13 Şubat 2020

,

Parazit: Güney Kore Neoliberalizmine Açılan Pencere

Bong Joon Ho’nun ilkin Mayıs ayında Güney Kore’de, geçen ay da ABD’deki sinema salonlarında seyirciye ulaşan filmi Parazit, eleştirmenlerden ve seyircilerden büyük ilgi gördü. Cannes’da Altın Palmiye kazandıktan sonra sadece Güney Kore’de on milyon kişinin izlediği film, bu ülkede 2019’un en çok izlenen dördüncü filmi oldu.

Dünya genelinde 120 milyon dolardan fazla hasılat elde eden film, yönetmenin yedinci filmi ve en fazla başarıya ulaşanı. 

Zulüm ve baskılarla mücadele eden marjinal karakterleri (Havlayan Köpek Isırmaz, Ev Sahibi ve son filmi Kar Küreyici isimli filmlerinde) perdeye aktaran yönetmenin elinden çıkan Parazit, kendi ülkesindeki servet eşitsizliğini yalın ve lafı dolandırmadan eleştirdiği için epey övüldü.

(Bundan sonraki kısım spoiler içeriyor!)

Film, genelde Asya’nın en zengin ülkelerinden birinde toplumsal devingenliğin bulunmaması, sınıf atlama imkânlarının kalmaması karşısında halkta yaşanan hayal kırıklığıyla ve yoğun sınıfsal eşitsizlikle ilgili bir alegori olarak görülüyor. Jacobin’e yazdığı yazıda Eileen Jones, Parazit filmini dolaylı kimi önermeler sunmanın ötesine geçmesi sebebiyle övüyor ve filmin “yırtma şansını yakalayan alt sınıftan bir ailenin deneyimini aktardığını ve bu aileyi insanın canını yakacak şekilde resmettiğini” söylüyor.[1]

New York Times için yazdığı makalede Brian X. Chen, filmi “zenginlerle yoksullar” arasında yaşanan bir yüzleşme olarak tarif ediyor ve filmde Kim ailesinin çevirdiği dümeni sadece zenginlerin başarılı olmasını güvence altına alacak şekilde kurgulanmış bir toplumda “çekilen acılara ve yaşanan hüsrana” karşı alınan bir tür intikam olarak yorumluyor.[2]

Scott Mendelson ise filmi, kendi varlıkları üzerine kurulu medeniyette kıt kanaat geçinebilen ve asla kabul görmeyen alt sınıfın emeğine yaslanan zenginlerin hayatına dair “sert bir toplumsal eleştiri” olarak nitelendiriyor.[3]

Filmde Kim ve Park ailelerinin karşılaşması, Güney Kore toplumunda sınıfsal çelişkileri anlatan bir mecaz olarak iş görüyor. Gelgelelim tek başına maddi zenginliğe odaklanmak, Bong Joon Ho’nun filminde örtük olarak varolan yıkıcı eleştiriyi ihmal etmek gibi bir riskle yüzleştiriyor insanı. Zira film, bir yandan da işlerimiz ve hayatlarımız neoliberal kapitalizmin can yakıcı dinamiklerince giderek daha güvencesiz ve kırılgan hâle getirildikçe, işçilerin haysiyetlerinden, özsaygılarından ve toplumsal itibarlarından mahrum edildikleri alana bakıyor.

Bir Maaş Çekinden Diğerine Yaşamak

Önce filmin konusunu aktaralım. Parazit filminde Seullü yoksul işçi ailesi Kim, bir dizi ustalıkla örülmüş dümenin ardından zenginlerin dünyasına sızıyor. Oğulları Ki-woo, Seul’de yaşayan zengin Park ailesinin kızına öğretmenlik yapacağı kısa süreli ve kârlı bir iş teklifi alıyor. Genç bu teklifi kabul ediyor. Ama bu noktada Ki-woo, ailesi okul ücretini ödeyecek durumda olmaması sebebiyle üniversiteye gidemediği için ufak bir sorunla karşılaşıyor. Park ailesinin sadece üniversite öğrencisini işe alacağını düşünen Ki-woo, kız kardeşinin bilgisayarda hazırladığı sahte kayıt belgesiyle çalışacağı eve gidiyor.

Zenginlerin saflığı karşısında şaşıran Ki-woo, tüm ailesini Parkların evinde işe sokmak için Görevimiz Tehlike filmlerinde gördüğümüz türden dolaplar çeviriyor.[4] Kız kardeşi Ki-jeong, ailenin tuhaf ama biraz da huysuz küçük oğluna ders verecek “sanat terapisi” eğitmeni olarak işe alınıyor. Baba Ki-taek ailenin şoförü oluyor. Anne Chung-sook ise uzun zamandır evde hizmetçilik yapan kadını kovup yatılı yardımcı olarak çalışmaya başlıyor.

Aile bağlarını gizli tutan Kim ailesi, yeni işleri sayesinde birkaç hafta sefalet koşullarından kurtulma imkânı buluyor. İstikrarlı, iyi ücretlerin ödendiği, işçilerin işyeri korumasından mahrum oldukları serbest meslek temelli işlerde veya gündelik işlerde çalıştıkları emek piyasasında Kim ailesi, bu plan sayesinde turnayı gözünden vuruyor.

Güney Kore işçi sınıfının tüm çilesini aile üzerinden okumak mümkün. Seul’de yarı yarıya yerin altında olan, izbe, tıkış tıkış bir evde kalan aile, her gece sarhoşların mutfak penceresine işemesine tanık oluyor. Kim ailesi, geniş, bahçe manzaralı (Güney Kore’nin kalabalık şehirlerinde pek rastlanmayan) lüks evlerinde yaşamakta olan Park ailesinin hayatıyla taban tabana zıt bir hayat yaşıyor.

Parazit’teki sembolizm burada bitmiyor. Kim ailesi, pizza servisi için paket katlayarak geçimini sağlıyor, hatta paraları olduğunda taksicilere hizmet veren, servisin açık büfe olarak yapıldığı bir lokantada yemek yiyor. Bu tür lokantalar, kalori açısından zengin yemeklerin ucuza yenebileceği yerler. Buradaki sembolizm, sadece Seullü sinema seyircilerini ilgilendiren bir sembolizm değil. Bugün dünyadaki en pahalı şehirlerinden biri olan Seul'deki[5] bakkallar Asya’daki en pahalı bakkallar.[6] Buna karşılık Park ailesinin buzdolabı ağzına kadar maden suyu dolu. Aile, köpeklerini yüksek kaliteli organik yemeklerle ve Japonya’dan getirilen, yengeçlerden üretilmiş çubuklarla besliyor.

Seul’de eşitsizlik endeksi oldukça çarpıcı düzeylerde. Yoksullar ve zenginler farklı yeme alışkanlıklarına sahipler. 2018’de 1.023 kişiyle yapılan bir anket çalışmasına göre düşük gelirli Seullülerin yüzde yirmisinden fazlası yediklerinden yeterince besin almıyor. Bu, ülkedeki ortalamanın dört katı. Ayrıca düşük gelirlilerin yüzde onu gıda güvensizliğiyle karşı karşıya. Yani bu insanlar, sağlıklı ve aktif bir hayat için ihtiyaç duydukları gıdaya gerektiği şekilde erişemiyorlar. Bir de buna taze ürün çeşitliliğindeki düşüklük eklenince Seullü yoksullar, bir yandan da yüksek tansiyon, şeker hastalığı, obezite ve kalp hastalıkları gibi rahatsızlıklarla cebelleşiyor.

Plan Yok

Filmin ortalarında baba Ki-taek, Bay Park’ı bir randevusuna götürüyor, yol boyunca patronuna şoförlük alanında kıdemli olduğuna dair bir hikâye uyduruyor ve ona uzun zamandır yaptığı mesleğine âşık olduğunu söylüyor. Bay Park ise başını sallayarak şu cevabı veriyor: “Aynı işte uzun zaman çalışan insanlara saygı duyuyorum.” Film boyunca mesleğe bağlılık, bir plana sahip olma ve özgüvenlilik birer tema olarak sık sık tekrarlanıyor.

Ki-woo, elinde sahte belgelerle iş görüşmesine giderken, evin eşiğinde babasına, “bunun bir suç olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta üniversiteye gideceğim. Sadece belgeleri biraz erken almışım, hepsi bu.” Babası ise bunun üzerine şu cevabı veriyor: “Ah demek senin bir planın var ha!” Üst komşu Wi-Fi şifresini değiştirdiğinde anne Chung-sook kocasına, “telefonlar kapalı. Wi-Fi kesildi. E şimdi planın ne?” diye soruyor.

Sonrasında evi su basıp aile geceyi spor salonunda geçirmek zorunda kaldığında Ki-taek oğluna şunu söylüyor: “Ki-woo, biliyor musun hangi plan suya düşmez? Yapılmamış plan. Neden biliyor musun? Plan yaparsan eğer, hayat plana uygun şekilde akmaz da ondan.”

Bu sahne, çöp toplama alanının yanında düşük gelirli ailelerin yaşadığı Mangwon mahallesinde seksenlerde sık sık yaşanan sel felâketlerini anımsatır. Han Nehri’ni tutacak bentleri kasten inşa etmeyen belediye, uzun zaman orada yaşayan yoksulların ve yaşlıların hayatlarını mahvetti. Sonuçta Mangwonlular belediyeyi mahkemeye verdi ve tazminat kazandı. Bu sürecin sonunda Demokratik Toplumcu Avukatlar örgütü kuruldu. Bu örgüt, ülkedeki ilk insan hakları ve demokrasi yanlısı avukat örgütü.

Film boyunca Kim ailesinin yaşadığı mahallenin sıkıntılı hâli ile Park ailesinin sahip olduğu zenginlikle elde ettiği güvenlikli ve emniyetli hâl karşı karşıya getirilir. Bay Park’ın bilgisi olmadan, zenginlerce istihdam edilmek için dümen çevirmezden önce Kim Ki-taek ve ailesi daha öncesinde kıt kanaat geçinebilmek için bir yığın işe girip çıkmıştır. Film, mutfakta oturan aileyi yakındaki restoran için pizza kutuları katlarken gösterir. Bu, üç kuruş için yapılan, güvencesiz bir iştir. Ki-taek, ayrıca daha öncesinde kızarmış tavuk ve Tayvan usulü kek işi yaptığından bahseder. Baba, aynı zamanda bir ara yedek şoförlük de yapmıştır.

Yedek şoförlük (Daeri) geceleri sarhoş otomobil sahiplerini kendi araçlarıyla eve götürme işidir. Bu, Güney Kore’de işsizlerin yaygın olarak yaptıkları, sözleşmeli bir iştir. Gün boyu telsiz veya telefon başında beklemek zorunda olan bu kişiler dinlenecekleri, kötü hava koşulları karşısında korunabilecekleri bir yer olmadan sokaklarda beklerler, hatta bazen tuvaletleri kullanırlar. Tam zamanlı çalışan şoförlerin büyük bir kısmı, ayda 1.750 dolardan az para kazanır. Şoförlerde kas-iskelet sistemi rahatsızlıkları, yorgunluk ve stres gibi sağlık sorunları görülmektedir.

Daegu şehrinde şoförler, 2005’te kendi sendikalarını kurdular ama Lee Myung-bak yönetimi, onlara sendikalaşma hakkı vermedi. Kısa süre önce görevden uzaklaştırılan Park Geun-hye ise bu şoförlerin statüsünü sözleşmeli işçi olarak belirledi.[7] ] Moon Jae-in yönetiminin vaatlerine karşın yedek şoförlere Çalışma Bakanlığı 2017’de ulusal örgüt olarak kayıt yaptırma hakkını tanımadı.

Ama bu durumun değişmesi gene de mümkün. Kasım 2019’da örgütlü işçilerin artan baskısı sonucu alınan bir dizi mahkeme kararı, yedek şoförlerin yanında gıda teslimatı yapan şoförleri ve golf takımı taşıyıcılarını da anayasaya göre sözleşmeli işçi yerine mavi yakalı işçi olarak tanıdı, bu da onların sendika kurma hakkına kavuşmalarını sağladı. On yılı aşkın bir zamandır sendikalaşma hakkı için mücadele eden yedek şoförler, sözleşmeleri konusunda toplu pazarlık yapma imkânına kavuştu. Bu gelişme, işçilerin açlık sınırında seyreden maaşlardan kurtulmalarını sağlayabilir. Söz konusu haklar olmasaydı, Bay Park’ın da hayranlıkla andığı üzere, bu şoförlerin aynı işte uzun süre çalışmaları neredeyse imkânsız olacaktı.

Kek Furyası

Filmin ortalarında evden kovulan bakıcı Moon-gwang, Park ailesi hafta sonu için tatile gittikleri vakit eve gelir ve Chung-sook’a ev girmesine izin vermesi için yalvarır. Üstü başı dağınık bir hâlde, tutarsız davranışlar sergileyen ve yorgun görünen kadın, hızla bodrumdaki gizli odaya gider. Bu noktada seyirci, kadının kocası Geun-sae’nin dört yıldır tefecilerden kaçtığını ve bu odada saklandığını öğrenir. Bodrum katındaki viraneden Park ailesinin saray yavrusuna yerleşen Kim ailesi, başka bir işçi ailesinin evin altındaki bir odada sefil koşullarda yaşadığını anlar.

Geun-sae, çektiği tüm çilenin kendi hatası olduğunu söyler. Bir tefeciden kek dükkânı açmak için para almıştır. Bu, Tayvan’da ünlü olup tüm Güney Kore’de tutmuş bir tür kektir. İşi kurma aşamasında çok düşük maliyetli olan bu dükkânlar, Güney Korelilerin birikimlerini hızla zengin olmak için yatırdıkları bir iştir. Bir süre sonra gereğinden fazla dükkân açılınca bu balon patlar ve yüzlerce insan ağır borç yükünün altına girer, borçlarını ödeyemez duruma gelir.

Çocuklarını okula gönderme ve belirli bir birikimle emekli olma umuduyla kendi işlerini kurma konusunda sunduğu imkânlarla istikrarlı ve tam zamanlı iş bulma koşullarının bulunmadığı Güney Kore’de bu türden hikâyelere sıklıkla tanık olunur. 2017’de Güney Kore’de kendi işinde çalışan insanların nüfusa oranı yüzde 25,4’tür. Bu insanların büyük bir kısmı, kızarmış tavuk restoranları ve bakkalcılık gibi işlerde çalışmaktadır. Tüm OECD ülkelerinde bu oranın 15,3 olduğu düşünülürse Güney Kore’deki oranın epey yüksek olduğu görülür.

Ülkede her yıl sekiz bin tavukçu kepenk kapatmaktadır. Bu koşullarda birçok işçi, kıt kanaat geçinmek için çaba sarf etmekte, aile işleri çoğunlukla insanları ağır borç yükü altına sokmakta, bu da insanları ümitsizliğe sürüklemektedir. Parazit filminin anlattığı iki ailenin hayatı binlerce Korelinin hayatıdır ve tüm bu hayatlar aynı ümitsizlikle yüklüdür. Geun-sae örneğinde bu ümitsizlik, insanı yeraltına savurup atmıştır.

“Saygı” Kazanmak

Kim ailesinin babası Ki-taek, Parkların evindeki gizli odada saklanmak zorunda kalınca gözü dönmüş, aklını kaçırmış Geun-sae’nin Bay Park’a şükranlarını sunmayı tuhaf bir ayine dönüştürdüğünü görür. Geun-sae, Bay Park’ın “Yılın CEO’su” olduğunu söyleyen bir finans dergisinden kopartılmış bir sayfanın karşısında durmakta, “ev ve yemek verdiği için” ona teşekkürlerini iletmekte, ardından da “Saygı!” diye bağırmaktadır. Gördükleri karşısında şaşkına dönen Ki-taek, “bunu her gün mü yapıyorsun?” diye sorar. Sorunun ardından Ki-taek, Geun-sae’nin odadaki ışığı açıp kapayarak Park ailesine mors alfabesiyle her gün mesaj gönderdiğini anlar. Geun-sae’nin çilesi ile kendi çilesi arasındaki benzerliği göremeyen Ki-taek şu soruyu sorar: “Böyle bir yerde nasıl yaşıyorsun? Bundan sonra ne yapacaksın? Bir planın yok mu?”

Teşekkürlerin sunulduğu, zenginlerin “cömertliği” karşısında hak edilmemiş minnettarlığın dile getirildiği sahneler film boyunca yinelenir. Tüm Kim ailesi evde çalışmaya başlayınca Ki-taek akşam yemeklerini yerken ailesine, “Büyük Bay Park’a minnettarlığımızı sunmak için ona dua edelim” der ve ailesine maaş verdiği için ona teşekkür eder.

Filmdeki işçi sınıfına mensup karakterler, geç dönem kapitalizmin mantığını içselleştirmiş kişilerdir. Bu mantık uyarınca Kim ailesi üyeleri türünden insanlar, yoksulluğu ahlaki kusurlarının bir sonucu olarak görmekte, onu sömürü ve kalıcılaşmış güvencesizlik üzerine kurulu sistemin bir sonucu olarak değerlendirmemektedir. Parazit filminde bu mantık, karşımıza bodrumda yaşayan insanların zenginlere karşı gösterdikleri, hiç hak edilmemiş “saygı” olarak çıkmakta, bu yaklaşımsa yoksulların birbirlerini tanımasına ve dayanışma ilişkisi dâhilinde güç bulmasına mani olmaktadır.

Kazanmak İçin Plan Yap

Muhteşem bir film olmanın yanında Parazit, bir yandan da ekonomik adalet meselesine ışık tutmak suretiyle kendisine ciddi bir seyirci kitlesi bulmaktadır. Adaletsizlik, tam da Kim ailesinin yarı yarıya yerin altında olan dairelerinde tüm çıplaklığı ile yansımaktadır. Gerilimli bir sahnede küçük Park, ailenin şoförünün, bakıcının ve iki öğretmenin aynı şekilde koktuklarını söyler. Bu koku, esasen küflü ve nemli evlerinin kıyafetlere sinmesinin bir sonucudur. Filmin perdede seyircisiyle buluşması ardından birçok makalede, tweette ve Facebook mesajında yarı yarıya yerin altında olan evin Seul’de yaşayan yoksulların müşterek tecrübesine ait bir simge olduğu söylenmiştir. Bu tecrübe, zenginliğin ve imkânların ortasına doğmuş kişilerin yabancı oldukları bir olgudur.

Yönetmenin kapitalizm koşullarında yaşanan hayata dair eleştirisini bu denli yıkıcı kılan şeyse onun eşitsizliklerin altını çizmekle yetinmeyip, genel mânâda neoliberalizm koşullarında işçilerin maruz kaldıkları ahlakî çöküntüyü tasvir etmesidir. Yoksulluğun tuzağına düşmüş olan Kim ailesi, sürekli iş ve beleş Wi-Fi peşinde koşmakta, suda kaynatılmış bezlerin kokusu yoksulun etine işlemektedir. Bu insanlar, saygı duyulacak bir hayat hikâyesi yaşayabilmek için yeni planlar hazırlamaya mecburdurlar.

Öte yandan Park ailesinin hayatı ise istikrar ve süreklilik demektir. Bu insanlar, ünlü bir mimarın tasarladığı tarihî bir evde yaşamakta, misafirleriyle sohbetlerinde bu konuyu sürekli, mağrur bir ifadeyle dile getirmektedir. Park ailesi, akşamları birlikte vakit geçirme denilen lüksün keyfini çıkartmakta, doğum günlerini kutlamak için hafta sonları tatile çıkabilmektedir.

Oysa ülkede iş güvenliği daha iyi sağlansa, Kim ailesi türünden milyonlarca Güney Koreli işçi, güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalmaz. Ülke, güçlü ve gurur verici bir işçi hareketine sahipse de Güney Kore, iş kanununu kaleme alacak solcu bir hükümete hiçbir vakit sahip olamamıştır. Mevcut başkan Moon Jae-in’in kampanyasının başında dile getirdiği vaatlere rağmen bugüne dek hiçbir adım atılmamıştır. Bu sebeple işçiler, ayın sonunu getirebilmek için bugün hâlâ birkaç işte çalışmaya devam etmektedir.

Bong Joon Ho’nun filmi, Güney Kore toplumuna sirayet eden, neoliberal kültürün üzerinde durduğu, işçilere tüm ekonomik sorumluluğu üstlenmeyi tavsiye eden ama bir yandan da onları, kapitalizm hayatlarını altüst ettiğinde saygıyı ve insanlığı hak etmeyen varlıklar olarak damgalayan özgüven anlayışını ustalıkla alaya almaktadır. Ki-taek’in iddiasına göre neoliberal yapılanma sonrası ülkede yaşanan hayata dair yapılacak tek teşhis, “plansız olmak”tır. İşçilerin yalnızlaşıp atomize oldukları, önlerine bir plan koyamadıkları, kendilerini güvende ve emniyette hissedemedikleri, hayatları için bir anlam ve amaç belirleyemedikleri koşullarda en hayırlısı, plan yapmamaktır. Nihayetinde bazıları, gidişata ancak ani ve sert tepkilerle cevap geliştirebilmektedir.

Film, düşük gelirli insanların yaşadıkları mahallelerde kontrolsüz biçimde süren soylulaştırma çalışmalarının, canlandırma girişimlerinin, hava kirliliğinin, artan gıda ve barınma fiyatlarının ve iş güvensizliğinin gençler arasında ihanete uğramışlık hissine yol açtığı Güney Kore’de olumlu karşılandı. Eylül 2019’da yapılan bir çalışmada alt orta sınıfın yüzde 23’ü hayat kalitelerinin iyileşeceği konusunda iyimser olduğunu dile getiriyor.

Bu bağlamda Güney Koreli seyircilerin bireylere “planınız olsun” denilip istikrar konusunda açık bir yol sunulmadığı koşullardaki riyakârlığı hemen görmesi gayet doğal. Parazit filmi, kendi ülkesindeki seyirciler gibi Batı’daki seyircilere de Seul’deki koşulların dünya genelinde insanların tecrübe ettikleri koşullardan çok uzak olmadıklarını gayet iyi gösteriyor.

Max Balhorn
29 Kasım 2019
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Eileen Jones, “You Have to See Parasite”, 06 Kasım 2019, Jacobin.

[2] Brian X. Chen, “Parasit”, 18 Ekim 2019, NYT.

[3] Scott Mendelson, “Parasite Review”, 9 Ekim 2019, Forbes.

[4] Hoai-Tran Bui, “Bong Joon-Ho”, 2 Kasım 2019, Slashfilm.

[5] “Seoul Ranks as 7th Most Expensive City in the World”, 23 Mart 2019, YNA.

[6] Jung Min-Ho, “Seoul Has Most Expensive Groceries in Asya”, 18 Eylül 2019, KT.

[7] Greg Sharzer, “After Choi-gate”, 06.12.2016, Jacobin.

0 Yorum: