04 Şubat 2020

,

Şii Öğretisi ve Humeyni’nin Devrim Fikri



Humeyni’nin devrim anlayışı iki önemli unsurdan oluşmaktadır. İlk unsur, Humeyni’nin devrim yorumudur ve bu yorum iki temel üzerinde durur: ilki, “isyan” meselesini Şii geleneğe göre yorumlayan yaklaşım, ikincisi de ulemanın tarihsel planda siyasete katılımıdır.

İkinci unsur ise Pehlevi rejiminin dış güçlerle sıkı bağlara sahip oluşu ile İran’daki ekonomik ve toplumsal sorunlarla bu rejimin bağlantısının devrimi bir ihtiyaç olarak gündeme getirmesidir.

Humeyni, bu noktada İslam’ın zulme karşı direnişle ilgili öğretilerini Şah’a karşı isyan meselesiyle ilişkilendirmeye çalışır. Bu amaç doğrultusunda Humeyni, Şiiliğin tarihi üzerinde durur:

“İran’a hâkim olan Şii düşünce okulu ta başından beri ayırt edici özelliğe sahiptir. Diğer mezhepler yöneticilere teslim olmayı vaaz ederken Şiilik, onlara direnmeyi vaaz etmiş, onların gayrimeşru olduklarını söylemiştir.”[1]

Humeyni, yetmişlerde yaptığı konuşmalarda ve verdiği mülâkatlarda özel olarak Şiilikteki bu direnme eğilimine vurgu yapar:

“İslam anlayışını Ali ve onun soyundan gelenlerin öğrettiklerine dayandıran biz Şiiler, sadece İmamları ve onların tayin ettiği isimleri meşru otorite sahibi olarak kabul ederiz. Meselenin kökeni de burasıdır: Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı ülkeler yöneticilerine itaat etmeyi bir inanç meselesi olarak görürlerken Şiiler, her daim isyana inanmışlardır.”[2]

Bu ifadeler, Humeyni’nin devrimi, direnişi ve isyanı doğası gereği İslamî gördüğünün kanıtı gibidir. Humeyni, her zaman Şiilikte istisnai bir yere sahip olan, tarihsel zemine sahip isyan faaliyetine atıfta bulunmaktadır.

Ona göre Müslümanların görevi, tıpkı Hz. Ali ve takipçileri gibi gayrimeşru yöneticilere ve baskıcı iktidara karşı ayaklanmaktır.[3] Burada esasen Peygamber’in vefatı ardından hilafetin kime geçeceği meselesi önemli bir yer tutmaktadır.[4] Hz. Ali, Peygamber’in amcasının oğlu ve ilk Müslümanlardandır.[5] Şiilere göre Peygamber, Hz. Ali’yi halifesi olarak tayin etmiştir.

Hz. Muhammed’in 632’de vefat etmesi ardından Müslümanların oluşturduğu geçici meclis Hz. Ebubekir’i halife ve İslam ümmetinin lideri seçmiştir.[6] Burada hilafetle peygamberliğin ayrı şeyler olduğu gerekçesi üzerinden hareket edilmiştir.[7]

Sonrasında Hz. Ali, diğer üç halifeye bağlılık yemini etmek zorunda kalmıştır.[8] Sünniler ilk dört halifenin liderliğini kabul ederken Şiiler, Hz. Ali’nin halifeliğinin meşru olduğu üzerinde durmuşlardır.

Hz. Osman’ın öldürülmesi ardından Hz. Ali hilafeti üstlenmeye razı gelmiş, Medine’deki ve diğer şehirlerdeki Müslümanların çoğunluğu tarafından bu liderlik kabul görmüştür.[9]

Ancak Suriye valisi Muaviye, Hz. Ali’nin liderliğini kabul etmemiş ve Osman’ın intikamını alacağını söylemiştir.

Muaviye ile Ali’nin orduları Sıffin’de (şimdi Suriye’de Esad Barajı olarak bilinen yerde) savaşmış ama savaş mevcut çatışmayı çözüme kavuşturmamış, hakemlik yapması için bir konsey oluşturulmuştur.[10]

Konseyin ne tür sonuçlara ulaştığı pek bilinmemekle birlikte “Muaviye’nin verilen hükmü kendi lehine yorumladığından” söz edilir.[11] Süreç içerisinde Ali konseyin verdiği hükmü kabullendiği için kendi ordusu içerisinde muhalefetle yüzleşir. Bu kesim ayrılır. Bunlara sonrasında “Hariciler” denilir.[12]

Hz. Ali, bu Haricilerle Nehrevan Savaşı’nda karşı karşıya gelir ve o savaşta ölenlerin intikamını almak isteyen bir Harici tarafından katledilir.

Şiiliğin bu politik tarihinde meydana gelen bu türden olaylara epey önem veren Humeyni’nin ilgili olaylara mecazî planda atıfta bulunması, esasen iki ayrı işleve sahiptir. Bir yandan bu atıflar, Şiilikteki isyan ilkesini Şah iktidarında İran toplumunun çektiği çilelerle yan yana getirerek Humeyni’nin İslamî yönetime ve devrime yönelik yaklaşımı konusunda bir şeyler söyler. Bir yandan da Humeyni’nin Hz. Ali’ye yönelik atfı, Peygamber ve halifelerin liderliğine benzer bir liderliğin İslamî yönetim biçiminde somutluk kazanması üzerinde duran bir anlayışı öne çıkartmak için kullanılır.

Şiiliğin kitabî yaklaşımına paralel olarak Humeyni de Ali’nin iktidardan uzak tutulmasını ilahi adaletin ihlali olarak görür, daha da önemlisi bu olay, Pehlevi rejiminde tecrübe edilen zulmün tanımlanmasında bir tür kıstas olarak kullanılır. Bu tespit ışığında Humeyni, Pehlevi rejimine direnmeyi meşruiyetini Şiiliğin politik tarihinde bulan kutsal bir görev olarak görür.

Humeyni’deki devrim fikri, zulümle mücadele fikrinden ayrıştırılamayacak bir fikirdir. Ona göre zulme ancak İslamî yönetim teşkil edilerek son verilebilir.

Bu noktada Humeyni, Şiilikteki Hz. Ali ve İmamların kaderinden ilham alan zulüm anlayışını öne çıkartır. Humeyni’ye göre Şiilikteki zulüm ilkesi, sadece özel bir teolojik imaj olarak iş görmekle kalmaz. Ayrıca bu ilke, İslam devriminin hazırlık aşamaları esnasında Humeyni’nin dayandığı politik dayanaklara da sahiptir. Bunun bir örneğini Humeyni’nin şu ifadesinde bulmak mümkündür:

“Biz İslam’ı ilerletirken hapse, sürgüne ve nihayetinde şehadete tanıklık etmiş İmamlarla şereflendirilmişiz. Kur’an’ın adaletin tesisini temel esaslardan biri kabul eden öğretilerini ve emirlerini uygulamak, müstekbirlerin ve zalimlerin iktidarını yıkmak bu açıdan görevimizdir.”[13]

İmamların şehadeti zulmü tanımlayan ana husustur. Şiiliğe has olan bu yorumda ümmetin liderleri, adaletin tesisi için verilen mücadelede zulüm gören insanlarla ilişkilendirilir. İmamların gördüğü zulüm, On İki İmamcı Şiiliğin bağlılarına pozitif bir mesaj aktarır. Zulme (zalim bir kişiye veya politik düzene) karşı mücadele etmek, artık yerine getirilmesi gereken zorunlu bir önkoşuldur.[14]

Hüseyin’in şehadetinden bahsedildiğinde çoğunlukla zulüm görmenin önemi, ama aynı zamanda insanın budünyada kurtulmak ve ötedünyada selamete ermek için hayatını adaletsizliğe karşı mücadelede feda etmesi üzerinde durulur.[15]

Hüseyin şehadeti, Şiilikte mazlumun tanımı konusunda da çok şey söyler. Peygamber’in torunu olan Hz. Hüseyin, İkinci İmam Hasan’ın yerini alır.[16] Hüseyin, Emevi devletinin ilk halifesi Muaviye’nin idaresine ilk başta isyan etmez. Ancak Muaviye yerine oğlu Yezid’i aday gösterince[17] Hüseyin destekçilerinin isteği üzerine Küfe’ye gelip Suriye’deki iktidarı devirmek için başkaldırır.[18]

Hüseyin Küfe’ye giderken Suriye valisi, onun hedefine varmaması için gereken önlemleri alır. Hüseyin ve yanındakiler, Muharrem ayının ikinci günü Kerbela düzlüğüne varır.[19] Onuncu gün Hüseyin ve yetmiş iki yoldaşı Emevi askerlerince katledilir.[20] Hüseyin’in ölümü Şiilikte önemli bir anma günü olan Aşura’da her yıl hatırlanır.[21]

Bu anlamda “mazlum, aynı zamanda zalime karşı olan güç olarak tarif edilir ve Şiiliğin dinî bilincinde tek başına Hz. Hüseyin’i ifade eder.” Şiilikteki şehadet öğretisi bu tarihsel gerçeğe dayanır ve zulüm anlayışında önemli bir yer tutar.[22]

Şiiliğe göre “şehadet, herkes tarafından en çok ulaşılmak istenen hedef ve yüce kabul edilen bir fazilet olarak anlaşılmaktadır.”[23] Ahmedi’nin izahına göre, “az sayıda insanın ümmetin iyiliğine olacağına inandığı şeyi gerçekleştirmek adına halifenin kudretli ordusuna karşı kendi bilinç ve iradeleriyle durmaları, Şiiliğe yüce gerçeklik aşkına kendinden vazgeçmenin bir örneğini sunmuştur.”[24]

Bu, Şii İran’daki zulüm anlayışında önemli bir yer tutar. Aynı anlayış sadece Humeyni’nin devrim anlayışında değil, Halkın Fedaileri gibi Marksist politik grupların yayınlarında da önemli bir yer tutar.[25]

Humeyni ise özel olarak Küfe halkının İmam Hüseyin’e yönelik kötü muamelesi üzerinde durur ve bu muamelenin sonucunda o destansı olayın gerçekleştiğini, Hüseyin’in şehit olduğunu söyler.[26]

Humeyni’ye göre Şiilik “devrimci bir mezheptir, Peygamber’in hakiki İslam’ının devamıdır, zira Şii Müslümanlar da her zaman olduğu gibi bugün de zalimlerin ve sömürgecilerin saldırısı altındadır.”[27] Bir yandan da Humeyni, ahirete uzanan bir yol olarak zulme karşı mücadelenin önemi üzerinde durur:

“Mücahid bir millet olarak siz, maddi ve manevi dünyanın her yerinde bir sancağın ve bayrağın altında yürüyorsunuz! İster bunun farkında olun isterse olmayın, siz tüm peygamberlerin yolundan ilerliyorsunuz ki o, saadetin ve bahtiyarlığın yegâne yoludur! Peygamberleri şehadeti kabul edip benimserken onları teşvik edip yönlendiren budur. Bu yol sayesinde şehadet, onlar için baldan tatlı bir şey hâline gelmiştir.”[28]

Bu bakış açısına göre bu dünyada adalet için, zulme karşı verilecek mücadele, devrimin itici gücüdür: “Hiç şüphe yok ki İran İslam Cumhuriyeti, tüm devrimler içerisinde müstesna ve emsalsiz bir devrimdir. Oluşumu, mücadeleci niteliği ve ayaklanma ile isyanı teşvik eden unsur açısından emsalsizdir. Şurası kesin ki bu devrim, zulme ve yağmaya maruz kalmış İran milletine Allah’ın sunduğu kutsal bir hediyedir.”[29]

Bu hâliyle İslamî gelenek, zalim idarecilere ve yabancıların müdahalesine karşı verilen direnişe destek olmalıdır. Humeyni’ye göre Pehlevi rejimine ve emperyalizme karşı muhalefete anlam kazandıran, İslamî öğreti ve Şiilikteki isyan tarihidir. Humeyni’nin 1979 öncesi ve sonrası yaptığı açıklamaların da ortaya koyduğu biçimiyle devrimin başarısı ve İslamî hükümetin kurulması, devrimci güçlerin manevi açıdan elde ettikleri konuma bağlıdır. Bu devrimci görüş, yirminci yüzyıl İran’ındaki gerçeklere İslamî ilkeleri ve Şiiliğin politik öğretisini uyarlamak suretiyle tamama erdirilmiştir.

L. A. Reda

[Kaynak: A Critical Introduction to Khomeini, Yayına Hz.: Arshin Adib-Moghaddam, Cambridge University Press, 2014.]

Dipnotlar:
[1] Ruhollah Khomeini, “Interview with Hamid Algar,” Yayına Hz. ve Çeviren: Hamid Algar, Islam and Revolution: Imam Khomeini, Writings and Declarations içinde (Londra: Mizan Press, 1981), s. 327.

[2] A.g.e., s. 327.

[3] Ruhollah Khomeini, Sayings of the Ayatollah Khomeini: Political, Philosophical, Social and Religious (New York: Bantam Books, 1980), s. 3.

[4] Moojan Momen, An Introduction to Shi’i Islam: The History and Doctrines of Twelver Shi‘ism (New Haven: Yale University Press, 1985), s. 11.

[5] A.g.e., s. 11.

[6] A.g.e., s. 10.

[7] A.g.e., s. 19.

[8] A.g.e., s. 19–20.

[9] A.g.e., s. 24.

[10] Heinz Halm, Shi’a Islam: From Religion to Revolution (Princeton, NJ: Markus Wiener Publishers, 1997), s. 6. Ayrıca bkz.: Moojan Momen, Introduction to Shi’i Islam: The History and Doctrines of Twelver Shi’ism (New Haven: Yale University Press, 1985), s. 25.

[11] Halm, Shi’a Islam, s. 6.

[12] Momen, Introduction to Shi’a Islam, s. 25.

[13] Ruhollah Khomeini, Imam Khomeini’s Will (Tahran: The Institute for Compilation and Publication of Imam Khomeini’s Works, 1989), s. 1.

[14] B. Scarcia Amoretti, “Mazlum”, Encyclopaedia of Islam, İkinci Baskı. Brill, 2012. Erişim tarihi: 30 Ekim 2012.

[15] A.g.e.

[16] Bkz.: Momen, Introduction to Shi’i Islam, s. 26–28; Halm, Shi’a Islam, s. 6–8.

[17] Momen, Introduction to Shi’i Islam, s. 28.

[18] A.g.e., s. 29.

[19] A.g.e., s. 29.

[20] A.g.e., s. 30.

[21] Aşura, İslamî takvimde Muharrem ayının on gününü ifade eder. Hüseyin ve destekçileri Kerbela Savaşı denilen savaşta o gün katledilmişlerdir. Arapçada “Aşara” kökü “onuncu” demektir. Dolayısıyla aşura “onuncu gün” olarak tercüme edilebilir.

[22] Amoretti, “Mazlum”.

[23] Nader Ahmadi ve Fereshteh Ahmadi, Iranian Islam: The Concept of the Individual (Londra: MacMillan Press, 1998), s. 168.

[24] A.g.e., s. 169.

[25] Halkın Fedaileri hem şahlık rejimine hem de İslamî rejime karşı çıkmış Marksist gerilla örgütüdür. “Temel ilkelerinden biri, kitleler için kendi hayatını feda etmektir.” Bkz.: Ahmadi, Iranian Islam, s. 170.

[26] Khomeini, Khomeini’s Will, s. 8.

[27] Ruhollah Khomeini, “Statement”, Yayına Hz.: Hamid Ansari, The Narrative of Awakening içinde (Tahran: The Institute for Compilation and Publication of Imam Khomeini’s Works), s. 259.

[28] Khomeini, Khomeini’s Will, s. 43.

[29] A.g.e., s. 1.

0 Yorum: