Örgütsel sorunlar konusunda devrimci arkadaşlar
arasında geniş çapta hatalı eğilimler devam etmektedir. Bunun en önemli sebebi,
devrimci mücadelede uzun dönem tartışma ve polemik konusu olan parti
meselesinin, soyutlanarak pratik çalışmaya ışık tutacak bir görüş hâlinde
somuta indirgenmemesidir.
Hâlâ devrimci saflarda ideolojik farklılık
içindeki birçok fraksiyonların ortaya koydukları parti anlayışlarındaki temel
ayrımlar ciddiyetini devam ettirmektedir ve gitgide politik ağırlık kazanan
gruplar bu davranışlarını devam ettireceklerdir. Onun için T.H.K.O.’nun parti
ve örgütlenme konusundaki görüşünü açıklarken, hatalı parti anlayışlarının
politik çizgi ve ideolojilerine de değineceğiz. Zira hatalı parti anlayışı ve
çalışma tarzı, temelde farklı ideolojinin varlığından gelir. Günümüze dek
süregelmekte olan ideolojik kavgaların temelini, farklı politik çizgilerin
parti anlayışları ve çalışma tarzları teşkil etmiştir. Bu meselenin detayın
inmeden önce, T.H.K.O.’nun politik çizgisinden ve parti meselesi üzerindeki
görüşünden bahsedeceğimiz broşürümüzün şimdiye kadarki kısmında genel
ilkeleriyle açıklığa kavuşturduğumuz M.D.D. ve halk savaşı konusunda görüşümüz,
işçi sınıfının örgütsel sorunlarını ve parti anlayışımızı belirteceğiz.
T.H.K.O’nun politik mücadelesi, kırsal bölgeleri
temel alan ve kırdan şehre doğru bir rota çizecek olan strateji içinde
gelişecektir. Ordumuzun silahlı mücadeleye başlaması ideolojik bir
zorunluluktur.
Mücadelemizin kısa tarihi içinde, örgütsel
gelişmemiz silahlı mücadele öncesi ortamın oluşturduğu devrimcilerin
saflarımıza katılması şeklinde devam ettiğinden, ideolojik birlik ve politik
görüşümüzde ayrılık yaratabilecek farklı ideolojilerin çıkması ihtimali yoktur.
Aynı durum belirli süre devam edecek ve ordumuzun saflarına katılan
savaşçıların çoğunluğu işçi sınıfı ideolojisini kabul etmiş kişiler olacaktır.
Buna bağlı olarak mücadelede yeni olduğumuz ve henüz halk kitleleriyle
ilişkilerimizin sağlam olmadığı bu dönemde T.H.K.O, parti ve ordu fonksiyonunu
bünyesinde taşımaktadır. Zira pratik sorunlarımız, örgütümüzün parti-ordu
ikilemi ayrımına girmesine ihtiyaç göstermemektedir.
T.H.K.O, doğru politik çizgisi ışığında silahlı
mücadelesine devam edecektir. Halk kitlelerinin aktif desteğinin sağlayıp,
örgütsel ilişkilerin hızlandığı ortama girince, mücadelede işçi sınıfı
savaşçısı durumuna gelmiş savaşçılar, partinin ilk kadrolarını
oluşturacaklardır.
Kırsal bölgeler temel alındığı için, partinin
kuruluş döneminde yoğun çalışması, tarım proletaryası ve yoksul köylü arasında
olacaktır. İlk bakışta bu durum anormal görülebilir ve İşçi Sınıfı Partisi’nin mücadelenin başından itibaren sanayi
proletaryasına ağırlık verilecek gelişebileceği ileri sürülebilir. Bu görüş,
parti meselesini politik mücadeleden soyutlamadır. Örgütlenme ve parti
meselesinde temel belirgin unsur, izlenecek politikadır. Parti meselesi,
politik mücadelenin stratejisi içinde bir gelişim seyri izleyecektir. Aksi
halde işçi sınıfı şehirlerdedir ve örgütlenmeye oradan başlamalıdır demek,
soyut bir örgütlenme anlayışı içinde, politik mücadelenin önemini küçümsemek ve
doğal olarak işçi sınıfı örgütünü ekonomik düzeyde ele almak olur. Bu mesele
ileride ele alınacaktır.
T.H.K.O’nun savaşçıları işçi sınıfı ideolojisini
kabul ettikleri içindir ki, politik mücadelede sağlam bir düşünce-davranış
bütünlüğü içine girenler, partinin ilk çekirdeği olacaklardır. Halk
kitlelerinde örgütsel bağlar geliştikçe, T.H.K.O. saflarına küçük-burjuva
ideolojisini taşıyanlar girecektir. O zaman bir taraftan partinin ordudan
örgütsel farklılığı zorunluluk hâline gelecek, diğer taraftan da küçük-burjuva
ideolojisini ordu içinde de olsa tasfiye etmek ve savaşçıların işçi sınıfı
ideolojisini benimsemelerini sağlamak şart olacaktır.
Halk savaşının gelişim süresinde, ordu içinde
farklı ideolojilerin varlığı kaçınılmazdır. Partinin görevi işçi sınıfı
ideolojisinin hâkimiyetini devam ettirmek ve başka ideolojilerin mevcudiyetini
minimuma indirgemektir. Bu genel tutum halk savaşının başından sonuna kadar
izlenmesi gereken bir tutumdur.
Bazı arkadaşlar, silahlı mücadeleye başlarken
parti olarak ortaya çıkmayışımızı, bir parti anlayışımız olmadığı, politik
mücadelede askeri sorunları ön planda tuttuğumuz veya silaha insandan daha çok
önem verdiğimiz şeklinde yorumlamaktadırlar. Bu suçlamalar karşısında fazla bir
şey söylemeye gerek yoktur. İçinde bulunduğumuz şartlarda, mevcut politik
güçlerin hepsi, açıkça söylemeseler bile kendilerini parti olarak
görmektedirler. Böyle bir durumda, parti olduklarını iddia eden birçok örgüt
görüyoruz. Farklı politik çizgilerin ortaya koyduğu parti anlayışlarını şu
genel ilke içinde değerlendirmek gerekir. Kırsal bölgeleri ve şiddet
politikasını, milli cephedeki sınıflar ittifakı içinde temel almayan bir örgütlenme
ve parti anlayışı, özünde küçük-burjuva ideolojisini içerir, hatta örgütün
içinde işçiler çoğunlukta olsalar bile…
Halk savaşını inkâr eden veya onun ciddi hazırlığı
içinde olmayan hatalı bir görüşün örgütlenme ve parti meselesinde doğru
davranış içinde olması, devrimci teorinin ruhuna aykırıdır. Parti meselesinde
ileri sürülen hatalı görüşleri daha iyi anlayabilmek için geçmişe bir göz
atalım.
12 Mart öncesi, yurdumuzda gelişen devrimci
mücadele, çeşitli fraksiyonların çıkmasına sebep olmuştur. Devrimci güçlerin
dağınıklığı ve politik mücadeleyi yürütecek bir partinin olmayışı, parti
meselesini acil sorun hâline getirmiştir. O şartlar içinde ileri sürülen ve
devamlı değiştirilen parti görüşlerinin genel karakteri şöyle idi: Devrimde
halk ordusunun önemi hemen hemen hesaba katılmıyor ve halk savaşı bir temenni
olmaktan öteye gidemiyordu. Politik mücadele sadece parti yapısı içinde
düşünülüyordu. Böyle olunca barışçıl şartlar içinde legal veya illegal olarak
ve kimine göre ise sanayi proletaryasına ağırlık verilerek örgütlenmeye
gidilecektir. Temelde aynı politikayı içeren bu parti görüşleri sık sık
değiştiriliyor ve bir gün bir fraksiyonun savunduğu görüşü, ertesi gün bir
başka fraksiyon tarafından savunulabiliyordu. Pratikte ise uzun dönemli hiçbir
çaba gerçekleşmiyor ve parti meselesi her fraksiyon için, mevcut devrimci
güçleri o şartlara özgü bir disiplin altına alma düzeyine indirgeniyordu. Bu
görüşlerin birçoğunun artık gerçekleşme olanağı kalmamıştır, fakat görüş olarak
hâlâ savunanlar mevcuttur. Emperyalizmin kontrolü altındaki yurdumuzda bir
partinin legal ya da illegal olması önemli değildir. Esas olan politik
çizgidir.
Ordumuzun bu gelişim düzeyinde parti ve ordu
şeklinde bir ayrım yapılmayacaktır. Gücümüz, halletmek zorunda olduğumuz meseleler
ve örgütsel sorunlarımız açısından şimdiden ayrıma gitmek hatalıdır. Böyle bir
ayrım, silahlı mücadeleye ideolojik bir zorunluluk olarak girmiş olan örgütü,
şeklî bürokrasi mantığı içinde sunî bir ayrıma tabi tutmak olur. T.H.K.O.’nun
örgütlenmesi illegal olmasına rağmen, kırsal bölgelerde mücadele yoğunlaştıkça
ve parti kadroları oluştukça, silahlı mücadelenin temel olması yanında diğer
politik çalışma yöntemleri de ihmal edilmeden uygulanmalıdır. Bilhassa yoksul
köylülere ağırlık verilecek ideolojik ve politik çalışmalara hız, silahlı
mücadeleyi sıhhatli bir gelişim düzeyine sokabilmek için, gerilla savaşı halk
kitlelerinin ekonomik mücadeleleri ile bir bütünlük içine sokulmalıdır. Kırsal
bölgelerdeki politik mücadelenin önemli çalışma yöntemlerini şu şekilde
sıralayabiliriz:
1. Askeri planda somut düşmana
karşı gerilla savaşı,
2. Halk kitlelerinin mahalli
çelişkilerine ağırlık vermeli, ekonomik mücadelesine politik nitelik
kazandırmalıdır. Kırsal bölge halkını sömüren ve ezen ağa, tefeci ve
mütegallibe takımına karşı verilecek mücadeleye, mahalli çelişkiler
keskinleşecek ve halk kitleleri politik mücadeleye, aktif rol alacak şekilde
katılacaklardır. Halkın ekonomik mücadelesine ağırlık vermek, kitlelerin kendi
tecrübeleri ile pişmelerini sağlayacaktır. Halk kitlelerinin kendi tecrübeleri
olmadan mücadelede aktif rol almaları çok zordur.
3. Yukarıda belirttiğimiz
mücadele yöntemlerini de kapsayacak şekilde geniş politik ve ideolojik
propaganda çalışmaları yapmak. Bu çalışmalar, imkânlara ve şartlara göre birçok
araçlar kullanılarak yürütülmelidir. Hatta birçok zamanlar bu tip çalışmalar
legal metodlar kullanılarak gerçekleştirilebilir.
Genel hatlarıyla açıkladığımız bu tip mücadelenin
sağlayacağı örgütlenme, ordumuzun güçlenmesini, köy komitelerinin ve milislerin
yaratılmasını ve kırsal bölgelerde geniş bir haberleşme, destek ve üs
bölgelerinin kuruluşunu sağlar. Kırsal bölge içinde belli noktalarda toplanmış
olan maden ve sanayi işçileriyle ilişkiler kurmalı ve parti kadroları
geliştirilmelidir. Bu çalışmaya mücadelenin başından itibaren gereken önem
verilmelidir. Bu bölgelerdeki işçilerin henüz köylülükle bağlarını koparmamış
olmaları ve çoğunlukla bölgenin yerli halkını teşkil etmeleri, ilişki
kurulmasını kolaylaştıracak çok önemli bir avantajdır. Kısa vadede örgütsel
yararı olmasa dahi, hareket bölgesi içine giren şehir ve kasabalarla sağlam
ilişki ağı kurulmalıdır.
Kırsal bölgelerdeki çalışmalarımızın detaylarını
şimdiden kesin olarak bilmek mümkün değildir. Mücadelenin pratiği ve deneyleri
doğru çalışma tarzını öğrenmemiz için en sağlam alternatiftir. Dikkat edilecek
husus, genel devrimci ilkelerde hata işlenmemesidir.
T.H.K.O., kırsal bölgelerde yürüteceği politik
mücadelesine gerilla savaşıyla devam edecektir. Ve gerilla savaşı, halk
savaşımızın bu aşamasında stratejik meselemizdir. Merkez durumdaki birkaç büyük
şehirde ise gücünün bir kısmını şehir gerillasına ayırmıştır. Şehir
gerillasının kısa dönemdeki çalışması, şehir gerillasının görevi, kır
gerillasını takviye etmektir. Ve çalışma metodları da bu amacı içerecektir.
İleri dönemlerde şehir gerillasının politik çalışması, kırsal bölgeye bağlı
olarak sanayi proletaryasına kaydırılmalıdır.
Devrimci mücadelemizde, halk kitlelerini
örgütlemek için parti ve halk ordusu vazgeçilmez iki araçtır. Fakat bugünkü
örgütlenme düzeyimizde parti ve ordu fonksiyonunu T.H.K.O. olarak tek başına
gerçekleştirmektedir. Bu mesele ise politikamız içinde, ordumuzun kuruluşuyla
ve savaşçılarının yapısıyla ilgili bir meseledir. Önemli olan, temel
politikamız ve ideolojik birliğimizdir. Dikkat etmemiz gereken en önemli husus
budur. Karşımıza çıkabilecek önemli iki tehlike, mücadeleden taviz vermek veya
örgütsel hatalardan ve tecrübesizlikten gelecek büyük kayıplardır. Bu ikili
tehlikeden taktik hatalar, çalışmalarımıza büyük zararlar getirdi. Aynı şeyin
tekrar etmemesi için kadrolar içindeki politik çalışmaya hız verilmeli ve
devrimci ilkeleri örgütümüz içinde eksiksiz uygulamalıyız. Tek tek savaşçılar
eksikliklerini gidermeli ve hatalarından çok iyi dersler çıkarmalıdır ve gerçek
olan şey, çok iyi dersler alabileceğimiz hatalar işlemiş olmamızdır.
Bugünkü çalışmamız dünkünden çok daha zor
olacaktır. Ordumuz içindeki devrimci ahlâk, devrimci dayanışma ve devrimci
ilişkileri kuvvetlendirmeliyiz. Eleştiri ve öz-eleştiri metodunu daima birliğimizi
güçlendirecek tarzda ihmal etmeden uygulamalıyız. Tüm düşünce ve
davranışlarımızda Türkiye devrimine karşı sorumluluğumuzu bir saniye dahi
unutmadan örgütümüz içindeki görevimize başarıyla devam edelim.
Yurdumuzda mevcut birçok fraksiyonun ortaya koydukları
parti anlayışlarının ortak ve önemli olan hatalı yanı şudur: Şehirleri temel
alan ve sanayi proletaryasına yönelen bir çalışma tarzını, parti anlayışı
olarak iddia etmektedirler. Şiddet politikası ve devrim stratejimizde zorunlu
olan sınıflar ittifakı (temelde işçi-köylü) ihmal edilmektedir. Bu durum,
pratikte halk savaşını ihmal etmek ve halk ordusunun devrimdeki fonksiyonunu
önemsememektir.
Pratikte böyle bir parti anlayışı, politik
mücadelede oportünist bir çizgi hâline gelmektedir. Bu görüşün savunucuları ve
pratikteki uygulayıcıları, parti meselesini amaç edinmekte (amaç devrimdir) ve
partisiz devrim olmaz ilkesini, partisiz mücadele olmaz mantığına
indirgemektedirler. Silahlı mücadele içinde olmadıkları için politik
çalışmaları ya barışçıl bir temele kaymakta ya da emperyalizmin baskıları ve
terörüyle yok olmaktadır. Onun için böyle bir parti anlayışında olanlar,
mücadelenin başından itibaren partiyi yaşatmayı genel ilke hâline getirmekte ve
düşmanın sert tutumu karşısında geri çekilerek oportünizmin ve pasifizmin
batağına saplanmaktadırlar. Örgütün nicel yapısını korumak ve geliştirmek için,
düşmanın tayin ettiği sınırlar içinde hapsolmakta ve mücadele, politik özünü
yitirerek, ekonomik düzeydeki bir örgütlenmeden öteye gidememektedir.
Kısaca açıkladığımız böyle bir parti anlayışı
(görüşü) ve politikası, Sovyet devrimindeki parti çalışma tarzının ve gelişmiş
kapitalist ülkelerde geçerli olan parti anlayışının, yurdumuza taktik
değişikliklerle ithalidir. Bilhassa Sovyetler Birliği Bolşevik Partisi’nin
büyük oranda etkisinde kalınarak, çalışma tarzı ve yöntemleri aşağı yukarı
aynen uygulanmaya çalışılmaktadır. Sovyetler Birliği devrim modeli ile Türkiye
devrim modeli çok farklıdır ve doğal olarak devrim stratejisi ve politik
mücadele yöntemleri de farklı olacaktır. Bolşevik Partisi’nin çalışma tarzını
ve politikasını yurdumuz şartlarında politik bir görüş olarak uygulamak,
mücadelenin başından oportünizmin batağına saplanmasıdır.
Son zamanlarda böyle bir parti anlayışı şehir
gerillası ile birleştirilerek halk savaşı teorisi çıkarılmıştır. Bizler politik
mücadelede şehir gerillasının temel alınmasını hatalı bir savaş stratejisinin
uygulanması olarak görüyoruz. Fakat şehir gerillasının bu şekilde hatalı bir
parti anlayışı ile bütünleştirilerek politik çizgi hâline getirilmesi, politik
mücadelede farklı iki ideolojinin örgütsel ittifak içine girmesidir. Ve bu
görüşün ışığında verilecek mücadele, içinde daima iki ideolojinin hâkim
olacağına bağlıdır. Parçalanma ise eşikteki tehlikedir.
Şehir gerillasını bu parti anlayışından ayırarak
düşünürsek, bu konudaki görüşümüz şudur: Yurdumuzda şehir gerillasının
uygulanacağı merkezlerde, halk savaşının sağlam temellerini nicelik ve nitelik
olarak atmak imkansızdır. Şehir gerillası, sanayi proletaryası ve şehir küçük
burjuvazisini kısmet örgütlese dâhi, halk kitlelerinin içinde bulunduğu
koşullar ve şehir gerillasının hareket alanı göz önüne alınırsa gelişme olanağı
bulamaz ve belirli bir süre sonra kısır bir döngü içine girer. Mücadeleyi
yürüten örgüt, halk ordusu yerine işçi sınıfı örgütü şeklinde belirir.
Bu durum, politik çizgisi gereği köylü yığınlarını
başından itibaren ihmal eden bir çalışma tarzının doğal sonucudur. Latin
Amerika ülkelerinde yürütülen şehir gerillası, yurdumuzun içinde bulunduğu
sosyo-ekonomik yapı, farklı üretim biçimleri ve ona bağlı olarak ortaya çıkan
sınıflar ittifakı açısından temel politik mücadele yöntemi olamaz.
Halk savaşımızın henüz sağlam kadrolar çıkarmadığı
ve silahlı mücadelenin yeni olduğu günümüz şartlarında karşı karşıya
bulunduğumuz önemli tehlike, tarihî oportünizmdir. Tarihî oportünizmin,
emperyalizmin hegemonyası altındaki ülkelerde büründüğü iki önemli kılık
vardır.
1. Eğer o ülkede şeklî bir
demokrasi varsa, legal mücadeleye sınırlı imtiyazlar tanınmışsa, ‘’legaliteyi
kullanalım’’ sloganı altında legaliteyi temel kural hâline getirmekte ve
barışçıl şartlar içinde bir politik mücadele önermektedir.
2. Şayet o ülkede legal mücadele
imkanları yoksa ve faşist bir politika uygulaması bulunuyorsa, silahlı
mücadeleye karşı ‘’erkendir’’ veya ‘’halka rağmen verilmektedir, halk
kitlelerini örgütlemeden silahlı mücadele sol sapmadır’’ sloganı ile ortaya
çıkmaktadır. ‘’Silahlı mücadele, halk kitlelerini örgütlemek için politik
mücadele olmasına rağmen silahlı mücadeleye başlamak için halkı örgütlemek
şarttır’’ şeklinde ortaya atılan görüş, özünde sınıf mücadelesinin inkârıdır ve
halk kitlelerinin kurtuluşu için verilen silahlı mücadeleye alternatif olarak
barışçıl şartları temel alan oportünist ve pasifist bir politikayı
önermektedir.
Türkiye’de 1971 başlarından bu yana uygulanan
faşist politika, bu görüşlerin gelişme şansını yok etmiştir. Zaten bu tip
hatalı görüşlerin birçoğu 12 Mart öncesi legal ortamının yapısından geliyordu.
Faşizmin baskı ve terör politikası, bu görüşü savunanların politik
ağırlıklarını korumaları engellemiştir.
Türkiye’de 12 Mart muhtırası ile uygulamasına
girişilen faşist politikanın sınıfsal temelini anlayabilmek için, gerici
sınıfların ve emperyalistlerin uzun vadeli bir plan içindeki politikalarının
(sebep-sonuç) amacını bilmek lâzımdır. Genel olarak bu politika, hâkim
sınıfların çıkarlarını devam ettirmek için uyguladıkları bir politikadır demek
mümkündür, fakat gericileri bu politikaya zorlayan sebepleri ve uzun dönemde
sağlamaya çalıştığı çıkarlar açısından, üzerinde ciddiyetle durulması gereken
bir meseledir. Zira faşist politikanın temelinde, emperyalizmin Orta-Doğu’daki
çıkarlarının devamı, işbirlikçi burjuvazinin Avrupa Ekonomik Topluluğu’nda olan
yıllar sonrasına ait planları da yatmaktadır.
Orta-Doğu, yukarıda anlattığımız genel yapı içinde
[Örgütsel Sorunlar] emperyalizmin sömürü alanı durumundadır. İngiliz ve Fransız
emperyalizminin Orta-Doğu’da tutunamayarak çekilmeye mecbur olması, bir
taraftan milli iktidarların kurulmasını, diğer taraftan da Amerikan
emperyalizminin Orta-Doğu’daki petrol yatakları üzerinde kısmî hakimiyet
kurmasını sağlamıştır. Orta-Doğu ülkelerindeki halklar içinde Arap halklarının
çoğunluk teşkil etmesi, anti-emperyalist mücadelenin yayılmasını hızlandırmış
ve ilerici iktidarlar arasında daha sağlam bir dayanışma kurulmasını
sağlamıştır. Birçok ülkede gerici rejimler, yerlerini ilerici iktidarlara
bırakmak zorunda kalmıştır.
Bu iktidarların oluşumu, hemen hemen her yerde
radikal güçlerin askerî darbelerle iktidarı almaları şeklinde olmuştur.
Emperyalizmin sömürü ve zulüm politikası; bu iktidarların yıkılması yerine
güçlü bir dayanışma içine girmelerine ve Arap halklarının bir birlik
oluşturmalarına sebep olmuştur.
Orta-Doğu’daki genel durumu şöyle belirtebiliriz:
Genel özellikleriyle milli bir politika izleyen devletler: Suriye-Irak-Güney
Yemen ve Mısır’dır. Emperyalist saldırı karşısında bu devletler milli bir
birliğe zorlanmışlardır. Ve bu birlik Orta-Doğu’yu da aşarak Libya, Sudan ve
Cezayir’i de içine almıştır.
Devletler dışında Arap halklarının ulusal kurtuluş
mücadelelerine öncülük eden Filistin Kurtuluş Örgütleri ve Basra Körfezi
Kurtuluş Cephesi gibi örgütler, Amerikan emperyalizmi için ciddi tehlike olmaya
başlamışlardır.
Geriye emperyalizmin kontrolü altındaki Orta-Doğu
ülkeleri olan İran, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan
kalmaktadır. Bu devletlerden Ürdün, Lübnan ve Suudi Arabistan, Arap halklarının
uyanışı karşısında kendi gerici politikalarını devam ettirmek için kısmî
tavizler vermeye mecbur olmaktadırlar.
Savaşın devam ettiği Filistin meselesinin her an
büyüyerek tüm Orta-Doğu’yu kapsaması, uzak bir ihtimal değildir. Amerikan
emperyalizmi Orta-Doğu’daki çıkarlarını devam ettirmek için İsrail, İran ve
Türkiye’yi karşı-devrimci birer üs olarak takviye etmektedir. Türkiye, NATO
ittifakı içinde Avrupa ve Amerika’ya, CENTO ittifakı içinde İran ve Pakistan’a
askerî ve ekonomik yönleriyle bağlıdır.
Hem Orta-Doğu’daki çıkarları açısından, askerî
bakımdan ve hem de Sovyetler Birliği’ne karşı tampon bir devlet olarak
emperyalizm için Türkiye, stratejik öneme haizdir. Bu yüzdendir ki
emperyalistler Türkiye’yi Orta-Doğu’da ve özel olarak da Türkiye’de kontrolü
sağlayacak ve gerektiği zaman çıkarlarını korumak için müdahalelere müsait
askerî bölge olarak seçmişlerdir. Ekonomik yönüyle Amerikan emperyalizmine bağımlı
olan Türkiye, stratejik önemi ve karşı-devrimci bir üs olma özelliğini koruması
açısından, emperyalistlerin üzerinde ciddiyetle durmalarına sebep olmaktadır.
Diğer taraftan askerî ve ekonomik ittifaklarla
emperyalizmin sağlam bir müttefiki olan Türkiye, Orta-Doğu halklarının Müslüman
olmaları yüzünden de önem taşımaktadır. Ve Amerika’nın Orta-Doğu’daki
çıkarlarını korumak için iyi bir arabulucudur.
Doğal olarak emperyalistler ve uşakları, Türkiye
halkının devrimci mücadelesini bastırmak ve ne pahasına olursa olsun
Türkiye’nin Orta-Doğu’daki gerici politikasına devam etmesi çabasındadır.
Yurdumuzdaki Amerikan üslerinin ve nüfusumuza oranla normal büyüklükte olan
Türk ordusunun yapısı (kara harekât ordusu) gelişigüzel değildir. Türkiye’de
Amerikan emperyalizminin kontrolünün azalması veya kalkması, Orta-Doğu
çıkarlarını büyük oranda etkileyeceği için doğal olarak devrimci mücadeleye
karşı tutumunu da çıkarlarının tümü açısından belirlemektedir.
İçinde bulunduğumuz bu ortamda Türkiye’deki
Amerikan askerî gücü daha çok Filistin meselesine bağlı olarak Arap halkları
için tehlikelidir. Bu yüzden halk savaşımızın bu döneminde, Orta-Doğu’daki her
patlamaya Türkiye’deki gericiler el atacaklardır. Ve bu durum aynı dış düşmana
karşı mücadele veren Orta-Doğu halkları ve Türkiye halkı arasında sağlam bağlar
kurulmasını sağlayacaktır. Bazı arkadaşlar Orta-Doğu sorununun bu gelişimini
hesaba katarak Orta-Doğu Devrimci Çemberi
veya Bölgesel Savaş tezlerini
ortaya atıyorlar.
Bu iki tez, ulusal
kurtuluşumuz savaşımız içinde taktik bir sorun olarak iddia edilirse doğru,
fakat stratejik bir hâline sokulursa kökten hatalıdır. Zira dış düşmanın tek
olması ve Orta-Doğu’da savaşın bölgesel bir savaş hâlini alması, Türkiye
devrimini bir dış etken olarak azami ölçüde etkileyecektir. Fakat Türkiye
devriminin temel belirleyici unsuru toplumumuzun iç dinamizmidir. Orta-Doğu
meselesi, Türkiye devrim sürecini etkilese dahi halk savaşı birçok zikzaklar
çizecektir, iç ve dış etkenler rol oynayacaktır ve stratejik bir sorun
olmayacaktır. Buna rağmen, Orta-Doğu halkları ve onların mücadelelerine öncülük
eden örgütler sağlam bir dayanışma içine girmeye ve birbirlerine destek olmaya
mecburdurlar.
Hüseyin İnan