15 Şubat 2020

, , ,

Camilo Torres

Camilo Torres 1929’da dünyaya geldi. Ailesi, Kolombiya’nın üst tabakasına mensuptu. Torres de oligarşinin şımartılmış çocukları gibi yetiştirildi. Ama onda bir farklılık vardı. Torres, rahip olarak yaşamak istedi. Papaz okulunda yoksul Kolombiyalıların derdini dert edindi.

Eğitimini Avrupa’da tamamlayan Torres, sosyoloji eğitimi aldı ve yoksulların çilesine ilişkin sorularının cevaplarını bilimde aradı. İyi bir öğrenciydi. Dört dili akıcı şekilde konuşabiliyordu.

Camilo Torres, Kolombiya’ya dönünce yoksullarla ilişki kurmak adına gençleri örgütleme çalışmalarına dâhil oldu. Kiliseyi yoksullara yönelik yükümlülüklerini kabul ettirmeye çalıştı. Öte yandan hükümete yoksulların hayrına olacak programları uygulatmak için uğraştı. Bu işlere on sekiz yılını verdi.

Peşinden binlerce genç geldi ama eyleme geçme noktasında, baskılar arttığında çok azı onun yanında kaldı. Torres’in onca çabasına rağmen kilise statükoyu korumaya devam etti. Bu koruma pratiğinde kullanılan araçların tamamı oligarşiye aitti. Oligarşinin iktidarı halka teslim etme niyeti yoktu.

Sonuçta Torres, Kolombiya’nın yegâne umudunun devrimde olduğuna kanaat getirdi. Bu noktada halk sevgisi ile rahip kalarak statükoya destek verme seçenekleri ile yüzleşti. Torres, Hristiyanlığın sadece “pratik sevgi” olduğuna inanan bir isimdi. Ondaki Tanrı’ya ve Kolombiya halkına yönelik sevgi, onu kiliseyi terk etmeye itti. Camilo Torres, kiliseden ayrıldığında aşağıdaki bildiriyi kaleme aldı:

“Koşullar insanların kendilerini İsa Mesih’e teslim etmelerini imkânsızlaştırdığında bir rahipten istenen, sonuçta komünyon ayinini yapmaktan alıkonsa bile, onun bu koşullara savaş açmasıdır. Zira komünyon ayini, Hristiyanların fedakârlığı ile icra edilmiyorsa tüm mânâsını yitirecek olan bir ibadettir. Kilisenin mevcut yapıları dâhilinde kilise dışı ibadet noktasında rahipliğimi devam ettirmem artık imkânsızlaşmıştır. Hristiyanlıkta rahiplik, tabii ki sadece kilise dışı ayinleri yapmaktan ibaret değildir. Tüm rahiplik faaliyetlerinin ana hedefi olan ekmek ve şarap ayini, cemaatin ifa ettiği temel ibadettir. Bugün Hristiyan cemaati, kutsal kitabın bahsini ettiği ‘komşunu sev’ emrini yerine getirmiyorsa ekmek ve şarap ayinini gerçek mânâsıyla yapmıyor demektir.

Ben, Hristiyanlığı komşuma hizmet etmenin en saf yolu olduğuna inandığım için seçtim. İsa beni ebediyete tek rahip atadı; beni asıl harekete geçirense günün yirmi dört saati kendimi memleketlilerime yönelik sevgiye adama arzusuydu. Aynı zamanda sosyologum ve ben, bilimsel araştırmalar ve teknik ilerlemeler aracılığıyla sevginin gerçek mânâda etkili olmasını sağlamaya çalıştım. Kolombiya toplumunu analiz ederken ülkenin açları doyurmak, susuzların susuzluğunu gidermek, çıplakları giydirmek, halkın ekseriyetini müreffeh kılmak için bir devrime ihtiyaç duyduğunu anladım. Devrimci mücadelenin İsevî bir mücadele, rahiplerin vermesi gereken bir mücadele olduğuna inanıyorum. Hattizatında Kolombiya’nın mevcut koşullarında devrimci mücadeleye iştirak etmek, insanların dinî inançları gereği komşularına sevgi gösterebilmelerinin yegâne yoludur.

Rahip olduğumdan beri Katolik olsun ya da olmasın kilise dışındaki insanları devrimci mücadeleye katılma konusunda teşvik etmek için yüzlerce farklı yola başvurdum. Ama bu insanların eylemleri kitlelerden makes bulmadı, ben de bunun üzerine kendimi davaya adamaya, böylece ‘komşunu sev’ emrinin dayattığı yolu yürümek suretiyle insanları Tanrı sevgisine yönlendirme misyonumu yerine getirmeye karar verdim. Bir Kolombiyalı olarak bu faaliyetin Hristiyan hayatımın ve rahipliğimin tam da özünü teşkil ettiğini düşünüyorum.

Kilise bu hâliyle devam ettikçe üstlendiğim misyon her zaman hiyerarşinin iradesiyle çatışacaktır. O iradeye itaat etmek, kendi vicdanıma sadakat göstermek istiyorum. Bu sebeple Sayın Kardinal’den bu dünya hayatında insanlara hizmet edebilmem için din adamlığımla ilişkili yükümlülükleri benden almasını istedim. Kilise ibadetime gerçek bir anlam katacak olan koşulların oluşturulması için bugüne dek yüce tuttuğum ve benim için bir ayrıcalık olan ibadet etme imkânımdan bugün itibarıyla vazgeçiyorum.

Bu fedakârlığı, halkıma olan bağlılığım emrettiği için yapıyorum. İnsana dair kararlarda nihai kıstas sevgidir, doğaüstü sevgidir; ben, sevginin benden almamı istediği tüm riskleri almaya hazırım.”

“Hristiyanlıkla devrim arasında hiçbir çelişki yoktur.” [Camilo Torres]

Bu mektuptan kısa bir süre sonra Camilo Torres gerilla saflarına katıldı. Artık vakit eylem vaktiydi. Torres komünist değildi ama Marksistlerin Latin Amerika’daki yoksullar konusunda herkesten daha fazla iş yapabileceklerini görüyordu. Bir gerilla olarak Torres, basına gerillanın hedeflerini açıkladığı aşağıdaki bildiriyi gönderdi:

“Kolombiya halkı:

Ülkemizdeki yoksullar, kendilerini uzun zamandır verdikleri savaşın nihai aşamasında oligarşinin karşısına dikecek o silâhlanma çağrısını yıllardır işitmeyi bekliyorlardı.

Halktaki ümitsizlik kırılma noktasına ne vakit ulaşsa yönetici sınıflar, her daim onları aldatmayı, dikkatlerini başka yöne çekmeyi, gerçek bir değişime yol açmayacak çözümlerle halkı susturmayı bilmiştir. Halk ne vakit bir lider arayışına girip bu liderliği Jorge Eliecer Gaitán’da buldu, oligarşi onu hemen öldürdü. Halk barış istediğinde oligarşi bu isteğe şiddetle cevap verdi. Halkın şiddete tahammülü kalmadığında, iktidarı almak için gerilla birlikleri örgütlediğinde, oligarşi askerî darbe yaptı ve gerillaları türlü hilelerle teslim aldı. Halk ne vakit demokrasi istese, kimi zaman halk oylamasıyla kimi zaman oligarşinin başını çektiği diktatörlüğün dayattığı Milli Cephe ile kandırıldı.

Artık halk saf değil. Seçimlere inanmıyor. Halk, tüm yasal kanalların kullanıldığını biliyor. Önlerindeki tek yolun silâhlı mücadele olduğunun farkında. Ümitsiz olan halk, Kolombiya’da yeni nesil köle olmasın diye, artık her şeyi hatta hayatını riske atabilecek duruma gelmiş. Halkın derdi, çocukları eğitim alsın, düzgün evlerde otursun, karnı doysun, kıyafeti olsun, insanca onurlu bir hayat yaşasın, ileride Kolombiyalılar kendilerinin olan, Amerikan hâkimiyetinden çıkmış bir vatanda ömür sürsün.

Her samimi devrimci, silâhlı mücadelenin elde kalan yegâne yol olduğunu görüyor. Halk, liderlerinin silâhlanma çağrısında bulunmasını umut ediyor.

Kolombiya halkına savaş anının gelip çattığını söylemek istiyorum. O halka hiçbir vakit ihanet etmedim. Her köyün ve her şehrin meydanında halk sınıflarının iktidarı almak için örgütlenmelerini istedim, bu davaya kendimizi ısrarla adamaya hiçbir zaman ara vermedim. Artık her şey hazır. Oligarşinin niyeti, tüm o her daim gördüğümüz süsü püsüyle yeni bir seçim komedisi tertiplemek: önce istifa edip yeniden kabul gören adaylar, iki partinin teşkil ettiği komiteler, artık hükmü kalmamış fikirlere ve şahsiyetlere yaslanan yenilenme hareketleri halka ihanet etmekten başka bir şey yapmadılar. Biz Kolombiyalar, onlardan bundan daha fazlasını bekleyebilir miyiz?

Özgürlük savaşçılarına katıldım. Kolombiya ormanlarının bu köşesinde niyetimin silâhımı teslim etmek değil, iktidar olana dek savaşmak olduğunu beyan ediyorum. Ulusal Kurtuluş Ordusu’na katıldım, çünkü Birleşik Cephe’ye ilham veren idealleri bu örgütte buldum. Halkın birliği onun yerine getirebileceği bir istek. Eskiden kalma, partilerle alakalı tüm o ağız dalaşlarını ve dinî farklılıkları bir kenara atıp, hizip, hareket, parti veya lider ile ilgili farklara bakmaksızın diğer tüm devrimci örgütlerle rekabet etme fikrini çöpe atarak köylüleri birleştirecek olan odur. Ulusal Kurtuluş Ordusu, Kolombiya oligarşisinin ve Amerikan emperyalizminin sömürüsünden halkı kurtaracak, iktidar tümüyle halkın eline geçene dek silâhını bırakmayacak, Birleşik Cephe platformunun hedeflerine sahip çıkan bir örgüttür.

Her vatansever Kolombiyalı, savaşa hazırlanmalıdır. Zaman içerisinde ülkenin her köşesinde gerilla liderleri ortaya çıkacaktır. Bu esnada hepimiz tetikte olmalıyız. Silâh ve cephanelik toplamalı, gerilla muharebesi için eğitim almalı, en güvendiğimiz dostlarımızla meseleleri tartışmalı, kıyafet, ilâç ve erzak toplamalı, uzun soluklu savaşa hazırlanmalıyız.

Sonuçlarının bizim lehine olacağından emin olduğumuz noktada düşmana ani saldırılar gerçekleştirmeliyiz. Bu noktada sözde devrimcileri sınayıp hainleri içimizden ayıklayabiliriz. Eylemi gözardı etmemeli ama aynı zamanda fazla sabırsız da olmamalıyız. Uzun soluklu savaşta hepimiz belirli bir anda eylem alanına çağrılacağız; bu noktada asıl önemlisi, o an geldiğinde bizim hazırlıklı ve silâhlı olmamızdır. Kişilerin her görevi ifa etmesi beklenemez. Görevler paylaşılmalıdır. Birleşik Cephe üyeleri, inisiyatifin ve eylem sürecinin öncüleri olmalıdırlar. Hazırlık döneminde sabırlı hareket etmeli, nihai zaferin bizim olacağı konusunda güven içerisinde olmalıyız.

Halkın mücadelesi, nihayetinde tüm ülkeyi kucaklayan bir mücadele olmalıdır. Savaş uzun sürecektir, ona şimdi başlamaya tam da bu sebeple karar verdik.

Yurttaşlarım, halkın ve devrimin çağrısına kulak verin!

Birleşik Cephe mensubu eylemciler, bugüne dek attığınız sloganları eyleme dökün!

Halk sınıflarının birliği için ölümüne mücadele!

Halk sınıflarının örgütlenmesi için ölümüne mücadele!

Halk sınıflarının iktidarı alması için ölümüne mücadele!

Ölümüne mücadele edeceğiz, çünkü biz sonuna dek savaşmaya kararlıyız.

Zafere dek mücadele edeceğiz çünkü zafere ancak davasına bağlı bir halk ulaşır. Zafere dek mücadele edeceğiz, Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun sloganlarına sadık kalacağız.

Kimse geri adım atmayacak!

Ya kurtuluş ya ölüm!”

● ● ●

Camilo Torres’in gerilla ile birlikteliği yalnızca üç ay sürdü. Kendisine eğitim verildi, bir tabanca teslim edildi ve tüfek taşıma hakkını bizatihi kazanmak zorunda olduğu söylendi. Daha önce planlanmış bir pusunun kurulduğu yere ısrarla gitmek istedi. Pusuda vurulan askerlerden birinin tüfeğini almak için saklandığı yerden çıktı. Tam tüfeği alırken omzundan vuruldu. Sürünerek oradan uzaklaşmaya çalışırken bir kurşun daha yedi. İki yoldaşı onu kurtarmaya çalıştı. İkisi de vuruldu. Camilo Torres gerillalarla birlikte girdiği ilk çatışmada öldürüldü.

Torres, köklü bir teolojik açmazla yüzleşmiş bir isimdi. Kilisede kalmış olsaydı, kilise oligarşiye destek verdiği için kitlelere yönelik zulme katkı sunacaktı. Bu da onun Tanrı’nın “komşunu kendin gibi sev” emrini ihlal etmesine sebep olacaktı.

Torres kendisini, görevini ve kilisedeki güvenli hayatını çok seviyordu. Ama kitlelerin hayatının ancak devrimle iyileşebileceğine inanıyordu. Dolayısıyla Torres, insanlara yönelik sevgisini en iyi devrim yoluna revan olarak gösterebileceğini düşünüyordu. Ne var ki bu tür bir eylem şiddeti, Tanrı’nın yasakladığı başkasının canını almayı içeriyordu. Bundan kaçış yoktu. Torres kaçamazdı. Nihayetinde sevginin devrimci yolla dışavurulabileceği, şiddetinse ancak devrimci yolla savuşturulabileceği sonucuna ulaştı.

Kaynak

0 Yorum: