bugün “asıl vatansever biziz” diyorlar. Çünkü bugün yeterince çek
defterine ve iri kasalara sahipler.
Bu lafı eden örgüt, 12 Eylül sonrası militanlarına
kurduğu dükkânları ve işletmeleri bırakıyor. Örgüt “gazeteci derneğiyiz biz”
diyerek dağılınca, bu militanlar işleri büyütüyorlar. Rivayete göre, bu işin
bir kısmında mafya, bir kısmında Fethullah ile çalışıyorlar. İkisi de devlete
açılan kapı.
Aynı durum, Sovyetler’in Britanya ve Türkiye ile
kurduğu ticari ilişkiler üzerinden oluşan şirket ve kurumlar için de geçerli.
Devlet içinde ve şirketlerde TKP’liler kadrolanıyorlar. O sebeple solun ufku,
menzili, çapı devleti ve şirketi asla aşamıyor.
* * *
“İnsanlar,
madem Şubat Devrimi burjuva idaresini kemale erdirdi, o vakit burjuvazi,
kralcılığın kanatları altına neden çekildi diye sorabilir. Bunun basit bir
izahı var. Burjuvazi, kendi idaresinin sorumluluğunu üstlenmeksizin, idareyi
elinde tuttuğu, burjuvazi ile halk arasında duran kukla bir yönetimin burjuvazi
için hareket edip bir tür perde işlevi gördüğü döneme geri dönmek isteyebilir.
Bu dönemde iktidarda, eskiden olduğu gibi proletaryanın burjuvaziyi hedef
aldığında yumruğunu salladığı, başında taç bulunan bir kral vardır. Günah
keçisi olarak iş gören bu krala karşı burjuvazi, o günah keçisi başa bela
olduğunda ve kendi başına iktidar olmaya çalıştığında güçlerini proletarya ile
birleştirir. Burjuvazi, kralı kendisini halka karşı korusun diye bir tür
paratoner olarak kullanabilir, aynı şekilde o, gene kendisini krala karşı
korusun diye halkı bir tür paratoner olarak kullanabilir.”[4]
Eldeki cam parçalarının ışığı odaklayıp tek bir karış
bozkırı bile ateşe verememesinin sebebi burada, bu paratonerdedir. Gökdemir
gibiler, paratoner olmaktan memnundurlar ve bu olma hâlini satmaktan
vazgeçemezler. “Kontrollü darbe” tencere ise “kontrollü muhalefet” kapağıdır.
Bu uyum muhafaza edilmelidir, yeter ki burjuvazi ilerlesin, kutlu günler
yakınlaşsın, zaten bugünün ne önemi var!
Eren Balkır
26 Ağustos 2017
Dipnotlar:
[1] “Yalçın Küçük Söyleşisi”, 26 Ağustos 2017, Sol.
[2] Orhan Gökdemir, “Anti-kapitalist Müslümanın Son
Yolculuğu”, 26 Ağustos 2017, Sol.
[3] Yunus Bakihan Çamurdan, “Yılansı Fare Çocuklar”,
23 Ağustos 2017, Red.
[4] Karl Marx, “The Paris Reforme on the Situation in France” (Fransa’daki Duruma İlişkin Olarak Yapılan Paris Reformu), MIA. Türkçesi: İştirakî.