Camilo Torres 1929’da dünyaya geldi. Ailesi, Kolombiya’nın
üst tabakasına mensuptu. Torres de oligarşinin şımartılmış çocukları gibi
yetiştirildi. Ama onda bir farklılık vardı. Torres, rahip olarak yaşamak
istedi. Papaz okulunda yoksul Kolombiyalıların derdini dert edindi.
Eğitimini Avrupa’da tamamlayan Torres, sosyoloji
eğitimi aldı ve yoksulların çilesine ilişkin sorularının cevaplarını bilimde
aradı. İyi bir öğrenciydi. Dört dili akıcı şekilde konuşabiliyordu.
Camilo Torres, Kolombiya’ya dönünce yoksullarla
ilişki kurmak adına gençleri örgütleme çalışmalarına dâhil oldu. Kiliseyi yoksullara
yönelik yükümlülüklerini kabul ettirmeye çalıştı. Öte yandan hükümete yoksulların
hayrına olacak programları uygulatmak için uğraştı. Bu işlere on sekiz yılını
verdi.
Peşinden binlerce genç geldi ama eyleme geçme
noktasında, baskılar arttığında çok azı onun yanında kaldı. Torres’in onca
çabasına rağmen kilise statükoyu korumaya devam etti. Bu koruma pratiğinde
kullanılan araçların tamamı oligarşiye aitti. Oligarşinin iktidarı halka teslim
etme niyeti yoktu.
Sonuçta Torres, Kolombiya’nın yegâne umudunun
devrimde olduğuna kanaat getirdi. Bu noktada halk sevgisi ile rahip kalarak
statükoya destek verme seçenekleri ile yüzleşti. Torres, Hristiyanlığın sadece “pratik
sevgi” olduğuna inanan bir isimdi. Ondaki Tanrı’ya ve Kolombiya halkına yönelik
sevgi, onu kiliseyi terk etmeye itti. Camilo Torres, kiliseden ayrıldığında
aşağıdaki bildiriyi kaleme aldı:
“Koşullar
insanların kendilerini İsa Mesih’e teslim etmelerini imkânsızlaştırdığında bir
rahipten istenen, sonuçta komünyon ayinini yapmaktan alıkonsa bile, onun bu
koşullara savaş açmasıdır. Zira komünyon ayini, Hristiyanların fedakârlığı ile
icra edilmiyorsa tüm mânâsını yitirecek olan bir ibadettir. Kilisenin mevcut
yapıları dâhilinde kilise dışı ibadet noktasında rahipliğimi devam ettirmem artık
imkânsızlaşmıştır. Hristiyanlıkta rahiplik, tabii ki sadece kilise dışı
ayinleri yapmaktan ibaret değildir. Tüm rahiplik faaliyetlerinin ana hedefi
olan ekmek ve şarap ayini, cemaatin ifa ettiği temel ibadettir. Bugün Hristiyan
cemaati, kutsal kitabın bahsini ettiği ‘komşunu sev’ emrini yerine getirmiyorsa
ekmek ve şarap ayinini gerçek mânâsıyla yapmıyor demektir.
Ben,
Hristiyanlığı komşuma hizmet etmenin en saf yolu olduğuna inandığım için
seçtim. İsa beni ebediyete tek rahip atadı; beni asıl harekete geçirense günün
yirmi dört saati kendimi memleketlilerime yönelik sevgiye adama arzusuydu. Aynı
zamanda sosyologum ve ben, bilimsel araştırmalar ve teknik ilerlemeler
aracılığıyla sevginin gerçek mânâda etkili olmasını sağlamaya çalıştım.
Kolombiya toplumunu analiz ederken ülkenin açları doyurmak, susuzların
susuzluğunu gidermek, çıplakları giydirmek, halkın ekseriyetini müreffeh kılmak
için bir devrime ihtiyaç duyduğunu anladım. Devrimci mücadelenin İsevî bir
mücadele, rahiplerin vermesi gereken bir mücadele olduğuna inanıyorum. Hattizatında
Kolombiya’nın mevcut koşullarında devrimci mücadeleye iştirak etmek, insanların
dinî inançları gereği komşularına sevgi gösterebilmelerinin yegâne yoludur.
Rahip
olduğumdan beri Katolik olsun ya da olmasın kilise dışındaki insanları devrimci
mücadeleye katılma konusunda teşvik etmek için yüzlerce farklı yola başvurdum. Ama
bu insanların eylemleri kitlelerden makes bulmadı, ben de bunun üzerine kendimi
davaya adamaya, böylece ‘komşunu sev’ emrinin dayattığı yolu yürümek suretiyle insanları
Tanrı sevgisine yönlendirme misyonumu yerine getirmeye karar verdim. Bir
Kolombiyalı olarak bu faaliyetin Hristiyan hayatımın ve rahipliğimin tam da
özünü teşkil ettiğini düşünüyorum.
Kilise
bu hâliyle devam ettikçe üstlendiğim misyon her zaman hiyerarşinin iradesiyle
çatışacaktır. O iradeye itaat etmek, kendi vicdanıma sadakat göstermek
istiyorum. Bu sebeple Sayın Kardinal’den bu dünya hayatında insanlara hizmet
edebilmem için din adamlığımla ilişkili yükümlülükleri benden almasını istedim.
Kilise ibadetime gerçek bir anlam katacak olan koşulların oluşturulması için
bugüne dek yüce tuttuğum ve benim için bir ayrıcalık olan ibadet etme
imkânımdan bugün itibarıyla vazgeçiyorum.
Bu
fedakârlığı, halkıma olan bağlılığım emrettiği için yapıyorum. İnsana dair
kararlarda nihai kıstas sevgidir, doğaüstü sevgidir; ben, sevginin benden
almamı istediği tüm riskleri almaya hazırım.
Bu mektuptan kısa bir süre sonra Camilo Torres
gerilla saflarına katıldı. Artık vakit eylem vaktiydi. Torres komünist değildi
ama Marksistlerin Latin Amerika’daki yoksullar konusunda herkesten daha fazla
iş yapabileceklerini görüyordu. Bir gerilla olarak Torres, basına gerillanın
hedeflerini açıkladığı aşağıdaki bildiriyi gönderdi:
“Kolombiya
halkı:
Ülkemizdeki
yoksullar, kendilerini uzun zamandır verdikleri savaşın nihai aşamasında oligarşinin
karşısına dikecek o silâhlanma çağrısını yıllardır işitmeyi bekliyorlardı.
Halktaki
ümitsizlik kırılma noktasına ne vakit ulaşsa yönetici sınıflar, her daim onları
aldatmayı, dikkatlerini başka yöne çekmeyi, gerçek bir değişime yol açmayacak
çözümlerle halkı susturmayı bilmiştir. Halk ne vakit bir lider arayışına girip
bu liderliği Jorge Eliecer Gaitán’da buldu, oligarşi onu hemen öldürdü. Halk barış
istediğinde oligarşi bu isteğe şiddetle cevap verdi. Halkın şiddete tahammülü
kalmadığında, iktidarı almak için gerilla birlikleri örgütlediğinde, oligarşi
askerî darbe yaptı ve gerillaları türlü hilelerle teslim aldı. Halk ne vakit
demokrasi istese, kimi zaman halk oylamasıyla kimi zaman oligarşinin başını
çektiği diktatörlüğün dayattığı Milli Cephe ile kandırıldı.
Artık
halk saf değil. Seçimlere inanmıyor. Halk, tüm yasal kanalların kullanıldığını
biliyor. Önlerindeki tek yolun silâhlı mücadele olduğunun farkında. Ümitsiz
olan halk, Kolombiya’da yeni nesil köle olmasın diye, artık her şeyi hatta
hayatını riske atabilecek duruma gelmiş. Halkın derdi, çocukları eğitim alsın,
düzgün evlerde otursun, karnı doysun, kıyafeti olsun, insanca onurlu bir hayat
yaşasın, ileride Kolombiyalılar kendilerinin olan, Amerikan hâkimiyetinden
çıkmış bir vatanda ömür sürsün.
Her
samimi devrimci, silâhlı mücadelenin elde kalan yegâne yol olduğunu görüyor. Halk,
liderlerinin silâhlanma çağrısında bulunmasını umut ediyor.
Kolombiya
halkına savaş anının gelip çattığını söylemek istiyorum. O halka hiçbir vakit
ihanet etmedim. Her köyün ve her şehrin meydanında halk sınıflarının iktidarı
almak için örgütlenmelerini istedim, bu davaya kendimizi ısrarla adamaya hiçbir
zaman ara vermedim. Artık her şey hazır. Oligarşinin niyeti, tüm o her daim
gördüğümüz süsü püsüyle yeni bir seçim komedisi tertiplemek: önce istifa edip
yeniden kabul gören adaylar, iki partinin teşkil ettiği komiteler, artık hükmü
kalmamış fikirlere ve şahsiyetlere yaslanan yenilenme hareketleri halka ihanet
etmekten başka bir şey yapmadılar. Biz Kolombiyalar, onlardan bundan daha
fazlasını bekleyebilir miyiz?
Özgürlük
savaşçılarına katıldım. Kolombiya ormanlarının bu köşesinde niyetimin silâhımı
teslim etmek değil, iktidar olana dek savaşmak olduğunu beyan ediyorum. Ulusal
Kurtuluş Ordusu’na katıldım, çünkü Birleşik Cephe’ye ilham veren idealleri bu
örgütte buldum. Halkın birliği onun yerine getirebileceği bir istek. Eskiden kalma,
partilerle alakalı tüm o ağız dalaşlarını ve dinî farklılıkları bir kenara
atıp, hizip, hareket, parti veya lider ile ilgili farklara bakmaksızın diğer
tüm devrimci örgütlerle rekabet etme fikrini çöpe atarak köylüleri
birleştirecek olan odur. Ulusal Kurtuluş Ordusu, Kolombiya oligarşisinin ve
Amerikan emperyalizminin sömürüsünden halkı kurtaracak, iktidar tümüyle halkın
eline geçene dek silâhını bırakmayacak, Birleşik Cephe platformunun hedeflerine
sahip çıkan bir örgüttür.
Her
vatansever Kolombiyalı, savaşa hazırlanmalıdır. Zaman içerisinde ülkenin her
köşesinde gerilla liderleri ortaya çıkacaktır. Bu esnada hepimiz tetikte
olmalıyız. Silâh ve cephanelik toplamalı, gerilla muharebesi için eğitim
almalı, en güvendiğimiz dostlarımızla meseleleri tartışmalı, kıyafet, ilâç ve
erzak toplamalı, uzun soluklu savaşa hazırlanmalıyız.
Sonuçlarının
bizim lehine olacağından emin olduğumuz noktada düşmana ani saldırılar
gerçekleştirmeliyiz. Bu noktada sözde devrimcileri sınayıp hainleri içimizden
ayıklayabiliriz. Eylemi gözardı etmemeli ama aynı zamanda fazla sabırsız da
olmamalıyız. Uzun soluklu savaşta hepimiz belirli bir anda eylem alanına
çağrılacağız; bu noktada asıl önemlisi, o an geldiğinde bizim hazırlıklı ve
silâhlı olmamızdır. Kişilerin her görevi ifa etmesi beklenemez. Görevler paylaşılmalıdır.
Birleşik Cephe üyeleri, inisiyatifin ve eylem sürecinin öncüleri olmalıdırlar. Hazırlık
döneminde sabırlı hareket etmeli, nihai zaferin bizim olacağı konusunda güven
içerisinde olmalıyız.
Halkın
mücadelesi, nihayetinde tüm ülkeyi kucaklayan bir mücadele olmalıdır. Savaş uzun
sürecektir, ona şimdi başlamaya tam da bu sebeple karar verdik.
Yurttaşlarım,
halkın ve devrimin çağrısına kulak verin!
Birleşik
Cephe mensubu eylemciler, bugüne dek attığınız sloganları eyleme dökün!
Halk
sınıflarının birliği için ölümüne mücadele!
Halk
sınıflarının örgütlenmesi için ölümüne mücadele!
Halk
sınıflarının iktidarı alması için ölümüne mücadele!
Ölümüne
mücadele edeceğiz, çünkü biz sonuna dek savaşmaya kararlıyız.
Zafere
dek mücadele edeceğiz çünkü zafere ancak davasına bağlı bir halk ulaşır. Zafere
dek mücadele edeceğiz, Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun sloganlarına sadık kalacağız.
Kimse
geri adım atmayacak!
Ya
kurtuluş ya ölüm!”
● ● ●
Camilo Torres’in gerilla ile birlikteliği yalnızca
üç ay sürdü. Kendisine eğitim verildi, bir tabanca teslim edildi ve tüfek
taşıma hakkını bizatihi kazanmak zorunda olduğu söylendi. Daha önce planlanmış
bir pusunun kurulduğu yere ısrarla gitmek istedi. Pusuda vurulan askerlerden
birinin tüfeğini almak için saklandığı yerden çıktı. Tam tüfeği alırken
omzundan vuruldu. Sürünerek oradan uzaklaşmaya çalışırken bir kurşun daha yedi.
İki yoldaşı onu kurtarmaya çalıştı. İkisi de vuruldu. Camilo Torres
gerillalarla birlikte girdiği ilk çatışmada öldürüldü.
Torres, köklü bir teolojik açmazla yüzleşmiş bir
isimdi. Kilisede kalmış olsaydı, kilise oligarşiye destek verdiği için
kitlelere yönelik zulme katkı sunacaktı. Bu da onun Tanrı’nın “komşunu kendin
gibi sev” emrini ihlal etmesine sebep olacaktı.
Torres kendisini, görevini
ve kilisedeki güvenli hayatını çok seviyordu. Ama kitlelerin hayatının ancak
devrimle iyileşebileceğine inanıyordu. Dolayısıyla Torres, insanlara yönelik
sevgisini en iyi devrim yoluna revan olarak gösterebileceğini düşünüyordu. Ne
var ki bu tür bir eylem şiddeti, Tanrı’nın yasakladığı başkasının canını almayı
içeriyordu. Bundan kaçış yoktu. Torres kaçamazdı. Nihayetinde sevginin devrimci
yolla dışavurulabileceği, şiddetinse ancak devrimci yolla savuşturulabileceği
sonucuna ulaştı.
0 Yorum:
Yorum Gönder