14 Şubat 2020

, ,

Musaddık

1949’da Şah’a karşı düzenlenen suikast, krizle, gösterilerle, sıkıyönetimlerle yüklü uzun bir dönemin fitilini ateşledi. 1950’de Şah, Ali Razmara’yı başbakan atadı ama Razmara halktan destek gören bir isim değildi. Herkes onun İngiliz yanlısı olduğuna inanıyordu. Ayrıca asker kökenli oluşu, Şah’ın otuzlarda babasının destek verdiği militarist, otokratik yönetim tarzına geri dönüleceğine dair endişeleri körükledi.

Aynı dönemde, sonrasında Milli Cephe adını alacak olan, milletvekillerinden oluşan geniş bir koalisyon kuruldu. Başını Musaddık’ın çektiği bu ittifak, petrolün millileştirilmesi talebi etrafında örgütlendi. Ayrıca Muhammed Musaddık’ın Tude ile anlaşma sağlayacağına inanılmaktaydı. Şah’ın hükümeti bu süreçte, petrol imtiyazı ile ilgili şartlarda revizyona gidilmesi konusunda İngiltere-İran Petrol Şirketi ile müzakerelere başladı ama şirket, dünyanın başka yerlerinde petrol anlaşmalarında kural hâline gelmiş olan, kârların yarı yarıya bölünmesi fikrini hemen kabule yanaşmadı.

Milli Cephe ve petrolün millileştirilmesine dönük talebi, 1950’deki meclis seçimlerinde daha fazla destek buldu. Mart 1951’de Razmara, daha önce Kasravi’yi öldüren aynı İslamî örgüt tarafından öldürüldü. Böylece ülkede halktan en fazla destek gören isim olarak Musaddık’ın başbakan olması kaçınılmaz hâle geldi.

Musaddık, 1951 yılında yetmişine merdiven dayamıştı. Soyu Kaçarlara dayanan Musaddık, Paris ve İsviçre’de eğitim gördü, doktorasını hukuk alanında tamamladı. 1919’da İngiltere-İran Anlaşması’nı protesto ederek ülkeden ayrılan Musaddık, Rıza Şah’ın iktidara gelmesine karşı çıktı, bu sebeple hapse atıldı. İsmi kırklarda daha fazla duyulur oldu.

Tüm hayatını İran’ın milli bütünlüğüne ve anayasal yönetime adayan Musaddık’ın liderliğinde meclis, 15 Mart 1951 günü İran petrolünü millileştirme kararı aldı. 28 Nisan’da aynı meclis Musaddık’ı başbakan yaptı.

Gelgelelim millileştirme, İngiliz teknisyenlerin Huzistan’daki petrol tesislerini terk etmesi ve İngiliz hükümetinin abluka kararı alması sebebiyle ciddi bir açmaza yol açtı. Petrol ihracı imkânsızlaştı. Milli gelire katkı vermek şöyle dursun, petrol tesislerinin bakımı ve petrol işçilerinin maaşları önemli bir yük hâline geldi, sonuçta zaman içerisinde borcun artmasına, ekonomik sorunların derinleşmesine sebep oldu. Musaddık, kredi alma umuduyla ABD’ye gitti ama bu isteği geri çevrildi. ABD, petrol şirketleri İran petrollerine yönelik boykota katıldı. ABD hükümetinin asıl endişesi, petrolü millileştirme hareketinde komünistlerin önemli bir yere sahip olması ile ilgiliydi (bu süreçte grevlere ve gösterilere Tude öncülük etmişti).

Bugünden bakıldığında, millileştirme kararını farklı toplumsal sınıfların ve farklı görüşlerden kişilerin memnuniyetle karşıladığı koşullarda ABD’nin aldığı konumun tuhaf olduğunu söylemek lazım. Millileştirme hareketi açıktan İngiliz karşıtı idi. İçinde bazı isimler tümden Batı’ya karşıydı. O dönemde, bilhassa Eisenhower’ın başa geçtiği, Senatör Joe McCarthy’nin öne çıktığı koşullarda, Sovyet desteğini arkasına almış gizli bir komünist hareketin sürece müdahale etmiş olması, millileştirme hareketini tümden lanetlemek için yeterli görülüyordu.

Yaşanan ekonomik güçlüklere ve ABD’den yardım alamayacağını anlamasına karşın Musaddık başbakanlığa devam etti. Mecliste ve ülke genelinde gördük destek varlığını sürdürdü. Ama Milli Cephe koalisyonu içerisindeki farklı unsurlar arasındaki gerilimler Tude’nin gücünü ortaya koymasıyla birlikte giderek daha da arttı.

Bu süreçte hükümet, toprak ağaları ile köylüler arasındaki ilişkileri köylüler lehine olacak şekilde değiştirecek tedbirlere başvurdu, yeni reformları gündeme getirdi. Musaddık, arkasındaki desteği şahlık rejiminin gücünü sınırlandırmak için kullandı.

1952 yazında Musaddık, mevcut huzursuzlukla başa çıkabilmek için savaş bakanını atama hakkını almak isteyince Şah bu isteğe karşı çıktı. Bunun üzerine Musaddık istifa etti. Yerine geçen isim, petrolle ilgili ihtilafı çözüme kavuşturmak için hemen İngilizlerle müzakerelere başladı. Bunun üzerine ülke genelinde Tude’nin önemli bir rol üstlendiği gösteriler düzenlendi. Şah yelkenleri suya indirdi ve Musaddık’ı tekrar başbakan olarak atadı. Musaddık da göreve gelir gelmez, yılın sonunda Britanya ile tüm diplomatik ilişkileri kesti. Bu dönemde Musaddık’tan kurtulmak için darbe tezgâhlamaya başlayan Britanya, bu darbede ABD’nin kendisiyle işbirliğine gitmesi için çalışmalar yürüttü.

Nihayetinde Ağustos 1953’te plan yürürlüğe girdi: buna göre Musaddık görevinden alınacak, yerine ateşli bir şah yanlısı olan General Zahidi geçecekti. Ama bu tezgâh işlemedi. Musaddık, muhtemelen Tude üzerinden darbeyi öğrendi ve komplonun önü alındı. Şah ülkeden kaçtı, ülkede şah karşıtı ayaklanma patlak verdi. Musaddık’ın emriyle polis ve asker isyanları kontrol altına aldı, bu hamle başarılı oldu ama Tude gibi Musaddık’a destek veren güçler ondan uzaklaştılar. İki gün sonra, 19 Ağustos’ta bu sefer Musaddık aleyhine gösteriler düzenlenince destekçileri geride durdular.

Bu gösteriye pazardan bir isim olan ve eskiden Milli Cephe’ye bağlı iken karşı tarafa geçen Ayetullah Ebu’l Kasım Kaşani destekçilere katıldı. Gösteride aynı zamanda darbe faaliyetine Ajax Operasyonu adını veren CIA’in para verdiği kişiler de yer aldı.

Güney Tahran’da faal olan yeraltı dünyasının birçok şaibeli ismi bu sürece dâhil oldu. “Beyinsiz Şaban” olarak anılan Şaban Caferi Bimokh gibi isimler Musaddık karşıtı çalışmalara katıldı.[1] Gösterilerin ardından Musaddık tutuklandı. Kontrol, ordu ve Zahidi’ye geçti. Şah ülkeye geri döndü. Musaddık askerî mahkemede ihanet suçlamasıyla yargılandı, fakat onun 1967’de ölene dek ev hapsinde yaşamasına izin verildi.

Muhtemelen Musaddık’ın hataları olmasaydı darbe olmazdı. Tabii darbenin asıl sebebi, İngiliz Gizli Haber Alma Servisi’nin ve CIA’in müdahaleleriydi.[2] Darbenin hikâyesi hiçbir zaman tam olarak öğrenilemedi. Buna karşın İranlılar bu iki istihbarat kuruluşunu suçladılar. İran’da olan biten her şeyin arkasında dış güçleri arayan komplocu yaklaşım bu düzlemde güçlendi. Sonrasında dillendirilecek onlarca komplo teorisi bu dönemin hikâyesinden beslendi. Farklı ideolojilerden, sınıflardan ve dinî kesimlerden insanlar, Musaddık’ı milli kahraman hâline getirdiler.

Darbe başka açılardan da önemli bir gelişmeydi. Darbe sayesinde ABD İran’ın ana müttefiki, Pehlevi rejiminin koruyucusu hâline geldi. Sovyetler’i kuşatma amacına bu sayede ulaşılmış oldu. Ama öte yandan eski iktidarlara alternatif olarak görülen ABD o eski büyüsünü yitirdi. Darbenin önemi süreç içerisinde azaldı. Uzun süre İranlılar, Amerikalıların İngilizlerce kandırıldığına inandılar. Daha doğrusu böyle olmuş olmasını umut ettiler. ABD’nin savunduğu değerlere dönük destek bu düzlemde sürdü. Ama gene de ABD artık beyaz atlı prens değildi.

Bu süreci 1870’lerde işleyen süreçle kıyaslamak mümkündür. O dönemde İngilizler, İran’ı ortak olarak görmek yerine Britanya’nın çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak değerlendiriyorlardı. Uzun vadede önceki yüzyılda İngilizlerin attığı adımlarda olduğu gibi Musaddık’ın görevden alınması, ABD’nin çıkarlarına o dönemde tahayyül edilemeyecek ölçüde zarar verdi.

1951–1953 arası dönemde yaşanan olaylar bir yandan da birçok İranlıyı genç şahtan uzaklaştırdı. Takip eden dönemde halk desteği giderek azaldı. Öte yandan İran petrolünün millileştirilmesi için verilen mücadelenin sahip olduğu önem, İran dışında, tüm Ortadoğu’da hissedildi. Genel kabule göre bu olay, Mısır’da başa geçen Abdunnasır’ın düşünce yapısını önemli ölçüde değiştirdi. Musaddık’ın ardından Nasır, Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirdi.

İran’da yaşanan ve bölgedeki süreci değiştirecek son olay bu darbeden ibaret değildi.

Musaddık döneminde birçok genç, siyaset ve değişim ihtimali konusunda bilinçlendi. Çok az şeyi savunan, birçok şeye karşı çıkan bir isim olarak Celâl Ali Ahmed 1923’te Tahran’da doğdu. Kasravi’yi okuyan Ahmed dinî kariyerine başladı ama sonra Halil Maliki’nin etkisiyle Marksist oldu. 1937’de Rıza Şah’ın tutukladığı örgütün üyelerinden biriydi.

Uzun vadede Ahmed, Maliki gibi, Tude’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet çizgisine girmesine karşı çıktı. Musaddık’a destek verdi ama devrildikten sonra siyasete sırtını döndü. Kasravi gibi o da klasik İran edebiyatıyla ilgilenmeye başladı. Sıradan insanların gündelik hayatta kullandığı Farsçaya yaslanan bir yazım tarzını benimsedi.

En fazla etkili olan görüşü ise garbzadegi idi. Çoğunlukla “Batı ile ağulanmış” veya “Batı hastalığına tutulmuş” olarak tercüme edilen bu kelime Ahmed’in 1962 tarihli kitabına isim oldu.

Kitapta Ahmed, Batı’nın fikirlerinin hiç eleştirilmeden savunulmasını, kabul edilmesini ve okullarda öğretilmesini eleştirmekteydi. Ona göre bu eğitimin sonucunda ne gerçek mânâda İranlı ne de tam olarak Batılı olan bir kültür ve halk meydana getirilmekteydi.

Kitapta Mevlânâ’nın bir hikâyesini aktarıyordu: Bir karga, tüm zarafetiyle yürümekte olan bir keklik görür. Onu taklit etmeye çalışan karga onun gibi yürüyemez, sonuçta da karga gibi yürümeyi de unutur ama sonuçta keklik gibi yürümeyi de başaramaz.

Öncesinde Hidayet gibi dini hakir gören, onu alaya alan Celâl Ali Ahmed, zamanla daha da dindarlaşır. Ama birçok mollada görülen batıl inanç merakını ve içi boş gelenekçiliği eleştirir. Bu isimleri “mezarlık bekçisi” olarak niteler.

Sonraki çalışmalarında petrol gelirlerinin ithal edilen saçma sapan ürünlere harcanması üzerinde durur. Eski kuşakların hayal bile edemeyeceği şeylere sahip olan insanlar, zamanla Rıza Şah’ın suni bir şekilde ürettiği, icat ettiği tarihsel mirasa bağlanmışlardır. Bu miras, zamanla Pehlevi rejiminin temel dayanağı hâline gelir.

Ahmed, Batı modernizminin İran edebiyatına zevksiz kimi sapkınlıkları ve kuralsızlıkları kattığını söyler ama bir yandan da bu edebiyatın sahip olduğu o İranî sesi muhafaza ettiği üzerinde durur. Sartre ve Camus’yü Farsçaya tercüme eden Ahmed’de görülen entelektüel sadakate ve hakiki bir yoldan yaşama çabasına sonraki süreçte kimse sahip çıkmaz.

Ahmed 1969’da vefat eder. Dönemin bir kahramanı olarak görülen Ahmed’in imajı, eşi Simin Danişvar’ın öldükten sonra kendisini evli kaldıkları süre boyunca huysuz ve bencil bir insan olarak tanıdığına dair sözleri üzerinden bir miktar zedelenir.

Celâl Ali Ahmed, kendi çağdaşı olan İranlı aydınları ve onun ölümünden sonra öne çıkan birçok ismi etkilemiş önemli bir isimdir.[3]

Michael Axworthy

[Kaynak: A History of Iran: Empire of the Mind, Basic Books, 2010, s. 235-239.]

Dipnotlar:
[1] Moin, Baqer. Khomeini: Life of the Ayatollah, Londra: I. B. Tauris, 1999, s. 105.

[2] Keddie, Nikki. Modern Iran: Roots and the Results of Revolution, New Haven, Ct: Yale University Press, s. 130; Daryuş Bayandor’un darbeyle ilgili yeni kitabı kapsamında yaptığı araştırmalara göre gizli servislerin oynadığı rol sanıldığının aksine mollaların ve pazarın oynadığı rolden daha az.

[3] Mottahedeh, Roy. The Mantle of the Prophet, Harmondsworth, UK: Penguin, 1987, s. 287–323; Yayına Hz.: George Morrison, History of Persian Literature from the Beginnings of the Islamic Period to the Present Day (Leiden, UK: Brill Academic Publishers, 1981), s. 201–202 (Kadkani); Simin Danişvar’ın ifşaatı konusunda bkz. Talattof, Kamran. The Politics of Writing in Iran: A History of Modern Persian Literature, Siraküza, NY: Syracuse University, s. 160.

0 Yorum: