16 Şubat 2020

Osmanlı Yahudileri ve Ermeniler


Geçen Haziran ayında İsrail meclisi, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilere karşı yapılan katliamların soykırım olarak kabul edilip edilmeyeceği meselesini oyladı ama oylama, hükümetin bu soykırım kararına destek vermemesi üzerine iptal edildi.

İsrail’in Türkiye’yle diplomatik ilişkilerinin gelgitli olması sebebiyle “İsraillilerin yapmak istedikleri şeyleri yapmaları mümkün olmuyor. Dolayısıyla İsrail, mecliste Ermeni soykırımını tanıyamıyor.” Avustralya Newcastle Üniversitesi’nde çalışan Profesör Hans-Lukas Kieser’in tespiti bu yönde.

Geçen yıl Kieser, Ermeni soykırımı tarihine yaptığı önemli katkıdan dolayı Ermenistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’ndan ödül aldı. Kieser, kısa süre önce Talaat Pasha: Father of Modern Turkey, Architect of Genocide [“Talat Paşa: Modern Türkiye’nin Babası, Soykırımın Mimarı”] isimli bir kitap kaleme aldı.

Bu politik biyografi, herkesçe Talat Paşa olarak bilinen Mehmed Talat’ın Ermeni soykırımını tek başına planladığını ortaya koyuyor.

Sırf Ermeni oldukları için bir buçuk milyon insanın imha edilmesi sonrası 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki Ermeni aydınlar tutuklandı.

Belirli bir ideolojinin yönlendirdiği bu soykırım, İsmail Enver, Ahmed Cemal ve Talat’ın yönettiği İttihat ve Terakki Komitesi’nin denetiminde gerçekleşti. Bu üç isim, o dönemde “Üç Paşa” olarak anılıyordu.

Türkiye, bu yaşananı “Ermeni soykırımı” olarak kabul etmemeyi sürdürse de tarihçiler, bunun tarihsel bir gerçeklik olduğu konusunda hemfikirler.

Türk Devletinin Temellerinin Atılması

Kieser’in kitabının iddiasına göre Talat, 1915’te yeni bir milliyetçilik biçimini pratiğe döktü. Burada amaç, Türkiye’de yeni bir ulus inşa etme çabası dâhilinde, Müslüman olmayan kimliklerin etkisinin kırılmasıydı. Kieser’in iddiasına göre, “soykırımın fikir babası Talat’tı”.

Kieser, ayrıca 1923’te kurulan modern Türk ulus devletinin temellerini Kemal Atatürk değil Talat’ın attığını iddia ediyor.

“Türk cumhuriyetini meydana getiren Kemal Atatürk’tü. Talat’ın aklında cumhuriyet kurmak gibi bir plan yoktu, neticede Talat imparatorluğun bir evladıydı. Ama Atatürk, ulus devleti onun attığı önemli kimi adımların ardından kurabildi.”

Keiser’in iddiasına göre, Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokan Talat’tı. Amaç, Anadolu’yu Türkler için bir vatana dönüştürmek, böylece o dönemde başvurulan sloganda ifade edildiği biçimiyle, “Türkler için Türkiye”yi kurmaktı.

Yer yer zor okunan 400 sayfalık kitabında Kieser, Hristiyan Ermenilere yönelik cinayetler üzerinde duruyor. Bir yerde, “Ermenilerden Doğu Anadolu’dan kovulma sürecinin Mayıs-Eylül 1915 arası dönemde gerçekleştiğini, bu [ölüme] yürüyüş esnasında kadınlara tecavüz edildiğini, kadınların ve çocukların açlık ve köleleştirme pratikleriyle yüzleştiklerini” söylüyor.

Kieser, 1915’te Kuzey Suriye’nin birçok köyünün kitlesel katliamlara tanık olduğundan bahsediyor. “Ermeni siviller tecavüze uğruyor, kaçırılıyor, katlediliyor, suçlularsa asla cezaya çarptırılmıyor.”

Kieser, kendisine hayran olanların Talat Paşa’yı hâlen daha büyük devlet adamı, becerikli bir devrimci ve modern Türk devletinin uzak görüşlü kurucu babası olarak gördüğünden bahsediyor.

Bugün bu anlatı, politik kimliğin daha fazla otoriter ve İslamcı bir yaklaşıma sahip olduğu günümüz Türkiye’sinde daha fazla geçerlilik kazanıyor. Kieser, bu tespitin üzerinden “AKP’nin köktenci ideolojisi”ne ve “partinin otoriter lideri Erdoğan”a işaret ediyor.

“Bugün Türk siyasetinin göbeğinde Talat duruyor. Bu olgu, AKP içinde açıktan kabul edilmese bile partinin sahibi olarak Erdoğan, esasen Talat çizgisinde hareket ediyor. Örtük olarak Erdoğan ve Talat, başta demokrat iken sonradan otoriterleşen iki isim olarak birbirlerine epey benziyorlar.”

Kieser, “tıpkı Talat gibi Erdoğan’ın da gerçek bir demokrat olmaktan uzak olduğunu, muğlâk bir anayasacılık anlayışına yaslandığını” söylüyor.

Ayrıca, İttihat-Terakki lideri gibi Erdoğan’ın da “iktidarı almak ve elde tutmak için elinden geleni yaptığından” bahsediyor.

Utançtan Kızaran Birkaç Yüz

İsrail, Ermeni soykırımını tanımadı. 103 yıllık soykırım karşısında sessizliğini korudu. Bu da doğalında tarihçilerin, akademisyenlerin, yazarların ve insan hakları aktivistlerinin eleştirileriyle karşılandı.

Önde gelen İsrailli tarihçi ve Kudüs’teki Yad Vaşem Holokost Müzesi danışmanı Prof. Yehuda Bauer, Haziran ayı içerisinde bir radyoya verdiği röportajda İsrail meclisinin Ermeni soykırımını tanımamasının ihanet olduğunu söyledi.

Haziran ayında Haaretz’de yayımlanan bir makalede, Avrupa Irkçılık Karşıtı Taban Hareketi başkanı ve Elie Wiesel, Avrupalı Parlamenterler Ağı koordinatörü Eli Benjamin Abtan, “İsrail’in gelecekte kitlesel katliamların önlenmesini güvence altına alma konusunda Ermeni soykırımını tanıma sorumluluğu vardır” dedi.

Kieser’e göre, Ermeni soykırımını tanıma meselesinin sahip olduğu anlam ve önem, esasen İsrail’in Türkiye ile ilişkilerine dair, sürmekte olan tartışmanın ötesine uzanmaktadır. Kieser’in ifadesiyle, Ermenilerin katledildikleri dönemde Yahudiler, Osmanlı’nın propaganda faaliyetinin öne çıkmasında tarihsel planda önemli bir rol oynadılar.

Tarihçiye göre Talat, soykırımın yaşandığı dönemde, İstanbul ve ülke dışındaki Yahudi basınının desteğini gördü. Bilhassa Almanya’da çıkan Deutsche Levante-Zeitung türünden gazeteler Talat’ı “seçkin bir lider” ve “imparatorluk Türkiyesi’nin kurtarıcısı” olarak niteleyip övdüler.

Kieser’in aktardığına göre, bu propaganda dâhilinde birçok Alman, Yahudilerin sözlerine kandı ve o sözlerdeki mantığa teslim oldu.

Yaltaklandılar mı?

Kieser kitabında, Ermeniler çile çekerken birçok Yahudi’nin kafalarını öte tarafa çevirdiğini söylüyor. Bu isimlerden biri de Alfred Nossig. Bu kişi, hem Genel Yahudi Yerleşimleri Organizasyonu’nun hem de Siyonist Teşkilâtı’nın kuruluşuna katkı sunmuş bir isim.

Her iki yapı da Ortadoğu’da ve başka yerlerde Yahudiler lehine lobi faaliyeti yürütmek için kuruldu ve sonrasında Yahudilerle Osmanlılar arasında samimi ilişkilerin kurulmasını teşvik etmek için uğraştı.

Bu noktada Kieser, tarihsel bağlama işaret ediyor. Söz konusu dönem, Yahudi tarihinde önemli bir dönüm noktası. Kısa bir süre sonra, 1917’de Balfour Deklarasyonu ilân ediliyor. Birçok farklı ülkeden diplomatik destek almak için uğraşan Yahudiler, Filistin’de Yahudi devleti kurma hedefine ulaşmak umuduyla hareket ediyorlar.

Sonuçta bir dizi Yahudi gazetesi, Talat ile Yahudi siyasetçiler arasında ilişkiler kurulması için uğraşıyor. Hatta bu gazeteler, bazen propaganda faaliyetlerine katılarak, bu ilişkiyi süreç içerisinde bir miktar abartıyorlar.

Siyonist Teşkilâtı’nın sözcülüğünü yapan Alman Yahudi gazetesi Die Welt, 1913’te “Talat’ın birçok Yahudi şahsiyle dostane ilişkiler kurduğunu” söylüyor.

Öte yandan, Yahudi basını Talat’a destek verirken Talat, Siyonizm konusunda tutarlı bir yaklaşıma sahip değil. Bazen Talat, Yahudilerle ve Siyonizmle çok fazla ilişki kurmak istemiyor. Bazen de Yahudilerin politik çıkarlarına açıktan destek vermenin faydalarından istifade ediyor.

1913’te İstanbul’da çıkan, Siyonistlerin finanse ettiği Yahudi gazetesi L’Aurore, Yahudi-Türk ilişkilerinin faydalarından bahseden, hatta Pan-Judaizm ile Pan-İslamcılık arasında kurulacak ittifakın işe yarar bir politik seçenek olduğunu söyleyen bir makaleye yer veriyor. Muhtemelen Talat’ın aklını çelen de bu ittifak seçeneği.

O günden beri birçok tarihçinin, hatta o dönemin kimi gözlemcilerinin iddiasının aksine Kieser, Talat’ın Siyonizme sempatisinin bulunmadığını söylüyor.

“Talat’ın söylediklerinden ve yazdıklarından kendisinin Siyonizme sempatisi bulunmadığını biliyoruz. Yapılan müzakerelerden anlaşıldığı kadarıyla Talat, Yahudilere sadece uluslararası planda hayatta kalabilmek için ihtiyaç duymuş. Bu konuda da başarılı olmuş.”

“Yahudi Sorunu” dâhilinde Yahudiler, Ortadoğu’ya hâlen daha hâkim olan Osmanlı’dan politik destek almaya çalıştılar. Fakat politik süreç başka yönde işledi.

“Talat’ın bu dönemde Yahudilerle kurduğu ilişki, onun uluslararası planda öne çıkmasını, bu gelişme de herkesin Ermeni meselesini görmemesini sağladı. […] İstanbul’daki Siyonistlerin balayı olarak görülebilecek 1915 baharında Talat, Ermenilere saldırmak istediğinden uluslararası planda herhangi bir sorunun açığa çıkmamasını istiyordu. Ermenilerle aynı kaderi paylaşmaktan korkan Yahudiler, Ermenilerden veya mağdurlardan yana tek haber yapmadı, tek laf etmedi.”

Siyonist Gençlik Farklı Bir Tutum Takındı

Burada istisnalardan da söz etmek gerek. Tevrat’ta Samuel bölümünün 15. babında geçen “İsrail’in yüce tanrısı yalan söylemez”e atfen Netzah Yisrael Lo Yeşaker (NILI) ismini alan, İngiliz yanlısı casusluk örgütü, o dönemde Ermenilerle dayanışma ilişkisi kurdu. Örgüt, zulümler konusunda harekete geçirmek adına, uluslararası topluma haberler ilettiler.

“Aaron Aronson gibi isimleri içeren örgüt, Ermeni soykırımını tanıdı, hatta bu konuda uzun raporlar kaleme aldı. Örgüte göre, Ermenilerin toptan damgalanıp nihayetinde imha edilmesi, Yahudilerin de başına gelebilecek bir süreçti. […] Bu sebeple, Ermenilerle duygusal ilişki kurdular. Hatta bu yaklaşımlarını kutsal kitaba ve peygamberler tarihine dayandırdılar. Gelgelelim örgüt, toplam hareket içerisinde küçük bir azınlık olarak kaldı. […] Ne yazık ki fiilî sessizlik, savaş sonrası onlarca yıl sürdü. Sonuçta İsrail’de ve Türkiye’de Yahudiler, Ermeni soykırımını inkâr etme girişimlerine destek sunmayı sürdürdüler.”

Kieser, ayrıca kitabında Ermeni soykırımı ile Yahudi soykırımını kıyaslıyor ve aralarında kimi benzerlikler buluyor.

“Birinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında imparatorluğun başına gelen felâketler ve oluşan özel koşullar sebebiyle Ermeniler, açık hedef hâline geldiler. […] Ermenilerin imha süreci dâhilinde alttaki ve üstteki aktörlerin adımları, aşırı uç fikirler, kökleşmiş önyargılar ve maddi teşvikler bir araya geliyor. […] Yirmi yılı aşkın bir zaman sonra Avrupa’da Yahudiler benzer bir durumla yüzleşiyorlar. 22 Ağustos 1939’da, Polonya’nın işgalinden birkaç gün önce yaptığı o ünlü Obersalzberg konuşmasında Hitler, generallerine ‘Ermenilerin imha edildiği süreci bugün kim anlatacak?”

Tarihçi Kieser’e göre, “Talat Hitler değildi.” Kendisinin de ifade ettiği biçimiyle niyeti, iki aşırı sağcı demagog arasında kıyaslama yapmak değil.

Ama gene de Kieser, iki liderin birçok yönden birbirine benzediğini söylüyor. Yazara göre bu iki isim, “kriz” ve “mağlubiyet” olarak adlandırdıkları koşulları aşmak için içte şiddet araçlarına başvuran toplumlara, devletlere ve politik partilere dair birer temsil.

Kieser’e göre “Talat, tek parti rejiminin fikir babası. Belirli bir grubu damgalamak, tek parti iktidarının kaderinde var.”

JP O’Malley
7 Eylül 2018
Kaynak

0 Yorum: