25 Şubat 2020

,

Türkiye Devriminin Yolu

Örgütsel Sorunlar
Örgütsel sorunlar konusunda devrimci arkadaşlar arasında geniş çapta hatalı eğilimler devam etmektedir. Bunun en önemli sebebi, devrimci mücadelede uzun dönem tartışma ve polemik konusu olan parti meselesinin, soyutlanarak pratik çalışmaya ışık tutacak bir görüş hâlinde somuta indirgenmemesidir.
Hâlâ devrimci saflarda ideolojik farklılık içindeki birçok fraksiyonların ortaya koydukları parti anlayışlarındaki temel ayrımlar ciddiyetini devam ettirmektedir ve gitgide politik ağırlık kazanan gruplar bu davranışlarını devam ettireceklerdir. Onun için T.H.K.O.’nun parti ve örgütlenme konusundaki görüşünü açıklarken, hatalı parti anlayışlarının politik çizgi ve ideolojilerine de değineceğiz. Zira hatalı parti anlayışı ve çalışma tarzı, temelde farklı ideolojinin varlığından gelir. Günümüze dek süregelmekte olan ideolojik kavgaların temelini, farklı politik çizgilerin parti anlayışları ve çalışma tarzları teşkil etmiştir. Bu meselenin detayın inmeden önce, T.H.K.O.’nun politik çizgisinden ve parti meselesi üzerindeki görüşünden bahsedeceğimiz broşürümüzün şimdiye kadarki kısmında genel ilkeleriyle açıklığa kavuşturduğumuz M.D.D. ve halk savaşı konusunda görüşümüz, işçi sınıfının örgütsel sorunlarını ve parti anlayışımızı belirteceğiz.
T.H.K.O’nun politik mücadelesi, kırsal bölgeleri temel alan ve kırdan şehre doğru bir rota çizecek olan strateji içinde gelişecektir. Ordumuzun silahlı mücadeleye başlaması ideolojik bir zorunluluktur.
Mücadelemizin kısa tarihi içinde, örgütsel gelişmemiz silahlı mücadele öncesi ortamın oluşturduğu devrimcilerin saflarımıza katılması şeklinde devam ettiğinden, ideolojik birlik ve politik görüşümüzde ayrılık yaratabilecek farklı ideolojilerin çıkması ihtimali yoktur. Aynı durum belirli süre devam edecek ve ordumuzun saflarına katılan savaşçıların çoğunluğu işçi sınıfı ideolojisini kabul etmiş kişiler olacaktır. Buna bağlı olarak mücadelede yeni olduğumuz ve henüz halk kitleleriyle ilişkilerimizin sağlam olmadığı bu dönemde T.H.K.O, parti ve ordu fonksiyonunu bünyesinde taşımaktadır. Zira pratik sorunlarımız, örgütümüzün parti-ordu ikilemi ayrımına girmesine ihtiyaç göstermemektedir.
T.H.K.O, doğru politik çizgisi ışığında silahlı mücadelesine devam edecektir. Halk kitlelerinin aktif desteğinin sağlayıp, örgütsel ilişkilerin hızlandığı ortama girince, mücadelede işçi sınıfı savaşçısı durumuna gelmiş savaşçılar, partinin ilk kadrolarını oluşturacaklardır.
Kırsal bölgeler temel alındığı için, partinin kuruluş döneminde yoğun çalışması, tarım proletaryası ve yoksul köylü arasında olacaktır. İlk bakışta bu durum anormal görülebilir ve İşçi Sınıfı Partisi’nin mücadelenin başından itibaren sanayi proletaryasına ağırlık verilecek gelişebileceği ileri sürülebilir. Bu görüş, parti meselesini politik mücadeleden soyutlamadır. Örgütlenme ve parti meselesinde temel belirgin unsur, izlenecek politikadır. Parti meselesi, politik mücadelenin stratejisi içinde bir gelişim seyri izleyecektir. Aksi halde işçi sınıfı şehirlerdedir ve örgütlenmeye oradan başlamalıdır demek, soyut bir örgütlenme anlayışı içinde, politik mücadelenin önemini küçümsemek ve doğal olarak işçi sınıfı örgütünü ekonomik düzeyde ele almak olur. Bu mesele ileride ele alınacaktır.
T.H.K.O’nun savaşçıları işçi sınıfı ideolojisini kabul ettikleri içindir ki, politik mücadelede sağlam bir düşünce-davranış bütünlüğü içine girenler, partinin ilk çekirdeği olacaklardır. Halk kitlelerinde örgütsel bağlar geliştikçe, T.H.K.O. saflarına küçük-burjuva ideolojisini taşıyanlar girecektir. O zaman bir taraftan partinin ordudan örgütsel farklılığı zorunluluk hâline gelecek, diğer taraftan da küçük-burjuva ideolojisini ordu içinde de olsa tasfiye etmek ve savaşçıların işçi sınıfı ideolojisini benimsemelerini sağlamak şart olacaktır.
Halk savaşının gelişim süresinde, ordu içinde farklı ideolojilerin varlığı kaçınılmazdır. Partinin görevi işçi sınıfı ideolojisinin hâkimiyetini devam ettirmek ve başka ideolojilerin mevcudiyetini minimuma indirgemektir. Bu genel tutum halk savaşının başından sonuna kadar izlenmesi gereken bir tutumdur.
Bazı arkadaşlar, silahlı mücadeleye başlarken parti olarak ortaya çıkmayışımızı, bir parti anlayışımız olmadığı, politik mücadelede askeri sorunları ön planda tuttuğumuz veya silaha insandan daha çok önem verdiğimiz şeklinde yorumlamaktadırlar. Bu suçlamalar karşısında fazla bir şey söylemeye gerek yoktur. İçinde bulunduğumuz şartlarda, mevcut politik güçlerin hepsi, açıkça söylemeseler bile kendilerini parti olarak görmektedirler. Böyle bir durumda, parti olduklarını iddia eden birçok örgüt görüyoruz. Farklı politik çizgilerin ortaya koyduğu parti anlayışlarını şu genel ilke içinde değerlendirmek gerekir. Kırsal bölgeleri ve şiddet politikasını, milli cephedeki sınıflar ittifakı içinde temel almayan bir örgütlenme ve parti anlayışı, özünde küçük-burjuva ideolojisini içerir, hatta örgütün içinde işçiler çoğunlukta olsalar bile…
Halk savaşını inkâr eden veya onun ciddi hazırlığı içinde olmayan hatalı bir görüşün örgütlenme ve parti meselesinde doğru davranış içinde olması, devrimci teorinin ruhuna aykırıdır. Parti meselesinde ileri sürülen hatalı görüşleri daha iyi anlayabilmek için geçmişe bir göz atalım.
12 Mart öncesi, yurdumuzda gelişen devrimci mücadele, çeşitli fraksiyonların çıkmasına sebep olmuştur. Devrimci güçlerin dağınıklığı ve politik mücadeleyi yürütecek bir partinin olmayışı, parti meselesini acil sorun hâline getirmiştir. O şartlar içinde ileri sürülen ve devamlı değiştirilen parti görüşlerinin genel karakteri şöyle idi: Devrimde halk ordusunun önemi hemen hemen hesaba katılmıyor ve halk savaşı bir temenni olmaktan öteye gidemiyordu. Politik mücadele sadece parti yapısı içinde düşünülüyordu. Böyle olunca barışçıl şartlar içinde legal veya illegal olarak ve kimine göre ise sanayi proletaryasına ağırlık verilerek örgütlenmeye gidilecektir. Temelde aynı politikayı içeren bu parti görüşleri sık sık değiştiriliyor ve bir gün bir fraksiyonun savunduğu görüşü, ertesi gün bir başka fraksiyon tarafından savunulabiliyordu. Pratikte ise uzun dönemli hiçbir çaba gerçekleşmiyor ve parti meselesi her fraksiyon için, mevcut devrimci güçleri o şartlara özgü bir disiplin altına alma düzeyine indirgeniyordu. Bu görüşlerin birçoğunun artık gerçekleşme olanağı kalmamıştır, fakat görüş olarak hâlâ savunanlar mevcuttur. Emperyalizmin kontrolü altındaki yurdumuzda bir partinin legal ya da illegal olması önemli değildir. Esas olan politik çizgidir.
Ordumuzun bu gelişim düzeyinde parti ve ordu şeklinde bir ayrım yapılmayacaktır. Gücümüz, halletmek zorunda olduğumuz meseleler ve örgütsel sorunlarımız açısından şimdiden ayrıma gitmek hatalıdır. Böyle bir ayrım, silahlı mücadeleye ideolojik bir zorunluluk olarak girmiş olan örgütü, şeklî bürokrasi mantığı içinde sunî bir ayrıma tabi tutmak olur. T.H.K.O.’nun örgütlenmesi illegal olmasına rağmen, kırsal bölgelerde mücadele yoğunlaştıkça ve parti kadroları oluştukça, silahlı mücadelenin temel olması yanında diğer politik çalışma yöntemleri de ihmal edilmeden uygulanmalıdır. Bilhassa yoksul köylülere ağırlık verilecek ideolojik ve politik çalışmalara hız, silahlı mücadeleyi sıhhatli bir gelişim düzeyine sokabilmek için, gerilla savaşı halk kitlelerinin ekonomik mücadeleleri ile bir bütünlük içine sokulmalıdır. Kırsal bölgelerdeki politik mücadelenin önemli çalışma yöntemlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Askeri planda somut düşmana karşı gerilla savaşı,
2. Halk kitlelerinin mahalli çelişkilerine ağırlık vermeli, ekonomik mücadelesine politik nitelik kazandırmalıdır. Kırsal bölge halkını sömüren ve ezen ağa, tefeci ve mütegallibe takımına karşı verilecek mücadeleye, mahalli çelişkiler keskinleşecek ve halk kitleleri politik mücadeleye, aktif rol alacak şekilde katılacaklardır. Halkın ekonomik mücadelesine ağırlık vermek, kitlelerin kendi tecrübeleri ile pişmelerini sağlayacaktır. Halk kitlelerinin kendi tecrübeleri olmadan mücadelede aktif rol almaları çok zordur.
3. Yukarıda belirttiğimiz mücadele yöntemlerini de kapsayacak şekilde geniş politik ve ideolojik propaganda çalışmaları yapmak. Bu çalışmalar, imkânlara ve şartlara göre birçok araçlar kullanılarak yürütülmelidir. Hatta birçok zamanlar bu tip çalışmalar legal metodlar kullanılarak gerçekleştirilebilir.
Genel hatlarıyla açıkladığımız bu tip mücadelenin sağlayacağı örgütlenme, ordumuzun güçlenmesini, köy komitelerinin ve milislerin yaratılmasını ve kırsal bölgelerde geniş bir haberleşme, destek ve üs bölgelerinin kuruluşunu sağlar. Kırsal bölge içinde belli noktalarda toplanmış olan maden ve sanayi işçileriyle ilişkiler kurmalı ve parti kadroları geliştirilmelidir. Bu çalışmaya mücadelenin başından itibaren gereken önem verilmelidir. Bu bölgelerdeki işçilerin henüz köylülükle bağlarını koparmamış olmaları ve çoğunlukla bölgenin yerli halkını teşkil etmeleri, ilişki kurulmasını kolaylaştıracak çok önemli bir avantajdır. Kısa vadede örgütsel yararı olmasa dahi, hareket bölgesi içine giren şehir ve kasabalarla sağlam ilişki ağı kurulmalıdır.
Kırsal bölgelerdeki çalışmalarımızın detaylarını şimdiden kesin olarak bilmek mümkün değildir. Mücadelenin pratiği ve deneyleri doğru çalışma tarzını öğrenmemiz için en sağlam alternatiftir. Dikkat edilecek husus, genel devrimci ilkelerde hata işlenmemesidir.
T.H.K.O., kırsal bölgelerde yürüteceği politik mücadelesine gerilla savaşıyla devam edecektir. Ve gerilla savaşı, halk savaşımızın bu aşamasında stratejik meselemizdir. Merkez durumdaki birkaç büyük şehirde ise gücünün bir kısmını şehir gerillasına ayırmıştır. Şehir gerillasının kısa dönemdeki çalışması, şehir gerillasının görevi, kır gerillasını takviye etmektir. Ve çalışma metodları da bu amacı içerecektir. İleri dönemlerde şehir gerillasının politik çalışması, kırsal bölgeye bağlı olarak sanayi proletaryasına kaydırılmalıdır.
Devrimci mücadelemizde, halk kitlelerini örgütlemek için parti ve halk ordusu vazgeçilmez iki araçtır. Fakat bugünkü örgütlenme düzeyimizde parti ve ordu fonksiyonunu T.H.K.O. olarak tek başına gerçekleştirmektedir. Bu mesele ise politikamız içinde, ordumuzun kuruluşuyla ve savaşçılarının yapısıyla ilgili bir meseledir. Önemli olan, temel politikamız ve ideolojik birliğimizdir. Dikkat etmemiz gereken en önemli husus budur. Karşımıza çıkabilecek önemli iki tehlike, mücadeleden taviz vermek veya örgütsel hatalardan ve tecrübesizlikten gelecek büyük kayıplardır. Bu ikili tehlikeden taktik hatalar, çalışmalarımıza büyük zararlar getirdi. Aynı şeyin tekrar etmemesi için kadrolar içindeki politik çalışmaya hız verilmeli ve devrimci ilkeleri örgütümüz içinde eksiksiz uygulamalıyız. Tek tek savaşçılar eksikliklerini gidermeli ve hatalarından çok iyi dersler çıkarmalıdır ve gerçek olan şey, çok iyi dersler alabileceğimiz hatalar işlemiş olmamızdır.
Bugünkü çalışmamız dünkünden çok daha zor olacaktır. Ordumuz içindeki devrimci ahlâk, devrimci dayanışma ve devrimci ilişkileri kuvvetlendirmeliyiz. Eleştiri ve öz-eleştiri metodunu daima birliğimizi güçlendirecek tarzda ihmal etmeden uygulamalıyız. Tüm düşünce ve davranışlarımızda Türkiye devrimine karşı sorumluluğumuzu bir saniye dahi unutmadan örgütümüz içindeki görevimize başarıyla devam edelim.
Yurdumuzda mevcut birçok fraksiyonun ortaya koydukları parti anlayışlarının ortak ve önemli olan hatalı yanı şudur: Şehirleri temel alan ve sanayi proletaryasına yönelen bir çalışma tarzını, parti anlayışı olarak iddia etmektedirler. Şiddet politikası ve devrim stratejimizde zorunlu olan sınıflar ittifakı (temelde işçi-köylü) ihmal edilmektedir. Bu durum, pratikte halk savaşını ihmal etmek ve halk ordusunun devrimdeki fonksiyonunu önemsememektir.
Pratikte böyle bir parti anlayışı, politik mücadelede oportünist bir çizgi hâline gelmektedir. Bu görüşün savunucuları ve pratikteki uygulayıcıları, parti meselesini amaç edinmekte (amaç devrimdir) ve partisiz devrim olmaz ilkesini, partisiz mücadele olmaz mantığına indirgemektedirler. Silahlı mücadele içinde olmadıkları için politik çalışmaları ya barışçıl bir temele kaymakta ya da emperyalizmin baskıları ve terörüyle yok olmaktadır. Onun için böyle bir parti anlayışında olanlar, mücadelenin başından itibaren partiyi yaşatmayı genel ilke hâline getirmekte ve düşmanın sert tutumu karşısında geri çekilerek oportünizmin ve pasifizmin batağına saplanmaktadırlar. Örgütün nicel yapısını korumak ve geliştirmek için, düşmanın tayin ettiği sınırlar içinde hapsolmakta ve mücadele, politik özünü yitirerek, ekonomik düzeydeki bir örgütlenmeden öteye gidememektedir.
Kısaca açıkladığımız böyle bir parti anlayışı (görüşü) ve politikası, Sovyet devrimindeki parti çalışma tarzının ve gelişmiş kapitalist ülkelerde geçerli olan parti anlayışının, yurdumuza taktik değişikliklerle ithalidir. Bilhassa Sovyetler Birliği Bolşevik Partisi’nin büyük oranda etkisinde kalınarak, çalışma tarzı ve yöntemleri aşağı yukarı aynen uygulanmaya çalışılmaktadır. Sovyetler Birliği devrim modeli ile Türkiye devrim modeli çok farklıdır ve doğal olarak devrim stratejisi ve politik mücadele yöntemleri de farklı olacaktır. Bolşevik Partisi’nin çalışma tarzını ve politikasını yurdumuz şartlarında politik bir görüş olarak uygulamak, mücadelenin başından oportünizmin batağına saplanmasıdır.
Son zamanlarda böyle bir parti anlayışı şehir gerillası ile birleştirilerek halk savaşı teorisi çıkarılmıştır. Bizler politik mücadelede şehir gerillasının temel alınmasını hatalı bir savaş stratejisinin uygulanması olarak görüyoruz. Fakat şehir gerillasının bu şekilde hatalı bir parti anlayışı ile bütünleştirilerek politik çizgi hâline getirilmesi, politik mücadelede farklı iki ideolojinin örgütsel ittifak içine girmesidir. Ve bu görüşün ışığında verilecek mücadele, içinde daima iki ideolojinin hâkim olacağına bağlıdır. Parçalanma ise eşikteki tehlikedir.
Şehir gerillasını bu parti anlayışından ayırarak düşünürsek, bu konudaki görüşümüz şudur: Yurdumuzda şehir gerillasının uygulanacağı merkezlerde, halk savaşının sağlam temellerini nicelik ve nitelik olarak atmak imkansızdır. Şehir gerillası, sanayi proletaryası ve şehir küçük burjuvazisini kısmet örgütlese dâhi, halk kitlelerinin içinde bulunduğu koşullar ve şehir gerillasının hareket alanı göz önüne alınırsa gelişme olanağı bulamaz ve belirli bir süre sonra kısır bir döngü içine girer. Mücadeleyi yürüten örgüt, halk ordusu yerine işçi sınıfı örgütü şeklinde belirir.
Bu durum, politik çizgisi gereği köylü yığınlarını başından itibaren ihmal eden bir çalışma tarzının doğal sonucudur. Latin Amerika ülkelerinde yürütülen şehir gerillası, yurdumuzun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik yapı, farklı üretim biçimleri ve ona bağlı olarak ortaya çıkan sınıflar ittifakı açısından temel politik mücadele yöntemi olamaz.
Halk savaşımızın henüz sağlam kadrolar çıkarmadığı ve silahlı mücadelenin yeni olduğu günümüz şartlarında karşı karşıya bulunduğumuz önemli tehlike, tarihî oportünizmdir. Tarihî oportünizmin, emperyalizmin hegemonyası altındaki ülkelerde büründüğü iki önemli kılık vardır.
1. Eğer o ülkede şeklî bir demokrasi varsa, legal mücadeleye sınırlı imtiyazlar tanınmışsa, ‘’legaliteyi kullanalım’’ sloganı altında legaliteyi temel kural hâline getirmekte ve barışçıl şartlar içinde bir politik mücadele önermektedir.
2. Şayet o ülkede legal mücadele imkanları yoksa ve faşist bir politika uygulaması bulunuyorsa, silahlı mücadeleye karşı ‘’erkendir’’ veya ‘’halka rağmen verilmektedir, halk kitlelerini örgütlemeden silahlı mücadele sol sapmadır’’ sloganı ile ortaya çıkmaktadır. ‘’Silahlı mücadele, halk kitlelerini örgütlemek için politik mücadele olmasına rağmen silahlı mücadeleye başlamak için halkı örgütlemek şarttır’’ şeklinde ortaya atılan görüş, özünde sınıf mücadelesinin inkârıdır ve halk kitlelerinin kurtuluşu için verilen silahlı mücadeleye alternatif olarak barışçıl şartları temel alan oportünist ve pasifist bir politikayı önermektedir.
Türkiye’de 1971 başlarından bu yana uygulanan faşist politika, bu görüşlerin gelişme şansını yok etmiştir. Zaten bu tip hatalı görüşlerin birçoğu 12 Mart öncesi legal ortamının yapısından geliyordu. Faşizmin baskı ve terör politikası, bu görüşü savunanların politik ağırlıklarını korumaları engellemiştir.
Türkiye’de 12 Mart muhtırası ile uygulamasına girişilen faşist politikanın sınıfsal temelini anlayabilmek için, gerici sınıfların ve emperyalistlerin uzun vadeli bir plan içindeki politikalarının (sebep-sonuç) amacını bilmek lâzımdır. Genel olarak bu politika, hâkim sınıfların çıkarlarını devam ettirmek için uyguladıkları bir politikadır demek mümkündür, fakat gericileri bu politikaya zorlayan sebepleri ve uzun dönemde sağlamaya çalıştığı çıkarlar açısından, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir meseledir. Zira faşist politikanın temelinde, emperyalizmin Orta-Doğu’daki çıkarlarının devamı, işbirlikçi burjuvazinin Avrupa Ekonomik Topluluğu’nda olan yıllar sonrasına ait planları da yatmaktadır.
Orta Doğu Sorunu
Orta-Doğu, yukarıda anlattığımız genel yapı içinde [Örgütsel Sorunlar] emperyalizmin sömürü alanı durumundadır. İngiliz ve Fransız emperyalizminin Orta-Doğu’da tutunamayarak çekilmeye mecbur olması, bir taraftan milli iktidarların kurulmasını, diğer taraftan da Amerikan emperyalizminin Orta-Doğu’daki petrol yatakları üzerinde kısmî hakimiyet kurmasını sağlamıştır. Orta-Doğu ülkelerindeki halklar içinde Arap halklarının çoğunluk teşkil etmesi, anti-emperyalist mücadelenin yayılmasını hızlandırmış ve ilerici iktidarlar arasında daha sağlam bir dayanışma kurulmasını sağlamıştır. Birçok ülkede gerici rejimler, yerlerini ilerici iktidarlara bırakmak zorunda kalmıştır.
Bu iktidarların oluşumu, hemen hemen her yerde radikal güçlerin askerî darbelerle iktidarı almaları şeklinde olmuştur. Emperyalizmin sömürü ve zulüm politikası; bu iktidarların yıkılması yerine güçlü bir dayanışma içine girmelerine ve Arap halklarının bir birlik oluşturmalarına sebep olmuştur.
Orta-Doğu’daki genel durumu şöyle belirtebiliriz: Genel özellikleriyle milli bir politika izleyen devletler: Suriye-Irak-Güney Yemen ve Mısır’dır. Emperyalist saldırı karşısında bu devletler milli bir birliğe zorlanmışlardır. Ve bu birlik Orta-Doğu’yu da aşarak Libya, Sudan ve Cezayir’i de içine almıştır.
Devletler dışında Arap halklarının ulusal kurtuluş mücadelelerine öncülük eden Filistin Kurtuluş Örgütleri ve Basra Körfezi Kurtuluş Cephesi gibi örgütler, Amerikan emperyalizmi için ciddi tehlike olmaya başlamışlardır.
Geriye emperyalizmin kontrolü altındaki Orta-Doğu ülkeleri olan İran, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan kalmaktadır. Bu devletlerden Ürdün, Lübnan ve Suudi Arabistan, Arap halklarının uyanışı karşısında kendi gerici politikalarını devam ettirmek için kısmî tavizler vermeye mecbur olmaktadırlar.
Savaşın devam ettiği Filistin meselesinin her an büyüyerek tüm Orta-Doğu’yu kapsaması, uzak bir ihtimal değildir. Amerikan emperyalizmi Orta-Doğu’daki çıkarlarını devam ettirmek için İsrail, İran ve Türkiye’yi karşı-devrimci birer üs olarak takviye etmektedir. Türkiye, NATO ittifakı içinde Avrupa ve Amerika’ya, CENTO ittifakı içinde İran ve Pakistan’a askerî ve ekonomik yönleriyle bağlıdır.
Hem Orta-Doğu’daki çıkarları açısından, askerî bakımdan ve hem de Sovyetler Birliği’ne karşı tampon bir devlet olarak emperyalizm için Türkiye, stratejik öneme haizdir. Bu yüzdendir ki emperyalistler Türkiye’yi Orta-Doğu’da ve özel olarak da Türkiye’de kontrolü sağlayacak ve gerektiği zaman çıkarlarını korumak için müdahalelere müsait askerî bölge olarak seçmişlerdir. Ekonomik yönüyle Amerikan emperyalizmine bağımlı olan Türkiye, stratejik önemi ve karşı-devrimci bir üs olma özelliğini koruması açısından, emperyalistlerin üzerinde ciddiyetle durmalarına sebep olmaktadır.
Diğer taraftan askerî ve ekonomik ittifaklarla emperyalizmin sağlam bir müttefiki olan Türkiye, Orta-Doğu halklarının Müslüman olmaları yüzünden de önem taşımaktadır. Ve Amerika’nın Orta-Doğu’daki çıkarlarını korumak için iyi bir arabulucudur.
Doğal olarak emperyalistler ve uşakları, Türkiye halkının devrimci mücadelesini bastırmak ve ne pahasına olursa olsun Türkiye’nin Orta-Doğu’daki gerici politikasına devam etmesi çabasındadır. Yurdumuzdaki Amerikan üslerinin ve nüfusumuza oranla normal büyüklükte olan Türk ordusunun yapısı (kara harekât ordusu) gelişigüzel değildir. Türkiye’de Amerikan emperyalizminin kontrolünün azalması veya kalkması, Orta-Doğu çıkarlarını büyük oranda etkileyeceği için doğal olarak devrimci mücadeleye karşı tutumunu da çıkarlarının tümü açısından belirlemektedir.
İçinde bulunduğumuz bu ortamda Türkiye’deki Amerikan askerî gücü daha çok Filistin meselesine bağlı olarak Arap halkları için tehlikelidir. Bu yüzden halk savaşımızın bu döneminde, Orta-Doğu’daki her patlamaya Türkiye’deki gericiler el atacaklardır. Ve bu durum aynı dış düşmana karşı mücadele veren Orta-Doğu halkları ve Türkiye halkı arasında sağlam bağlar kurulmasını sağlayacaktır. Bazı arkadaşlar Orta-Doğu sorununun bu gelişimini hesaba katarak Orta-Doğu Devrimci Çemberi veya Bölgesel Savaş tezlerini ortaya atıyorlar.
Bu iki tez, ulusal kurtuluşumuz savaşımız içinde taktik bir sorun olarak iddia edilirse doğru, fakat stratejik bir hâline sokulursa kökten hatalıdır. Zira dış düşmanın tek olması ve Orta-Doğu’da savaşın bölgesel bir savaş hâlini alması, Türkiye devrimini bir dış etken olarak azami ölçüde etkileyecektir. Fakat Türkiye devriminin temel belirleyici unsuru toplumumuzun iç dinamizmidir. Orta-Doğu meselesi, Türkiye devrim sürecini etkilese dahi halk savaşı birçok zikzaklar çizecektir, iç ve dış etkenler rol oynayacaktır ve stratejik bir sorun olmayacaktır. Buna rağmen, Orta-Doğu halkları ve onların mücadelelerine öncülük eden örgütler sağlam bir dayanışma içine girmeye ve birbirlerine destek olmaya mecburdurlar.
Hüseyin İnan

0 Yorum: