12 Eylül Darbesi ardından İsviçre’ye iltica etmiş bir
devrimci, arkadaşına bir mektup yazar ve şunu söyler: “Onca yıl uğruna mücadele
ettiğimiz komünizmi adamlar bu ülkede kurmuşlar.”
Darbe inmiştir, yenilgi momenti özneleri geriye
itmiştir, mevcut kişisel rahatlık ve serbestiyet imkânı, sosyalizme dair ne
biliniyorsa, onun yerini almıştır.
İsviçre’de “komünizm” bulmak, yaşanan yenilgiyle
alakalıdır. Ülkenin kantonlar üzerine kurulu yapısı, bireyin serbestiyetine
dair bir mecaz gibidir ve dolayısıyla, komünizmin bireyin özgürlüğü ölçütünde
anlamlandırılması, verili, içinde yaşanan gerçeği komünizm olarak kodlamayı
beraberinde getirmiştir. Komünizm sınıf, toplum değil, birey üzerinden okunmaya
başlanmış, bireyin rahatlığına dair zemine indirgenmiştir.
Mektuptaki cümle, mülteci militanın eksik bilgisiyle
ve kişisel zafiyetiyle izah edilmemelidir. Cümle, 12 Eylül sonrası yenilgi
koşullarının somut bir ifadesinden başka bir şey değildir. Düşman, olması
gerekene dönük kavgayı zihinden ve pratikten silmek, olana biat edilmesini
sağlamak zorundadır.
Seksenler, bu açıdan, kaba tabirle, kuyruğu dik tutma,
İsviçre, Fransa, Almanya gibi yerlerden gelen talimatları burada güncelleme,
oranın mevcut hâlini ideal olarak sunmayla; doksanlar ise Sovyetler’in
dağılışı/çöküşüyle birlikte, devrimi ve sosyalizmi kendi bünyesine, o bünyenin
fiiliyatına indirgeme, onun etrafına belirli sayıda insan toplama ile
geçmiştir. Seksenlerden miras kalan bir tür sosyal demokrasi; doksanlardan
kalan ise liberalizmdir. Bu iki ideolojik yönelim, muhayyile ve ufku tayin
etmiştir. Hakiki bir mücadeleyle geçmeyen iki on yılda düşman, kendi ideolojik
evrenini kabul ettirmiştir. İçe dönük mücadelenin de akamete uğraması sonucu bu
kabul kanıksanmıştır.
* * *
Sosyal demokraside makro-birey olarak devlet;
liberalizmde mikro-devlet olarak birey konuşur. Geri çekilme, savaş alanına
kitleleri çekme, onu kitlelerin var olduğu sahayı içerecek şekilde genişletme
pratiğinin akamete uğramasına sebep olmuştur. Dolayısıyla, savaşsız kitle
devlete; kitlesiz mücadele bireye kapanmıştır. Savaşsız kitle ve kitlesiz
mücadele, Sovyetler’le ilgili negatif ve pozitif yaklaşımlar üzerinden
içerilmiştir. Avrupa’daki “refah devleti”, Sovyetler’in dolaylı kazanımı olarak
anlaşılmış, bu tip devletin savunucularının önde gelen anti-komünistler olduğu
görülmemiş, “refah devleti” formülündeki anti-sovyetizm anlaşılamamıştır.
Sovyetler dolayımıyla, ona çarpan irade, negatif ve pozitif manada, Batı’ya
savrulmuş, Batı, buradaki irade ve aklı sosyal demokrasi ve liberalizme mahkûm
etmiştir.
Liberalizmin en pespaye biçimlerini içselleştirmek
için, Sovyetler’e çarpıp batıya savrulan iradenin ve aklın ABD’ye iltihak
etmesini beklemek gerekecektir. Seksenlerin sonunda kapitalizmin ilerleyişini
kendi hülyaları için yolu açan güç olarak görenler, sosyal demokrasiyi ve
liberalizmi aslî çıkış kapısı olarak kabul etmişlerdir.
Dönem, Reagan, Thatcher ve Özal bağlamında, “eski”
Marksistlerin danışman kılındığı devirdir. Danışman olamayanlar, örgüt
dükkânlarındaki ve atölyelerindeki esnaflıklarına ve zanaatkârlıklarına devam
etmişlerdir.
Gorbaçef’in sunduğu öneriler, altmışlı yılların
İtalyan, Fransız ve Alman komünistlerinin önerileridir. Demek ki bu üç ülkenin
ağırlığı, Sovyetler’in ideolojik çöküşünün birer alametidir. Demek ki
Avrupalılaşmaktır Sovyetler’i yıkan.
Ama o komünistler veya onlara hasım olanlar da benzer
bir Avrupalılaşmanın, ideolojik yönelimlerin acenteliğinden başka bir şey
yapmamışlardır. Herkes, Sovyetler’in politik ideolojik veya teorik zafiyetten
ötürü çöktüğüne ikna edilmiş, buradan da Sovyetler’siz, sosyalizmsiz,
devrimsiz, politikasız bir ana akım türemiştir. Hayatta kalmak için çoğu sol
özne, bu akıma kapılmıştır.
* * *
Bugün Gezi momentiyle birlikte yaşanan yenilgi ve geri
çekilme, benzer psikolojik kodları, bilişsel çıkışları, ideolojik terk edişleri
tetiklemektedir. Meselenin ilerleme üzerinden anlaşılması, hülyaların yeniden
diriltilmesini koşullamıştır.
Kapitalizmin, sosyal demokrasi ve liberalizm
dolayımıyla bilince sızdığı düşünülürse, bu iki ideolojik yönelimin Gezi sonrası
pekiştirildiği, kitlelerin bu iki ideoloji önünde diz çöktürüldüğü daha net
görülecektir.
Örneğin bugün prekarya bağlamında süren
tartışma, yenilginin bir sonucudur ve öne çıkıp geri çekilen meslekî
ideolojilerin kendilerini meşrulaştırma girişimidir. Prekarya tartışmasına, her
devrim momentinde ezilmiş, geri düşmüş, ihanet etmiş, savrulmuş orta sınıfların
geleceğe ait devrime bugünde ipotek ve hüküm koyma iradesi galebe çalmaktadır.
Böylesi bir momentte biçimin içeriği, niceliğin niteliği bastırması, onu ikame
etmesi, kaçınılmaz bir durumdur. Politik-ideolojik bir faaliyetin araçları bu
aşamada amaçlaşacak, nihayetinde İsviçre’deki işleyiş temel ölçüt olarak kabul
edilecektir.
Proletaryanın terk edilişi ilkin ezilenler, şimdi de
prekarya türünden kavramlarla gündeme gelmektedir. Bu kavramın popüler
olmasının sebebi, kavramın taşıyıcılarının işçi sınıfını teorik; ezilenleri
pratik manada iğreti buluyor olmalarıdır. Burada işleyen ekonomizm ve
biyolojizm, adımlarını Batı’nın yürüyüşüne uydurmaktadır. Ekonomiye ve
biyolojiye dönük atıflar, egemenlerin ideolojik tahakkümü dairesinde
gerçekleşmektedir. Zira verili olanı anlamakla, onu dönüştürme kavgası farklı
düzlemlerdir.
Dönüşüm ve devrimcilik, muhayyile ve ufuk meselesidir.
Ekonominin, coğrafyanın ve biyolojinin kavramlarına yüce, ilahi öznelikler
atfetmek, bu muhayyileyi verili olana çekecek ve ufku varolanın sınırlarına
kapatacaktır.
Orta sınıflar, geleceğin devrimine geçmişten ve
bugünden ipotek ve hüküm koyma konusunda ayrışırlar. Burada orta sınıfların,
her şeyi kendi varlığına râm etme, diz çöktürme, mecbur etme arzusu söz
konusudur. Devrim olacaksa bu, onun fikrî ve bedenî varlığı ile mümkündür
ancak. Sovyetler okuması ve bilgisinin her döneme dayatılmasının nedeni, o
okumanın ve bilginin mülk sahiplerinin kendilerini vazgeçilmez hâle getirme,
başkalarını kendilerine mecbur kılmayı istemeleri ile ilgili bir durumdur.
Hepimize “her şeyi Sovyetler ile okuyun” emrini verenler, bu emre uyduğumuzda,
onların dizlerinin dibine oturacağımızı bilmektedirler. Sovyetler, refah
devleti, sosyal demokrasi, insan hakları ve barış gibi kavramlar ve olgulardan
söz etmek, bizi onlara mecbur edecektir. Onlar, durum-dönem bağlamında herhangi
bir kırılmaya, sıçramaya ve dönüşüme maruz kalmamayı, “ilkelilik” kisvesine
büründürecek, bize de buradan türetilecek ilkeli siyaseti emredeceklerdir.
Vazgeçilmez olmak için “ilke” denilen kazığın toplumun ve tarihin tam göbeğine
çakılması zorunludur.
Dolayısıyla prekarya gibi başlıklarda süren
tartışmalar, yeni değil, eski tartışmalardır ve Soğuk Savaş sonrasının
Sovyetler uzantısı veya Sovyetler kaçkını siyasetlerin ürünüdür. Uzanılan ve
kaçılan yer ise, ya sosyal demokrasi ya da liberalizmdir. Bu da savaşsız
kitleyi, kitlesiz mücadeleyi koşullamaktadır. Muhayyilemiz ve ufkumuz burada oluşmaktadır.
* * *
Muhayyile meselesi biçimle; ufuk içerikle ilgilidir.
Dolayısıyla “özünde birkaç günde yurt sathında süren eylemler, devrim
muhayyilemizi derinleştirmiş, devrim ufkumuzu genişletmiştir. Mesele,
gerçekleri o muhayyile ve ufuk üzerinden dönüştürmek, dönüşümü mevcut muhayyile
ve ufka yansıtabilmektir.”[1] tespiti, bu biçim ve içerik bağlamında
anlaşılmalıdır.
Haziran’ın ilk günlerinde düşülen bu not, yaşanan
gelişmelerin geleceğe dair kimi eksik ve yanlışları ifşa edişiyle ilgilidir. Bu
notta, muhayyilemizin ve ufkumuzun Haziran Kıyamı ile birlikte dönüşüme tabi
tutulmasına dönük ihtiyaç dile getirilmektedir. Eldeki malzeme (materyal) budur
ve bu birikimle devrime uzanılacaktır.
Devrimi kendi öznel, biyolojik varlığına
indirgeyenlerin göz kırpmalarına dikkat kesildiği momentte, dikkatlerden kaçan,
bu muhayyile ve ufuktaki sığlaşma ve daralmadır. Kapsamlı, derinlikli bir
teorik-ideolojik-politik mücadelenin verilmediği, öznenin kaprislerine,
ihtiyaçlarına doğru daralan bir faaliyetin sürdürüldüğü koşullarda muhayyilenin
sığlaşması, ufkun daralması kaçınılmazdır. Bu süreç, doğalında, devrime,
sosyalizme ve komünizme dair inancımızı ve bilgimizi de biçimlendirecektir.
Bir yıl sonra, AKP koşullarındaki sıkışmadan
kurtuluşun kendisini sosyalizm zanneden bireyler türeyecek, sevgilisiyle el ele
iki kadeh rakı içmeyi devrime eş görecek insanlar kaplayacaktır ortalığı. Bu
ortamda, öznelerin kendi ekonomik, coğrafî veya biyolojik varlığını
kutsallaştırması, verili ideolojik alana hapsolmakla sonuçlanacaktır.
Biçimimizi düşman tayin edecek; özümüzü o belirleyecektir.
Buna mani olacak şerbet, sömürülen-mazlum kitlelerle
hemhal olmak, onların teorik-ideolojik-politik öncü kolu olmayı
becerebilmektir. Bu olmadığı takdirde, düşman, neyi düşleyeceğimizi söyleyecek,
yapacaklarımızın sınırlarını koyacak, tarihsel özümüzü kendi toplumsallığında
boğacaktır.
Söz konusu geri çekilme hâli, meslekî ideolojilerin
yenilgisiyle ilgilidir. Ama şu tespit eksik bırakılmamalıdır: meslekî
ideolojiler, genel sol ideoloji alanına galebe çalmaktadırlar.
Bu meslekî ideolojiler, işçileri, ezilenleri ve halkı
kendi öznel ölçütlerine ve ölçülerine mahkûm etme yarışı içerisindedirler.
Dolayısıyla, düşmanın biçimi tayin etmesi, içeriği belirlemesi, içerideki
meslekî ideolojilerin tahakkümü üzerinden gerçekleşmektedir.
Gezi’de işçilerin, ezilenlerin ve halk sınıflarının
başkaldırısı, bu ölçü ve ölçütlere mahkûm edildiği için yenilgi kaçınılmaz
olarak yaşanmıştır. Zira meslekî ideolojiler, bu başkaldırıdan en az düşman
kadar korkmuşlardır. İktidardaki küçük burjuva kişiliklerle ideolojik yarışa
giren örgütlerin muhayyileyi derinleştirmesi, ufku genişletmesi asla mümkün
değildir.
Ama süreçte tüm sol, bu yarışın piyonu ve figüranı
olmayı tek yol bellemiştir. Söz konusu yarışa kitlelerin ikna edilmesi, o
kitlelerin meslekî ideolojilere dolaylı olarak bağlanmak istenmesiyle
ilgilidir.
* * *
Meslekî ideolojiler, tüm özneleriyle, kitleleri ve
süreci kendi öznel varlıklarına tabi ve mecbur kılmak derdindedirler. Sürecin
başı ve sonu olma istemi, sürecin kaotik, kontrol edilemeyen doğasına karşı bir
savunmadır. Bu ideolojilerin kurduğu öznellikler, kaosu devrime doğru
bileylemekten uzaktırlar. Onlar, kontrollü, sakin, ılıman ortamlar inşa etmek
zorundadırlar.
Doğalında, belirli bir kavganın içerisinde olan
kitleler içerisinden, bu kontrollü, sakin ve ılıman ortamlar, o kavgadan
sıkılmış, ondan kurtulmak isteyenleri kendisine çağırmaktadır. Geri çekilme, bu
tür ortamların ekonomik, coğrafî ve biyolojik varlığı ile alakalıdır. Bu
ortamlarda “takılmak”, artık politik olmak zannedilmektedir.
Politika, yapmakla değil, sorumsuz biri olmakla
tanımlıdır artık. Öznenin kendi ekonomik, coğrafî ve biyolojik varlığını
kutsallaştırması ve bu varlığı tek mutlak politiklik olarak sunması sorunludur.
Herkesin bu kutsallığa ve mutlaklığa biat etmesini istemek, AKP’yi salt dinî
bir yapı olarak görmekle sonuçlanmaktadır. Din, hasım dini hemen tanımaktadır.
Şeriati’nin vurgusuyla, “Dine Karşı Din” diyalektiği, bu anlayış dâhilinde
ölmek zorundadır.
Ekonomi, coğrafya ve biyoloji bilgisi, kendi
öznelliğini kutsamak ve mutlaklaştırmak için varsa, kesinlikle hükümsüzdür.
Nesnelleştirilmeye direnen öznenin hakiki bir icraat ve fiiliyat içerisinde
olması mümkün değildir.
Meslekî ideolojilerin pratikteki varlığı, genelgeçer,
ezel-ebed bir politikliğin güvencesi olarak sunulmaktadır. Herhangi bir
STK’nin, meslek odasının ya da sendikanın bileşeni olmak, politik olmakla bir
tutulmaktadır. Politik olmanın, bizatihi politikanın bu öznel pratiklere
sığmayacak, oraya doğru daraltılamayacak somut-maddî bir yanı vardır.
Meslekî ideolojiler, bireylerin bir aradalığıyla
meşguldür, tüm faaliyeti, bunun üzerinedir. Politika ise kitlelerle, kolektif
mücadelelerle, müşterek sesle alakalıdır, olmalıdır. İlki mevkiiyle; ikincisi
mevziiyle düşünür ve hareket eder. İlkinde kariyerizm; ikincisinde kolektivizm
esastır. Meslekî ideolojilerin galebe çalması, sol alanı belirlemesi, gene aynı
öznelcilikle, kariyerizmle ve mevki hayaliyle işçilerin, kitlelerin,
mazlumların içerisine koşulsuz gitmekle giderilebilecek bir sorun değildir.
Mesele, boş kâğıda kızıl çizgiler çiziktirmek değil,
zaten çağlayan bir nehrin yatağını, düşmanın bentlerini yıkacak şekilde
örgütlemektir. Burada esas olan, politikanın, devrimin ve sosyalizmin nesnel
boyutunu önkabul etmektir. Bu nesnel boyuttaki sıçramalar, kırılmalar ve
atılımlar görülmüyorsa, localarına uygun üyeler aramaktan başka bir şey
yapmayan meslekî ideolojilerin kozmosunda hareket ediliyor demektir. Bu locaya
uygun soyut bir halk, işçi veya ezilene seslenmekle vakit geçirmek, nafiledir.
Çünkü bu soyutluk, kavgasız, çelişkisiz ve politikasızdır. Politikanın kavgaya
ve çelişkilere dair niteliğinin meslekî ideolojiler nezdinde silindiğini görmek
gerekir. Bu, mevzilerin mevkiler lehine yok olması demektir.
* * *
Devrim ve sosyalizm davasının politikasız
ilerletilmesi, mevzilenmeden hareket etmesi mümkün değildir. Meslekî
ideolojilerdeki düz, lineer, sabit, sakin ilerleme tahayyülü, düşmanın
emrettiği bir tahayyüldür. Zira bu tahayyül, onun aslî muradıdır: o düz,
sorunsuz bir yolda ilerlemek derdindedir. Bu derdin dile dökülmesi için
aracılara ihtiyaç vardır. Bu aracılar, söz konusu düz biçime içeriğin
uydurulması için çalışır ki bu da ufuksuzluğa yol açar.
Dolayısıyla politikasızlık, devrimin ve sosyalizmin
bugün, şimdi aranması ile sonuçlanır. Buradan da sosyalizmin önkoşulu olan
devrim; devrimin önşartı olan politika, dirhem dirhem azalır. Böylelikle
devrimle sosyalizm; devrimle politika arasındaki açı, öznel ihtiyaçlar
uyarınca, genişler. Oysa bu iki açının daraltılması şarttır.
Meslekî ideolojiler, sosyalizmi devrim
zorunluluğundan; devrimi politika yapma zorunluluğundan uzaklaştırmaktadırlar.
Bu ideolojilerin sığlaştırdığı muhayyile, daralttığı ufuk, meslekî kuruluşların
bizatihi sosyalizm, devrim veya politika zannedilmesiyle ilgilidir.
Bugün Marksizm diye bildiğimiz ya da bildiğimizi
zannettiğimiz şey, bu meslekî ideolojilerle sahada dövüşerek oluşturulmuş bir
yapıdır. Lenin’i meslekî ideolojisinin bir vitrin süsüne dönüştürenlerin ondaki
Marksizm kuruluşunu yeniden meslekî ideolojiye tahvil etmelerine asla izin
verilmemelidir.
Lenin’cilikte Lenin, sırf başarılı bir devrimin
altında imzası var diye önemlidir, başka da bir değeri yoktur. Başarılı sonuca
göre tüm tarih ve toplumu yeniden inşa etmeye kalkmak, idealizmdir. Meslekî
ideolojilerin materyalizm diye bağırdıkları şey bile idealizm batağında
debelenmektedir. Bu materyalizm, bireyin maddî gündelik çıkarlarının
kutsallaştırılmasından başka bir şey değildir. Marx ve Lenin’e böylesi bir
kutsal bireyin tarihsel mecazı olarak yaklaşmak, Marksizmi ve Leninizmi iğdiş
edecektir. Marx ve Lenin’de bireyin yüceliğine ait göstergeler bulmak,
Marksizmi ve Leninizmi o göstergelerin gösterdiklerine doğru kapatacaktır. Marx
ve Lenin’in verili politik mücadele içerisinde tahakküm kurmak için istismar
edilmesine mani olunmalıdır. Meslekî ideolojilerin ağzında Marx ve Lenin,
politik değildir, dolayısıyla devrim ve sosyalizmden uzaktır. Fransız
Devrimi’nin dersleriyle yüklü Marx; Paris Komünü ve 1905’in dersleriyle yüklü
Lenin, politik mücadeleyi yakınlaşma emrine uygun olarak yürütmüştür.
Meslekî ideolojilere gömülmüş, indirgenmiş bir
sosyalizm devrime; aynı şekilde devrim politikaya asla ihtiyaç duymayacaktır.
Sosyalizmin ya da devrimin somut geleceğe ait varlığını bugünde kendi
varlığında görmekle malul bu ideolojiler, birer pranga olarak, tüm militanların
ellerini kollarını bağlamaktadırlar. Bu militanlar, devrimsiz sosyalizme;
politikasız devrime ikna edilmeye çalışılmaktadırlar. Savaşmayan, dövüşmeyen
bir sosyalizm için devrimin; savaşmayan, dövüşmeyen bir devrim için politikanın
silinmesi şarttır.
* * *
Meslekî ideolojiler, arkadaş kulüplerinin izini takip
ederler. O arkadaşlık ilişkilerindeki verili, mutlak kurgu, tüm zamana ve
mekâna dayatılır. Dolayısıyla, asıl iş, arkadaş ilişkilerinin mevcudiyetini
korumak olur. Bugün solda sosyalizm, devrim ve politika bağlamında herhangi bir
teorik tartışmanın yaşanmıyor oluşu, bu arkadaşlık kulüplerine halel gelmesin
diyedir. Sosyalizm, devrim, politika adına heterodoks, sapkın, ortak kabul
gören kitap dışı herhangi bir çıkışın başı derhal ezilmek zorundadır.
12 Eylül sonrası politik-teorik faaliyetin hikâyesi de
bu minvaldedir. Sapkınlığın kaynağı ezilenlerse, işçilerse veya halksa, derhal
yola getirilmeli, bunlar terbiye edilmelidir. Seksenlerde “işçi sınıfının
yeterince demokrat olmamasını asli sorun olarak belirlemek”le övünen örgüt
şefleri, Batı’dan cevaz, yardım, destek ve icazet beklemenin ceremesini işçi
sınıfına ödetmişlerdir. Militanlar Avrupa’dadırlar, bürolar oralarda nefes
almaktadır, yeni ideoloji orada pişirilmektedir ve hepsi de oradaki
esnaf-zanaatkâr ideolojisiyle bağlantılıdır. Esnaf tarafı sosyal demokrasiye;
zanaatkâr tarafı liberalizme yazgılıdır.
Burada kurulan özne, bilişsel evrenini, ideolojik
gıdasını mutlaklaştırmıştır. Bu aşamada ya devrimi, sosyalizmi ve politikayı
kendi bünyesinde, öznelliğinde eritip aradaki açıları kendi şahsında kapatmış;
ya da açıları kendi öznel varlığı ölçüsünde genişletmiştir. Genişletme,
ezilenlerin, işçilerin ve halkın politika yapma imkânlarının daraltılmasıyla
sonuçlanmıştır. Özne, kendisine yer açmak için tüm bağları kendisinde
koparmıştır ki bu, kendisini bizatihi bağ olarak kuramamış olması ile
ilgilidir.
Sosyalizm, dövüşerek kurulur. Dövüşmeyen, devrimin
disiplini, hiyerarşisi ve işbölümüne tabi olmayan bir sosyalizm, yoktur. Bu
disiplin, hiyerarşi ve işbölümünün koşullamadığı politika ise hükümsüzdür.
Batıdan öğrenilen, devrimsiz bir sosyalizmin mümkün olduğudur. Komintern, Ekim
Devrimi ve Lenin çentiği silinmiş, gerisin geri II. Enternasyonal solculuğu
galebe çalmıştır. Kautsky’nin dönekliği, yegâne teorik gerçeklik hâline
gelmiştir. 2000’lerin başında “devrimler çağı bitti” diyenlerin üzerinde durdukları
teorik zemin de burasıdır. Aslolan, meslekî ideolojilerin kurdukları
öznelliklerin hayatta kalması olduğundan, devrimin, sosyalizmin ve politikanın
yaşamsallığı ezilmiştir.
Muhayyile sosyal demokrasi; ufuk liberalizm kadardır.
Bireyler şahsında kurulmuş öznelikler, meslekî ideolojilerin ürünü ise eğer,
STK’ler ve örgütler şahsında bu ideolojilerin, birey-devlet bağlamını
aşamadıkları söylenebilir. Bireyin devlet; devletin birey karşısında
rahatlamasına dönük ideolojik arayışlar, bu sol siyasetler şahsında karşılık bulur.
Hareket, bu aşamada kolektif niteliğini yitirir ve sadece kendinden menkul
bireylerin yan yanalığına, geçici birlikteliklerine kilitlenir. Bunun için
yetkin ve uygun olan neyse, -sosyal demokrasi veya liberalizm- o devreye girer.
Devrim ve sosyalizm, bunların muktedir olması ile ilgilidir artık.
Ekonomi-politik, jeopolitik ve biyopolitik
silsilesinde, ekonominin, coğrafyanın ve biyolojinin nesnel güçlerini
öznelleştirmek, çıkışsızdır. Aynı şekilde, politikanın salt ekonominin,
coğrafyanın ve biyolojinin hâl yoluna sokulmasına, düzeltilmesine indirgenmesi
de sorunludur.
Bugün çeşitli liberal çevrelerde “liberalizm”
suçlamasının savrukça kullanılmasının nedeni, bu çevrelerin ekonominin,
coğrafyanın veya biyolojinin nesnel güçlerine dair bilgiyi “hakikat”
zannetmeleridir. Bu çevreler, toplumun ve tarihin hakiki özüne vakıftırlar ve
başkaları, kendi iradelerinin kontrolsüzlüğüyle hareket eden cahiller,
benciller, serseriler ve başıbozuklardır.
Sadece kendi aklını ve iradesini akıl ve irade kabul
eden bu yaklaşım, liberalizmin batağına batmış demektir. Zira sol ya da sağ,
liberalizm, bizatihi kapitalizmin tanrılık atfettiği bireyin dinidir. Bu dinin
müritleri, ekonomi-politik şahsında “işçi”, jeopolitik şahsında “halk”,
biyopolitik şahsında “ezilenler” donuna girmekte; işçi, halk ve ezilenler, sırf
ilgili bilimlerin belirledikleri nesnel güçlerin metaforları olarak iş
görmektedirler. Onların söz konusu bilimlerden çekilmiş hizaya göre
dizilmeleri, gene bireyin liberal evreni için zorunludur. Bu liberal evren,
devrimi ve sosyalizmi ister istemez kapitalizmin ilerleyişine kul ve mahkûm
edecektir. Buradan da sosyalizmle devrimin; devrimle politikanın rabıtası
kesilecektir.
Kapitalizmin üç-beş burjuva şahsın ideolojik salgısı
sanılması, bir yanılsamaya yol açmaktadır. Bu yanılsama da ilgili ideolojik
salgının alternatif salgılarla kuşatılmasının mümkün ve gerekli olduğunu
söylemekle sonuçlanmaktadır. Devrim de sosyalizm de ancak kapitalist salgının
her yana ve her ana yayılması suretiyle gerçekleşecektir. Dolayısıyla,
kolektif-müşterek kavganın neferlerine, “kapitalist olun” denilecek, bunun için
de açıktan ya da örtük olarak sosyal demokrasi veya liberalizm öğütlenmiş
olacaktır. Devrim, politikasızlığın kalıcılaşması sonucu geçersizleşecek;
kapitalizmin kendi içinde veya sonrasında komünizmi bilfiil üreteceği iddia
edilecektir. Bu tespitlerin desteklenmesi için ekonomi, coğrafya veya
biyolojiye atıfta bulunulması arasında bir fark yoktur.
Ekonomiyi, coğrafyayı veya biyolojiyi merkeze
alanların ideolojik rekabetleri bir değer taşımamaktadır. Bu bilimlerle ilgili
malumat yığını, öznelerin sosyal demokratlığı veya liberalliği için kılıftan,
bahaneden ibarettir.
On yıl önce “Kaz Dağları’ndan Adana’ya tüm dağ
silsileleri maden yağmasına açılacak” denildiğinde kılını kıpırdatmayan sol,
bugün en fazla “dostlar alışverişte görsün” türünden işler yapmaktadır. On
küsur yıl önce “Özellikle İstanbul’da iç mahalleler kentsel dönüşüm adı altında
ranta ve yağmaya açılacak” denildiğinde, sol ancak son demde şeklî tepkiler
verebilmiş, meslekî ideolojiler üzerinden ranttan pay almanın peşine düşmüştür.
Demek ki onca ekonomi-politik bilgisinin bir hükmü
yoktur. Çünkü sol, içten içe kapitalizmin ilerleyişine dua etmek demektir.
Meseleyi sınıfsal, politik, tarihsel tüm boyutlarından azade biçimde, devlet
denilen mefhuma indirgeyenlerin varlık imkânı bulması, liberalizmin teorik
zaferiyle ilgilidir. Çünkü devleti bu şekilde dost veya düşman addetmek,
liberalizmin harcıdır.
İnşaattaki katliamda ölen işçilerin ailelerinin
tazminatı kabul etmelerini “işçi sınıfının artık politik olarak var olmadığına,
hükümsüz olduğuna dair bir delil” olarak gören bu kesimler, nedense kendi
ezilenlerinin Almanlardan silâh almasına aynı minvalde yaklaşmamaktadırlar. Bu
yaklaşım, proleterleşmemenin bahanesi, ezilenleri de örtük olarak
silâhsızlandırma arzusunun bir alametidir.
Muhayyilemizin derinleşmesi ve ufkumuzun genişlemesi,
esnaf-zanaatkâr solunun temrinleri ve pratikleriyle mümkün değildir. Tabanla,
kitleyle mücadeleyi tefrik eden bu ideolojik katmanın tabana nüfuz etme
imkânlarını ortadan kaldırdığı açıktır. Maddemiz odur, diyalektiğimizse ona
karıştıkça onun emrini yerine getirmek, tevhid olmak, düşmanı bellemek,
belirlemek, kalelerine saldıracak gücü ve mevzileri oluşturmaktır.
Eren Balkır
6 Şubat 2018
Dipnot:
[1] Eren Balkır, “İki Ağaç, İki Çapulcu, İki Siyaset”, 2 Haziran 2013, İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder