30 Temmuz 2016

,

Janus


Küçük burjuvanın en önemli hastalığı, herkesin kendisi gibi olduğunu düşünmesidir.

Kemal Erdem[1] böylesi bir hastalığın semptomudur. O, Tayyip’i kendisi gibi, zeki ve akıllı zannediyor, onu bu şekilde takdim etme ihtiyacı duyuyor. Buradan da Tayyip’le mücadele bağlamında, herkesi kendisine râm etme gayreti içerisine giriyor. Tezini sağlama alması için 28 Şubat’ı, 2001 Krizi’ni, 27 Nisan’ı da Tayyip’in örgütlediğini söylemesi gerekiyor. Tayyip’in bu kadar yüceltilmesi, Erdem gibilerin yüce varlığının görülebilmesi için şart.

Anti-tayyibizm, tutarsızdır. O, Tayyip Erdoğan’ı her türlü sınıfsal, iktisadî, tarihsel ve toplumsal ilişkilerden bağımsız, ona karşı çıkan bireyler gibi özel bir birey olarak görüyor. Dolayısıyla, buradan Erdoğan, hem “diktatör” olarak takdim ediliyor, onun ülkeyi tek başına yönettiği söyleniyor, hem de “bu darbeyle tam diktatörlüğe geçiş yapıldı” deniliyor. Bu tarz yazılar, ancak Dursun Çiçek kılavuzluğunda yazılabilir. Buradan da “Madem öyle, bu darbe tezgâh, kurgu, neden koşa koşa CHP’nin manifestosunun altına imza atmaya gittiniz?” sorusu gündeme gelir.

Taksim Manifestosu’nun ilk cümlesinde, “15 Temmuz darbe girişimi parlamenter demokrasimize karşı yapılmıştır” deniliyor. Bu anlamda sol, CHP-AKP'nin iç içeliğinin, müesses nizam denilen Janus’un iki ayrı yüzü olduğu gerçeğinin üzerindeki örtüdür.

Kemal Erdem’in “tezgâh, tiyatro” dediği darbe girişimini, Erdem’in yazısını yayınlayan örgütün de katıldığı mitingin sahibi CHP’nin ideolojik öncüleri Ayşenur Arslan ve İsmail Saymaz, “fazla şişinmeyin, darbeyi biz durdurduk” diyor. Bu noktada özellikle Gezi’den beri Saymaz’ı gölge içişleri bakanı olarak gören sol-sosyalistlerin bu darbeyi bu isimlerin ardındaki güçlerde aramaları gerekiyor.

Devrimci sosyalistlerse, HBDH başlığı altında, “sistemin en zayıf halkası Erdoğan. Bugünün acil görevi, Erdoğan’a yüklenmektir” diyorlar. Darbe girişiminin ardındaki denklemin bu tespit üzerinden de düşünülmesi icab ediyor. Söz konusu denkleme belirli güç ilişkilerinin dolayımı olarak duhul etmenin bir anlamı bulunmuyor. O güç ilişkilerinde belirli bir kudretle varolma imkânı Haziran kıyamında mündemiç ise, onu tarumar edenlerin hangi güç ilişkilerine biat edildiğinin sorgulanması zorunlu.

Dolayısıyla “Devrimci ODTÜ” adına kaleme alınan bildiri, Akit ile yürütülen bir kayıkçı dövüşünün ürünü. Esas olarak olan biteni internet karşısında izleyen bir kişinin sayıklamasından ibaret. Yazan, ne sokakta var ne de hayatta. Her şeyi internet âleminden görüyor, anlam dünyasını oradan teşkil ediyor. Bırakalım politikayı, bu bildirinin gerçeklik açısından bir karşılığı yok. Derdi tasası, AKP karşıtı CHP’ci siyasete eklemlenmek.

Oysa görülmeyen şu: CHP, bu milli iradenin ve devletin parçası. “AKP’yi yıksın” diye umutla beklenen ordu, işte bu. Demek ki Kemal Erdem gibi komplocu hezeyanlar kaleme almanın bir anlamı bulunmuyor.

Komplocu zihnin gerçekle ilişkisi kopuk. Bu kopukluk, zorlama bağlarla giderilmeye çalışılıyor. Mülkiyet bilinci, aidiyet bilincini kapı dışarı ediyor. Kemal Erdem, ait olduğu Batı dünyasından buradaki mülkiyet bilincine ayar vermeye çalışıyor. Batı’yı “darbeyi eline yüzüne bulaştırmakla” eleştiriyor, ondan daha batı olduğunu söylüyor, oradan da Erdoğan’ın batı karşıtı, milli kahraman mitosuna katkı sunuyor. Bu mitos, CHP dolayımı ile kemalizme bağlanıyor. Ak Parti merkezine bu yüzden Atatürk posteri asılıyor. Ahmet Hakan, bu çizginin öncüsü olarak anayola işaret ediyor.

Esas olan, uydurma bağ kurmak değil, varolan bağları görmek demek ki. Taksim Manifestosu’nun sekizinci maddesinde[2] Kılıçdaroğlu, sosyalistlere de mesaj veriyor: “devleti ele geçirme anlayışından vazgeçilmelidir.” Haziran Hareketi, o alana bu yüzden alınmıştır. Devletin yeniden inşası, orta sınıfın hassasiyetine göre gerçekleşmelidir. Solun ağzından çıkabilecek tek laf budur. Kılıçdaroğlu’nun mesajına Haziran Hareketi, tam da bu sebeple şu olumlu karşılığı vermiştir: “AKP tarafından ilân edilen bu savaşa verilecek en etkili yanıt, şiddeti yükseltmek değil, en geniş toplum kesimlerini biraraya getirecek kitlesel, barışçıl, güçlü bir karşı duruşun inşasıdır.”

Şiddeti yükseltmemeye yemin eden Haziran, etnik ve mezhepsel eksende her kutuplaşmanın zararlı olduğunu etnisitelere ve mezheplere, daha doğrusu Kürdlere ve Alevîlere söylüyor. Bu, yeni siyaset sahnesinin emrettiği bir yönelimdir. Özetle Haziran, 28 Temmuz tarihli bildirisinde, zahirde düşman olduğunu söylediği AKP iktidarına “şiddeti yükseltmeyeceğine ve etnik-mezhepsel öfkeyi örgütlemeyeceğine, o öfkeden uzak duracağına, gerektiğinde onu ezeceğine”, genel burjuva siyasetinin figüranı olmaya devam edeceğine dair söz vermiştir.

Bu söz, AKP umacısı yaratılırken kullanılan kimi ifadelerde karşılık buluyor. Erdal Kara’nın yazısında[3] İbrahim Karagül’e vururken kullandığı şu ifade, bunun bir örneği: “15 yaşındaki gençler bile, evet yanlış okumadınız, 15 yaşındaki gençler bile...” Bu cümle, cümledeki tuhaf şaşkınlık ifadesi Dev-Lis’e edilmiş bir küfürdür. Bugün aksiyon değil, reaksiyon ile siyasetlerini yürüteceklerine dair yemin etmiş olanlar, geçmişte 12 Eylül’de örgüt üyelerine “herkes başının çaresine baksın” talimatı vermekle kendisini esasen lağv etmiş bir ekibin üyeleridir. Geçmişin sömürüsü, artık manasızlaşmıştır. Geçmiş de bugünün güçlerince düzlenmek zorundadır.

Habertürk’te Cemaat’in tartışıldığı programda (30.07.16) Prof. Dr. Hilmi Demir, İngiliz istihbarat örgütü MI5’ın radikalizm raporuna atıfta bulunuyor ve bu raporla aynı fikirde olduğunu söylüyor. Rapordaki aynı ifadeyi tekrarlayarak, “Sağduyulu, akli bir din eğitimi verilmelidir” diyor. Cemaat operasyonu, toplum kadar tarihi de kapsıyor. İslam içi muhalefet imkânlarının bastırılması için Cemaat, bir bahane olarak kullanılıyor. Burjuva aydınlanmasının ve kemalizmin kendisini yeniden ürettiği yer bu anlamda, AKP.

Dolayısıyla Ufuk Göllü’nün Taksim mitingine katılanları, Mahir Çayan’a atıfla, “Kendi sağından medet umanlar” olarak nitelemesinin bir anlamı yok. Zira Göllü’ye de Gezi’den beri sakızını çiğnediği Cemaat’in kendisinin sağında mı yoksa solunda mı olduğu sorusunu sormak mümkündür.

Haber, istihbarat, teori ve ideoloji kaynağının Cemaat olduğu bu uzun momentte sol örgütlerin de hizaya çekildiğinin görülmesi gerekiyor. Sol, siyaseti ve ideolojiyi bireyin lüks ayakkabısı içine hapsetmiş, birey dışı, tarihsel-toplumsal olgu ve olaylara küfreder bir yere çekilmiştir. Dün “hırsız” diye bağıranların, tek siyaseti bu olanların, bugün “burjuva siyasetinin restorasyon sürecinin parçası olunmamalı” demesi, manasızdır. Sırf nicelikçi bir yerden mitinge katılımını kılıflandıran da (bkz. Nuray Sancar[4]) aynı nicelikçi yerden tek merkez olarak Kürd’ü işaret eden, madalyonun iki yüzü gibidir, aynı siyaset anlayışının iki farklı tezahürüdür.

Özetle, Mahir’in tespitinin manasına atıfla, sol ve sağ oportünizm, özde aynıdır. Kurtuluş, özelleşmiş, tarihsizleşmiş, halksızlaşmış, temelden ve mayadan mahrum kalmış, aklî, kalbî ve maddî birikimimizi ezilenlerin mücadele tarihine, tarihî mücadelesine, o ateşe atmaktadır.

Eren Balkır
30 Temmuz 2016

Dipnotlar:
[1] Kemal Erdem, “Erdoğan’ın Darbe Tezgâhı ve Siyasal İktidarın Tam Fethi”, 19 Temmuz 2016, Sendika.

[2] “Manifesto Nedir?”, 20 Eylül 2016, Sözcü.

[3] Erdal Kara, “Faşizmin Ayak Sesleri”, 26 Temmuz 2016, Siyasi Haber.

[4] Nuray Sancar, “CHP Mitingine Katılmak”, 27 Temmuz 2016, Evrensel.

27 Temmuz 2016

,

Çark

Bir kısım solun uzun süredir beklediği darbe, nihayet gerçekleşti. O da sol gibi, cüssesi iri, ama sesi tiz bir şekilde cereyan etti.

İki klikten söz ediliyordu. Herkes, bir biçimde, bu iki klikten birinin kuyruğuna yapıştı. Düzenin çarklarına ayar verilirken, sol da o düzeneğin bir parçası olma muradını açıktan ortaya koydu.

AKP, Taksim Meydanı’na sol kitleleri ücretsiz taşıdı. Bir sembol olarak Taksim, ana çarklardan biri olan CHP’ye teslim edildi. Eskiden 1977 Taksim’inin, 1 Mayıs iradesinin arkasındaki örgütün her şeyi CHP’ye teslim etmesinde olduğu gibi, bugün de onca yıl Taksim için dökülen kan ve ter, CHP’nin malı kılındı.

TKP, ulaşımın ücretsiz[1] oluşundan komünizm edebiyatı yapar hâle geldi. Birgün gazetesi ise eşit ücret verileceği haberini “Finlandiya ve İsviçre’ye komünizm geliyor” şeklinde sundu.[2] Herkes, nereye hizmet ettiğini gayet iyi biliyordu.

CHP’nin Taksim manifestosunda, ne ABD ne Fethullah ne de devlet içi gerilimler vardı.

Sonrasında, eskiden “Saray’a çıkmam” diyenler, koşa koşa gittiler, çağrılmayanlarsa “beni niye çağırmıyorsunuz?” diye serzenişte bulundular. “Saray gladyosu”, “AKP diktatörlüğü” gibi tespitler üzerine kurulan tüm siyaset çöktü. Bu lafları edenler, 15 Temmuz sonrası Tayyip’in aczinden, çaresizliğinden dem vurmaya başladılar, darbe haberini “enişte”den almasıyla dalga geçtiler. Bunca lafın ardında, Taksim’de o sarayın savunulması gerçeği gizlenmeye çalışıldı.

Kışlık Saray’a yürüme hayalleri kuranlar, AKP’nin kucağına koştular. Devlet, bizzat böyle emrediyordu. Tutunulan yer, orasıydı. Gezi’deki tüm tutamakları kırıp atanlar, demek ki bunun için yapmışlardı onca işi. Zira çarklar, dönmek zorundaydı.

Darbe girişiminin ilk saatlerinde CHP kitlesinde bir heyecan açığa çıktı. Bazı komutanlar darbe karşıtı açıklamalar yapınca, “bu darbeyi Tayyip tertiplemiş, her şey oyun” denmeye başlandı. Bu fısıltıya son verme görevi Kemal Okuyan’a düştü.[3] Okuyan, komünist değil, istihbaratçıya yakışır bir eda ile Tayyip’in uçakta Yunanistan’a iltica etmek istediğini söyledi. Yani bu iş bir kurgu değil, ciddi ciddi bir darbe girişimiydi. Çark-çekiç, hemen çark etti ve darbeye “dur” diyen askerlerin yanına hizalandı.

Aylardır taşların yerinden oynadığı söyleniyordu zaten. HDP ve CHP uzantısı sol örgütler, bu yönde değerlendirmeler yapıyorlardı. Kimileri, Tayyip’in ABD tarafından istenmediğini söylüyor, onun bugünkü “milli kahraman” olarak takdimine tanıklık eden şölen ateşine odun taşıyorlardı. Askeri olmayanların siyaseti, giderek askerîleşmişti.

Bağzı “Marksistler” de yüksek siyaset koltuklarından, darbe girişiminin “27 Mayıs darbesi” olduğunu, ordunun kılıç attığını, herkesin darbe girişimini desteklemesi gerektiğini söyledi, desteklemeyenleri “hain ve liberal” ilân etti.[4] Sonra da utanmadan, Tayyip gibi “yanıldık” dediler. Eğer bu işin arkasında gerçekten Fethullah var ise ve yazdığı mektupta dile geldiği biçimiyle, Fethullah hep batının uşağı olagelmişse, bu “bağzı Marksizler” de batı uşağı idi. Onca aydınlanma ve modernizm eleştirisi, sığ bir kemalizme bağlanıverdi. Herkese ilkesiz siyaset önerenler, doksanlarda belirledikleri bir ilkeyi 15 Temmuz momentine dayattılar. Sokaktaki halkı aşağılamak, gene onlara düştü.

Oysa kemalizm gibi teşkil edilecek bir Marksizmin kimseye bir hayrı yoktu. ABD’nin adının geçmediği bir “muz cumhuriyeti” tabirini herhangi bir tatil kasabasındaki CHP’li ihtiyarların yüreğine sıcak gelecek şekilde kullanmak da karşılıksızdı. CHP kitlesine bu şekilde girebileceğini düşünenler, o sızmayı neden yapmak istediklerini sorgulamalılardı.

Zira AKP ve CHP, iç içeydi ve toplamda mevcut devletin bileşeniydi. 15 Temmuz bunun tescil edildiği momentti, sadece kendi zihinleriyle konuşan, sadece kendi bireyliğini tanıyan, onun dışındaki her şeye kör bakanların anlamadığı buydu. O kör siyasetle aynı yatağa girenlerin şaşı kalması, şaşırması, doğal bir sonuçtu.

Ergenekon döneminde “mecliste subay görmek isterim” diyerek ordunun siyasetle ilişkisine destek sunan Kemal Okuyan ise birden çark etti, etmeyenlerin başına çekiç savurdu. Son üç yıldır haber kaynakları, ideolojisi, teorisi Fuat Avni kadar olan bu örgütler, siyaseti çark etme becerisi olarak görüyorlardı anlaşılan.

Bugünse “darbe girişimi ABD’ye ait, Tayyip’in üzerini çizdiler” diyorlar.[5] Neyi söylemesini istemişlerse onu söylüyorlar. İşçi Partisi ile aynı yere savruluyorlar. Tek fark, onun siyasetin kirine bulaşmamış bir solculuğun müdafisi olması. Yoksa hepsinin kitabında cin olmadan adam çarpmak yazılı.

* * *

AKP’nin örtük ve gizli müttefikleri ile CHP ve HDP’nin de rabıtası var. Milli konsensüs, bu rabıtanın eseri. Sol siyaseti Fuat Avniciliğe indirgeyenler, hiçbir şey olmamış gibi bu konsensüse duhul ettiler. AKP’ye devlet adına, devlet içre ve devlet için karşı çıktılar. Yoksul halkın, ezilenlerin zerre önemi yoktu.

Ali’siz Alevilik, tam da Alevilerin öfkelendiği bir momentte çıkartılmış bir kitapsa, bunların sınıfsız sınıfçılığı, halksız halkçılığı da aynı işlevi görüyor. Her şey, devlet ve onun bir başka biçimi olan demokrasi için nasılsa. Bu nedenle, AKP’deki İslam’sız İslamcılığın yanına düşülmesinde bir gariplik yok.

Köksüzleştirme, tarihsizleştirme, toplumsal zemini aşındırma, devletin kimi sol örgütler eliyle gerçekleştirdiği bir işlem.

AKP kitlesinin camileri, salayı, Kur’an’ı devreye sokuşunu anlamıyorlar. MİT ve Diyanet eliyle bu silâhın kullanılmasından bağımsız olarak, şu söylenebilir: Namaz vakti dışında savaş çağrısı olarak ezan okunması, çok eski bir gelenek. Sünni Müslümanlar camiye örgütlüler.

Peki onca “Alevi” diyenler, geride Aleviliğe dair ve içre, örgütlenecek ne bıraktılar? Alevileri korkutarak kendilerine örgütleyebileceklerini sananlar, Aleviliğe ne kadar örgütlendiler? Hangi örgütte politik tarihsel bir örgütlenmenin tezahürü olarak 12 hizmete ve ceme dair bir iz var?

Fatih Yaşlı gibilerin piyasaya sunulma sebebi burada. 1977 Taksim’inin arkasındaki irade, bu ülkenin kurucu iradesi ile Sovyetler dolayımıyla ilişki kuran bir yapıydı. Sol siyaset, o dönemde Sovyetler’den buraya doğru teşkil ediliyordu. Bugün sol siyaset, Sovyetler’le anlaşma imzalamış kemalizmden batıya doğru teşkil ediliyor.

Artık sovyetçilik ve türevleri, kemalizmle mayalanmışlar. Kuleli’ye, meclise, ticarethane olarak meslek odalarına ve sendikalara örgütlenen solun dıştaki dinamikleri örgütlemesi, onlara örgütlenmesi mümkün değil.

Dolayısıyla “Cumhuriyet 1923’te ‘dünya-tarihsel bir olay’ın, yani Ekim Devrimi’nin etkisinde kuruldu, Milli Mücadele’nin seyrini Sovyetler Birliği ile kurulan ilişki belirledi, kuruluşa sosyalizm damgasını vurdu” sözü, kötü ve cahilliğin ürünü olan bir ezberin ürünü.[6] Bu cümleleri yazanlar, Mustafa Kemal’in resmi TKP’si kadar solculuk oynamaya ahdetmiş kişiler. O partinin birinci ana maddesi, “parti dışında her türden komünist faaliyetin yasaklanması”nı öngörüyor. Fatih Yaşlı da bu yasağa uyuyor ve kemalizmin istediği kadar solculuk oynayacağını söylüyor, söz veriyor. Gericiliği, AKP’yi bahane olarak kullanıyor.

Çünkü yazdığı gazetenin arkasındaki sol örgütün bir nevi tetikçiliğini yapan “Deli Gaffar” isimli zat, “Kuleli, bizim okulumuz. FETÖ'cüler tarafından ırzına geçildi ve şimdi öldürülüyor. Çok üzgünüm” diyor.[7] Sosyalistlik ve devrimcilik, bugün Kuleli’ye ağıtlar yakıyor.

* * *

Taksim’e çıkma onurunu yaşayan EMEP’in lideri, kendi TV’sinde devletin dağıldığını söylüyor ve bunu dert ediniyor, söz konusu gelişmeye üzülüyor. Diğer cenahtan Veysi Sarısözen[8] ise “Apo orada, anlaşın, bu dağınıklığı çözün, Rojava’yı ülkeye katın, yoksa daha çok darbe olur” diyor. AKP kanallarında “Kürtlere zulmeden bu darbecilermiş” laflarını perçinleyecek yazılara yer veriliyor.

Alper Taş, “bu darbeciler, Kürtlerle savaşanlar” tespitinde bulunuyor. Alp Altınörs[9] ise darbecilerin Fethullahçılarla birlikte hareket ettiğini, Kürtlerle savaşı bunların yürüttüğünü söylüyor. Maalesef herkes, her şeyi biliyor.

Fatih Yaşlı da resmi TKP’yi biliyor olmalı. Ama derdi “az gelişmiş kapitalizm”i ilerletmek olduğu için, o yoksul çocukları neden Müslümanların örgütlediğini anlayamıyor.[10] Ali Ağaoğlu’ndan alınan parayla ödenen maaşını sorgulamıyor.

Yazı yazdığı gazeteyi çıkartan örgüt de bir dönem anti-komünist olarak nitelendiriliyordu, çünkü komünizm, “Sovyetler” demekti. Ama Sovyetler kalmayınca, her örgüt o kanaldan beslenmeye çalıştı. Çark başağı öğüttüğü için bir grup devrimci, biraz da sınıfsal gerekçelerle, itiraz geliştirmişti. Başak öğütüldü, kimileri için ekmeğe dönüştü, çark ise yüksek siyasetin mecazı hâline geldi. Yüksek siyasetin tek dolayımı ise kemalizmdi. Müslüman hareketin kontrol altına alınması, dışarıdaki her türlü faaliyetin yasaklanması için nasıl ki AKP kurulmuşsa, bu milli mutabakat içindeki partiler de aynı amaçla kurulmuşlardı.

Fatih Yaşlı, “günümüzün şeriatı sosyalizmdir” sözünü bilir mi, bilmiyoruz. Onun anti-komünist cepheye kolayca fırlatıp attığı Nurettin Topçu’nun sözü bu. Onun muhayyilesinde darbe girişimi bir badire ve bu badireden kurtulmak için Sovyetler’le ilişki kurmuş kemalizmin serin sularına çekilmek tek çözüm.

Köy Enstitüleri[11] övgüsünün üzerindeki yaldız kazındığında, altta Sovyetler değil, Hitler Almanya’sı çıkar. Bugün cemaatlere yönelik saldırı, bu geleneğin uzantısı. Dolayısıyla, Fatih Yaşlı’nın yoksul çocukları eğitmek için kurulan kimi solcu dershanelerin nasıl birer ticarethaneye dönüştüğünü, bu alana nasıl ihanet edildiğini sorgulaması gerek. Ensar haberleri ile o alanda devletin örgütlenmesine nasıl destek olduğunu görmesi gerek.

Yaşlı, hem “Türkiye hiç sosyal devlet olmadı” demekte hem de herkesi sosyal devletçi kemalizmin önünde diz çökmeye davet etmektedir. Bir tür solculuğun ve marksizmin, cılız, dağınık, güçsüzmüş gibi gösterilen kemalizmi ikame etmesi yönünde hesaplar yapanlar, boşa kürek çekmektedirler. Bu girişim, esasen çarkların dişlisi olma meselesinin örtbas edilmesi girişiminden başka bir şey değildir. Temelde ikame işlemi için Marksizmin kemalistleştirilmesi zorunludur. Kadrocular içimizdedir. Gizlenmek istenen budur.

Bugün Gezi’den kaçıp Haziran Hareketi’ni kuranlar, “nasıl ama, AKP’lileri Taksim’den kaçırttık, laiklik maddesini nasıl soktuk manifestoya” diye kendilerine gaz veriyorlar. Oysa AKP’liler, zaten CHP ile yürütülen pazarlık ve anlaşma süreci gereği çekilmişlerdir. Bu çekilme, Haziran girsin diyedir. Düşmanın istediğini yapıyorsan, asıl sende bir sorun vardır.

Saray’a koşa koşa gitmek isteyenlerde de benzer bir sorunun olduğu görülmelidir. Sırrı Süreyya tekrar sahneye çıktığına göre, müzakere süreci gene başlayacaktır, daha doğrusu, kaldığı yerden devam edecektir. Zaten Sarısözen de “alın Rojava’yı, verin Apo’yu” demektedir.

Halkevleri ise zaten fukara mahallelerdeki tokileşme gibi süreçlerde arabulucu ve komisyoncu olarak varolmayı devrimcilik zanneden bir yapıdır. Bu işlem, öğrencilik, meslek grupları ve sendikalarda da yinelenmektedir. Örgütün herkesin nabzına göre şerbet verdiği çağrısında[12] darbeye kerhen mani olan irade konuşmaktadır. O irade, AKP eliyle kitleyi bireye bölmekte, siyasetin bireyin hukukî ve meslekî varlığına kapanmasını istemektedir.

Halkevleri’nin ve benzerlerinin demokrasi cephesi çağrıları, devrimci kitlelere değil, özel bireylere yönelik bir çağrıdır. Özünde sadece AKP’ye odaklanmış tüm siyaset ve ideolojinin devlet içi dinamikleri örtbas etme amaçlı olduğu görülmelidir. Tayyip ve AKP, bazen kendi bazen de o devlet adına konuşmaktadır. Sola da eksik yanları tamamlamak düşmektedir. Sol buna tavdır, tava gelmiştir.

* * *

Onca yıl, özellikle Gezi’den beri seslenilen bireylerdeki mülk bilinci, bayrak ve memleket tasavvuru üzerinden eşitlenmiştir. Çarşaflı kadınla başı açık kadının yan yana geldiği resme ağlamak, bu eşitlenmenin yol açtığı bir duygudur.

AKP’li Hakan Arslanbenzer, “Her üç generalden biri hapiste. Durum o kadar vahim. Memleketimizde esir olacaktık” demektedir. Öz vatanında parya olanlar, kıpırdamadıkları için zincirlerin de farkında değildirler. Darbe karşıtı eylemlere katılanlar, cılız da olsa “biz demokrasi için mücadele etmedik ki!” diyerek, bu yöndeki tespitleri eleştirmektedirler. Bu eleştiri, bastırılmak zorundadır. AKP, biraz da 18 Ekim 1920’de kurulan resmi TKP üzerinden anlaşılmalıdır.

Bugün devlet yanında olan da devletle eşdüzlemde ama karşısında olan da aynı şeyi söylemektedir. Aslolan, altta rüşeym hâlinde varolan “ezilenlerin iktidarı” ölçüsüyle meselelere bakabilmektir. Bayrağımızın rengi, üzerindeki tarih, unutulmamalıdır.

Eren Balkır
27 Temmuz 2016

Dipnotlar:
[1] Akif Akalın, “Liberal İdeolojinin Ücretsiz Ulaşımla İmtihanı”, 25 Temmuz 2016, Sol.

[2] “Finlandiya ve İsviçre Komünizme Geçiyor,” 27 Aralık 2015, Birgün.

[3] “Erdoğan Bu Yapıda Kimseye Güvenemez”, 17 Temmuz 2016, Sol.

[4] Metin Kayaoğlu, “Türkiye Bir Muz Cumhuriyetidir”,TP.

[5] Kemal Okuyan, “Bir Kez Daha Darbe”, 25 Temmuz 2016, Sol.

[6] Fatih Yaşlı, “Cumhuriyet’in Trajedisinde Son Perde: 15 Temmuz”, 24 Temmuz 2016, Toplumsol.

[7] Gaffar Yakınca, Twitter.

[8] Veysi Sarısözen, “Bir Başkadır Benim Memleketim”, Özgür Gündem.

[9] Alp Altınörs, “Darbeler Sarmalından Çıkış”, Özgür Gündem.

[10] Fatih Yaşlı, “Anti-komünizmden 15 Temmuz’a”, 27 Temmuz 2016, Toplumsol.

[11] Tamer Çilingir, “Asimilasyoncu Köy Enstitüleri ve Sol Tutum”, Devrimci Karadeniz.

[12] “Ziyaret, Halkevleri.