“İpin
ucunu tutup çektiğinizde karşınıza din ve dinî despotizm tüm çıplaklığıyla çıkıveriyor.
Hristiyan faşistlerin kafasına çekiçle vururken esasen şu argümana
yaslanıyorum: ‘Kitabı Mukaddes’te geçen bir husus yanlışsa tüm kitap çöpe
atılmalıdır.’ Bu noktada bir uyarıda bulunmam lazım! Eğer meseleye iyi niyetli
yaklaştığımı düşünüyorsanız meselenin henüz özünü kavramamışsınız demektir: ‘Benim
konuyla ilgili düşünsel stratejim, Hristiyan faşistlerin kitle tabanına ulaşmak
için o tabanın dayandığı temellerin yıkılması ve ideolojik düzeyde o kitleye
sürekli vurulması üzerine kuruludur.”[1]
Bu yaklaşım uzun zamandır kabul görüyor. “İdeolojik
düzeyde dine saldırma” meselesi, rasyonalizmin ve yüzlerce yıldır rasyonalizmi
savunanların benimsedikleri “düşünsel strateji”dir. Sadece ipin şu veya bu
ucunu çekiştirerek değil, her şekilde dine saldırıp duruyorlar. Kitabı Mukaddes’te
ve diğer dinî metinlerde geçen tek bir mesele değil her şey yanlışlandı. Oysa
hâlâ din ve dinî despotizm “tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkıvermiş” değil. Hatta
aksine, son dönemde mesele daha da “Arap saçına döndü”!
Marksizmin dinle ilgili anlayışını Marx’ın şu
ifadesi gayet iyi izah etmektedir:
“Din
bu dünyanın genel teorisi, ansiklopedik özeti, halkta karşılık bulan mantığı,
manevi koşulu, şevki, ahlakî tasdiki, kutsal tamamlayıcısı ve teselli ile
meşruiyetin genel zeminidir. Din, herhangi bir hakiki gerçekliğe kavuşmamış
olan insanî özün hayalî düzlemde gerçekleşmesidir. Dolayısıyla dine karşı
mücadele, dolaylı olarak manevi havası din olan dünyaya karşı mücadeledir. Dinî
ıstırap, aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı
protestodur. Din, zulüm gören mahlûkun iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi,
ruhsuz şartların ruhudur. Din halkın afyonudur.”[2]
Bu cümleler, dinin maddi ve manevi dayanaklarını
bilimsel açıdan gayet güzel kavramaktadırlar. Burada “dinî inanç ancak rasyonel
bir argümanla çürütülür” diyen yaklaşıma karşı belirli bir uyarıda
bulunulmaktadır.
Dinin oynadığı role dair bilimsel anlayış, farklı
sahalarda yürütülen çalışmalarla derinleştirilmiştir. Dinin ahlakın
oluşturulması ve geliştirilmesinde, toplumsal bağlarda ve insan beyninde
bıraktığı izlerde oynadığı rol, artık herkesin daha fazla bilincinde olduğu
hususlardır. Bu bilgiler, Marksizmin din anlayışının doğru olduğunu ortaya
koymuştur. Ama bir yandan da bu bilgiler, Marksistlerin üzerinde durdukları,
dini yönetici sınıfların çıkarları üzerinden güvence altına alınmış ve cehalet
üreten bir şey olarak ele alan basit tanımın ötesine geçmelerini talep etmektedir.
Görünüşe göre Bob Avakian, dinin maddi zeminini
pek fazla dert edinmez. Materyalist bir açıklama sunmaya çalıştığı bir iki
yerde ise din konusunda mekanik bir tutum benimser ve dini salt ideolojik
açıdan ele alır.
Bu açıklamaların birinde Avakian, proleterleşmeyle
birlikte dinin alanının daralacağını iddia eder. Ona göre dine, bilhassa dinî
köktenciliğe kitlelerin yüzünü dönmesinin ana sebebi, küreselleşme koşullarında
belirli kesimlerin proleter olmaktan çıkmalarıdır.[3]
Bu tespitin gerçeklere aykırı olduğunu görmek
gerekmektedir. Sayısı giderek artan proletarya sınıf mücadelesine girip
sendikalaşsa bile, proletaryanın büyük bir kısmı dindar kimliğini muhafaza
etmektedir. Bunun dışında söz konusu Avakiancı tezin proletarya bünyesinde laiklerin
sayısındaki azalmanın sebeplerini kavramamıza mani olduğunu görmek
gerekmektedir. Bu, küreselleşmenin ortaya çıkışından çok önce yüzleştiğimiz bir
olgudur.
Kitleler, proleter olmaktan çıkmak suretiyle laik
ve ilerici olma eğilimi içerisine girmemektedirler. Bilâkis, dinî ihyacılık ve
köktencilik, laik ve ilerici kesimin yaşadığı zayıflama ile oluşan boşlukta
gelişmektedir.
Bu mesele gerektiği şekilde idrak edildiği
takdirde, köktencilik ve ihyacılık türünden dinî olguların özellikleri anlamlı
bir analizle ele alınabilecektir. Eğer “proleter olmaktan çıkış süreci, dinî
köktenciliğin artışına sebep oluyor” olarak özetlenebilecek kaba materyalist
tez kabul edilecek olursa, bu önemli görev yerine getirilemez.
İlgili sahada yüzleştiğimiz ideolojik görevlerin
belirli özgün yanları redde tabi tutulmamalıdır. Her şeye “çekiçle saldırmak”
her meseleye kolay yoldan tek bir çözüm yolu sunmaktan gayrı bir anlam ifade
etmez. Oysa bize militan materyalizmin dinî düşünceyi açığa çıkartan yaklaşımı
lazımdır. Mevcut dinî olguların Marksist eleştirisi bu yaklaşıma muhtaçtır.
Dinî köktenciliğin maddi zeminini ele alırken
Avakian, Üçüncü Dünya’da küreselleşmenin istikrarsızlaştırıcı etkisine işaret
eder. Avakian’a göre, “bu istikrarsızlaşma süreci ile birlikte kentlerde birçok
insan enformel ekonomi sahasına akmış, bu insanlar yersiz yurtsuzlaşma ve
altüst oluş dâhilinde bir dayanak noktası bulmak adına dinî köktenciliğe
yüzlerini çevirmişlerdir.”[4]
Bu söylediklerine biraz daha yakından bakalım.
Avakian’ın tarif ettiği koşullar, solun güçsüzleştiği ortamda ezilenler
arasında dinî inancın neden güçlendiğini izah eder belki ama bu insanların
yüzlerini neden köktenciliğe çevirdiğini ve bazı dinî eğilimleri neden
benimsediklerini izah etmez. Avakian’ın zihninde bu tür hususlara yer yoktur. Zira
Avakian, dini ve dinî despotizmi aynı kefeye koymaktadır.
Avakian’daki rasyonalizm, Irak ve Afganistan’daki
İslamî direniş hareketlerini “sömürgeleştirilmiş, zulme uğrayan insanlık
dâhilinde tarihsel açıdan miadını doldurmuş ‘gerici bir kutup’ olarak” görüp çöpe
atan yaklaşımında karşılık bulur. Avakian’ın benimsediği bu konum, esasen
emperyalist ekonomizmle maluldür.
Bu noktada meselenin bazı teorik yönlerini
incelemekte fayda var. İslamî köktencilik, kesinlikle tarihsel planda miadını
doldurmuş bir ideolojidir. Peki ama bu ideolojinin tarihsel planda eskimiş bir
toplumsal katmanı temsil ettiğini söyleyebilir miyiz? Hayır söyleyemeyiz.
İslamî köktencilik, tekil bir varlık değildir.
Bazı İslamî köktencilik akımları, eğitim düzeyinde alabildiğine küçük burjuva,
köylü ve kentli hatta “modern” özellikler gösterebilir. Ezilen bir ülkenin
küçük burjuvazisi, önemli bir milli güçtür. Ama bu güç gerici bir rol
oynayabilir. Öte yandan bu sınıfın tarihsel açıdan miadını doldurmuş bir sınıf
olduğunu söyleyemeyiz.
Köktenci hareketlerin geniş kitlelerle bağ
kurmasının ve meşru direniş zırhını kuşanmasının ana nedeni, ülkenin sahip
olduğu bu küçük burjuva sınıfsal bileşimdir. Eğer Maoistler, bu güçlere karşı
koymak ve mücadelenin liderliğini ele geçirmek istiyorlarsa küçük burjuvaların
programındaki gerici içeriği ifşa etmekle yetinemezler. Maoistler, genel
anlamda ilerici olan ama miadını doldurmuş, gerici bir ideolojiyi şevkle
savunan ve milli direnişi bu ideoloji üzerinden temsil eden modern sınıftaki
sırrı ele alıp ifşa etmelidir.
İlk olarak, bu yapıları “geleneksel ilişkilere,
âdetlere, fikirlere ve değerlere yönelip bunları intikamcı bir yaklaşımla tatbik
eden güçler”[5] olarak tarif etmek yerine Maoistler, köktenciliğe faşist niteliğini
kazandıran özelliklerini açığa çıkarmalıdır.[6]
İkinci olarak, şu tespit yapılmalıdır: son dönemde
Üçüncü Dünya’da ortaya çıkan veya güçlenen tüm İslamî direniş hareketleri
köktenci veya ihyacı değildir. İdeolojik harmanlanma sürecine maruz kalan
Müslümanlar, din sahasında da bu sürecin etkilerini bilfiil yaşamaktadırlar. İslam,
henüz pratikte kurtuluş teolojisi temelli eğilimlere tanıklık etmese de
reformist yönelimleri bağrından çıkartmayı bilmiştir. Bu yönelimlerin belirli
bir kısmı, Batı demokrasisine ve modernleşme sürecine meftundur. Söz konusu
gelişme, esasen küreselleşmenin orta ve alt sınıflarda yol açtığı yanılsamaların
bir tezahürüdür. Bu kesimler, Batı demokrasisini ve modernleşmeyi ekonomik
kalkınma için bir fırsat olarak değerlendirmektedirler. Bu, küreselleşme
bünyesinde işleyen dinamiklerin yol açtığı bir başka sonuçtur.
Bazı İslamî reformizm akımlarında görülen Batı
yanlısı politik duruş, anti-emperyalizmin köktenci kesimlerce benimsenmesini mümkün
kılmaktadır. Böylece söz konusu akımlar, gerçek İslam’ı kendilerinin temsil
ettiği iddiasında bulunmakta ama bu tutum, süreç içerisinde İslam inancının
demokratikleşmesine mani olmaktadır.
Yol almak istiyorsa Maoizm, tüm bu meselelere ideolojik
açıdan müdahale etmeyi bilmelidir. Şurası açık ki Avakian’ın fikriyatında bu
tür karmaşık meseleler, kendilerine asla yer bulamamaktadır.
Son olarak, Avakian’ın dile getirdiği argümanlar, Üçüncü
Dünya’da köktenciliğin yaşadığı gelişmede milliyetçi duyguların ve kültürün
oynadığı önemli rolü görememekte, onu belirli bir yere oturtamamaktadır. Konuyla
ilgili olarak Avakian şu kanaattedir:
“Tüm
bu sürece Üçüncü Dünya dâhilinde katkı sunan bir husus da yaşanan kapsamlı ve
hızlı değişimler, insanların yersiz yurtsuzlaştığı süreçlerdir. Bu gelişmeler
ise emperyalistlerin hâkimiyeti ve sömürüsü bağlamında gerçekleşmektedir. Burada
asıl mesele, ülkedeki yönetici sınıfların ekonomik ve politik açıdan
emperyalizme bağımlı ve tabi olması, insanların bu sınıfları yabancı bir gücün
yozlaşmış ajanları, ‘Batı’nın çürümüş kültürü’nü yayan unsurlar olarak
görmeleridir. Kısa vadede bu durumun, yereldeki yönetici sınıfların bağlı
oldukları Batı kaynaklı çürüme ve yozlaşmaya, ayrıca bu sınıfların minnettar
oldukları emperyalistlere muhalefet eden köktenci dinî güçlerin ve liderlerin elini
kuvvetlendirmesi muhtemeldir. Bu noktada söz konusu güçler ve liderler,
geçmişten kök alan ve sömürünün-zulmün uç biçimlerini bünyesinde barındıran geleneksel
ilişkilere, âdetlere, fikirlere ve değerlere yönelip bunları intikamcı bir
yaklaşımla tatbik edeceklerdir.”[7]
Bu mantık üzerinden bakıldığında karşımızda, halkta
yabancı bir güce ve uşaklarına karşı gelişen öfkeyi kullanan bir avuç gericiden
başka bir şey durmamaktadır. Dolayısıyla “geçmişten kök alan geleneksel
ilişkilerin, âdetlerin, fikirlerin ve değerlerin neden bu şekilde öne
çıktıklarını ve bunların köktenciler tarafından bu modern çağda neden kabul
edilir kılındıklarını anlamaya çalışmak için zerre çaba sarf edilmez. Köktenciliğin
milli bir söylem olarak dillendirildiği, yaygınlaştığı ve özümsendiği asla
görülmez.
Oysa köktencilerin hiçbir direnişle karşılaşmadan
satha yayılma imkânı bulmalarının sebebini tam da burada aramak gerekir. Köktencilerin
sömürü ve zulmün uç biçimlerini kendi bünyelerinde barındırdıkları elbette ki
doğrudur. Fakat bu durum, onların ilgili kültürün parçası olma vasıflarını
ortadan kaldırmaz.
Bu noktada belirtmek gerekir ki Avakian’ın yaptığı
hatanın kaynakları, esasen ondaki rasyonalizmin sınırlarını aşar ve bu hata, temelde
millet meselesi konusunda benimsediği ekonomist görüşlere dayanır. Dolayısıyla
yukarıda söylediklerinin teorik sonuçlarını derinlemesine incelemek
gerekmektedir.
Köktenciliğin “milli” olma iddiası konusunda
geliştireceğimiz anlayış, bizim Maoistlerin ezilen ülkelerde milli hareketin
öncülüğünü elde edememeleriyle ilgili hatasını belirli bir zemine oturtmamıza
katkı sunacaktır. Buna göre, ezilen ülkelerde öncülük bir yönüyle, komprador
modernleşme sürecini onu güçlendiren sebeplerden biri olarak toplumun
laikleştirilmesi süreci ile tanımlayan bir yaklaşımla pekiştirilmediği için
elde edilememektedir. Laikleşme süreci de komprador modernleşme kadar
önemlidir. Laikleşme sürecinin nüfuz alanı Üçüncü Dünya’nın sınırlarını
aşmakta, emperyalist ülkelerdeki ilericilerin önemli bir kısmını içine
almaktadır. Hatta bu süreç Maoist kampı bile kuşatmıştır.[8]
Bunun dışında,
köktenciliğin “milli” olma iddiası konusunda geliştirilecek bir bilinç, bizim “köktenciliğin
kapladığı manevi alanın kurtuluşu, zinde bir milli, laik kültürü ve yeni bir
sömürüsüz toplumu temel alan aydınlanmacı bir yaklaşımla geri kazanılır mı
kazanılmaz mı veya köktenci direnişin kapladığı fizikî alan, bugün Maoistlerin
zaferler elde ettikleri halk savaşında göğe yükseltilen devrimci bayraklar
altında yeniden ele geçirilir mi geçirilmez mi sorularına cevap bulmamıza katkı
sunacaktır.”[9] Bugün bu sorulara şunu da eklemek gerekmektedir: “Avakiancılığı
layıkıyla redde tabi tutmadan Maoistler, dünyanın herhangi bir yerinde bu
görevleri yerine getirme noktasına gelebilirler mi gelemezler mi?”
Ajith
[Kaynak:
Against Avakianism, Yayınlayan:
Christophe Kistler, Utrecht, 2017, s. 143-149.]
Dipnotlar
[1]
Bob Avakian, Observations on Art,
Culture, Science and Philosophy, Insight Press, Şikago, Eylül 2005, s. 77.
[2]
Karl Marx, “Introduction”, A Contribution
to the Critique of Hegel's Philosophy of Right.
[3]
Avakian meseleyi şu şekilde ortaya koyuyor: “Belirli sınırlara tabi olan ama
aynı zamanda önemli görüşlere sahip bulunan Mike Davis, bir makale kaleme
almış. Bu makalede Davis kapitalizmin doğduğu ülkelerde insanların topraktan
uzaklaştırıldığı, eşitsiz biçimde, belirli engelleriyle birlikte proletaryayla
bütünleştiği on dokuzuncu yüzyılı ve yirminci yüzyılın başlarını ele almış. Bu
insanların proleterleşmesi dinin etkisinin azalmasına yol açmış. Ne var ki
bugün dünyada dinin bir olgu olarak sahip olduğu önem çok farklı. Bugün taşradan
kentlere sürülen, proletaryanın kucağına doluşan insanlar gecekondulara tıkılıyorlar,
bahsi bile edilmeyen şartlara maruz kalan bu insanların mevcut hâlleri dinin
yükselişine tanıklık ediyor, yüzler dine bilhassa dinî köktenciliğe çevriliyor.”
(Bob Avakian, The Basis, The Goals, And
the Methods of the Communist Revolution, “Changing Material Conditions and
the Growth of Religious Fundamentalism”, a.g.e.,
Revcom.)
[4]
Bob Avakian, Why Is Religious
Fundamentalism Growing in Today's World—And What Is the Real Alternative?, Revcom.
[5]
A.g.e.
[6]
Islamic Resistance, the Principal
Contradiction and the War on Terror isimli çalışma bu yönde atılmış ilk
adımdır. 2007’de yayımlanan bu makale Avakian’ın iki miadını doldurmuş olgu”
ile ilgili tezi üzerine kuruludur. Avakiancılar bu makaleyle henüz meşgul olmuş
değiller.
[7]
“Religious Fundamentalism ... “, a.g.e.
[8]
Üçüncü Dünya’da Batılılaşmış kentli orta sınıftan veya elitlerden kaynaklanan “modernist”
dünya görüşü üzerine kurulu sanat eserlerini eleştirmeyen hatta göklere
çıkartan ilerici düşünceye ait ifadeler bu eğilime örnek olarak verilebilir.
[9]
Islamic…,a.g.e.
0 Yorum:
Yorum Gönder