16 Mart 2022

,

Pentagon, CIA ve Sinema

Propaganda, en çok da insanların bir şeyin propaganda olmadığını düşündüğünde tesirlidir. En güçlü sansürse hiç yapıldığını bile bilmediğiniz sansürdür.

ABD ordusunun sinema filmlerine nadiren etki ettiğini, bu etkininse alabildiğine ufak olduğunu düşünen kişi, kendisinin aldatılmasını isteyen bir alıktır. Ordu, binlerce filme tesir etmiş, onun yüzünden binlerce film çekilememiştir. Buna her türden televizyon programı da dâhildir. Televizyon kanallarında yayınlanan yarışma programlarına veya yemek programlarına askerlerin katılması asla tesadüf değildir. Ordunun şanlı mensupları bu gösteriye, ayrıca spor müsabakaları veya kendilerine paraların ödendiği, koreografisinin parasının vergilerden kesildiği, bizzat ordu eliyle gerçekleştirildiği törenler üzerinden de dâhil olmaktadırlar. Eğlence sektörünün içeriği bizzat Pentagon’daki eğlence bürolarınca belirlenir. Dünyada savaş ve barışla ilgili haberlere insanların farklı tepkiler geliştirmeleri konusunda onları hazırlamaksa CIA’ye düşen bir görevdir. CIA, insanlar dünya ile ilgili gerçek haberlerden çok az şey öğrensin diye farklı bir gerçeklik kurgular.

ABD ordusu, sıkıcı ve muteber olmayan haber programlarını az sayıda insanın izlediğini, sıkıcı ve muteber olmayan gazetelerinse daha az ilgi gördüğünü, ama öte yandan büyük bir kitlenin uzun metrajlı filmleri ve TV şovlarını anlamlı olup olmadığına bakmadan izlediğini biliyor. Pentagon’un bu gerçeği bildiğini biz de biliyoruz.

Neticede askeri yetkililer bu bilgi uyarınca plan program hazırlıyor, acıması olmayan araştırmacıların Bilgilenme Özgürlüğü Kanunu’nu kullanacağını onlar da iyi biliyor.

Süreç içerisinde bu araştırmacılar, binlerce sayfalık notları, genelgeleri, senaryoları topladı. Bunların hepsini internete koydular mı bilmiyorum, umarım koyarlar, linklerin herkesçe ulaşılmasını sağlarlar. Sonuçta da Savaşın Salonları: Pentagon ve CIA Hollywood’u Nasıl Ele Geçirdi [“Theaters of War: How the Pentagon and CIA Took Hollywood”] türünden filmler çoğalır.

Roger Stahl, bu filmin yönetmeni, kurgucusu ve anlatıcısı. Yapımcıları Matthew Alford, Tom Secker ve Sebastian Kaempf. Bu isimlerin çok önemli bir kamu hizmeti sunduklarını kabul etmek gerek.

Filmde üzeri örtülmüş birçok şeyle ilgili nüshaları, oralardan yapılan alıntıları ve bunlarla ilgili analizleri görüyor, bugüne dek ordu izin vermediği için kimsenin görmediği binlerce sayfalık belgeden haberdar oluyoruz.

Filmin yapımcıları, ABD ordusu ve CIA ile sözleşme imzalıyorlar. Hakkında konuşulan konu başlıklarını filme serpiştirmeyi kabul ediyorlar. Eldeki belgenin hacminin ne olduğunu bilmiyor olsak da binlerce TV programının ve yaklaşık üç bin filmin Pentagon’un ve CIA’in masasından geçtiğini biliyoruz. Birçok filmde ordu, veto gücüne sahip yapımcılardan biri olarak, sürece dâhil oluyor. Bunun karşılığında da askerî üslerin, silâhların, uzmanların ve askerlerin kullanılmasına izin veriyor. Anlaşma olmazsa hiçbir şey verilmiyor.

Filmlerin çekimlerinde ordunun eli kolu bağlı oturduğunu söylemek zor. Ordu, filmin hikâyesi konusunda yeni fikirler sunuyor, yapımcılara önerilerde bulunuyor. Filmin salonlara gelmesini veya laptop’larınızda sizinle buluşmasını sağlayacak yeni işbirlikçilerini devreye sokuyor, bu tür konularda kendi fikirlerini sunuyor. Örneğin Şeref Madalyası [“Act of Valor”] filmi, orduya yeni asker alımı için yürütülen bir reklâm kampanyası ile birlikte gündeme geliyor.

Tabii askerin yardımı olmaksızın da birçok film çekilmiş. En iyi filmlerin büyük bir kısmı, böylesi bir yardımı hiçbir vakit talep etmemiş. Bazıları yardım istemiş, ama yardım verilmemiş, o yardım başka yerlerden alınmış, sahnelerin kurulması için vergi mükelleflerinin parasına dokunulmadan, çok fazla para harcanmak durumunda kalınmış.

Ama öte yandan da birçok film orduyla birlikte çekilmiş. Bazen seri filmlerin ilki orduyla yapılıyor, geri kalan hikâye ordunun belirlediği çizgide ilerliyor. Bu tür pratikler normal karşılanıyor. Ordu, askerliğin cazip kılınması ve yeni askerler alınması bağlamında bu tür filmleri değerli görüyor.

Ordu ile Hollywood arasındaki ittifak yüzünden bazı konu başlıkları daha fazla ilgi görüyor. Film stüdyoları, Pentagon reddettiği için uzun zaman ele alınamamış olan İran Krizi türünden konu başlıkları ile ilgili senaryolar yazma ve bu tür konularla ilgili çekilecek bu filmler için en iyi aktör ve aktrisleri işe alma imkânı buluyorlar. Dolayısıyla seyirci İran Krizi ve Watergate Skandalı gibi konularla ilgili filmleri ordunun müdahalesi sayesinde izleyebiliyor.

Bu noktada şunu sorabiliriz: “ABD ordusu filme çekilecekken çekilemeyen hangi güzel konu başlıklarına mani olmuştur?” Ele alınan konu başlıkları genelde hayal ürünü olan çalışmalar içerisinde heba ediliyor veya çarptırılıyor. Kara Şahin Düştü [“Black Hawk Down”] Harrison Ford’un oynadığı Açık Tehlike [“Clear and Present Danger”] filminin yürüdüğü yolu yürüdü. Argo türünden filmlerse küçük hikâyelere sahip ama büyük gişeye ulaşmış filmler olarak gündeme geldi. Bu tür filmlerde senaryolar, izleyiciye savaşın kim tarafından başlatıldığından asla bahsetmiyorlar, sadece hayatta kalmaya çalışan veya bir askeri kurtaran askerlerin kahramanlıklarından bahsediyor.

Ne var ki bu filmlerin çekimi öncesi kimse gelip de gazilere bir şey sormuyor, onlara danışmıyor. Buna cüret eden yapımcıların ve yönetmenlerin filmleri ise Pentagon tarafından redde tabi tutuluyor, Pentagon bu filmleri, ya gerçekdışı bulduğu ya da fazla gerçekçi bulduğu için çöpe atıyor. Buna karşın Pentagon, alabildiğine gerçekdışı olan filmlere destek atmakta bir beis görmüyor.

Ordunun müdahil olduğu, ABD ordusunun uzaylılarla veya gizemli yaratıklarla dövüştüğü filmlerden de bahsetmek gerek. Bu tür filmler, inandırıcı olduğu için değil gerçeklikten uzak durduğu için çekiliyorlar. Öte yandan ordunun etkilediği, müdahil olduğu filmler, halkın ABD ordusunun hedef aldığı ülkelere dair görüşünü biçimlendiriyor, o ülkelerde yaşayan insanların insan değil de böcek veya fare gibi takdim edilmesine katkıda bulunuyor.

Son günlerde popüler olan Yukarı Bakma [“Don’t Look Up”] filminin adı, bahsini ettiğimiz Savaşın Salonları filminde geçmiyor. Belki de bu filmde askerin parmağı yoktur (filmi izleyenlerin bilmediği bir bağ belki de söz konusudur, kimbilir). Askerin müdahalesi var mı yok mu bilmiyoruz ama Yukarı Bakma filmi de her zaman karşımıza çıkan askerî kültürü ve bunu esas alan fikri yansıtıyor (filmde dış uzaydan gelen bir göktaşının havaya uçurulması lazım, aslında ABD hükümeti bu işi seve seve yapar, üstelik ona kimse mani dahi olamaz!)

Bu filmde gezegendeki iklim krizinin sonlandırılması meselesine atıfta bulunuluyor (oysa ABD hükümetinin bu meseleyi çözmek aklının ucundan bile geçmez!) Hiçbir eleştirmen, filmin nükleer silâh imal etme ihtiyacının iyi mi kötü mü olduğu sorusunu sormaması üzerinde durmuyor, ABD kültürünün bu yöndeki ihtiyacı gündemden düşürdüğünü kimse görmüyor.

Ordu, neye onay verdiğine, neye vermediğine açıklık getiren yazılı politikalara sahip. Ordu, kendi hatalarının ve işlediği suçların teşhir edilmesini, perdede veya kitapta ortaya konulmasını istemiyor, bu tür işlere asla onay vermiyor. Dayandığı zemini aşındıran çalışmalara karşı çıkıyor. İntihar eden gazilerle, ordudaki ırkçılıkla, cinsel saldırılarla ve tecavüzlerle ilgili tek bir kare filmin bile çekilmesini istemiyor. Buna karşın, çıkıp bazı filmleri “gerçekdışı” bulduğu için desteklemediğini söyleyebiliyor.

Ordunun desteklediği, onay verdiği filmleri yeterince izlerseniz, nükleer silâhların kullanılması ve nükleer savaştan sağ çıkılması ile ilgili sahnelerin el üstünde tutulduğunu görürsünüz. Bu yaklaşımın köklerini Hiroşima ve Nagazaki ile ilgili olarak Pentagon’un ve Hollywood’un birlikte icat ettikleri efsanelerde bulmak mümkün. Sovyetler’le yaşanan nükleer krizini ele alan Yarından Sonra [“The Day After”] filmi bu tür efsaneleri temel alıyor, ordunun etkisi altında çekiliyor. Godzilla da nükleer konusundaki uyarı zemininde yapılmış bir film.

Demir Adam [“Iron Man”] serisinin ilk filminin özgün senaryosunda kahraman, kötü niyetli silâh tüccarlarına kafa tutuyor. ABD ordusu senaryoyu yeniden yazıyor, böylece filmin kahramanı askere daha fazla para akmasını isteyen, cesur bir silâh satıcısına dönüşüyor. Serinin diğer filmleri de bu konu başlığı üzerinden çekiliyor. ABD ordusu silâhlarla ilgili tercihlerini ortaya koyduğu Hulk, Süpermen, Hızlı ve Öfkeli [“Fast and Furious”] ve Transformers gibi filmler aracılığıyla dillendiriyor. Amerikan kamuoyu da kendisini hiç ilgilendirmeyen, zerre çıkarına olmayan silâhlara tonla parayı akıtarak, bu silâhlanma sürecine katkıda bulunuyor.

Discovery, History ve National Geographic türünden kanallarda yayınlanan belgeseller ordunun çektiği silâh reklâmları ile dolu. National Geographic’te yayınlanan Muharebe Kurtarma Operasyonu [“Inside Combat Rescue”] isimli belgesel, asker alımı için çekilmiş bir propaganda filmi aslında. Yüzbaşı Marvel [“Captain Marvel”] ise Hava Kuvvetleri’nin kadınlar için cazip kılınması amacıyla çekiliyor. Aktris Jennifer Garner, filmle birlikte yayına giren askerliği teşvik amaçlı reklâm filmlerinde oynuyor, bu filmler diğer reklâm filmlerinden daha fazla etkili oluyor.

2003 tarihli, Al Pacino gibi isimlerin oynadığı Çaylak [“The Recruit”] isimli film ise CIA’ye bağlı eğlence bürosu tarafından kaleme alınmış. Deniz Kuvvetleri Kriminal Araştırma Servisi [NCIS] türünden diziler de ordunun belirlediği çizgide ilerliyor. Bu çizgi, TV şovlarını, yarışma programlarını, sohbet programlarını, aile üyelerini bir araya getiren programları, yemek programlarını vs. tayin ediyor.

Daha önce de dile getirdiğim gibi, Ölüm Emri [“Eye in the Sky”] filmi, dronlarla işlenen cinayetler konusunda insanların görüşünü biçimlendirmek amacıyla ABD ordusunun müdahalesiyle çekilmiş, gerçekdışı, saçma sapan bir film.

Herkes, aslında bu yazıda bahsi edilen konuya dair az çok bilgiye sahip. Savaşın Salonları belgeseli, bu işin ulaştığı kapsamı ve ölçeği kavramamıza katkıda bulunan bir çalışma. Bu bilinç, bizlere, yapılan anketlerde ABD ordusunun barış için bir tehdit olduğunu gösteren oranların neden yüksek çıktığını, buna karşılık, Amerikan kamuoyunun önemli bir kısmının, Amerika’nın başlattığı ve yürüttüğü savaşların halkın faydasına olduğuna neden inandığını, bu sebeple orduya neden minnettar olduğunu anlama imkânı sunacak.

Bu tür belgeseller sayesinde ABD’de halkın kitlesel kıyımları ve imha süreçlerini neden hoş gördüğünü, hatta neden yücelttiğini, nükleer silâhların kullanılması tehdidine, hatta bizzat kullanılmasına bile neden destek sunduğunu, ABD’nin dışarıda bir yerlerde özgürlüklerini tehdit eden düşmanları bulunduğunu neden düşündüğünü anlayabileceğiz.

Savaşın Sinemaları filmini izleyenler, ilk izlediklerinde “o kadar da değil!” diyecekler muhtemelen. Sonra da “dünya bizim deli olduğumuzu düşünecek” diyecekler. Buna karşılık çok az kişi, gayet yerinde ve hayırlı bir başlangıç olarak, kendisine filmlerde gördükleri savaşların gerçek savaşlarla bir alakasının olup olmadığını soracak.

Savaşın Sinemaları bir öneri ile sona eriyor, filmlerin CIA ve ordu ile işbirliği içerisinde çekilip çekilmediğine dair bir not ile birlikte başlaması söylüyor. Film, aynı zamanda ABD’de kamuoyuna yönelik, suçları itiraf etmeyi de içeren propaganda faaliyetlerini yasaklayan kanunlar bulunduğundan bahsediyor. Buna bir de 1976 yılından beri yürürlükte olan Uluslararası Yurttaşlık Hakları ve Politik Haklar Sözleşmesi’nde belirtilen “her türden savaş propagandasının kanunen yasaklanması gerektiğini” söyleyen maddesini de eklemek gerekiyor.

David Swanson
5 Ocak 2022
Kaynak

0 Yorum: