20 Mart 2022

Klaus’un Büyük Anlatısı


Klaus’un Büyük Anlatısı:

Plebleri 21. Yüzyıla Has Platon Mağarasına Hapsetmek

 

Dünyanızın artık klişeleşmiş bir distopik film senaryosu hâline geldiğini hissetmeye başladıysanız, enseyi karartmayın. Zira anlaşılan o ki bazı kötü adamlar da sizinle aynı fikirde.

Bizdeki o darmaduman olmuş zamanın ruhunu meydana getiren ve kimseyi tatmin etmeyen hikâyeler, senaryolar ve anlatılardan bir biçimde memnun olmayan Klaus Schwab ve Kovid sonrası dünyayı yönetmeye çalışan, efendilerine yaltaklanmaktan başka bir işe yaramayan gardiyanlar, yüzyılı ve ötesini biçimlendirmek için “Yeni Anlatı” çağrısında bulundular.

Schwab, Dünya Ekonomi Forumu’nun 11 Kasım günü ilân ettiği Büyük Anlatı Girişimi’ni şu şekilde tarif ediyordu:

“[Bu girişim] dünyanın önde gelen düşünürlerinin daha uzun vadeli bakış açıları şekillendirmek ve ortak geleceğimiz için daha esnek, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir vizyon yaratılmasına rehberlik edebilecek bir anlatı yaratmak için ortaya koydukları müşterek bir çabadır.”

Bu yeni projenin tüyler ürpertici olduğuna hiç şüphe yok, ama peki ama onun hayatta bir karşılığı var mı? Gerçekte herhangi bir yere sahip mi? Yoksa bu oligarşinin hizmetindeki papazlar, kendilerini gaza getirmek için anlattıkları hikâyelerin esiri olup varlıklarını ortadan kaldıracak sürecin zemininin oluştuğunu görmeyecek kadar körleştiler mi?

Bu soruyu biraz daha ayrıntılı bir biçimde inceleyelim.

Geriye dönüp baktığımızda, kayıtlı tarihin, her kültürün nesnel dünyayı anlamlandırmaya çalışmaya dair öznel deneyimini ve yolumuza atılan pek çok belirsiz zorluğu şekillendiren efsanelerle ve hikâyelerle yüklü olduğunu görüyoruz.

Derin Yapıya Dair Anlatılar

Buzul çağı sona eriyor, deniz seviyeleri onlarca metre yükseliyor, kıyı şehirleri yok oluyor, neticede milyonlarca insan boğulup ölüyor. Böylece dünyanın çeşitli kültürlerinde sel ile ilgili efsaneler ortaya çıkıyor.

Gökyüzünden gelen yangınlarla ilgili anlatılar muhtemelen, ekosistemlere zarar veren ve hatta belki de volkanik hareketleri ve büyük hava anormalliklerini tetikleyen, yeryüzüne çarpan korkunç asteroitlerle alakalı. Neticede ortaya, günahkârları cezalandırıp erdemli olanları ödüllendiren kahramanlar, kötüler, melekler ve Tanrılardan bahseden efsaneler çıkıyor.

Tarih boyunca, doğa ya da jeopolitik stratejilerin neden olduğu travmatik olaylara anlam yüklemeye çalışan şamanlar, rahipler ve şairler tarafından sayısız hikâye ortaya konuldu. Hatta belki de “bazı klasik hikâyeler, gerçeğin doğrudan dillendirilmesinin mümkün olmadığı koşullarda kurgu denilen güvenli alanın altında saklanan, jeopolitik cinlerin açığa çıkmasını sağlamıştır” denilebilir.

Homeros’un hikâyelerinde geçen Olimpos Tanrıları buna örnektir. Muhtemelen bu Tanrılar, antik Elen’de oynanan o Büyük Oyun’da kendi seçtikleri piyonlardaki aptallığı ve yozluğu istismar eden ve bitmek bilmeyen savaşları kendi çıkarları için kullanan oligarşik aileleri temsil ediyorlar.

Bu türden hikâyeler insan olma hâlinin bir parçasıdır ve büyük ölçüde de doğal ürünlerdir.

Bugünün sözde aydınlanmış laik dünyasında bu türden efsaneler, “bilim dışı zamanların aptalca işleri” denilerek çöpe atılıyorlar.

Bilim, maddi olmayan ruhlarımızın sağlığına veya Tanrı’ya değil, mantığa iman etmeyi öğretti.

Masum seyyahların ötesine geçtiklerinde muhtemelen korkunç bir kaderle yüzleşecekleri düz dünyaya ve deniz canavarlarına dair Ortaçağ hikâyeleri, yerini Aydınlanma döneminde bir dizi yeni hikâyeye bıraktı. Bu dönemde bir zamanlar dinin kurulduğu sunaklara saf mantık ve ampirizm yerleştirildi, böylece bize Kant, Locke, Hegel, Bacon ve Newton gibi isimlerle yeni tanrılara tapmamız söylendi. Nietzsche’nin Tanrı'nın öldüğünü ilân ettiği dönemde Tanrı’yı öldürdüğünü iddia eden düşünürler bu tür isimlerden oluşuyorlardı.

Hintli şair Rabindranath Tagore, kanser misali yayılmış olan bu hastalıklı mantığın çilesini çekenler için şunu söylüyor:

“Bir akıl düşünün ki tüm mantığı her yanı keskin bir bıçak gibi. Kullananın elini kesiyor.”

Aydınlanma’daki mantığın temeli yüz yıl boyunca gerçekliğin basıncıyla çatlamaya başladığı noktada Standart Model biçimini alan kuantum mekaniği üzerinden dillendirilen yeni anlatılar, modern insana yaşıyormuş gibi görünen her şeyin hakikate dâhil olduğunu, bu şeylerin cansız atomlardan ve kimyasal etkileşimlerden meydana geldiğini, belirli bir amaca sahip ve belirli düzen dâhilindeymiş gibi görünen şeylerin esasında amaçtan, güzellikten, hatta nesnel gerçeklikten yoksun olan atomların rastgele hareketi olduğunu öğretti.

Bize tüm bunların sadece bir şans (istatistiksel olasılık) ve 13,7 milyar yıl önce yaratılmış dört temel kuvvet tarafından bir arada tutulduğu söylendi.

İnsan hayatındaki veya doğadaki tüm davranışlar, Darwin'in en uygun ve rastgele mutasyonların hayatta kalma modelleriyle açıklanıyor. Öjeni ve neo-Maltusçuluk gibi modern gaddarlıkların yükselişi, bu korkunç varsayımların hastalıklı çocuklarıydı.

Bu popüler anlatıların etkileyici cilâsını kazıdıkça görüyoruz ki günümüzde yücelere kurulmuş rahiplerin siyasi çıkarlar adına uydurdukları efsanelerin sadece çağımıza kadar devam etmekle kalmayıp, değişen dünyamıza uyum sağlamak için üzerlerine sürekli yeni gömlekler geçirdiğini keşfediyoruz.

Tümevarımsal/tümdengelimli düşünme alanlarının ötesine sıçrayarak keşifleriyle eski anlatıları fiilen altüst eden bu parlak beyinler, bu istisnai bireylerin ruhundan ve kişiliğinden yoksun matematiksel formüllerin gölgesinde kalıyor. [Bu konuda Leonardo Da Vinci, Luca Pacioli, Pierre Fermat, Christian Huygens, Johannes Kepler, Gottfried Leibniz, Max Planck, and Dimitry Mendeleyev’den bahsedilebilir.]

Yanlış Makro Anlatıların Politik Sonuçları

Günümüzün laik anlatılarının bazı siyasi ifadeleri, 11 Eylül'de kaçırılan iki uçağın mağaralarda, özgürlüğümüzden nefret eden öfkeli Müslümanlar tarafından organize edildiği mesajını yayıp duran neokonların kameralara poz vermeleriyle görünür hâle geldi.

Bugün de Kovid-19’un tüm özgürlüklerimizi ortadan kaldırılmasına ihtiyaç duyan bir yarasayı öpen, kazanda kaynatılmış bir memeliden kaynaklandığını söylüyorlar.

Bugün bize, Washington’da 6 Ocak 2021 günü gerçekleşen protestoların dört yıl süreyle beş yüz bin Amerikalının birbirini katlettiği İç Savaş’tan beri ABD’nin başına gelen her şeyden daha beter olan bir ayaklanma olduğunu söylüyor.

Sürekli bize, Rusya’nın tüm özgür dünyada demokratik seçimleri ortadan kaldırma arzusu içerisinde bulunduğundan, Çin’in amacının Batılı değerleri yok edip tüm dünyaya emperyalist amaçlar güden Yeni İpek Yolu ile komünist bir hükümeti dayatmak olduğundan bahsediyorlar.

Burada daha bir yığın örnek sunmak mümkün. Siyaset sahnesinde efsane üretiminin hayatın çirkin bir unsuru olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Ancak her yalan kesinlikle ciddi zararlar verse de, bu yanlışlıklara kanma eğilimimiz, zihnimizin nasıl hareket ettiğini şekillendiren o bilimsel efsanelere gömülü olan üst-anlatıları kabul etmemizden hiçbir şekilde kopuk değil.

Her rahip, insanların nasıl düşündüklerini kontrol etmenin, belirli bir şey hakkında ne düşündüklerini kontrol etmekten her zaman daha güçlü bir pratik olduğunu biliyor. ABD'de neokonlar kaynaklı çürümenin birkaç kuşaktır derinleşmesi ile birlikte bugün sistem çok yönlü bir kriz içine girdi.

Yeni-muhafazakârlığa evrilen mutantın babalarından biri olan Leo Strauss, esasen bir anlatı inşa etme ustasıydı.

Leo Strauss’un Neokoncu Gaddarlığı

Columbia, Yeni Okul ve Şikago Üniversitesi’nde Fabyusçular Derneği ve Frankfurt Okulu ajanlarıyla yakın ilişkiler kurmuş ve onlarla yoğun çalışmalar yürütmüş olan Leo Strauss, Platon’un Cumhuriyet’ini yanlış okumuş, bu yanlış okumanın onlarca yıl içerisinde on binlerce öğrenci eliyle dünyaya yayılmasına sebep olmuş bir isimdir.

Strauss’un öğretileri içerisinde en yücede tutulan, özelikle belirli isimlerin ön plana çıkarttığı görüş, Cumhuriyet’in Üçüncü Kitap’ında Platon’un geliştirdiği Asil Yalan’a dair görüştür.

Strauss derslerinde, Asil Yalan’ın tarihin herhangi bir döneminde zayıfları yönetme kudretine sahip olan herkesin bir şekilde başvurduğu en mükemmel silâh, en doğru araç olduğunu öğretir.

Hakiki bir Niçeci yaklaşım dâhilinde gücü dar anlamıyla “zayıfın güçlüye tabi kılınması” olarak ele alan Strauss, öğrencilerin kafasına Platon’un kitlelere bilinç taşıma sevgisini vazettiğine, ama onun aslında gizliden gizliye politik iktidarı kontrol altına alma ihtimali bulunan Akademi’sindeki seçkinler konusunda farklı bir öğreti geliştirdiğine dair fikri sokar. Bu bir avuç seçkine de “beyefendiler” ve “muhafızlar” adını verir.

Strauss’un Platon yorumuna göre Platon’daki muhafızlar, duygularının esiri olan pleblerin bulunduğu mağara duvarına düşen gölgeleri kontrol edecek, pleblerse tek olası gerçekliğin o gölgeler olduğuna inanacaklardır. Bu alabildiğine yanlış yorumun izinden giden yeni Platoncular, Sokrates’in değil Cumhuriyet’in ilk kitabında Sokrates’in imha ettiği o ahlaksız öğretinin sahibi olan Thrasymachos’un ülküsünü benimserler.

Üstatlarından feyz alan bu genç neokonlara gerçekte Sokrates’in de Thrasymachos veya Gorgias’ın öğrencisi Callicles gibi hayatın en yüce amacının gücü ele geçirmek, arzularımızı tatmin etmek ve mağaradaki gölgeleri kontrol etmek olduğu öğretildi.

Strauss’un Shadia Drury gibi öğrencileri, zamanla yaşlı ustanın kendisindeki o sapkın faşizm eğilimini Platon’a yansıttığı için suçlu olduğunu, onun gizli öğretileri sadece oligarşi içerisindeki tüm o iyi kelle avcıları gibi seçilmiş öğrencilere tahsis ettiğini gördüler.

Platon’u Strauss’tan Arındırmak

Platon’a hayran olsam da onun da efsaneler kaleme alan biri olduğunu kabul etmeliyim.

Timaeos, Kritias, Theaetetus, Sofist, Devlet Adamı, Menon, Kanunlar, Phaidon, Sokrates’in Savunması, Gorgias ve Cumhuriyet gibi eserlerinde karşımıza çıkan diyaloglar, dünya tarihinin 2.400 yıllık bölümü boyunca zihinleri biçimlendirdi.

Aziz Augustine, İbni Sina, Erasmus, Shakespeare, Benjamin Franklin, Lincoln, Moses Mendelsohn, Puşkin, Martin Luther King Jr. gibi Rönesans figürleri ve diğer sayısız parlak ruh, fikirlerini Platon'un yazılarında yer alan hikâyelerden ve derslerden istifade ederek bileyledi.

Peki ama Platon, gölgeleri kontrol edenlere alçaklığı, zayıflara ise ahlakı vazeden Strauss ve müritlerinin söyleyip durduğu gibi, gerçekte zulümden yana duran, laf salatasından başka bir şey üretmeyen biri miydi?

Platon’un dünyasında gerçek bir muhafız olmak, yaratıcı aklın sembolü olan günışığını görmek için mağaradan çıkıp kitlelere hükmetmekten daha fazlasını ifade ediyor.

Niçeciler gibi Strauss da okumayı bu noktada bırakıyor ve altın yakalı bir avuç seçkine tahsis edilmiş olan düşünme gücünü kullanarak kölelere hükmetmeyi seçiyor. Platon ise Cumhuriyet’inde ve diğer yazılarında GERÇEK bir felsefecinin (esasında gerçek bir muhafızın) hayatı pahasına mağaraya geri dönüp tutsakları özgürleştirmek zorunda olduğunu net bir dille ifade ediyor.

Anlatılar Özgürlük mü Yoksa Kölelik İçin mi?

Her sanatçı, her bilim insanı, her yazar nerede durduğuna şu an karar vermeli. Sanatçı taraf tutmalı. Özgürlük ya da kölelik için savaşmayı seçmeli. Ben seçimimi yaptım.

[Paul Robeson -1937]

Şimdi şu soru sorulabilir: Hangi anlatıların bizi köleleştirmek için tasarlandığını, hangilerinin bizi güçlendirdiğini nasıl bileceğiz? Misal, bir çocuğun diş perisine olan inancı ya da iyi davranış sergilemek adına elindeki oyuncakla hediyeler takas eden şişman adam türünden hikâyeler zararsız mıdır?

Her insanın içsel evreni dış gerçeklikle belirli bir arayüz meydana getirir. Bu arayüzler, mantık, duyular, hayal gücü ve özgür iradeden ibaret olup süzgeç görevi görürler. Peki bazı anlatıların ruhumuzu şahlandırıp imkânsız ihtimaller karşısında olduğumuzdan daha fazlası olmamız için bize ilham vermesi mümkün mü?

Bize akıl ve gelişmiş bir hayal gücü ile daha fazla şeyi görmemiz öğretildiğinden, bazı hikâyeler bilgeliğimizi keskinleştirebilir ve bizi duyu algısının prangalarından kurtarabilir mi?

Bize aklın gözü ve gelişmiş bir hayal gücü ile daha çok şeyi görebileceğimiz öğretildi. Peki ya belirli hikâyelerin bilgi birikimimizi derinleştirip bizi duyusal algının prangalarından kurtarma ihtimali varsa?

George Washington, 1776'da dünyanın en büyük paralı askerlerine karşı küçük bir çiftçi kuvvetine önderlik ettiğinde, istatistiksel olarak imkânsız olan bu savaşta onlara rehberlik eden tamamen mantık mıydı, yoksa İsa'nın bu irrasyonel özgürlük dürtüsünü canlandıran tutku hikâyeleri miydi?

Suriye, yabancı destekli cihatçılar tarafından kuşatıldığında ve uçurumun eşiğine geldiğinde, teslimiyete uzanan yolun kolaymış gibi görünürken daha da dolambaçlı bir nitelik kazanmasında, yani o imkânsızı yapmalarında Hz. Muhammed’in kalplere ruh üfleyen hikâyelerinin rolü nedir?

Elbette tarih, belirli bir tür şiirsel hikâyenin, sınırlarımızın ötesine sıçramamıza ve insanlık durumunun ve evrensel gerçekliğin kendisinin daha derin gerçeklerine dair derin bir bilinç kazanmamız konusunda bize kudret bahşedebileceğini defalarca ortaya koymuştur. Shakespeare'in “kurgusal” öyküleri bile, hassas ruha, yüzyıllardır büyük devlet adamlarına hizmet etmiş olan insanlığa ve gerçek siyasete dair muhteşem evrensel dersler sunar.

Bugün Oligarşiye Hizmet Eden Anlatı Kurucuları

Anlatıların iyi ve diğerlerinin kötü olabileceğini kesin olarak onaylayabilmemize rağmen, günümüzün Büyük Anlatı projesini yöneten oligarkların insanlığa zarar vermemesini istemeleri mümkün mü?

Belki de 2014’te Prens Charles, Mark Carney ve trilyonlarca dolarlık sermayeyi temsil eden Davos milyarderleri yanında Kapsayıcı Kapitalizm Konseyi’ni kurduğunda Lynn Forrester de Rothschild, samimi ve içten düşüncelere sahipti. Kapitalizmi yeşil, çevre dostu ve herkese eşit muamele eden kapsayıcı bir sisteme dönüştürmenin hayırlı bir iş olduğunu kim inkâr edebilir.

İlgili konseyin Vatikan’la birleştiği Aralık 2020’de Lynn de Rothschild etkinliği şu şekilde tarif ediyordu:

“Bugün dünyanın en büyük yatırımları ve iş dünyasının liderleri ile Vatikan arasında tarihsel önemi haiz yepyeni bir ortaklık kuruluyor. […] Bugün burada, kapitalizmi reforma tabi tutup onu insanlığın hayrına olacak kudretli bir yapıya kavuşturmak için ahlaka ve piyasaya dair zorunluluklar bir araya getiriliyor.”

Bu konseyin başını, 2400 yıl önce Platon’un kullandığı kelimeyi kendilerine unvan olarak seçen ve kendilerini “muhafızlar” olarak adlandıran bir grup dünya lideri çekiyor.

Bu muhafızların arasında State Street, Bank of America, Johnson and Johnson, Rockefeller Vakfı, Ford Vakfı, Merck, British Petroleum ve Rothschild bankalarının icra kurulu başkanları bulunuyor.

Bu kimsenin havsalasına sığmayacak türden, ahlakî açıdan en gelişkinleri içerdiği iddia edilen küçük bir grup ve bu grup siyaset alanına hâkim isimlerden oluşuyor. Ahlak konusunda üstünlük taslasalar bile sadece seçkinlerin bilmesine izin verilmiş olan yüce iyi aşkına her şeyi onlarca yıldır düzene sokan isimler bunlar.

Maalesef Davos Muhafızları için Yeni Büyük Anlatı’da esasen insanlığın hayatta kalmak ve yaratıcı, akla yatkın olan evrenimiz içerisinde gelişmek için ihtiyaç duyduğu ilkelerden mahrum olan bir dünyadan bahsediliyor.

Bir mağara içinde yaşayan, aptallaştırılmış kölelerden oluşan gölgeden ibaret bir ülkeyi kontrol etme gücünü kullanmak bazıları için etkileyici görünebilir, ancak bugün bilimsel ve teknolojik ilerleme düzleminde küresel bir güç hâline gelmekte olan ve giderek güçlenen, o aktif ve yaratıcı çok kutupluluk paradigması ile birlikte düşünüldüğünde, mağara sakinlerini kontrol etmek, beyhude bir uğraş, acınası bir gayret hâlini alıyor.

Hayatta kalmak için konağını emip öldürmekten başka elinden başka bir şey gelmeyen parazit gibi bu Davos Muhafızları da muhtemelen Edgar Poe’nun sarayı çöken, iktidarsız, nihilist oligarkı Roderick Usher’ın kaderini paylaşacak.

Matthew Ehret
2 Aralık 2021
Kaynak

[Matthew Ehret, Canadian Patriot Review'un Genel Yayın Yönetmeni ve Moskova'daki Amerikan Üniversitesi'nde Kıdemli Araştırmacıdır. Untold History of Canada (Kanada'nın Anlatılmayan Tarihi) kitap dizisinin ve Clash of Two Americas (İki Amerika'nın Çatışması) kitabının yazarıdır. 2019'da Montreal merkezli Rising Tide Foundation'ı kurdu. Kendisine matthewehret.substack.com adresinden ulaşılabilir.]

0 Yorum: