01 Mart 2022

,

Kama

Ukrayna’daki Kriz Ukrayna Değil Almanya’yla İlgili

Almanya ve Rusya arasındaki ilişki, ABD’nin uğruna I. ve II. dünya savaşlarına, ayrıca soğuk savaşa girdiği, onun yüzlerce yıldır en fazla ilgilendiği mevzudur. Bizi ancak iki ülkenin birleşmesiyle ortaya çıkacak güç tehdit edebilir. Dolayısıyla birleşmenin gerçekleşmemesi için her şey yapılmalıdır.” [Stratfor Başkanı George Friedman, “Şikago Dışişleri Konseyi’ndeki Konuşmadan”]

Ukrayna krizinin Ukrayna ile bir alakası yok. O genelde Almanya, özelde de Almanya’yı Rusya’ya bağlayan ve adına Kuzey Akım II denilen boru hattı ile ilgili.

Washington, bu boru hattını kendisinin Avrupa nezdinde güçlü olan elini zayıflatacak bir tehdit olarak görüyor. Onu daha başında sabote etmek istemesinin sebebi bu.

Tüm müdahalelere rağmen Kuzey Akım projesi yürürlüğe girdi, şuan çalışmaya hazır durumda. Almanya nihai izni verirse doğal gaz akışı başlayacak. Almanya’da evler ve işletmeler, temiz ve ucuz enerji kaynağına kavuşacak, Rusya da doğal gaz gelirlerinde önemli bir artışa tanıklık edecek. Bu anlaşma sayesinde her iki taraf da kazanacak.

ABD dış politikasında söz sahibi olan güçler, bu gelişmeden memnun değil. Onlar, Almanya’nın Rusya gazına daha fazla bağımlı hâle gelmesini istemiyor, çünkü onlar da biliyor ki ticaret, güven ilişkilerinin, güven ilişkileri de ticaret sahasındaki genişlemenin zeminini oluşturuyor.

Aradaki ilişkiler sıcaklaştıkça ticaret önündeki engeller kaldırılacak, düzenleyici kurallar hafifletilecek, seyahat ve turizm artacak, neticede yeni bir güvenlik mimarisi oluşacak. Almanya ve Rusya’nın dost ve ticaret ortağı olduğu bir dünyada NATO’ya da ihtiyaç kalmayacak. Enerji anlaşmalarının Amerikan dolarıyla yapılmasına veya Amerikan hazinesine koz vermeye de gerek kalmayacak. Ortaklar arasındaki işlemler dolar karşısında hızla değer kaybeden ve ekonomik gücünü önemli oranda yitiren kendi para birimleriyle yapılabilecek.

Biden yönetimi, Kuzey Akım’a işte bu yüzden karşı. Bu, sadece bir boru hattı değil, geleceğe açılan bir kapı. Bu gelecekte Avrupa ve Asya daha da yakınlaşacak, birlikte büyük bir serbest ticaret bölgesi oluşturacak, bu da iki tarafın gücünü ve refahını artırırken, bir yandan da ABD’yi gelişmeleri dışarıdan, eli kolu bağlı bir biçimde izlemeye mahkûm edecek.

Almanya ile Rusya arasındaki ilişkilerin ısınması, ABD’nin son 75 yıldır yönettiği “tek kutuplu” dünyanın sonunun geldiğine dair bir işaret aslında. Almanya-Rusya ittifakı, adım adım uçuruma sürüklenen süper gücün çöküş sürecini hızlandıracak bir tehdit. Washington, bu sebeple Kuzey Akımı’nı sabote etmek ve Almanya’yı kendi yörüngesinde tutmak için elinden gelen her şeyi yapmaya kararlı. Bu, onun için bir beka meselesi.

Ukrayna, tam da bu noktada sahneye çıkıyor. O, Washington’ın Kuzey Akım’ı bombalamak için elde tuttuğu, tercih ettiği bir silâh, Almanya ile Rusya arasına sokulacak bir kama.

İlgili strateji ise ABD dışişleri siyasetinin yıllardır kullandığı el kitabının birinci sayfasındaki kuralı temel alıyor: Böl ve yönet. Washington, Rusya’nın Avrupa’nın güvenliğine yönelik bir tehdit olduğuna dair algı oluşturmaya çalışıyor. Amacı bu. O, Putin’i kolay galeyana gelen, asla güvenilemeyecek, kana susamış bir saldırgan olarak göstermek zorunda. Bu amaca ulaşmak adına medyaya “Rusya Ukrayna’yı işgal etmeyi planlıyor” lafını tekrar tekrar söyletme görevi vermiş.

Oysa Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri hiçbir ülkeyi işgal etmemiş. Ama ABD, aynı dönemde elliden fazla ülkeyi işgal etmiş, kimi yerlerde rejimleri devirmiş. Üstelik dünya genelinde 800’ün üzerinde askeri üssü var. Nedense bu gerçekleri medya dillendirmiyor, onun yerine, durmadan “kötü Putin, yüz bin asker toplayıp Ukrayna sınırına gönderdi, adamın amacı Avrupa’yı kanlı bir savaşın içine çekmek” deyip duruyor.

Tüm bu gemi azıya almış savaş propagandasında amaç, Rusya’yı tecrit etmek, şeytanlaştırmak, nihayetinde küçük parçalara bölmek için kullanılabilecek bir kriz imal etmek. Ama şunu da görmek lazım: asıl hedef Rusya değil, Almanya. Michael Hudson bu meseleyi güzel özetliyor:

“ABD’li diplomatların elinde kalan tek seçenek, Avrupa’nın Rusya’dan mal satın alınmasına mani olmak için Rusya’yı askerî planda bir cevap geliştirmesi konusunda tahrik etmek, ardından da bu alınan intikamın ulusal ekonomiyle ilgili her türden çıkarın ötesine geçtiğini söylemek. 27 Ocak günü dışişleri bakanlığının düzenlediği bir basın konferansında şahin bir siyasetçi olan eski dışişleri sözcüsü Victoria Nuland şunu söyledi: ‘Eğer Rusya, Ukrayna’yı şu veya bu şekilde işgal edecek olursa, Kuzey Akım II projesi bir adım ilerleyemez.”

Her şey bu kadar basit ve yalın aslında. Biden ekibi, “Kuzey Akım’ı sabote etmek için Rusya’yı askerî planda bir cevap geliştirmesi konusunda tahrik etmek istiyor.” Bu da bize, Putin’in Ukrayna’nın doğusundaki etnik açıdan Rus olan halkın korunması amacıyla sınır boyunca asker göndermesi konusunda provoke edileceğini ortaya koyuyor. Eğer Putin yemi yutarsa, ona hızlı ve sert bir cevap verilecek. Medya, yapılan hamleyi Avrupa’ya yönelik bir tehdit olarak takdim edecek, bir yandan da dünya genelinde liderler Putin’i “yeni Hitler” olarak gösterip eleştirecek. Washington’ın stratejisinin özeti bu. Tüm süreç tek bir hedef, Alman cumhurbaşkanı Olaf Scholz’un Kuzey Akım’a nihai onayı verme süreci ardından projenin yürürlüğe girmesini imkânsızlaştırma hedefi doğrultusunda yönetilecek.

Washington’ın Kuzey Akım’a itirazına dair sözlerimize kimi okurlar, Biden yönetiminin neden senenin başında kongrede bu projeye yönelik daha fazla yaptırımın uygulanmaması için çalışma yürüttüğünü sorabilirler. Bu sorunun basit bir cevabı var: İç siyaset. Almanya, bugünlerde nükleer santrallerini söküyor ve enerji açığını gidermek için doğal gaza ihtiyaç duyuyor. Ayrıca, ekonomik yaptırım tehdidini dışarının içeriye müdahalesi olarak algılayan Almanlar, bu tür tehditlerden bıkmış durumda. Bugün sıradan bir Alman, “ABD bizim enerjiyle ilgili kararlarımıza neden karışıyor?” diye soruyor ve “Washington kendi işine baksın, bizim işlerimize burnunu sokmasın” diyor. Her makul insan, bugün buna benzer şeyler söylüyor.

Al Jazeera konuyla ilgili şu haberi yapıyor mesela:

“Almanların büyük bölümü projeye destek veriyor, boru hattına zenginlerin belirli bir kısmı ve medya karşı. […] Konuyla ilgili olarak, Alman Dış İlişkiler Konseyi’nde Rusya ve Doğu Avrupa uzmanı olarak çalışan Stefan Meister, ‘ABD yaptırımlardan bahsettikçe veya projeyi eleştirdikçe, Alman toplumundaki desteğini yitiriyor’ diyor.”

Kamuoyunun Kuzey Akım’a arka çıkması, Washington’ın yeni bir yaklaşım geliştirmeye karar vermesini izah ediyor. Yaptırımların işe yaramayacağını gören Sam Amca, B planına geçiyor. Bu plan da Almanya’yı boru hattının açılışını durdurmaya mecbur edecek büyüklükte bir dış tehdit meydana getirmek üzerine kurulu. Dürüst olmak gerekirse bu strateji, çaresizliğin ürünüymüş gibi görünüyor. Ama gene de Washington’ın bu planda sebat etmesi herkesi etkilemeli. Nihayetinde son çare olarak başvurulan bu plandan henüz kimse vazgeçmiş değil. Görünüşe göre son bir hamle daha yapılacak, yol alınıp alınmadığına bakılacak.

Pazartesi günü [7 Şubat] Biden, Beyaz Saray’da Alman cumhurbaşkanı ile ilk ortak basın konferansını düzenledi. Bu konferans öncesi epey gürültü kopartıldı. Her şey, Biden’ın cumhurbaşkanını ABD politikasına uygun bir çizgiye getirmek için kullandığı mevcut “kriz ortamı”nın oluşturulması için ayarlanmıştı. Hatta yaklaşık bir hafta önce Beyaz Saray sözcüsü Jen Psaki birkaç yerde çıkıp “Rus işgalinin eli kulağında” olduğunu söyledi. Psaki’nin yorumları ardından, dışişleri sözcüsü Ned Price, istihbarat kurumlarının kendisine Rusya destekli bir “yanıltma harekâtı” ile ilgili detayları sunduğundan ve bu harekâtın yakın bir gelecekte Ukrayna’nın doğusunda gerçekleşeceğinden söz etti. Price’ın uyarısı sonrası, Pazar sabahı ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan, “Rus işgali her an gerçekleşebilir, yarın bile başlayabilir” dedi. Bu sözler, Bloomberg News’in “Rusya Ukrayna’yı İşgal Ediyor” türünden, tümüyle yanlış ve sansasyonel bir manşeti atmasından günler sonra edilmekteydi.

Sürecin adım adım nasıl örüldüğü açık değil mi? Bu temelsiz iddiaların, kendisine yönelik tehdidin farkında olmayan, yürütülen kampanyadan bihaber olan Alman cumhurbaşkanına baskı uygulamak için dillendirildiklerini görmemek için idraksiz olmak gerekiyor.

Tabii adama son bir tokadın atılması gerekiyordu, onu da Biden attı. Konferansta Biden, “Eğer Rusya Ukrayna’yı işgal ederse […] Kuzey Akım II diye bir şey kalmaz. Onu sonlandırırız” dedi.

Demek ki bugün Almanya’nın uygulayacağı politikayı Washington belirliyormuş!

Bu kibrin kabul edilir bir tarafı yok.

Alman cumhurbaşkanı, Biden’ın sözü karşısında afalladı. Bu da onun söz konusu cümleyi daha önce duymadığını gösteriyor. Daha önce duymuş olsaydı bile Scholz, Kuzey Akım’ın iptal edilmesi kararına onay vermez, boru hattının adının anılmasını bile istemezdi. Biden, halkın gözü önünde dünyanın üçüncü büyük ekonomisinin liderini köşeye sıkıştırıp yumruklayabileceğini düşünmüşse eğer, yanıldığını söyleyelim. Almanya, kendisine uzak olan Ukrayna’da ne tür fırtınalar koparsa kopsun, Kuzey Akım projesinin yürürlüğe girmesiyle ilgili kararına bağlılığını sürdürüyor. Ama tabii bu durum her an değişebilir.

Her şeyden önce Washington’ın yakın gelecekte ne türden fitnelerin peşinde olacağını, Almanya ile Rusya arasına kama sokmak amacıyla kaç insanın canına kıymayı planladığını, Biden’ın Amerika’nın çöküş sürecini yavaşlatıp yeni bir çok-kutuplu dünya düzeninin ortaya çıkışına mani olmak adına ne tür riskler alma niyetinde olduğunu bilmiyoruz. Önümüzdeki haftalar içerisinde her şey olabilir. Bu dönem her şeye gebe.

Şuan için Almanya avantajlı konumda. Meselenin nasıl çözüleceğine ilişkin kararı Scholz verecek. Alman halkının çıkarlarına hizmet edecek siyaseti mi uygulayacak, yoksa Biden’ın gözünün yaşına bakmadan büktüğü kolun acısıyla ona teslim mi olacak? Bugünlerde canlı olan Avrupa koridorunda yeni ittifakların kurulup güçlenmesini sağlayacak yeni bir yola mı girecek, yoksa Washington’ın zıvanadan çıkmış jeopolitik hırslarına destek mi sunacak? Almanya’nın yeni ortaya çıkan birçok güç merkezinin dünya yönetiminde eşit paya sahip olacağı, liderlerin çok farklı ülkelerin söz sahibi olduğu, herkes için barışçıl kalkınmayı ve güvenliği esas alan düzene bağlı kalacakları yeni dünya düzeninde öncü bir rol mü üstlenecek, yoksa raf ömrünü doldurmuş olan, II. Dünya Savaşı sonrası oluşmuş, paramparça durumdaki sisteme payanda olmaya devam mı edecek?

Sonuç ne olursa olsun, şurası kesin: Almanya’nın alacağı karar hepimizi etkileyecek.

Mike Whitney
11 Şubat 2022
Kaynak

0 Yorum: