Humeyni’nin
devrim anlayışı iki önemli unsurdan oluşmaktadır. İlk unsur, Humeyni’nin devrim
yorumudur ve bu yorum iki temel üzerinde durur: ilki, “isyan” meselesini Şii
geleneğe göre yorumlayan yaklaşım, ikincisi de ulemanın tarihsel planda
siyasete katılımıdır.
İkinci
unsur ise Pehlevi rejiminin dış güçlerle sıkı bağlara sahip oluşu ile İran’daki
ekonomik ve toplumsal sorunlarla bu rejimin bağlantısının devrimi bir ihtiyaç
olarak gündeme getirmesidir.
Humeyni,
bu noktada İslam’ın zulme karşı direnişle ilgili öğretilerini Şah’a karşı isyan
meselesiyle ilişkilendirmeye çalışır. Bu amaç doğrultusunda Humeyni, Şiiliğin
tarihi üzerinde durur:
“İran’a hâkim olan Şii
düşünce okulu ta başından beri ayırt edici özelliğe sahiptir. Diğer mezhepler
yöneticilere teslim olmayı vaaz ederken Şiilik, onlara direnmeyi vaaz etmiş,
onların gayrimeşru olduklarını söylemiştir.”[1]
Humeyni,
yetmişlerde yaptığı konuşmalarda ve verdiği mülâkatlarda özel olarak Şiilikteki
bu direnme eğilimine vurgu yapar:
“İslam anlayışını Ali ve onun
soyundan gelenlerin öğrettiklerine dayandıran biz Şiiler, sadece İmamları ve
onların tayin ettiği isimleri meşru otorite sahibi olarak kabul ederiz. Meselenin
kökeni de burasıdır: Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı ülkeler yöneticilerine
itaat etmeyi bir inanç meselesi olarak görürlerken Şiiler, her daim isyana
inanmışlardır.”[2]
Bu
ifadeler, Humeyni’nin devrimi, direnişi ve isyanı doğası gereği İslamî gördüğünün
kanıtı gibidir. Humeyni, her zaman Şiilikte istisnai bir yere sahip olan,
tarihsel zemine sahip isyan faaliyetine atıfta bulunmaktadır.
Ona
göre Müslümanların görevi, tıpkı Hz. Ali ve takipçileri gibi gayrimeşru
yöneticilere ve baskıcı iktidara karşı ayaklanmaktır.[3] Burada esasen
Peygamber’in vefatı ardından hilafetin kime geçeceği meselesi önemli bir yer
tutmaktadır.[4] Hz. Ali, Peygamber’in amcasının oğlu ve ilk Müslümanlardandır.[5]
Şiilere göre Peygamber, Hz. Ali’yi halifesi olarak tayin etmiştir.
Hz.
Muhammed’in 632’de vefat etmesi ardından Müslümanların oluşturduğu geçici
meclis Hz. Ebubekir’i halife ve İslam ümmetinin lideri seçmiştir.[6] Burada
hilafetle peygamberliğin ayrı şeyler olduğu gerekçesi üzerinden hareket
edilmiştir.[7]
Sonrasında
Hz. Ali, diğer üç halifeye bağlılık yemini etmek zorunda kalmıştır.[8] Sünniler
ilk dört halifenin liderliğini kabul ederken Şiiler, Hz. Ali’nin halifeliğinin
meşru olduğu üzerinde durmuşlardır.
Hz.
Osman’ın öldürülmesi ardından Hz. Ali hilafeti üstlenmeye razı gelmiş, Medine’deki
ve diğer şehirlerdeki Müslümanların çoğunluğu tarafından bu liderlik kabul
görmüştür.[9]
Ancak
Suriye valisi Muaviye, Hz. Ali’nin liderliğini kabul etmemiş ve Osman’ın
intikamını alacağını söylemiştir.
Muaviye
ile Ali’nin orduları Sıffin’de (şimdi Suriye’de Esad Barajı olarak bilinen
yerde) savaşmış ama savaş mevcut çatışmayı çözüme kavuşturmamış, hakemlik
yapması için bir konsey oluşturulmuştur.[10]
Konseyin
ne tür sonuçlara ulaştığı pek bilinmemekle birlikte “Muaviye’nin verilen hükmü
kendi lehine yorumladığından” söz edilir.[11] Süreç içerisinde Ali konseyin
verdiği hükmü kabullendiği için kendi ordusu içerisinde muhalefetle yüzleşir.
Bu kesim ayrılır. Bunlara sonrasında “Hariciler” denilir.[12]
Hz.
Ali, bu Haricilerle Nehrevan Savaşı’nda karşı karşıya gelir ve o savaşta
ölenlerin intikamını almak isteyen bir Harici tarafından katledilir.
Şiiliğin
bu politik tarihinde meydana gelen bu türden olaylara epey önem veren Humeyni’nin
ilgili olaylara mecazî planda atıfta bulunması, esasen iki ayrı işleve
sahiptir. Bir yandan bu atıflar, Şiilikteki isyan ilkesini Şah iktidarında İran
toplumunun çektiği çilelerle yan yana getirerek Humeyni’nin İslamî yönetime ve
devrime yönelik yaklaşımı konusunda bir şeyler söyler. Bir yandan da Humeyni’nin
Hz. Ali’ye yönelik atfı, Peygamber ve halifelerin liderliğine benzer bir
liderliğin İslamî yönetim biçiminde somutluk kazanması üzerinde duran bir
anlayışı öne çıkartmak için kullanılır.
Şiiliğin
kitabî yaklaşımına paralel olarak Humeyni de Ali’nin iktidardan uzak tutulmasını
ilahi adaletin ihlali olarak görür, daha da önemlisi bu olay, Pehlevi rejiminde
tecrübe edilen zulmün tanımlanmasında bir tür kıstas olarak kullanılır. Bu tespit
ışığında Humeyni, Pehlevi rejimine direnmeyi meşruiyetini Şiiliğin politik
tarihinde bulan kutsal bir görev olarak görür.
Humeyni’deki
devrim fikri, zulümle mücadele fikrinden ayrıştırılamayacak bir fikirdir. Ona göre
zulme ancak İslamî yönetim teşkil edilerek son verilebilir.
Bu
noktada Humeyni, Şiilikteki Hz. Ali ve İmamların kaderinden ilham alan zulüm anlayışını
öne çıkartır. Humeyni’ye göre Şiilikteki zulüm ilkesi, sadece özel bir teolojik
imaj olarak işgörmekle kalmaz. Ayrıca bu ilke, İslam devriminin hazırlık
aşamaları esnasında Humeyni’nin dayandığı politik dayanaklara da sahiptir.
Bunun bir örneğini Humeyni’nin şu ifadesinde bulmak mümkündür:
“Biz İslam’ı ilerletirken
hapse, sürgüne ve nihayetinde şehadete tanıklık etmiş İmamlarla şereflendirilmişiz.
Kur’an’ın adaletin tesisini temel esaslardan biri kabul eden öğretilerini ve
emirlerini uygulamak, müstekbirlerin ve zalimlerin iktidarını yıkmak bu açıdan
görevimizdir.”[13]
İmamların
şehadeti zulmü tanımlayan ana husustur. Şiiliğe has olan bu yorumda ümmetin
liderleri, adaletin tesisi için verilen mücadelede zulüm gören insanlarla ilişkilendirilir.
İmamların gördüğü zulüm, On İki İmamcı Şiiliğin bağlılarına pozitif bir mesaj
aktarır. Zulme (zalim bir kişiye veya politik düzene) karşı mücadele etmek,
artık yerine getirilmesi gereken zorunlu bir önkoşuldur.[14]
Hüseyin’in
şehadetinden bahsedildiğinde çoğunlukla zulüm görmenin önemi, ama aynı zamanda
insanın budünyada kurtulmak ve ötedünyada selamete ermek için hayatını
adaletsizliğe karşı mücadelede feda etmesi üzerinde durulur.[15]
Hüseyin
şehadeti, Şiilikte mazlumun tanımı konusunda da çok şey söyler. Peygamber’in
torunu olan Hz. Hüseyin, İkinci İmam Hasan’ın yerini alır.[16] Hüseyin, Emevi
devletinin ilk halifesi Muaviye’nin idaresine ilk başta isyan etmez. Ancak
Muaviye yerine oğlu Yezid’i aday gösterince[17] Hüseyin destekçilerinin isteği
üzerine Küfe’ye gelip Suriye’deki iktidarı devirmek için başkaldırır.[18]
Hüseyin
Küfe’ye giderken Suriye valisi, onun hedefine varmaması için gereken önlemleri
alır. Hüseyin ve yanındakiler, Muharrem ayının ikinci günü Kerbela düzlüğüne
varır.[19] Onuncu gün Hüseyin ve yetmiş iki yoldaşı Emevi askerlerince
katledilir.[20] Hüseyin’in ölümü Şiilikte önemli bir anma günü olan Aşura’da
her yıl hatırlanır.[21]
Bu
anlamda “mazlum, aynı zamanda zalime karşı olan güç olarak tarif edilir ve Şiiliğin
dinî bilincinde tek başına Hz. Hüseyin’i ifade eder.” Şiilikteki şehadet
öğretisi bu tarihsel gerçeğe dayanır ve zulüm anlayışında önemli bir yer
tutar.[22]
Şiiliğe
göre “şehadet, herkes tarafından en çok ulaşılmak istenen hedef ve yüce kabul
edilen bir fazilet olarak anlaşılmaktadır.”[23] Ahmedi’nin izahına göre, “az
sayıda insanın ümmetin iyiliğine olacağına inandığı şeyi gerçekleştirmek adına
halifenin kudretli ordusuna karşı kendi bilinç ve iradeleriyle durmaları,
Şiiliğe yüce gerçeklik aşkına kendinden vazgeçmenin bir örneğini sunmuştur.”[24]
Bu,
Şii İran’daki zulüm anlayışında önemli bir yer tutar. Aynı anlayış sadece
Humeyni’nin devrim anlayışında değil, Halkın Fedaileri gibi Marksist politik
grupların yayınlarında da önemli bir yer tutar.[25]
Humeyni
ise özel olarak Küfe halkının İmam Hüseyin’e yönelik kötü muamelesi üzerinde
durur ve bu muamelenin sonucunda o destansı olayın gerçekleştiğini, Hüseyin’in
şehit olduğunu söyler.[26]
Humeyni’ye
göre Şiilik “devrimci bir mezheptir, Peygamber’in hakiki İslam’ının devamıdır,
zira Şii Müslümanlar da her zaman olduğu gibi bugün de zalimlerin ve
sömürgecilerin saldırısı altındadır.”[27] Bir yandan da Humeyni, ahirete uzanan
bir yol olarak zulme karşı mücadelenin önemi üzerinde durur:
“Mücahid bir millet olarak
siz, maddi ve manevi dünyanın her yerinde bir sancağın ve bayrağın altında
yürüyorsunuz! İster bunun farkında olun isterse olmayın, siz tüm peygamberlerin
yolundan ilerliyorsunuz ki o, saadetin ve bahtiyarlığın yegâne yoludur! Peygamberleri
şehadeti kabul edip benimserken onları teşvik edip yönlendiren budur. Bu yol
sayesinde şehadet, onlar için baldan tatlı bir şey hâline gelmiştir.”[28]
Bu
bakış açısına göre bu dünyada adalet için, zulme karşı verilecek mücadele,
devrimin itici gücüdür: “Hiç şüphe yok ki İran İslam Cumhuriyeti, tüm devrimler
içerisinde müstesna ve emsalsiz bir devrimdir. Oluşumu, mücadeleci niteliği ve
ayaklanma ile isyanı teşvik eden unsur açısından emsalsizdir. Şurası kesin ki
bu devrim, zulme ve yağmaya maruz kalmış İran milletine Allah’ın sunduğu kutsal
bir hediyedir.”[29]
Bu hâliyle İslamî gelenek, zalim idarecilere ve
yabancıların müdahalesine karşı verilen direnişe destek olmalıdır. Humeyni’ye
göre Pehlevi rejimine ve emperyalizme karşı muhalefete anlam kazandıran, İslamî
öğreti ve Şiilikteki isyan tarihidir. Humeyni’nin 1979 öncesi ve sonrası
yaptığı açıklamaların da ortaya koyduğu biçimiyle devrimin başarısı ve İslamî
hükümetin kurulması, devrimci güçlerin manevi açıdan elde ettikleri konuma
bağlıdır. Bu devrimci görüş, yirminci yüzyıl İran’ındaki gerçeklere İslamî
ilkeleri ve Şiiliğin politik öğretisini uyarlamak suretiyle tamama
erdirilmiştir.
L. A. Reda
[Kaynak: A Critical Introduction to Khomeini, Ed. Arshin Adib-Moghaddam,
Cambridge University Press, 2014.]
Dipnotlar
[1]
Ruhollah Khomeini, “Interview with Hamid Algar,” Hamid Algar (ed., çev.), Islam and Revolution: Imam Khomeini,
Writings and Declarations içinde (Londra: Mizan Press, 1981), s. 327.
[2]
A.g.e., s. 327.
[3]
Ruhollah Khomeini, Sayings of the
Ayatollah Khomeini: Political, Philosophical, Social and Religious (New
York: Bantam Books, 1980), s. 3.
[4]
Moojan Momen, An Introduction to Shi’i
Islam: The History and Doctrines of Twelver Shi‘ism (New Haven: Yale
University Press, 1985), s. 11.
[5]
A.g.e., s. 11.
[6]
A.g.e., s. 10.
[7]
A.g.e., s. 19.
[8]
A.g.e., s. 19–20.
[9]
A.g.e., s. 24.
[10]
Heinz Halm, Shi’a Islam: From Religion to
Revolution (Princeton, NJ: Markus Wiener Publishers, 1997), s. 6. Ayrıca
bkz.: Moojan Momen, Introduction to Shi’i
Islam: The History and Doctrines of Twelver Shi’ism (New Haven: Yale
University Press, 1985), s. 25.
[11]
Halm, Shi’a Islam, s. 6.
[12]
Momen, Introduction to Shi’a Islam, s.
25.
[13]
Ruhollah Khomeini, Imam Khomeini’s Will
(Tahran: The Institute for Compilation and Publication of Imam Khomeini’s
Works, 1989), s. 1.
[14]
B. Scarcia Amoretti, “Mazlum”, Encyclopaedia
of Islam, İkinci Baskı. Brill Online,
2012. Erişim tarihi: 30 Ekim 2012
[15]
A.g.e.
[16]
Bkz.: Momen, Introduction to Shi’i Islam,
s. 26–28; Halm, Shi’a Islam, s. 6–8.
[17]
Momen, Introduction to Shi’i Islam, s.
28.
[18]
A.g.e., s. 29.
[19]
A.g.e., s. 29.
[20]
A.g.e., s. 30.
[21]
Aşura İslamî takvimde Muharrem ayının on gününü ifade eder. Hüseyin ve
destekçileri Kerbela Savaşı denilen savaşta o gün katledilmişlerdir. Arapçada “Aşara”
kökü “onuncu” demektir. Dolayısıyla aşura “onuncu gün” olarak tercüme
edilebilir.
[22]
Amoretti, “Mazlum”.
[23]
Nader Ahmadi ve Fereshteh Ahmadi, Iranian
Islam: The Concept of the Individual (Londra: MacMillan Press, 1998), s.
168.
[24]
A.g.e., s. 169.
[25]
Halkın Fedaileri hem şahlık rejimine hem de İslamî rejime karşı çıkmış Marksist
gerilla örgütüdür. “Temel ilkelerinden biri, kitleler için kendi hayatını feda
etmektir.” Bkz.: Ahmadi, Iranian Islam,
s. 170.
[26]
Khomeini, Khomeini’s Will, s. 8.
[27]
Ruhollah Khomeini, “Statement”, Hamid Ansari (ed.), The Narrative of Awakening içinde (Tahran: The Institute for
Compilation and Publication of Imam Khomeini’s Works), s. 259.
[28]
Khomeini, Khomeini’s Will, s. 43.
[29]
A.g.e., s. 1.
0 Yorum:
Yorum Gönder