28 Şubat 2018
Kızıl Ordu’nun Kutsal Görevi
20 Şubat 2018
Mağribî
Mesele, cesaretsizlik ve depresyon değil.[1]
Sol, zaten eli kolu rahat olmak, rahat hareket etmek,
özgür olmak, disipline gelmemek, işbölümünü tanımamak, hiyerarşiye küfretmek
demek. O nedenle kendisini Avrupa sömürgeciliğine ve emperyalizmine örgütlüyor.
O nedenle burada, kendisine küçük avrupalar inşa ediyor, onları
büyük Avrupa’ya köprü niyetine kullanıyor. Oralarda huzur içinde yaşamayı politiklik zannediyor.
Bu zan da teorik ve politik eylemin gereklerini yerine getirmemeyi, hatta
görmemeyi beraberinde getiriyor. Sol, sosyal medyasında iltica
başvurusuna deli gibi sevinen kadrolar yetiştiriyor. Bu durumdan hiç utanmıyor.
* * *
YPG bünyesinde hareket eden yabancı savaşçıların
önemli bir kısmının Müttefik ülkelerin eski askerleri olduğu görülüyor. Bunlara
IŞİD karşısında “YPG’nin seküler ve demokratik olduğu” propagandası yapma
görevi veriliyor. Mesele, direnilmesi vs. değil, çeşitli hamlelere, kararlara
karşı çıkacak bağımsızlığın kalmaması, HDP’yi de içine alacak şekilde, Avrupa
sağının hatta Neonazilerin diline dolanan ideolojik lafların solculuk diye
pazarlanması. Havaya fırlatılan taş, demokratik cumhuriyetin kendi projesi
olduğunu zannediyor, imal edildiği masaların kimlere ait olduğunu kimse
sorgulamıyor, ağızdaki sloganların kimlere ait olduğu görülmüyor.
Geçmişte Özgür Gündem’in Aylan
Kurdi karikatürü sebebiyle Charlie Hebdo’ya sahip çıkmasına itiraz
etmemizin gerekçesini burada aramak gerek.[2] Emperyalizmin ve sömürgeciliğin
ideolojik propagandasına kul köle olmak, Doğu’ya kurtuluşu getirmeyecek, bu
bilinmeli. Ortadoğu’yu demokrasiyle ve cumhuriyetle aldatanlara kanmamak
gerekiyor.
IŞİD’i gösterip bizi hangi sıtmaya razı ettiklerini
sorgulamak şart. Mesele cesaret, kişisel
beceri diyerek geçiştirilemez.
* * *
Tarikatlar, dinci gericilik gibi konularla alakalı
haberlerin ardında devleti aramak lazım. Sol, bu haberlere mal bulmuş mağribî gibi atlıyor. Ardını arkasını sorgulamıyorsa, niye Marksist ki? Sağına soluna vurmuyorsa, niye Leninist ki?
Adnan Oktar’ın TV’deki görüntüleri ile birçok solcunun
sosyal medyada takdim ettiği hayat,
birebir aynı. İkisi de cenneti bu dünyada yaşadığını cümle âleme gösteriyor,
böyle büyüyeceğini sanıyor, kendisini bu şekilde satıyor.
Kendisine işaret ediyor duruyor, bundan büyük bir zevk duyuyor.
Oktar’ın ve solcunun bir cennet kavgası verdiğini
iddia etmek mümkün mü? “Adalet ve Marksizm” başlığı altında Kılıçdaroğlu’na
destek veren ultra-bütünsel Marksistler, Kılıçdaroğlu konusunda Adnan Oktar
gibi düşünüyorlar. Zaten hepsi de budünyada cenneti yaşama derdinde değil mi? O
cennetleri için herkese “avama, ezilene, yoksula düşman olun, ona karşı
savaşın” demiyorlar mı?
O tarikat şeyhlerinin kendi cemaatlerine yaptıkları
açıklamaları herkese sarfedilmiş sözler olarak sunuyorlar, sonra da
küfrediyorlar, garip!.. Oysa o şeyhler, sol örgüt şefleri gibi, kendi tabanını
diri ve bir tutmak zorundalar. O açıklamaların sebebi bu. En ufak sarsıntıda, imandaki
en küçük zedede, şeyh veya adamları çıkıp, tarikatı bir tutacak sözler etmeye
mecburlar. Sol örgütler de tabandaki en ufak tartışmayı kimi gösterişçi
eylemler ve boyu aşan sözlerle bastırmaya çalışıyorlar, hepsi bu. “Kitlelerden kopukluk sizi bozmasın, yalnızlık sizi
üzmesin, zaten solculuk, Karl Popper’nın
orman savaşçısı gibi olmaktır. Saldırın kitlelere, zavallı onlar, sizse
biricikliğinizle kutsalsınız, sizi sıradanlaştıran, aşağı çeken, bozan, çürüten
kitleye saldırın”, tek dedikleri bu.
Tek yaptıkları, kitle-iktidar edebiyatı üzerinden,
kitle içinde olmanın diken sızısı olduğunu söyleyip durmak. Kitleye, kitlesel
olana küfretmek solculuksa, halkın daha ne yapması bekleniyor?
“Düz, değersiz, kaba görülen kitle içinde her şey
yapılabilir” denildiği için örgüt
sırları faş ediliyor. Kitleyle kurulacak maddi diyalektik ilişki, zeminini
burada yitiriyor. Tek hedefi, Batı sahillerine veya Avrupa kentlerine gitmek
olan, buradaki kitlenin sıçrama, kırılma, patlama noktalarını asla görmüyor,
görmek istemiyor.
* * *
Solcusu sağcısı, herkesi liberal amentüye kul etmek
için piyasaya sürülmüş olan Eric Hoffer, Ayn Rand gibi isimlere artık gerek
yok. Herkes, onlarla aynı çizgide.
Hoffer, “insandan nefreti söküp alırsan, onu
inançsızlaştırırsın” diyor. Tüm tezi, inanç, umut, korku ve öfkeyi insandan
alıp onu egemenlerin sofrasına uygun bireyler kılmak üzerine kurulu. Sol, tam
da bu hizada. Adına da öncülük, leninistlik, narodnik devrimcilik, süpermenlik
vs. diyorlar. Hepsi rahat evlerinde, villalarında huzurla yaşamak derdinde...
Aynı hizayı, Afrika’nın sömürüsü dâhilinde, devasa
güneş panelleri inşa edilmesi karşısında, o panellere elindeki baltayla
saldıran Afrikalıya “gerici” diyen Müslüman da paylaşıyor. İleri olanı Batı’ya
göre tarif ediyoruz, adımlarımızı ona göre atıyoruz.
Bir zamanlar erkekler olarak balık etli kadınlara
güzel derken, şimdi laminat kadar düz, anoreksiyalıları beğeniyoruz. O kızlar
da zayıflamak için bir bir ölüyorlar artık. Buna da “feminizm”
diyoruz. Femen düzlüyor kadınlık denilen pürüzü. Ondaki yıkıcı yanları tek tek
öldürüyorlar. Kadını feminizm öldürüyor.
* * *
Mağribîler, önlerine yığılan malların üzerine hücum
ediyorlar. Gerçeği düzleyen bir zihin pratiği açığa çıkıyor. Derdin ve öfkenin
tüm kıvrımları bireye küfürmüş gibi geliyor. Gülüyormuş gibi yapmak ve “cool”
olmak, yeni tarz olarak benimseniyor. Ama düşman, ne sınıf savaşını unutuyor ne
de o savaşın gereklerini yerine getirme konusunda imtina ediyor. Unutan da
unutulan da biziz!..
Eren Balkır
20 Şubat 2018
Dipnotlar:
[1] İsmail Güney Yılmaz, “Solu İtibarsızlaştırmak”, 20 Şubat 2018, Sendika.
[2] Konuyla ilgili bir eleştiri için bkz. Eren Balkır,
“Kibir”, 17 Mart 2016, İştirakî.
18 Şubat 2018
Methiye
17 Şubat 2018
O Yol
Efrin için de yapmışlar: üstü çıplak kadınlar, sokağa
dökülmüşler. Dökülen yer ve eylem biçimi, solun geleceğine dair, kalıcı bir
resim sunuyor. Artık o resim ana ölçüdür ve o ölçünün gerisi, gericidir.
Çünkü sol, Avrupa’nın devrimine bağlanmıştır. Ondaki ilerlemeyi,
gelişimi sevmektedir. Ardındaki sömürüyü, zulmü, kibri, üstenciliği
içselleştirmiştir. Kendisini oradaki maddi çıkar ilişkilerine göre kurmuştur,
bu topraklardaki sömürüye ve zulme karşı gizli veya açık mücadeleye göre değil.
Dolayısıyla, bahsi geçen ölçütün gerisine düşmek, sağcılıktır. Sol, Avrupa’da
zaten olmuş olan devrimin neferidir; olmamış, olacak olan devrimin militanı
olmamaya ahdetmiştir.
Misal, İran’daki “molla diktatörlüğü”ne İstanbul’dan
meydan okuyan liberal solcular, nedense Tunus’ta gerçekleşen benzer bir isyana
dair tek laf etmemektedirler. Uzun süre sustuktan sonra, Tunus’taki halkın
IMF’ye karşı isyan ettiğini söylemektedirler. Nasıl oluyorsa Tunus’ta mesele
“emperyalizm”, İran’da “teokrasi” oluvermektedir. İran’daki ambargo, baskı,
Suriye savaşı vs. umurlarında bile değildir. Batı neyi fısıldıyorsa onu
“devrimci” soslarına daldırmaktadırlar.
Bunun bir nedeni de, Buazizi sonrası rejimin tesisine,
restorasyonuna o ultra liberal solcuların (MLKP vs.’nin) Tunus’taki muadilinin
dâhil edilmiş olmasıdır. Oradaki sömürü ve zulüm mekanizmasına, bir IŞİD
saldırısı sonrası gündeme gelen iç güvenlik yasa tasarısına liberal solcular
devlet adına onay vermişlerdir. Hatırlayalım: bizdeki liberal solcular da
benzer bir tasarının gündeme geldiği dönemde, mecliste “hevî metal” işareti
yaparak “dostlar alışverişte görsün” eylemleri yapmışlardı.
* * *
Faşizm vuruyor, liberalizm ikna ediyor. Liberal
geliyor, Kürt’ün kulağına şunu fısıldıyor: “Demek ki onca zulmün sebebi Kürt
olmak, ondan kurtulman gerek.” Aynı cümle, “Kürt” kelimesi yerine “işçi” veya
“kadın” konularak dile getiriliyor. Eski işçiciler öne çıkıyorlar, işçiden
tiksinmenin, ondan kaçmanın yollarını başkalarına öğretiyorlar. Her devirde işe
yaramalarını sağlayacak fırsatları buluveriyorlar. Asıl becerileri bu.
Murat Belge, bu sayede sosyalizm dersleri vermeyi
sürdürüyor hâlâ. Akademiye yönelik saldırıyı bahane edip, yurtdışına, dijital
âleme kaçma planları yapıyor. Ona küfredenlerle destek olanlar, aynı madalyonun
iki ayrı yüzü. Birbirleriyle didişmelerine aldanmamak gerekiyor.
İşçinin kıyamından korkanlar, Kürd’ün kıyamından nasıl
kurtulacağımızı öğretiyorlar köşe başlarında. Kadın’ı erkekle arasındaki cinsel
organlara indirgiyorlar, gördüğü zulmü, o organların gizliliğine bağlıyorlar,
“cahil Müslüman Türk milleti, fazla meme görmediği için böyle” diyorlar,
memeyi, görünürlüğü doğallaştırıyorlar. Görünümün tekeli kimdeyse onlara hizmet
ediyorlar böylece. Mahremdeki mânâ, onlar için Batı’nın burjuva bireyine küfür
olarak görünüyor. Meme keçeleşiyor, üzerine yazı yazılacak dövize dönüşüyor,
döviz kasalarının geleceğine bağlanıyor.
Aklıyla değil, gözleriyle düşünüyorlar. Solu pratik
imajlara, memelere, kalıplara, etiketlere indirgiyorlar. Bunun için her
türlü geri teorik zemin parçalanıyor. Femenistler, her zihni ele geçiriyorlar.
Batı’nın aşağılık ajanları gibi, Doğu’nun tesettürlü Müslüman kadınını
kurtarılması gereken nesne olarak değerlendiriyorlar. “Hangi sınıf için?”
sorusunu soran bile yok. Çünkü zaten, eskiden “işçi”de olduğu gibi, Kürd’de
Kadın’da küçük burjuvanın sınıfsızlığına-sınırsızlığına dair bir imkân
buluyorlar. Dertleri ne işçi, ne Kürd ne de kadın, o yalana sınıfsızlık ve
sınırsızlık. Uyduruk patriyarka, eril dil, erkek egemenliği, binlerce yıldır
sömürülen Kadın teranelerine bu sebeple sarılıyorlar. Burjuvazinin sınırsızını,
devletin sınıfsızını seviyorlar.
Kürd ve Kadın, sömürü ve zulüm sahasından kaçırılıyor.
Bu hayalî diyarda onlar, sınırsız ve sınıfsızmış gibi görünüyorlar. Birer imaja
indirgeniyorlar. Söz konusu siyaset, ancak Avrupa’ya kaçma hayaliyle
yaşayanları örgütleyebiliyor. Hayali bile olmayanları kendilerine düşman
belliyorlar. Onları alaya almayı iş ve siyaset zannediyorlar.
Oysa devlet diye bir şey var ve o, Suriye’ye
gönderilecek birlikleri, Ayvalık, Didim gibi yerlerdeki CHP kahvelerinden
toplayamayacağını biliyor. AKP, bunun için biçilmiş bir kaftan. Didim’den
Yozgat’a, Bayburt’a küfretmekle meşgul solcular ise bu ekmeğe yağ niyetine
sürülüyorlar. Yoksula değil, devletin gönlüne sesleniyorlar. Onun vicdanı
olarak konuşarak yükseleceklerini sanıyorlar.
Böylesi bir konjonktürde “başını açan kızlar” haberini
yapanın da o haberin de adı geçen kişilerin de yalan olduğunu bilmek lazım. 28
Şubat, basit bir tarih değil zira. Sol, o sınırsızlığa-sınıfsızlığa kaçışını
haki renge boyamak zorundaydı.
O kaçış, bugün bir kongreyle, yeniden “barış süreci”
edebiyatına, üstelik daha geriden, örgütlenmeye başlandı. O yolun dışı
gericiliktir. Yol açık ola!..
Eren Balkır
17 Şubat 2018