25 Şubat 2020

,

Dinin Rasyonalist Eleştirisi


Bilimciliğin önemli bir vasıf olarak öne çıktığı koşullarda Avakyanizmin din konusunda aşırı rasyonalizm batağına saplandığını görmek, asla şaşırtıcı değil. Bu konuda Bob Avakian şunları söylüyor:

“İpin ucunu tutup çektiğinizde karşınıza din ve dinî despotizm tüm çıplaklığıyla çıkıveriyor. Hristiyan faşistlerin kafasına çekiçle vururken esasen şu argümana yaslanıyorum: ‘Kitabı Mukaddes’te geçen bir husus yanlışsa tüm kitap çöpe atılmalıdır.’ Bu noktada bir uyarıda bulunmam lazım! Eğer meseleye iyi niyetli yaklaştığımı düşünüyorsanız meselenin henüz özünü kavramamışsınız demektir: ‘Benim konuyla ilgili düşünsel stratejim, Hristiyan faşistlerin kitle tabanına ulaşmak için o tabanın dayandığı temellerin yıkılması ve ideolojik düzeyde o kitleye sürekli vurulması üzerine kuruludur.”[1]

Bu yaklaşım uzun zamandır kabul görüyor. “İdeolojik düzeyde dine saldırma” meselesi, rasyonalizmin ve yüzlerce yıldır rasyonalizmi savunanların benimsedikleri “düşünsel strateji”dir. Sadece ipin şu veya bu ucunu çekiştirerek değil, her şekilde dine saldırıp duruyorlar. Kitabı Mukaddes’te ve diğer dinî metinlerde geçen tek bir mesele değil her şey yanlışlandı. Oysa hâlâ din ve dinî despotizm “tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkıvermiş” değil. Hatta aksine, son dönemde mesele daha da “Arap saçına döndü”!

Marksizmin dinle ilgili anlayışını Marx’ın şu ifadesi gayet iyi izah etmektedir:

“Din bu dünyanın genel teorisi, ansiklopedik özeti, halkta karşılık bulan mantığı, manevi koşulu, şevki, ahlakî tasdiki, kutsal tamamlayıcısı ve teselli ile meşruiyetin genel zeminidir. Din, herhangi bir hakiki gerçekliğe kavuşmamış olan insanî özün hayalî düzlemde gerçekleşmesidir. Dolayısıyla dine karşı mücadele, dolaylı olarak manevi havası din olan dünyaya karşı mücadeledir. Dinî ıstırap, aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı protestodur. Din, zulüm gören mahlûkun iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz şartların ruhudur. Din halkın afyonudur.”[2]

Bu cümleler, dinin maddi ve manevi dayanaklarını bilimsel açıdan gayet güzel kavramaktadırlar. Burada “dinî inanç ancak rasyonel bir argümanla çürütülür” diyen yaklaşıma karşı belirli bir uyarıda bulunulmaktadır.

Dinin oynadığı role dair bilimsel anlayış, farklı sahalarda yürütülen çalışmalarla derinleştirilmiştir. Dinin ahlakın oluşturulması ve geliştirilmesinde, toplumsal bağlarda ve insan beyninde bıraktığı izlerde oynadığı rol, artık herkesin daha fazla bilincinde olduğu hususlardır. Bu bilgiler, Marksizmin din anlayışının doğru olduğunu ortaya koymuştur. Ama bir yandan da bu bilgiler, Marksistlerin üzerinde durdukları, dini yönetici sınıfların çıkarları üzerinden güvence altına alınmış ve cehalet üreten bir şey olarak ele alan basit tanımın ötesine geçmelerini talep etmektedir.

Görünüşe göre Bob Avakian, dinin maddi zeminini pek fazla dert edinmez. Materyalist bir açıklama sunmaya çalıştığı bir iki yerde ise din konusunda mekanik bir tutum benimser ve dini salt ideolojik açıdan ele alır.

Bu açıklamaların birinde Avakian, proleterleşmeyle birlikte dinin alanının daralacağını iddia eder. Ona göre dine, bilhassa dinî köktenciliğe kitlelerin yüzünü dönmesinin ana sebebi, küreselleşme koşullarında belirli kesimlerin proleter olmaktan çıkmalarıdır.[3]

Bu tespitin gerçeklere aykırı olduğunu görmek gerekmektedir. Sayısı giderek artan proletarya sınıf mücadelesine girip sendikalaşsa bile, proletaryanın büyük bir kısmı dindar kimliğini muhafaza etmektedir. Bunun dışında söz konusu Avakyancı tezin proletarya bünyesinde laiklerin sayısındaki azalmanın sebeplerini kavramamıza mani olduğunu görmek gerekmektedir. Bu, küreselleşmenin ortaya çıkışından çok önce yüzleştiğimiz bir olgudur.

Kitleler, proleter olmaktan çıkmak suretiyle laik ve ilerici olma eğilimi içerisine girmemektedirler. Bilâkis, dinî ihyacılık ve köktencilik, laik ve ilerici kesimin yaşadığı zayıflama ile oluşan boşlukta gelişmektedir.

Bu mesele gerektiği şekilde idrak edildiği takdirde, köktencilik ve ihyacılık türünden dinî olguların özellikleri anlamlı bir analizle ele alınabilecektir. Eğer “proleter olmaktan çıkış süreci, dinî köktenciliğin artışına sebep oluyor” olarak özetlenebilecek kaba materyalist tez kabul edilecek olursa, bu önemli görev yerine getirilemez.

İlgili sahada yüzleştiğimiz ideolojik görevlerin belirli özgün yanları redde tabi tutulmamalıdır. Her şeye “çekiçle saldırmak” her meseleye kolay yoldan tek bir çözüm yolu sunmaktan gayrı bir anlam ifade etmez. Oysa bize militan materyalizmin dinî düşünceyi açığa çıkartan yaklaşımı lazımdır. Mevcut dinî olguların Marksist eleştirisi bu yaklaşıma muhtaçtır.

Dinî köktenciliğin maddi zeminini ele alırken Avakian, Üçüncü Dünya’da küreselleşmenin istikrarsızlaştırıcı etkisine işaret eder. Avakian’a göre, “bu istikrarsızlaşma süreci ile birlikte kentlerde birçok insan enformel ekonomi sahasına akmış, bu insanlar yersiz yurtsuzlaşma ve altüst oluş dâhilinde bir dayanak noktası bulmak adına dinî köktenciliğe yüzlerini çevirmişlerdir.”[4]

Bu söylediklerine biraz daha yakından bakalım. Avakian’ın tarif ettiği koşullar, solun güçsüzleştiği ortamda ezilenler arasında dinî inancın neden güçlendiğini izah eder belki ama bu insanların yüzlerini neden köktenciliğe çevirdiğini ve bazı dinî eğilimleri neden benimsediklerini izah etmez. Avakian’ın zihninde bu tür hususlara yer yoktur. Zira Avakian, dini ve dinî despotizmi aynı kefeye koymaktadır.

Avakian’daki rasyonalizm, Irak ve Afganistan’daki İslamî direniş hareketlerini “sömürgeleştirilmiş, zulme uğrayan insanlık dâhilinde tarihsel açıdan miadını doldurmuş ‘gerici bir kutup’ olarak” görüp çöpe atan yaklaşımında karşılık bulur. Avakian’ın benimsediği bu konum, esasen emperyalist ekonomizmle maluldür.

Bu noktada meselenin bazı teorik yönlerini incelemekte fayda var. İslamî köktencilik, kesinlikle tarihsel planda miadını doldurmuş bir ideolojidir. Peki ama bu ideolojinin tarihsel planda eskimiş bir toplumsal katmanı temsil ettiğini söyleyebilir miyiz? Hayır söyleyemeyiz.

İslamî köktencilik, tekil bir varlık değildir. Bazı İslamî köktencilik akımları, eğitim düzeyinde alabildiğine küçük burjuva, köylü ve kentli hatta “modern” özellikler gösterebilir. Ezilen bir ülkenin küçük burjuvazisi, önemli bir milli güçtür. Ama bu güç gerici bir rol oynayabilir. Öte yandan bu sınıfın tarihsel açıdan miadını doldurmuş bir sınıf olduğunu söyleyemeyiz.

Köktenci hareketlerin geniş kitlelerle bağ kurmasının ve meşru direniş zırhını kuşanmasının ana nedeni, ülkenin sahip olduğu bu küçük burjuva sınıfsal bileşimdir. Eğer Maoistler, bu güçlere karşı koymak ve mücadelenin liderliğini ele geçirmek istiyorlarsa küçük burjuvaların programındaki gerici içeriği ifşa etmekle yetinemezler. Maoistler, genel anlamda ilerici olan ama miadını doldurmuş, gerici bir ideolojiyi şevkle savunan ve milli direnişi bu ideoloji üzerinden temsil eden modern sınıftaki sırrı ele alıp ifşa etmelidir.

İlk olarak, bu yapıları “geleneksel ilişkilere, âdetlere, fikirlere ve değerlere yönelip bunları intikamcı bir yaklaşımla tatbik eden güçler”[5] olarak tarif etmek yerine Maoistler, köktenciliğe faşist niteliğini kazandıran özelliklerini açığa çıkarmalıdır.[6]

İkinci olarak, şu tespit yapılmalıdır: son dönemde Üçüncü Dünya’da ortaya çıkan veya güçlenen tüm İslamî direniş hareketleri köktenci veya ihyacı değildir. İdeolojik harmanlanma sürecine maruz kalan Müslümanlar, din sahasında da bu sürecin etkilerini bilfiil yaşamaktadırlar. İslam, henüz pratikte kurtuluş teolojisi temelli eğilimlere tanıklık etmese de reformist yönelimleri bağrından çıkartmayı bilmiştir. Bu yönelimlerin belirli bir kısmı, Batı demokrasisine ve modernleşme sürecine meftundur. Söz konusu gelişme, esasen küreselleşmenin orta ve alt sınıflarda yol açtığı yanılsamaların bir tezahürüdür. Bu kesimler, Batı demokrasisini ve modernleşmeyi ekonomik kalkınma için bir fırsat olarak değerlendirmektedirler. Bu, küreselleşme bünyesinde işleyen dinamiklerin yol açtığı bir başka sonuçtur.

Bazı İslamî reformizm akımlarında görülen Batı yanlısı politik duruş, anti-emperyalizmin köktenci kesimlerce benimsenmesini mümkün kılmaktadır. Böylece söz konusu akımlar, gerçek İslam’ı kendilerinin temsil ettiği iddiasında bulunmakta ama bu tutum, süreç içerisinde İslam inancının demokratikleşmesine mani olmaktadır.

Yol almak istiyorsa Maoizm, tüm bu meselelere ideolojik açıdan müdahale etmeyi bilmelidir. Şurası açık ki Avakian’ın fikriyatında bu tür karmaşık meseleler, kendilerine asla yer bulamamaktadır.

Son olarak, Avakian’ın dile getirdiği argümanlar, Üçüncü Dünya’da köktenciliğin yaşadığı gelişmede milliyetçi duyguların ve kültürün oynadığı önemli rolü görememekte, onu belirli bir yere oturtamamaktadır. Konuyla ilgili olarak Avakian şu kanaattedir:

“Tüm bu sürece Üçüncü Dünya dâhilinde katkı sunan bir husus da yaşanan kapsamlı ve hızlı değişimler, insanların yersiz yurtsuzlaştığı süreçlerdir. Bu gelişmeler ise emperyalistlerin hâkimiyeti ve sömürüsü bağlamında gerçekleşmektedir. Burada asıl mesele, ülkedeki yönetici sınıfların ekonomik ve politik açıdan emperyalizme bağımlı ve tabi olması, insanların bu sınıfları yabancı bir gücün yozlaşmış ajanları, ‘Batı’nın çürümüş kültürü’nü yayan unsurlar olarak görmeleridir. Kısa vadede bu durumun, yereldeki yönetici sınıfların bağlı oldukları Batı kaynaklı çürüme ve yozlaşmaya, ayrıca bu sınıfların minnettar oldukları emperyalistlere muhalefet eden köktenci dinî güçlerin ve liderlerin elini kuvvetlendirmesi muhtemeldir. Bu noktada söz konusu güçler ve liderler, geçmişten kök alan ve sömürünün-zulmün uç biçimlerini bünyesinde barındıran geleneksel ilişkilere, âdetlere, fikirlere ve değerlere yönelip bunları intikamcı bir yaklaşımla tatbik edeceklerdir.”[7]

Bu mantık üzerinden bakıldığında karşımızda, halkta yabancı bir güce ve uşaklarına karşı gelişen öfkeyi kullanan bir avuç gericiden başka bir şey durmamaktadır. Dolayısıyla “geçmişten kök alan geleneksel ilişkilerin, âdetlerin, fikirlerin ve değerlerin neden bu şekilde öne çıktıklarını ve bunların köktenciler tarafından bu modern çağda neden kabul edilir kılındıklarını anlamaya çalışmak için zerre çaba sarf edilmez. Köktenciliğin milli bir söylem olarak dillendirildiği, yaygınlaştığı ve özümsendiği asla görülmez.

Oysa köktencilerin hiçbir direnişle karşılaşmadan satha yayılma imkânı bulmalarının sebebini tam da burada aramak gerekir. Köktencilerin sömürü ve zulmün uç biçimlerini kendi bünyelerinde barındırdıkları elbette ki doğrudur. Fakat bu durum, onların ilgili kültürün parçası olma vasıflarını ortadan kaldırmaz.

Bu noktada belirtmek gerekir ki Avakian’ın yaptığı hatanın kaynakları, esasen ondaki rasyonalizmin sınırlarını aşar ve bu hata, temelde millet meselesi konusunda benimsediği ekonomist görüşlere dayanır. Dolayısıyla yukarıda söylediklerinin teorik sonuçlarını derinlemesine incelemek gerekmektedir.

Köktenciliğin “milli” olma iddiası konusunda geliştireceğimiz anlayış, bizim Maoistlerin ezilen ülkelerde milli hareketin öncülüğünü elde edememeleriyle ilgili hatasını belirli bir zemine oturtmamıza katkı sunacaktır. Buna göre, ezilen ülkelerde öncülük bir yönüyle, komprador modernleşme sürecini onu güçlendiren sebeplerden biri olarak toplumun laikleştirilmesi süreci ile tanımlayan bir yaklaşımla pekiştirilmediği için elde edilememektedir. Laikleşme süreci de komprador modernleşme kadar önemlidir. Laikleşme sürecinin nüfuz alanı Üçüncü Dünya’nın sınırlarını aşmakta, emperyalist ülkelerdeki ilericilerin önemli bir kısmını içine almaktadır. Hatta bu süreç Maoist kampı bile kuşatmıştır.[8]

Bunun dışında, köktenciliğin “milli” olma iddiası konusunda geliştirilecek bir bilinç, bizim “köktenciliğin kapladığı manevi alanın kurtuluşu, zinde bir milli, laik kültürü ve yeni bir sömürüsüz toplumu temel alan aydınlanmacı bir yaklaşımla geri kazanılır mı kazanılmaz mı veya köktenci direnişin kapladığı fizikî alan, bugün Maoistlerin zaferler elde ettikleri halk savaşında göğe yükseltilen devrimci bayraklar altında yeniden ele geçirilir mi geçirilmez mi sorularına cevap bulmamıza katkı sunacaktır.”[9] Bugün bu sorulara şunu da eklemek gerekmektedir: “Avakiancılığı layıkıyla redde tabi tutmadan Maoistler, dünyanın herhangi bir yerinde bu görevleri yerine getirme noktasına gelebilirler mi gelemezler mi?”

Ajith

[Kaynak: Against Avakianism, Yayınlayan: Christophe Kistler, Utrecht, 2017, s. 143-149.]

Dipnotlar:
[1] Bob Avakian, Observations on Art, Culture, Science and Philosophy, Insight Press, Şikago, Eylül 2005, s. 77.

[2] Karl Marx, “Introduction”, A Contribution to the Critique of Hegel's Philosophy of Right.

[3] Avakian, meseleyi şu şekilde ortaya koyuyor: “Belirli sınırlara tabi olan ama aynı zamanda önemli görüşlere sahip bulunan Mike Davis, bir makale kaleme almış. Bu makalede Davis kapitalizmin doğduğu ülkelerde insanların topraktan uzaklaştırıldığı, eşitsiz biçimde, belirli engelleriyle birlikte proletaryayla bütünleştiği on dokuzuncu yüzyılı ve yirminci yüzyılın başlarını ele almış. Bu insanların proleterleşmesi dinin etkisinin azalmasına yol açmış. Ne var ki bugün dünyada dinin bir olgu olarak sahip olduğu önem çok farklı. Bugün taşradan kentlere sürülen, proletaryanın kucağına doluşan insanlar gecekondulara tıkılıyorlar, bahsi bile edilmeyen şartlara maruz kalan bu insanların mevcut hâlleri dinin yükselişine tanıklık ediyor, yüzler dine bilhassa dinî köktenciliğe çevriliyor.” (Bob Avakian, The Basis, The Goals, And the Methods of the Communist Revolution, “Changing Material Conditions and the Growth of Religious Fundamentalism”, a.g.e., Revcom.)

[4] Bob Avakian, Why Is Religious Fundamentalism Growing in Today's World—And What Is the Real Alternative?, Revcom.

[5] A.g.e.

[6] Islamic Resistance, the Principal Contradiction and the War on Terror isimli çalışma bu yönde atılmış ilk adımdır. 2007’de yayımlanan bu makale Avakian’ın iki miadını doldurmuş olgu” ile ilgili tezi üzerine kuruludur. Avakyancılar bu makaleyle henüz meşgul olmuş değiller.

[7] “Religious Fundamentalism ... “, a.g.e.

[8] Üçüncü Dünya’da Batılılaşmış kentli orta sınıftan veya elitlerden kaynaklanan “modernist” dünya görüşü üzerine kurulu sanat eserlerini eleştirmeyen hatta göklere çıkartan ilerici düşünceye ait ifadeler bu eğilime örnek olarak verilebilir.

[9] Islamic…,a.g.e.

0 Yorum: