31 Mart 2022

,

Suni Üreme

Alexis Escudero, 2014 tarihli La reproduction artificielle de l’humain [“İnsanda Suni Üreme”] isimli kitabıyla önemli tartışmalara ve itirazlara sebep oldu.

Fransa’da kitap üzerinden başlayan tartışmanın odağında, esasen toplumsal ilerlemenin teknolojik ilerlemeye bağlı olduğuna dair yalana kanan liberal sol duruyordu. Kitap, temelde bu kesimi ifşa etmekteydi.

Sahte sol, bugün elindeki kırbacı, aşırı sağa karşı kullanılacak dildeki ve ahlakî öfkedeki aynı gücü kullanarak, “ilerici” teknolojilere itiraz etme cüreti gösteren herkese sallıyor.

Sanayi kapitalizmine ait temel unsurları benimsemek suretiyle her yönden uzlaşmacı bir tutum sergileyen sözde sol akım, kapitalist sistemin düşmanlarına, radikalmiş gibi görünen, ama aslında hiç de radikal olmayan bir konum üzerinden saldırıyor.

Gerçek anlamda devrimci ve radikal bir bakış açısına sahip insanlar için asıl mesele, bu transhümanizmden etkilenmiş sahte solcular olmalıdır. Bu solcular, doğaya veya insan türüne dair her sözü demode, hatta tehlikeli buluyorlar.

Escudero’nun kitabını, biyoteknoloji mühendisliği denilen sektöre yönelik antikapitalist bir saldırı olarak okumak mümkün.

Kitap, bu sektörün Cesur Yeni Dünya’yı inşa ettiğini, bu yeni distopyada zenginlerin tasarımcı elinden çıkma bebekleri satın alabildiklerini, böylelikle çocuklarının sömürülen kesimin çocuklarından her yönden üstün olmalarını güvence altına aldıklarını söylüyor.

Escudero bu noktada Los Angeles’taki Doğurganlık Enstitüsü’nü örnek veriyor. Bu kurum, her yıl sekiz yüz tüp bebek üretiyor. Bu bebeklerin yedi yüzünün anne-babasında aslında doğurganlıkla alakalı hiçbir sorun yok. Aslında zengin Amerikalılar gelip “en iyi” genetik özelliklere sahip embriyoları seçme imkânı buluyorlar, ayrıca çocuklarının cinsiyetlerini seçebiliyorlar.[1]

Bu oldukça kârlı olan iş, avlarını avlamak için sağa sola tuzaklar kuruyor. 2009’da Londra’da düzenlenen ilk Doğurganlık Şovu etkinliğine seksen şirket katılıyor. Bu şirketler arasında klinikler ve sperm bankaları da bulunuyor. Etkinliği üç bin civarında ziyaretçi ziyaret ediyor.[2]

2015 tarihli bir raporda verilen rakama göre, ABD’deki doğurganlık pazarının yıllık ortalama değeri 3 ilâ dört milyar dolar.[3] İngiltere’de bu rakam 600 milyon sterlini buluyor.[4]

Escudero kitabında, yeni öjeninin amacının kaçınılmaz olarak değiştiğini, artık bugünkü öjeni pratiğinin, sadece kalıtsal kusurları görüntülemeyi amaçlamadığını, bunun yanı sıra, insanları daha çekici, daha iri, daha atletik ve daha zeki kılmaya çalıştığını ortaya koyuyor.

Yani artık öjeninin amacı, doğanın kusurlu kıldığı insanı daha iyi kılmak. Modası geçmiş insan modelini geride bırakmak isteyen sanayi kapitalizmi, ürettiği yeni ürünlerle süper insanlar, “postinsanlar” yaratmak istiyor.[5]

Escudero kitabında Nazi Almanyası’ndan çıkış alan bu kötülük yüklü öjeni sektöründeki büyümeye solun gerekli cevabı üretemediğini söylüyor.

“Sol, konuyu zerre tartışmıyor. Sanki solcu olmakla insanda suni üreme fikrini desteklemek, el ele ilerliyor.”[6]

Oysa Fransa’da Tıbbi Destekli Üreme meselesine esas olarak dindar sağcılar itiraz ettiler. Bu kesim ise asıl olarak bebeklerin gey ve lezbiyen çiftler için üretilmesi fikrine karşı çıktılar.

Escudero, meseleye bu yönden itiraz etmediğini açık bir dille ifade ediyor. O aslında liberal solun “herkese tıbbi destekli üreme imkânı sağlansın!” sloganına “bu imkân kimseye sağlanmasın!” sloganıyla karşı çıkıyor. Onun derdi, tıbbi destekle üreme hizmeti alacak müşterilerin cinsel yönelimleri değil, sektörün kendisi.

Escudero, bir yandan da lezbiyenlerin kullandığı, kişinin kendi kendine şırınga ile uyguladığı dölleme tekniğine de karşı olmadığını, bu tekniğin tıbbi destekli üreme başlığı altında ele alınmayacağını söylüyor.

Escudero, bugün tıbbi destekli üreme sektörünü “toplumsal açıdan ilerici” buldukları için savunan solcuların korkunç bir tuzağa düştüklerini söylüyor.

Bu noktada “Tıbbi destekli üreme hakkı olmazsa eşitlik olmaz” diyen Fransız eşcinsel hakları örgütü inter-LGBT’nin yaklaşımına işaret eden Escudero, bu konuda şu tespiti yapıyor: “Siber liberal sol, biyoteknolojiye başvurmaksızın eşitliğin olmayacağını düşünüyor.”[7]

Escudero, teknoloji karşısında büyülenen solcuların bu büyülenme ile birlikte, eskiden savundukları konumları terk ettiklerini, fiiliyatta kapitalist sisteme destek sunmaya başladıklarını söylüyor.

“Bu siber liberal sol, bireysel özgürlük mücadelesini piyasanın özgürlüğünü savunmak için veriyor. Bu sol, politik eşitlikle bireylerin biyolojik anlamda tek tipleştirilmesini birbirine karıştırıyor. Onun rüyası, liberal öjeniden ibaret. Bu öjeni anlayışı ise bedenin ilgası ve suni rahimlerin kullanılması üzerine kurulu. Siber liberal sol, esasen insan türünün teknolojiyle yeniden yaratılacak post-insanlığın hayalini kuruyor. Ondaki muhalefet ve isyan, asıl kimliğini teknokapitalizmde buluyor.”[8]

Bugün epey etkili ve sesi çok çıkan bu liberal sola yönelik eleştiri, doğalında epey tepkiye sebep oldu. 28 Ekim 2014 günü Paris’teki bir kitapçıda düzenlenen bir sohbet toplantısı esnasında Escudero protesto edildi. Gösteriyi gerçekleştirenlerin ellerindeki dövizlerde Escudero “lezbiyen, eşcinsel ve trans düşmanı” olmakla suçlanıyordu.[9]

Sonra, 22 Kasım Cumartesi günü bir grup, Lyons anarşist kitap fuarında Escudero’nun katıldığı atölye çalışmasını protesto etti. Orada dağıtılan bildiride, Escudero’nun “yaşamı savunmak adına özcülüğe kayan bir çevreci” olduğundan, bu anlamda “José Bové ve Pierre Rahbi ile ortaklaştığından söz ediliyordu: Bildiri, şu cümlelerle sona eriyordu: “LGBT düşmanlığına hayır! Tıbbi destekli üreme hakkının genişletilmesine evet! Özcülüğe ve doğacılığa hayır!”[10]

Bu eyleme tanık olanların aktardığına göre, “teknoloji yanlısı faşist grup, Escudero’nun başını çektiği atölye çalışmasının gerçekleştirildiği odanın girişini tuttu, girmeye çalışanlara hakaretler yağdırdı. Sonuçta çalışmayı organize edenler, toplantıyı iptal etmek zorunda kaldılar.”

Bu tanıklığı aktaran Gouilleux, konuya dair şu yorumu yapıyor:

“O an net bir biçimde anladık ki bu insanlar, ‘doğa’ ve ‘insan’ kelimelerinin ağza alınmaması gereken yasaklı kelimeler olduklarını, hatta bu tür olguların varolmadığını düşünüyorlar, dolayısıyla tartışmak da anlamını yitiriyor. Onun yerini yumruk kavgası alıyor.”[11]

Escudero’nun da kitabında tespit ettiği biçimiyle, bu sahte solcular, aslında kapitalist sistemin ilerleyişine ideolojik planda eşlik eden atlı uşaklar. Bu hâlleriyle onların suniliğe kafayı takmış olmaları, organik veya doğal olan her şeyi düşman kabul etmeleri, gayet olağan bir durum.

“Özgürlük ve kurtuluş mücadelesine destek sunuyormuş gibi yapan postfeministlerin ve transhümanistlerin içi, doğaya, doğal olana, insana doğuştan bahşedilmiş olan her şeye yönelik sonsuz nefretle yüklü. Onlar, üretilmemiş, imal edilmemiş, standarda bağlanmamış, düzenlenmemiş, aklileştirilmemiş her şeye düşmanlar. Kurgularıyla örtüşmeyen, işlerine yaramayan, kusurlu görünen, yedi yirmi dört verimli ve üretken olmayan her şeyden nefret ediyorlar. Ellerinin arasından kayıp giden, kontrol edilemeyen her şeyden nefret ediyorlar.”[12]

Orgrad
Kaynak

Dipnotlar
[1] Alexis Escudero, La reproduction artificielle de l’humain (Grenoble: Le monde à l’envers, 2014), s. 62.

[2] Escudero, s, 69-70.

[3] “Fertility Market Overview”, Mayıs 2015’, HW.

[4] Maxine Frith, “You’re big business now, baby”, The Daily Telegraph, 19 Ekim 2014.

[5] Escudero, s. 118.

[6] Escudero, s. 10.

[7] Escudero, s. 174.

[8] Escudero, s. 12.

[9] “Alexis Escudero: Antiféministe, Masculiniste, Homophobe!” 7 Kasım 2014, Luttes.

[10] “A propos du livre d’Alexis Escudero”, 23 Aralık 2014, Mondialisme.

[11] A.g.e.

[12] Escudero, s. 186.

30 Mart 2022

,

Medya ve Toplumsal Cinsiyet Kimliği Endüstrisi


Medya, insanlığın erkek ve kadın dışında başka bir alt kümesi olduğu, bu iki cinsiyet haricinde başka bir cinsiyetin var olduğu konusunda yoğun bir propaganda faaliyeti yürütüyor. Çıkarttığı sesle her fırsatta duyar kasan medya, bu propaganda dâhilinde kullanılan cümleleri sürekli sakız gibi çiğneyip duruyor.

Kısa sürece önce Post Millennial sitesi için muhabirlik yapan Nick Monroe, Lia Thomas ile röportaj yapan Sports Illustrated dergisini eleştirdi. Bilindiği üzere Lia Thomas, kadın yüzme takımına girip yüzme şampiyonasına katılmıştı. Dergi, Lianın kadın olduğunu söylüyor. Monroe, röportajda Lianın cinsel kimliğinin sürekli altını çizmesine hiç şaşırmadığını, ama bir yandan da kendisine, kadınların yaptığı sporlara erkeklerin katılmasına neden izin verildiği sorusunun sorulmamasını garipsediğini ifade ediyor. Ayrıca Lia röportajda, trans kişilerin insanlığa ait bir alt kümeyi teşkil ettiklerine dair önermeye dair de tek laf etmiyor.

Spor konusunda podcast yayınları yapan Ross Tucker da kısa süre önce Twitter’da bir dizi not yayınladı ve orada Lia Thomas’ın Kadınlar Yüzme Şampiyonası’na katılmasını eleştirdi. Bu yazısında Thomas’ı erkek olarak tarif eden Tucker, bu sporcunun kadın sporları bünyesinde yarışmasına izin verilmesinin yol açacağı olası zararlardan bahsetti.

“Birbiriyle çelişen hakların tümüyle kapsandığı, herkesin kazandığı bir ortam olamaz. Trans kadınların spor müsabakalarına alınması önünde her türden engelin kaldırılması, sınırları siler, belirli bir noktada her şeyi bulanıklaştırır.

Toplumsal cinsiyet endüstrisi, ana akım medyada genelde sağcılar tarafından eleştiriliyor. Bu sağcılar, esasında meseleyi yüzeysel ele alıyorlar. Trans-kadınların, kadınların yarıştığı spor müsabakalarına alınmalarının adil olmadığını, kadın hapishanelerine alınan trans kadınların güvenliği ortadan kaldıracağını söylüyorlar. Ama kimse, trans kişilerin varlığını eleştirmiyor.

Sahip oldukları hisleri üzerinden insanlığın kadın ve erkek dışında başka bir alt gruba sahip olduğuna, kadın-erkek dışı olanların, cinsiyetsiz olanların özel hakları ve bu hislerine yönelik saygıyı hak ettiklerine dair zokayı herkes neden yutuyor?

İnsanlar, medyanın propaganda ettiği bu zokayı korktukları için mi sorgulamıyorlar? Yoksa gazetecilerin bu meselenin alt metnini ifşa etmelerine şefleri mi mani oluyor?

Meselenin kökünü kavramak, onu açığa çıkartmak gerek. Aksi takdirde yerimizde sayıp dururuz.

“Erkek veya kadın olmayan kişi diye bir şey yok. Tüm meselenin özü bu. Bize yutturulan zokaya kanmamak gerek. Dolayısıyla kendileri ile ilgili olarak uydurma kanaatlere ve inançlara sahip kişiler için yeni kanunlar çıkartılamaz, yeni bir dil geliştirilemez. Bunun birçok sebebi var.

On yılı aşkın bir zamandır kimi özel kişilere özel kimlikler bahşediliyor. Ana akım medya, bu kimliklerin alınıp satıldığı yer hâline geldi. Trans ve toplumsal cinsiyet gibi kelimeler, 2014 öncesi kültür ile ilgili kelime dağarcığımızda yeri olan kelimeler değildi. LGBT cemaati içerisinde bile bu tür kelimelerin geçmişi o kadar eski değil. Bu cemaat, daha çok transseksüel” kelimesini kullanırdı ve bu kelime, fetiş türlerini, tuhaflıkları, karşı cinse ait klişelere düşkünlüğü, diğer cinsiyetin kıyafetlerini giymeyi, cinsiyetsiz olmayı vs. anlatırdı.



2014’te Time dergisinin kapağında kadın elbisesi giymiş bir siyahın resmine yer verildi. Cinsiyet tercihini veya toplumsal cinsiyeti esas alan ideoloji, kamuoyunun önüne bu sayede çıktı. Hoşuna gitmeyen bir cinsiyete sahip olmamak, bize Jim Crow yasalarının ve köleliğin kahrını çeken siyahların çilesiyle denk şeylermiş gibi takdim edildi. Ayrıca bu yaklaşım, cinsiyetin gerçekliğini inkâr etmesine karşın, aynı cinsiyetten kişileri beğenmeyi de bu düzlemde ele alıyordu.

Kurgulanmış cinsel kimlikler, bize bu propaganda bombardımanı dâhilinde satıldı. Medya, hormonlar konusunda herkesin beynini yıkadı. Aslında kadın düşmanı, ırkçı ve homofobik olan bu propaganda faaliyeti, ilerici bir şeymiş gibi sunuldu. Elitler, bu faaliyeti cinsiyeti kâr için sömürgeleştirmek için yürüttüler. Tümüyle cinsel varlıklarmış gibi gördükleri insanı yıkıma uğratan, lime lime eden elitler, insanı tüketim için parçalarına ayırdılar ve insanın cinsiyetini bir lego setine çevirdiler.

Bugün aslında topluma, bedensel rahatsızlığı olan az sayıda insan, o topluma kendisini aitmiş gibi hissetsin diye ayar çekiliyor değil.

Onur yürüyüşleri, kendi vücudunun bir parçasının kendisine ait olmadığını düşünen, o parça yüzünden bedeninden rahatsız olan insanlar için düzenlenmiyor. Küresel bankalar, bu tür psikolojik rahatsızlıkları olanları değil, cinsiyetiyle ilgili rahatsızlığı olanları umursuyorlar.

Uluslararası hukuk firmaları, yatırım şirketleri, ilâç ve teknoloji sahasının milyarderleri, bunların yanında, hükümetler, sadece cinsel organından, dolayısıyla bedeninden rahatsız olan insanlara yatırım yapıyorlar, bedenine ait bir parçadan rahatsız olan, bu konuda psikolojik sorun yaşayan insanlara değil.

Tıp-sanayi kompleksiyle bağlantılı tüm siyaset kurumu, cinsiyetle alakalı rahatsızlığı normalleştirmek adına hareket ediyor. Bu rahatsızlık, genç kadınlara sirayet ediyor. Ruhsal bütünlüğü dağılmış, dissosiyatif kişiler ve bedeninden rahatsız olan kişiler, Bedensel Kimlik Bütünlüğü Rahatsızlığı ile ilişkilendiriliyorlar. Bu rahatsızlığa sahip bireyleri medya, cesur, gizemli veya seksi kişiler olarak pazarlıyor, ama hiçbir mankenlik ajansı çıkıp da bu kişileri işe almıyor.

Neticede insan iki ayaklı bir canlı, ama genelde insan, yukarıda bahsini ettiğimiz rahatsızlıkta karşımıza çıkan, kişinin rahatsız olduğu asıl uzuv olan bacaklara göre bir tür olarak tanımlamıyor. İnsan, cinsiyetine göre tanımlanıyor, çünkü erkek ve kadın arasındaki farklılıklar, üreme kapasitemizi ortaya koyuyor.

Bu üreme kapasitesi, bugün tıp-teknoloji kompleksi tarafından, kâr amacıyla sömürgeleştiriliyor. Üstelik bu süreç, insanın evrimine insan hakları adına yapılan müdahale üzerinden işliyor. Sermaye, daha da özelde kadının üreme kapasitesini pazar hâline getirip gasp ediyor. Kadının üreme kapasitesi, teknolojinin eline geçiyor. Kadınlar, dilden ve hukuktan siliniyorlar. Kadını, şirketlerin eline geçmiş devletin ürettiği toplumsal cinsiyet ideolojisi siliyor.

Bugün zarfa değil mazrufa bakmamız, meselenin kökünü kavramamız gerekiyor. Teknolojik-tıbbi üreme endüstrisi ve öjeni, insanı cinsellikle ilgili gerçekliğinden kopartıyor, türü yeniden üretiyor. Zenginler, bu ajandaya öncülük ediyorlar, “marjinal gruplar”ı dert edindiklerini söylüyorlar. Gerçekliğe yeni bir düzen getiriyorlar.

Toplumsal cinsiyet endüstrisi, bu işin bir yüzünü, medya diğer yüzünü hallediyor. Medya, bedeninden rahatsız olan, bu yüzden bacaklarının kesilmesini isteyen insanlara odaklanıyor. Cinsiyeti bu rahatsızlıkla ilişkilendiriyor, böylece cinsellikle ilgili gerçeklikten kopmayı normalleştiriyor. İnsan, iki ayrı cinsiyete sahip bir tür. Bizi biyosfere ve birbirimize cinsiyetimiz bağlıyor.

Bu Propaganda Mekanizmasının Arkasında Kimler Var?

Lia Thomas’ı öve öve bitiremeyen Sports Illustrated dergisinin sahibi, Authentic Brands. Bu şirket, 2019da BlackRocktan yatırım amacıyla 875 milyon dolar almış. Dergi, bugün kapağına kadın pozu vermiş dört erkeği taşıyor. Karşımızda, esasen tüm gösterişli hâliyle, yüksek teknolojinin yüce amaçlarına hizmet eden, devlet eliyle yürütülen bir propaganda faaliyeti duruyor.

Peki bu faaliyeti yürütenler, tam olarak ne satıyorlar? On trilyon doları bulan sermayesiyle dünyanın en büyük varlık yöneticisi olan BlackRock şirketinin insanların cinsel organları ile ilgili rahatsızlığını kendisine dert edinmesi için ameliyatların, ilâçların, ameliyat cihazlarının, araştırmaların ve psikiyatri sektörünün ilâç ve teknoloji şirketlerine sağladığı kâr yeterince cazip mi?

Sports Illustrated dergisi (dolayısıyla BlackRock), halkı erkeklerin kadın olabileceğine neden ikna etmeye çalışıyor? Geçen yıl Lenya Bloom, Megan Thee Stallion ve Naomi Osaka ile yaptıkları gibi, neden erkeklerin yanında beyaz olmayan kadınlara yer veriyor? Tüm hükümetler, uluslararası şirketler, yatırım şirketleri, milyarderler neden aynı hikâyeyi anlatıp duruyorlar? Neden medyada tek bir kimse bile çıkıp bu soruları sormuyor, hatta bu sektörü eleştirdiğini söyleyen sağcıların ağzından bu konuyla ilgili neden tek bir laf çıkmıyor?

Medya ve Teknoloji-Tıp Kompleksi

Anlatılan hikâyenin bize nasıl yutturulduğunu anlamak için Amerikan medyası ile teknoloji-tıp kompleksi arasındaki bağlara bakmak, toplumsal cinsiyet masalını anlatan oligarkları incelemek gerekiyor. Medya eliyle elitler, belirli meselelere dokunulmamasını sağlıyorlar. Bu anlamda medya, aslında sağcılar gibi davranıyor: sektörü eleştirmeyi kimseye bırakmayan sağcılar, meselenin kökenine, trans kişiler denilen yalanın kaynağına hiç dokunmuyorlar.

Arcus Vakfı, toplumsal cinsiyet endüstrisini besleyen en büyük LGBT STK’sı. Amerikan Psikoloji Vakfı’na yüz binlerce dolar bağışlamış. Vakfın arkasında Stryker Medical var. Toplumsal cinsiyet masalını medya yoluyla anlatan vakıf, bedensel uzuvların alınması pratiklerini de destekliyor. Ayrıca Ulusal Kamu Radyosu ve GLAAD gibi toplumsal cinsiyet endüstrisi adına propaganda faaliyeti yürüten çalışmalara da para veriyor.

Tıp-sanayi kompleksini büyük yatırımlar yapan ve bir ferdinin kendisini trans olarak nitelediği, Amerikalı milyarder Pritzker ailesi, insanın iki ayrı cinsiyetten meydana gelmiş bir tür olmadığı yalanını yaymak için ABDde, Kanadada ve İsrailde bir dizi kurum meydana getirdi. Aile, en son ruh sağlığı alanına bağışta bulundu. Şikago valisi Pritzker, kendi eyaletinde bulunan ruh sağlığı çalışmalarına 140 milyon dolar tahsis etti. Öte yandan, John ve Lisa Pritzker, Kaliforniya Üniversitesi San Fransisko Kampüsü’ne yeni bir psikiyatri merkezi kurması için 60 milyon dolar bağışladı.

Üniversite, tıp-sanayi kompleksi yanında, toplumsal cinsiyet sahasına da milyarlarca dolar akıtıyor. Üniversitedeki tıp merkezinde trans bakım merkezi bulunuyor. Merkezin ortaklarından biri, Comcast denilen, medya sahasında faal olan holding. Holding, AT&T, NBCUniversal, Sky Broadcast and Telecommunications, DreamWorks Animation ve Xumo Online Video Streaming isimli şirketlerin sahibi.

Disney, AT+T ve Amazon da toplumsal cinsiyet sahasına yatırım yapıyor. Medya kurumlarında toplumsal cinsiyetle ilgili her türden eleştiriyi sansürlüyorlar. Bu şirketler, aynı zamanda teknoloji-tıp kompleksine de yatırım yapıyorlar. Ana akım medyanın üzerindeki yorganı çekip aldığınızda, bu medya tekellerinin teknoloji-tıp kompleksiyle aynı yatakta olduğunu görüyorsunuz. Hep birlikte bedenin cinsiyetten kopartılması meselesini ilerici kabul ediyorlar.

Medya tekelleri, cinsiyete sahip bedenlerimizden kopmamızı olağan görmekle kalmıyor, bunu aynı zamanda cazip ve heyecan verici bir şey olarak takdim ediyorlar. Söyledikleri yalanları sorgulama cüretinde bulunanları susturuyorlar. Bu tekellerin toplumsal cinsiyet endüstrisini yöneten teknoloji-tıp kompleksiyle güçlü bağları var. Amazon (Jeff Bezos) ve Time (Marc Benioff) gibi şirketler, bir yandan da o büyük doğurganlık pazarıyla da bağlantılı. Bunlar, toplumsal cinsiyet endüstrisi dâhilinde tıbbi bir mesele hâline getirilen gençlerin kısırlaştırılmasından epey para kazanıyorlar.

Teknoloji-tıp kompleksi durdurulmalı. Onun derdi, gerçek dünyadaki (cinsiyetle alakalı) köklerimizi kopartmak ve bizi sentetik, sahte bir gerçeklik anlamında teknolojik-tıbbi bir hapishaneye kapatmak. Geri kazanmak zorunda olduğumuz, o gerçek dünyayla irtibatımızı sağlayan ilk kritik unsur, dil. Dilin neden ve nasıl değiştiğini anlamak zorundayız.

Jennifer Bilek
22 Mart 2022
Kaynak