Doğu Halkları Komünist Örgütleri
İkinci Tüm Rusya Kongresi’ne Hitap[1]
Yoldaşlar, Doğu’nun Müslüman örgütlerini temsil
eden komünist yoldaşların düzenlediği bu kurultayı selâmlama, Rusya ve tüm
Dünya’nın içinde bulunduğu verili durum hakkında söz söyleme fırsatını elde
etmiş olmaktan dolayı çok mutluyum. Konuşmamın konusu, yaşanmakta olan fiilî
olaylardır ve bana kalırsa günümüzde bu meselenin en temel yönü, Doğu
halklarının emperyalizme karşı tavrı ve bu halklar arasında ortaya çıkan
devrimci harekettir. Görünen o ki Doğu halklarının bu devrimci hareketi ancak
Sovyet cumhuriyetimizin beynelmilel emperyalizme karşı vermekte olduğu devrimci
mücadeleyle işbirliği yaptığı takdirde etkili olma yönünde gelişip başarılı bir
sonuca ulaşabilir. Rusya’nın sahip olduğu gerilik ve muazzam genişlikteki
coğrafî alanı gibi nedenlerden ve Avrupa-Asya arasında bir sınır ülke olarak
konuşlanmış olmasından ötürü, bize büyük bir onur veren, dünyanın emperyalizme
karşı verdiği mücadeledeki öncülüğümüzün yükünü omuzlamak zorunda kaldık.
Dolayısıyla, gelişmenin yakın gelecekteki seyri, beynelmilel emperyalizme karşı
daha kapsamlı ve daha kararlı bir mücadeleyi öngörmekte, kaçınılmaz olarak bu
mücadele Sovyet cumhuriyetinin ittifak hâlindeki emperyalizme, Almanya’ya,
Fransa’ya, Britanya’ya ve ABD’ye karşı sürdürdüğü mücadelesiyle bağlantılı
olacaktır.
Meselenin askerî boyutuna bakıldığında, bugün
itibarıyla tüm cephelerdeki durumumuzun oldukça iyi olduğunu bilmektesiniz.
Burada sadece, beynelmilel emperyalizmin başımıza musallat ettiği iç savaşın
köylü ve işçilerin üstesinden gelemeyeceği, tahammülü zor olan yükleri
yükleyerek iki yıl içinde Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti’ni korkunç
badirelerle karşı karşıya bırakmış olduğundan bahsedebilirim. Fakat aynı
zamanda korkunç vahşetinden ve henüz sosyalist devrim olmazdan önce vahşi
hayvanlara dönüşerek bizi soyan sözde müttefiklerimizin amansız saldırılarından
ötürü bu savaş bir mucizeye tanık olmuştur. Savaş, halkı savaşmaktan
usandırmış, görünüşte bir başka savaşı sadece iki yıl daha savaşmaya hazır olan
değil, ayrıca zafer kazanan savaşçıların sırtına yüklemeyi becerememiştir.
Kolçak, Yudeniç ve Denikin’e karşı kazandığımız zaferler kurtuluşları uğrunda
savaşmak için silâha sarılan ülkelere ve milletlere karşı Dünya emperyalizminin
sürdürdüğü mücadele tarihinde yeni bir evreye varıldığını ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda iç savaşımızın ilk iki yılı, tarihte uzun bir zamandır bilinmekte
olan, bir iç savaşın karakterinin ve başarısının esas olarak savaşa giden
ülkenin iç rejimine dayandığını, savaşın, savaş öncesinde ülkenin işlettiği iç
siyasetin bir yansıması olduğu gerçeğini teyit etmiştir. Tüm bunlar,
yansımasını savaşın işleyişinde kaçınılmaz olarak bulmaktadır.
Savaşı hangi sınıf veriyor, savaşı hangisi
sürdürüyor, bunlar oldukça önemli sorulardır. Bizim iç savaşımız, kendilerini
kurtuluşa götüren işçi ve köylülerce sürdürülmüştür. Bu savaş, emekçi halkın
ülkelerinde ve tüm Dünya’daki kapitalistlerden kurtulmak için verdikleri
politik mücadelenin süreklileştirilmesidir. Dört yıl süren emperyalist savaş
yüzünden tükenen ve savaşın ilk iki yılı süresince yaşadığı muazzam, eşi
benzeri olmayan zorluklara ve güçlüklere tahammül edecek kadar güçlü bir
iradeye sahip olan bu halkın böylesine geri bir ülkede bulunmasına ancak
şükredebiliriz.
İç savaş tarihi, Kolçak gerçeğiyle bu durumu
çarpıcı biçimde resmetmektedir. Kolçak, Dünya’nın tüm güçlü iktidarlarına
yardım eden bir düşmandı. Elinde yüz bin kadar askerin koruduğu bir demiryolu
bulunmaktaydı. Askerlerin içinde, emperyalist savaş için eğitilmiş fakat
pratikte savaşa katılmamış, bu sebeple as da olsa kayba uğramış Japonlar gibi,
Dünya emperyalistlerinin en iyi birlikleri vardı. Kolçak, en yüksek refah
düzeyine sahip, hiç serfliği yaşamamış, bu sebeple doğal olarak komünizme en
fazla uzak duran Sibiryalı köylülerin desteğini aldı. Beynelmilel emperyalizmin
en gelişkin muhafızlarından oluşan birliklere sahip olması sebebiyle Kolçak,
yenilmesi imkânsızmış gibi görünmekteydi. Bugün itibarıyla görülüyor ki
Japonya, Çekoslovakya ve diğer emperyalist milletlere bağlı askerler Sibirya’da
faaliyet içindedir.
Kolçak’ın Sibirya ve buranın muazzam genişlikteki
doğal kaynakları üzerinde kurduğu hâkimiyet, ilkin İkinci Enternasyonal’e bağlı
sosyalist partiler ve Kurucu Meclis Komitesi cephesini kuran Menşevikler ve
Sosyalist Devrimciler tarafından desteklendi. Bu yüzden, Söz konusu koşullar
altında sokaktaki insan ve tarihin olağan süreci açısından, bu hâkimiyet sağlam
ve yenilmesi imkânsız göründü. Gene de bu hâkimiyetin bir yıldan fazla bir süre
boyunca yaşadığı tecrübe şu sonucu verdi: Kolçak, Rusya’nın kalbine doğru
ilerledikçe kendisini mahvetti ve sonunda da biz Sovyet Rusya’nın Kolçak
karşısında elde ettiği mutlak zafere tanıklık ettik.
Burada, kapitalist boyunduruktan kurtulan işçi ve
köylülerin ittifak içindeki güçlerinin gerçek mucizeler yaratabileceğine dair
şüphe götürmeyecek ölçüde pratik bir delilini görüyoruz. Böylece pratikte ispat
edilmiştir ki bir devrimci savaş, emekçi mazlum halkın dikkatini gerçek manada
çektiğinde, o halkı saflarına katıp ona sömürücülerle savaştığı bilincini
aşıladığında, mucizeler yaratma gücünü ve yeteneğini de elde edecektir.
Bana kalırsa, Kızıl Ordu’nun ulaştığı başarıda,
verdiği mücadelede ve kazandığı zaferde, Doğu’nun bütün halkları için çığır
açıcı muazzam bir anlam yatmaktadır. Bütün bunlar onlara şunu gösterecektir:
güçsüz olsalar da, teknolojinin ve savaş sanatının bütün harikalarından
yararlanan Avrupalı zalimlerin gücü yenilmez görünse de, mazlum halkların
yürüttüğü bir devrimci savaş, milyonlarca emekçi mazlum insanı gerçekten
harekete geçirmeyi başarabilirse, bağrında öyle imkânlar ve mucizeler
taşımaktadır ki, Doğu halklarının kurtuluşu artık, yalnız milletlerarası devrim
imkânları açısından değil, Asya’da ve Sibirya’da kazanılan dolaysız askerî
tecrübe açısından, bütün güçlü emperyalist devletlerin istilâsına uğramış olan
Sovyet Cumhuriyeti’nin tecrübesi açısından da pratikte pekâlâ mümkündür.
Bunun dışında, Rusya’daki tecrübe bize ve bütün
ülkelerin komünistlerine, iç savaş potasında devrimci coşkuya güçlü bir içsel
pekişmenin eşlik ettiğini göstermiştir. Genelde savaş, bir milletin bütün
ekonomik ve örgütsel güçlerini sınar. Gerçi bugün açlık ve soğuktan kıvranan
işçi ve köylüler için savaş dayanılmaz bir felâket hâlini almış olsa da, bu iki
yılın tecrübesine dayanarak şunu söyleyebiliriz: savaşı kazanmaktayız ve
kazanmaya devam edeceğiz; açlık ve soğuğa rağmen işçi ve köylüler omuz omuza
durmakta, giderek güçlenmekte ve her saldırıya daha büyük bir uyum ve ekonomik
güçle cevap vermektedir. Kolçak, Yudeniç ve müttefiklerine, Dünya’nın en güçlü
devletlerine karşı zaferi mümkün kılan yalnız bu olmuştur.
Geçen iki yıl, bir yandan devrimci bir savaşın
geliştirilebileceğini, öbür yandan yabancı istilânın ağır darbeleri altında
sovyet sisteminin daha da güçlendiğini göstermiştir. Bu istilânın hedefi,
milletlerarası emperyalizme savaş ilân etmeyi göze alan işçi ve köylü
cumhuriyetini, o devrimci merkezi bir an önce yok etmektir. Oysa bu ağır
darbeler, Rusya’nın işçilerini ve köylülerini yok edeceği yerde, onların büsbütün
çelikleşmesine hizmet etmiştir.
İçinde bulunduğumuz dönemin başlıca anlamı, bu
dönemden çıkaracağımız temel ders işte budur. Topraklarımızda kalan son
düşmanımız Denikin’e karşı elde edeceğimiz nihaî zaferin eşiğindeyiz. Güçlü
olduğumuzu biliyor, içeride cumhuriyetin sağlam bir zemine kavuştuğunu tekrar
tekrar yineliyoruz. Denikin’e karşı savaştan çok daha güçlü ve sosyalist yapıyı
kurma görevi için çok daha hazırlıklı çıkacağız. İç savaş sırasında bu alana
çok az zaman ve enerji ayırabildik ama şimdi artık serbest bir yola adım
attığımıza göre, kendimizi tümüyle ona adayacağımız muhakkaktır.
Batı Avrupa’da emperyalizmin çökmekte olduğunu
görüyoruz. Biliyorsunuz, bundan bir yıl önce Alman sosyalistleri dâhil, fiilî
durumu anlamayan sosyalistlerin büyük çoğunluğu, Dünya’ya iki emperyalist
grubun arasında yaşanan mücadelenin yön verdiğini düşünüyordu. Tüm tarihin
bundan ibaret olduğunu ve bunun dışında bir şeyler üretebilecek bir gücün
bulunmadığına inanıyorlardı. Onlara göre, sosyalistlerin bile, Dünya’daki bu
iki soyguncu gruptan birine iltihak etmek dışında seçeneklerinin olmadığı
düşünülüyordu. Ekim 1918 tarihi itibariyle manzara buydu.
Fakat o günden bugüne uzanan sürece baktığımızda,
Dünya tarihinin geçmişte tanık olunmamış uzun vadeli olayları bir biçimde
kaydettiğini görüyoruz. Yaşanan bu olaylar, emperyalist savaş sırasında
vatansever olan ve davranışlarını haklı çıkarmak için düşmanı bahane eden
birçok sosyalistin gözünü açtı. Bu sosyalistler, İngiliz ve Fransız
emperyalistleriyle ittifaklarının haklılığını ispat için bunların Alman
emperyalizminden sözde kurtulmayı sağladıklarını ileri sürüyorlardı.
Görüyorsunuz, ne çok umudu suya düşürdü bu savaş!
Alman emperyalizminin çöküşüne tanık oluyoruz. Öyle bir çöküş ki bu, yalnız
cumhuriyetçi değil, sosyalist bir devrime yol açtı. Biliyorsunuz, bugün
Almanya’da sınıf mücadelesi eskisinden de daha keskindir ve iç savaş, yani
Alman proletaryasının cumhuriyetçi renge büründükleri hâlde emperyalist olmakta
devam eden Alman emperyalistlerine karşı savaşı giderek yaklaşmaktadır.
Toplumsal devrimin Batı Avrupa’da dev adımlarla
kıvama ulaşmakta olduğunu, aynı şeyin Amerika ve İngiltere’de de, barbar Alman
emperyalistlerini yenilgiye uğratan sözde kültür ve medeniyet temsilcisi
ülkelerde de sözkonusu olduğunu herkes biliyor. Oysa Versailles Antlaşması
gelip çattığında onun, Alman soyguncularının bize zorla kabul ettirdikleri
Brest Antlaşması’ndan yüz kat daha tamahkâr olduğu görüldü; herkes, onun zafer
kazanan bahtsız ülkelerin kapitalistleri ve emperyalistlerinin kendi
kendilerine indirebilecekleri en ağır darbe olduğu anlaşıldı.
Versailles Antlaşması, galip ülkelerdeki halkların
gözünü açtı, İngiltere ile Fransa’nın, demokratik devletler olmalarına rağmen,
kültür ve medeniyet temsilcileri değil, emperyalist soyguncuların yönetiminde
ülkeler olduklarını gösterdi. Bu soyguncuların kendi aralarındaki mücadele
öylesine hızla gelişiyor ki, hâllerinden memnun olan emperyalistler için
Versailles Antlaşması’nın sadece göstermelik bir zafer olduğunu bilmekten ne
kadar sevinç duysak azdır. Versailles gerçekte, tüm emperyalist dünyanın
iflasının ve bu arada savaş boyunca kendilerini çürüyen emperyalizmin
temsilcilerine yamayıp soyguncu savaş gruplardan birini savunan sosyalistlerin
emekçi halk tarafından tümüyle terkedilmesinin somut bir ifadesidir. Versailles
Antlaşması, doymak bilmez bir barış olduğu ve Fransa ile İngiltere’nin gerçekte
sömürgeler üzerindeki hâkimiyetlerini güçlendirmek ve emperyalist kudretlerini
artırmak için Almanya ile savaştıklarını ortaya koyduğu için emekçi halkın gözü
açılmıştır.
Bu iç mücadele, giderek daha fazla yaygınlaşıyor.
Bugün Londra’dan gelen 21 Kasım tarihli, telsizle iletilmiş bir haber gördüm:
devrimcilere hiç de yakınlık duymadıklarından şüphe edilemeyecek olan Amerikan
gazetecileri, Fransa’yı, Versailles Antlaşması’nı onaylamayı reddettikleri için
Amerikalılara karşı görülmemiş bir nefret dalgasının kapladığını söylüyorlar.
İngiltere ve Fransa galip gelmiştir ama
boğazlarına kadar Amerika’ya borçludurlar. Fransızlarla İngilizler, istedikleri
kadar kendilerini savaşın galipleri sansınlar, Amerika tek başına kaymağı
yemeye ve tefecilik çıkarları adına savaşta yaptığı yardımların karşılığını
zorla almaktadır. Bunun teminatı, şu ânda yapımına devam edilen ve büyüklük
açısından İngiliz donanmasını geçen Amerikan donanması olacaktır. Açgözlü
Amerikan emperyalizminin ne kadar kaba olduğu, beyaz kadın taciri
Amerikalıların genç kızları satın alıp fuhşun gelişmesi için Amerika’ya
yollamalarından bellidir. Düşünün ki özgür, kültürlü Amerika, randevu evlerine
fahişe ikmali yapıyor.
Polonya ve Belçika’da Amerikalı işadamlarının
temsilcileriyle çatışmalar yaşanıyor. Bu, İtilaf Devletleri’nden yardım alan
bütün küçük ülkelerde yaşananların resmini veriyor. Polonya’yı ele alalım:
Amerikalı işadamları ve vurguncuları, oraya üşüşmüşler, Polonya’nın varını
yoğunu satın alıyorlar; Polonya da, “artık bağımsız bir devlet oldum” diye
şişinip duruyor. Polonya, Amerika’nın adamları tarafından toptan satın
alınıyor. Artık Amerikalıların cebine girmeyen tek bir fabrika ya da sanayi
dalı kalmamış. Amerikalılar öylesine arsızlaştılar ki, şimdi de savaştan
“galip” çıkan o “büyük ve özgür ülke”yi, vaktiyle bir tefeciler ülkesiyken,
bugün ekonomik gücünü yitiren, yeterli tahılı ve kömürü olmadığından maddî
kaynaklarını büyük çapta geliştirememiş, bu arada Amerika haracın kayıtsız
şartsız ve tastamam ödenmesinde dayattığı için boğazına kadar ona borçlu olan
Fransa’yı esaret altına almaya başlamışlardır. Böylece Fransa, İngiltere ve
diğer güçlü ülkelerin ekonomik bakımdan iflas etmiş oldukları her gün biraz
daha ortaya çıkıyor.
Fransız seçimlerinde papazlar partisi galip çıktı.
Bütün güçlerini Almanya’ya karşı sözde hürriyet ve demokrasiyi savunmaya
hasreden kandırılmış Fransız halkı şimdi, sonu gelmez bir borç, açgözlü Amerikan
emperyalistlerinin hakaretleri ve bir de en vahşi gericiliğin temsilcilerini
biraraya toplayan bir papazlar çoğunluğu ile mükâfatlandırılmıştır.
Bütün Dünya’da durum çok daha karmaşıktır.
Kolçak’a ve Yudeniç’e, milletlerarası sermayenin bu uşaklarına karşı zaferimiz
büyük bir zaferdir; onun kadar açık olmamakla birlikte ondan çok daha büyük bir
başka zafer de, milletlerarası çapta kazanmakta olduğumuz zaferdir. Bu zafer,
emperyalizmin içeriden çürümesi ve artık birliklerini üstümüze salamaz hâle
gelmesi ile ilgilidir. İtilaf Devletleri saldırıyı denediler, ancak askerleri
bizim birliklerimizle temas kurup kendi dillerine çevrilmiş Rus Sovyet
Anayasası’nı öğrendiklerinde moralleri bozuldu.
Kokuşmuş sosyalizm önderlerinin etkisine rağmen
bizim anayasamız, her zaman emekçilerin desteğini kazanacaktır. “Sovyet”
kelimesi artık herkes tarafından anlaşılır hâle gelmiştir. Sovyet Anayasası
bütün dillere çevrilmiş, bütün işçiler tarafından öğrenilmiştir. Her işçi, onun
emekçi halkın anayasası olduğunu, milletlerarası sermayenin yenilmesini isteyen
emekçilerin politik sistemi ve milletlerarası kapitalistlere karşı elde
ettiğimiz bir başarı olduğunu bilmektedir. Bizim bu başarımız, emperyalist
ülkelerin tümünde yankılar uyandırmıştır; çünkü biz, onları kendi askerî birliklerinden
yoksun kıldık, askerlerini kendi safımıza kazanıp Sovyet Rusya’ya karşı
kullanılmaları imkânını ortadan kaldırdık.
Finlandiya, Polonya ve Litvanya gibi başka
ülkelerin askerlerini üzerimize salmak için uğraştılar ancak bu da bir sonuç
vermedi. Birkaç hafta önce Avam Kamarası’nda konuşan İngiliz bakan Churchill,
Sovyet Rusya’ya karşı on dört milletin katıldığı bir harekât için yaptıkları
hazırlıkların tamamlandığını, bunun yeni yıla kadar Rusya’nın yenilmesi
sonucunu vereceğini söyleyerek böbürleniyordu. Doğrudur. Birçok ülke
katılmıştır bu hazırlığa: Finlandiya, Ukrayna, Polonya, Gürcistan, onların
yanısıra Çekler, Japonlar, Fransızlar, İngilizler ve Almanlar. Ancak sonuçta ne
yaşandığını hepimiz biliyoruz! Estonyalılar, Yudeniç’in birliklerini ayazda
bıraktılar. Şimdi basında, “Estonyalılar ona yardım etmek istemiyorlar.” diye
hızlı bir polemiktir gidiyor; bu arada burjuvazisi çok istediği hâlde
Finlandiya da Yudeniç’e yâr olmadı. Böylece bize saldırmak için girişilen
ikinci teşebbüs de boşa çıkmış oldu.
Birinci aşama, İtilaf Devletleri’nin kendi
birliklerini göndermesiydi; askerlik tekniğinin hiçbir kuralı ihmâl edilmeyerek
donatılan bu birliklerin Sovyet Cumhuriyeti’ni yenilgiye uğratacağı umuluyordu.
Bunlar daha şimdiden Kafkasya, Arkangel ve Kırım’dan çekildiler; bir kısmı
Murmansk’tadır, Çekler de Sibirya’dalar ama hepsi tecrit edilmiş gruplar
hâlindedir. İtilaf Devletleri’nin bizi kendi birlikleriyle yenmek için
giriştiği bu ilk teşebbüs bizim zaferimizle sonuçlandı.
İkinci aşamada ise, malî açıdan tepeden tırnağa
İtilaf Devletleri’ne bağımlı olan komşu ülkeleri üzerimize salmaya, sosyalizmin
bir yuvası olarak bizi onlara ezdirmeye kalktılar. Bu teşebbüs de boşa çıktı;
adı geçen küçük ülkelerden hiçbirisinin böyle bir savaşın altından kalkamayacağı
anlaşıldı. Üstelik şu da var: Bütün küçük ülkelerde İtilaf Devletleri’ne
yönelik köklü bir nefret duygusu yer etti. Yudeniç Krasnoye Selo’yu ele
geçirmişken Finlandiya Petrograd’ı zaptetmek için harekete geçmediyse, Sovyet
Rusya ile yan yana bağımsız olarak yaşayabileceğini ama İtilaf Devletleri ile
başının her zaman dertte olacağını anlayıp tereddüde düştüğü içindir. Bütün
küçük milletler bu kuşkuyu duymuşlardır. Şovenizmin kol gezdiği, sömürüye
dayalı ilişkilerini yayan İtilaf Devletleri’ne yönelik nefretin giderek
yaygınlaştığı Finlandiya, Litvanya, Estonya ve Polonya gibi ülkelerde kuşku
artmıştır.
Şu ânda, gelişme seyrini dikkatle değerlendirip
hiçbir abartmaya kaçmadan, Sovyet Cumhuriyeti’ne karşı sadece birinci değil,
ikinci milletlerarası savaş aşamasının da başarısız olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi yapacağımız tek bir şey kalmıştır: Denikin kuvvetlerini yenmek; onlar da
zaten yarı yarıya yenilmişlerdir.
Konuşmam boyunca özetlediğim üzere, bugün Rusya’da
ve genelde milletlerarası düzlemde durum budur. İzin verirseniz, sonuç olarak,
Doğulu milletlerle ilgili durumun gelişmesi hakkında birkaç söz söyleyeceğim.
Sizler, çeşitli Doğu halklarının komünist örgütleri ve komünist partilerinin
temsilcilerisiniz. Rus Bolşeviklerinin eski emperyalizm safında bir gedik
açmak, devrime yeni yollar göstermek gibi son derece güç ama son derece şerefli
bir görevi yüklenmeyi başardıklarını, buna karşılık Doğulu emekçi halkların
temsilcileri olan sizlerin önünde bundan daha büyük ve yeni bir görevin
durduğunu belirtmeliyim.
Açıkça ortaya çıkmaktadır ki, tüm Dünya’da eli
kulağında olan sosyalist devrim, sadece her bir ülkedeki proletaryanın kendi
burjuvazisini altetmesinden ibaret değildir. Eğer devrimler kolayca ve çabucak
gerçekleşselerdi, bu mümkündü. Emperyalistlerin buna imkân vermeyeceklerini,
bütün ülkelerin içteki Bolşevizme karşı silâhlanmış olduklarını, tek
düşüncelerinin bu içteki Bolşevizmi ezmek olduğunu biliyoruz. Her ülkede bir iç
savaşın tezgâhlanmakta olmasının ve eski sosyalist tavizcilerin bu mücadelede
burjuvazinin safında yer almalarının nedeni budur.
O hâlde sosyalist devrim, tek başına ya da esas
olarak her ülkede devrimci proleterlerin kendi burjuvazilerine karşı verdikleri
bir mücadeleden ibaret kalmayacaktır; hayır, sosyalist devrim, emperyalizm tarafından
zulme uğrayan tüm sömürgelerin ve ülkelerin, tüm bağımlı ülkelerin beynelmilel
emperyalizme karşı mücadeleleri sonucu gerçekleşecektir. Geçen Mart ayında
kabul ettiğimiz parti programında Dünya sosyalist devriminin gelişini
nitelerken, bütün ileri ülkelerde emekçi halkın emperyalistlere ve sömürücülere
karşı giriştiği iç savaşın milletlerarası emperyalizme karşı millî savaşlarla
birleşmeye başladığını söyledik. Devrimin seyri bunu doğrulamıştır, zaman
geçtikçe daha fazla teyit edilecektir. Doğu’da da aynı şey olacaktır.
Biliyoruz ki, Doğu’da yığınlar, yeni bir hayatın
bağımsız iştirakçileri ve kurucuları olarak ayaklanacaklardır; çünkü yüz
milyonlarca insan, bugüne kadar milletlerarası emperyalist siyasetin göz
diktiği ve sadece kapitalist kültürün ve medeniyetin ilerlemesine yarar malzeme
yerine geçen bağımlı ve haklarından yoksun bırakılmış milletlerin insanlarıdır.
Ve de sömürgelere manda yönetimleri dağıtmaktan söz ettikleri zaman çok iyi
biliyoruz ki bu, soygun ve talan için ruhsat dağıtmaktan, Dünya nüfusunun
ufacık bir kesimine yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğunu sömürme hakkını
bahşetmekten başka bir şey değildir.
Bağımsız devrimci bir güç hâline gelemediği için o
zamana kadar tarihî gelişim yörüngesi dışında kalan o çoğunluk, bildiğimiz
gibi, yirminci yüzyılın başında artık bu tarz bir pasif role soyunamaz hâle
geldi. 1905’in ardından Türkiye, İran ve Çin devrimleri geldi, Hindistan’da
devrimci bir hareket gelişti. Bu arada, Avrupa emperyalistlerini kendi
kavgalarına sömürge alaylarını sürüklemek zorunda bırakan emperyalist savaş da
devrimci hareketin büyümesine yardım etti.
Emperyalist savaş, Doğu’yu da harekete geçirdi ve
Doğu halklarını milletlerarası siyasetin içine soktu. İngiltere ve Fransa
sömürge halklarını silâhlandırdı, askerî tekniği ve çağdaş makineleri
öğrenmelerine yardımcı oldu. Onlar, şimdi bu bilgiyi emperyalist güruha karşı
kullanacaklar. Günümüzde yaşanan devrim sürecinde Doğu’nun bilinçlenmesini bir
başka dönem takip ediyor; bu dönemde Doğu halkları bütün Dünya’nın kaderinin
kararlaştırılmasında söz sahibi olacaklar ve böylelikle sırf başkalarının
zenginleşmelerine âlet olmaktan çıkacaklar. Doğu halkları, pratik eyleme geçme
ihtiyacının, her milletin bütün insanlığın kaderine biçim vermekte söz sahibi
olması ihtiyacının farkına varmaya başladılar.
Bunun içindir ki, başlangıcından itibaren uzun
yıllar süreceği ve çok fazla çabayı gerektireceği belli olan Dünya Devrimi’nin
gelişme tarihinde, devrimci mücadelede ve devrimci harekette size büyük
görevler düşeceğine ve milletlerarası emperyalizme karşı verdiğimiz mücadelede
bizimle birleşme ihtiyacını duyacağınızı düşünüyorum.
Milletlerarası devrime katılmamız, size karışık ve
güç bir görev yükleyecek, bu görevin yerine getirilmesi ortak başarımızın
temeli olacaktır. Bu sayede halkın çoğunluğu, ilk kez bağımsız olarak hareket
etmeye başlayacak ve beynelmilel emperyalizmi alaşağı etme savaşında etkin bir
güç hâline gelecektir.
Doğu halklarının çoğu, Avrupa’nın en geri ülkesi
olan Rusya’dan daha kötü bir durumdalar. Fakat biz, feodal artıklara ve
kapitalizme karşı mücadelede Rusya’nın köylüleriyle işçilerini birleştirmeyi
başardık; köylüler ve işçiler, kapitalizme ve feodalizme karşı birleştikleri
içindir ki zaferimiz bu kadar kolay oldu. Burada, Doğu halklarıyla temas
özellikle önemlidir, çünkü Doğu halklarının çoğunluğu emekçi halkın tipik
temsilcileridirler: kapitalist fabrikalar okulundan geçmiş işçiler değil,
Ortaçağ zulmünün kurbanı sömürülen emekçi köylü yığınlarının tipik
temsilcileri. Rus Devrimi, proleterlerin kapitalizmi yendikten sonra muazzam ve
dağınık emekçi köylü yığınlarıyla birleşerek Ortaçağ zulmüne karşı nasıl
başarıyla ayaklandıklarını göstermiştir. Sovyet Cumhuriyeti’miz, şimdi de
Doğu’nun bütün uyanan halklarını seferber edip onlarla birlikte milletlerarası
emperyalizme karşı mücadeleye girişmelidir.
Bu bakımdan, Dünya komünistlerinin bundan önce
karşılaşmadıkları bir görevle karşı karşıyayız: komünizmin genel teori ve
pratiğine dayanarak kendinizi Avrupa ülkelerinde mevcut olmayan özgül koşullara
uydurmak zorundasınız; o teori ve pratiği uygulayacağınız koşullarda nüfusun
ezici çoğunluğu köylülerdir ve görev kapitalizme karşı değil, Ortaçağ
kalıntılarına karşı mücadele etmektir. Bu, güç ve özgül bir görevdir, fakat çok
da hayırlıdır; çünkü bugüne dek mücadelenin dışında kalan yığınlar şimdi ona
katılmakta, Doğu’da komünist ekiplerin örgütlenmesi, size Üçüncü
Enternasyonal’le en sıkı teması sürdürmenize fırsat vermektedir. Dünya’nın
başta gelen proleterleriyle Doğu’nun çoğu yerinde Ortaçağ koşulları altında
yaşayan emekçi ve sömürülen yığınları arasında özgül ittifak biçimleri
oluşturmalısınız.
Bizim kendi ülkemizde küçük ölçekte yaptığımız
işleri sizler, içinde yaşadığınız o büyük ülkelerde daha büyük ölçeklerde
yapmalısınız. Bu görevi, umarım, başarıyla yerine getireceksiniz. Burada
temsilcileri olduğunuz Doğu’nun komünist örgütleri sayesinde ileri devrimci
proletarya ile temasınız var. Göreviniz, bundan sonra komünist propagandanın
her ülkede halkın anladığı dille yürütülmesini sağlamaktır.
Nihaî zaferin ancak Dünya’nın bütün ileri ülkelerinin
proletaryası tarafından kazanılabileceği muhakkaktır ve biz, Ruslar, İngiliz,
Fransız ve Alman proletaryasının sağlama bağlayacağı işi başlatıyoruz. Fakat en
başta Doğu milletleri olmak üzere bütün mazlum sömürge milletlere mensup emekçi
halkların yardımı olmaksızın ileri ülkeler proletaryasının zafere
ulaşamayacağını da görüyoruz.
Komünizme geçişin yalnız öncü tarafından
gerçekleştirilemeyeceğini anlamalıyız. Görev, hangi düzeye varmış olurlarsa
olsunlar, emekçi halkları devrimci eyleme, bağımsız harekete ve örgütlenmeye
kazanmaktır; daha ileri ülkelerin komünistleri için ortaya sürülen doğru
komünist öğretiyi her halkın kendi diline çevirmektir; derhal yerine
getirilmesi gereken pratik görevleri ifa etmek ve diğer ülkelerin
proleterleriyle ortak bir mücadelede birleşmektir.
Bunlar, çözümünü hiçbir komünist kitapta değil,
Rusya’nın başlattığı bu ortak mücadelede bulacağınız meselelerdir. Bu davayı
ele alıp kendi bağımsız tecrübelerinize dayanarak çözmek zorundasınız. Bu işte,
bir yandan diğer ülkelerin emekçi halkının öncüsü ile yakın ittifak, öbür
yandan burada temsil ettiğiniz Doğu halklarının karşısına doğru bir tavırla
çıkabilme yeteneği size katkı sunacaktır. Bu halklar arasında uyanan, uyanması
kaçınılmaz olan, tarihî bakımdan hakkı teslim edilmesi gereken burjuva
milliyetçiliğine dayanmak zorunda kalacaksınız. Ama aynı zamanda, her ülkenin
emekçi ve sömürülen yığınlara gitmeli ve onlara anladıkları dille, tek kurtuluş
umutlarının milletlerarası devrimin zaferi olduğunu, milletlerarası
proletaryanın Doğu’nun sömürülen yüz milyonlarca emekçi halkının yegâne
müttefiki olduğunu söylemelisiniz.
Önümüzdeki muazzam görev
budur. Bu görev, devrim çağının gelip çatması ve şüphesiz kimsenin itiraz
edemeyeceği devrimci hareketteki gelişme sayesinde, Doğulu komünist örgütlerin
ortak gayretleriyle başarıya ulaşacak ve beynelmilel emperyalizme karşı nihaî
zaferin kazanılmasıyla taçlanacaktır.
V. I. Lenin
22
Kasım 1919
Kaynak
[İlk
Yayın: RKP(B) Merkez Komitesi Bülteni, Sayı 9, 9 Aralık 1919: Kaynak:
Lenin, Collected Works, 4. Baskı, Progress Publishers, Moskova, 1965,
cilt 30, s. 151-162.]
Dipnot
[1] Bu kongre, Moskova’da, 22 Kasım-3 Aralık 1919
tarihleri arasında, RKP(B) Merkez Komitesi’ne bağlı Doğu Halkları Komünist
Örgütleri Merkezî Bürosu’nun girişimiyle yapıldı. 21 Kasım günü Merkez Komitesi
üyeleri, bir grup delegeyle birlikte, bir toplantı düzenlediler. Toplantıya
Lenin de katıldı. Kongreye oy kullanma hakkına sahip 71 delege, oy hakkı
olmayan ama konuşma hakkı bulunan 11 delege katıldı. Açılış günü Lenin, mevcut
duruma dair bir rapor sundu. Bu rapor üzerine alınan karar, “Doğu’da
yürütülecek çalışmanın temeli olarak belirlenmiş ana tezlerin somutlaştırılması
ve kaleme alınması” amacıyla başkanlık divanına teslim edildi. Kongre, Doğu
Halkları Komünist Örgütleri Merkezî Bürosu’nun çalışmalarına dair raporu,
yerelliklerin raporlarını, Merkezî Müslüman Savaş Cemiyeti’nin raporlarını,
Halkın Milliyetler Komiserliği Merkezî Müslüman Komiserliği raporlarını
dinledi. Millet meselesi, Başkırlar ve Tatarlar bağlamında ele alındı, devlet
örgütlenmesi ve parti çalışmaları ile ilgili raporlar, ayrıca gençlik
çalışmaları ve Doğu’da kadınlar arasında yürütülen çalışmalara dair raporlar dinlendi.
Kongre, partinin ve hükümetin Doğu’da yerine getireceği görevlerin çerçevesini
çizdi ve Doğu Halkları Komünist Örgütleri Merkezî Bürosu’nun yeni üyelerini
seçti.
0 Yorum:
Yorum Gönder