Son çıkan kitabı Prejudential: Black America & the Presidents’da yazar ve
aktivist Margaret Kimberley, bu tür yalanlara inananları topa tutuyor.
Kimberley kitabında, Washington’dan Trump’a kadar tüm başkanları ele alıyor ve
her birine bir bölüm ayırıyor. Her bir başkanın sözlerini ve eylemlerini
aktarıyor.
Tarihe meraklı biri olarak bilhassa ABD tarihine
dair yığınla kitap ve makale okumuşumdur ama hiçbirinde beni şaşırtan tek bir
bölüme bile rastlamamışımdır. Bu kitapta benim yeni duyduğum çok şey var:
+ George Washington başkanken kölelerini elinde
tutmaya devam etmekle kalmadı ayrıca onları Philadelphia (ki o dönemde başkentti)
ile Virginia’daki plantasyonunda altı ayda bir dönüşümlü olarak kullandı. Burada
başkanın amacı, kölelerin kendilerini bir eyalette altı aydan fazla
çalıştırılmaları durumunda özgürlüğünü kazanmak için efendilerini mahkemeye
verebilmelerini mümkün kılan, Pennsylvania kaynaklı bir kanununun kenarından
dolaşmaktı.
+ Washington’dan sonra gelen on bir başkanın da
köleleri vardı. Bunların yedisi, başkan olduğu dönemde köle sahibiydi.
+ Lincoln’a göre siyahlar ABD’den kovulmalı,
Afrika veya Orta Amerika’daki bir koloniye yerleştirilmeliydi. Bu önerisini
ölmeden birkaç gün önce dile getirmişti.
+ 1901’de Benjamin Parker isimli bir siyah, Başkan
McKinley’nin suikastçısının kendisine ateş etmesine mani oldu. Parker, Dünya
Fuarı’nda çalışmakta olan bir garsondu. Başkan fuara geldi. Parker, kendisiyle
tanışmak için dizilmiş insanların arkasına geçti ve orada saldırıya uğradı. Kimberley
olayla ilgili şunu aktarıyor: “Bir hikâyeye göre bir gizli servis elemanı
kalabalık yerine sadece bu siyah adama bakıyordu.”
+ Theodore Roosevelt, tümüyle siyah askerlerden
oluşan 25. Piyade Alayı’na ihanet etti. Temmuz 1906’da alay, Teksas eyaletinin Brownsville
şehrine konuşlandırıldı fakat burada beyazlar ilk günden itibaren alayı
rahatsız ettiler ve şehirde işlenen cinayetlerden onu suçladılar. Buna karşılık
Başkan Roosevelt, 167 kişilik alayın tamamının emeklilik aylıklarından mahrum
bırakıldığını, alaydaki askerlerin ülke genelinde artık iş bulamayacaklarını, tekrar
üniforma giyemeyeceklerini söyledi ama bu kararını (siyahların oylarına talip
olduğu) 1906’daki seçimden bir gün sonra duyurdu. Bu saldırı, özünde siyahların
beyazlardan aşağı olduğuna dair kanaate dayanıyordu.
+ Demokrat Partili Woodrow Wilson, işe alma
süreçlerinde deri rengi temelli ayrımcılığı gündeme getirdi. Öte yandan başkan,
1917’de yaşanan “Kızıl Yaz” esnasında birçok eyalette siyahlara yönelik şiddet
eylemlerine mani olmak için parmağını oynatmadı. O olaylarda yüz siyah
katledildi, binlercesi evsiz kaldı.
+ Başkan Wilson döneminde Deniz Kuvvetleri
Müsteşar Yardımcısı olarak çalıştığı sırada, ileride başkan olacak olan Franklin
Delano Roosevelt, ülke genelinde siyahlar ve beyazlar için ayrı kişisel
dinlenme odalarının inşa edilmesini emretti.
+ Truman, tüm hayatı boyunca aşağılayıcı bir ifade
olarak “Nigger” (Zenci) dememek için “N nokta nokta” deyip durdu, ayrıca
siyahların işyerlerinin ve evlerinin ayrı yerlerde bulunmasını talep etti.
+ Kennedy 1963’te Martin Luther King’in ünlü “Bir
Hayalim Var” konuşmasını yapacağı Washington Yürüyüşü’ne mani olmak için
elinden geleni yaptı. İnsan hakları eylemcilerine yönelik tavrı ise onların
öfkelerini yatıştırmak üzerine kuruluydu.
+ Irk ayrımcılığının sonlandırılması konusunda
Başkan Carter şunları söylüyordu: “Etnik açıdan saf olmanın nesi yanlış
anlamıyorum. Devlet kararıyla farklı ırkların aynı mahallede zorla bir araya
getirilmesine karşıyım.”
Kimberley’nin kitabı bu tür bilgilerle dolu. Sindirmek
için kitabı birkaç kez okumak gerek. Bir derleme olarak kitap, Howard Zinn ve Roxanne
Dunbar-Ortiz’in kitaplarıyla aynı rafta durmayı hak ediyor. Bence kitap her
okulda okutulmalı.
Bu tür konu başlıkları ile ilgili bizde görülen
tarihsel amnezi hususunda Kimberley şunları söylüyor:
“Bugün
bu konular neden tartışılmıyor? Çünkü ABD, romantikleştirilmiş geçmişin şanlı günlerini
anıp kendinden geçmeyi hâlen daha maharet biliyor. Beyazlar, vaktiyle
Kızılderilileri öldürüp onların topraklarını ellerinden almayı ve onları kendi
plantasyon ekonomilerinin temeli hâline getirmeyi kendilerine ait bir hak
olarak görmüşler, dolayısıyla bugün de tek hak sahibinin kendileri olduğuna
dair bir hissiyata sahipler. Eğer kölelik üzerine kurulu kurumlar ve sonraki
süreç incelenmezse o vakit polisin öldürdüğü siyahlar türünden nesnel gerçekler
sorgulanmaz. Eğer 1849-1850 arası dönemde başkanlık yapmış olan Zachary Taylor,
Meksika’nın yarısını soyup soğana çevirmiş, buna karşın kahraman olarak
anılmışsa o vakit bugünkü başkanların başka milletleri istila etmesine, rejim
değiştirme işlerine soyunlamalarına, drone’larla insanları katletmelerine kimse
ses çıkartamaz ve bu insanlar da kahraman olarak anılırlar. Bugün işleyen
propaganda, Taylor’ın dönemindeki propagandadan çok az farklıdır. Esasında bugünkü
propaganda o günkü propagandaya dayanır. Elimize bir mikroskop alıp tarihi
incelediğimizde bugünü de anlarız ve bu inceleme sonuçta zihinsel uyumsuzluğa
yol açar.”
Şeytan sadece ayrıntıda gizli değil. Kimberley’nin
kitabı, bir yandan da yaklaşık 230 yıllık dönemde yaşanan olaylarla ilgili
genel bir resim sunuyor.
Kurucu babalar biliniyor ama on dokuzuncu
yüzyıldaki başkanlar pek bilinmiyor. Hatta Lincoln ve Grant dışında birçoğunun
adını kimse işitmemiş. Kimberley’nin de ortaya koyduğu biçimiyle, partilerinden
bağımsız olarak bu başkanların hepsi, ABD’de beyazların üstün olduğu fikrini
savunmuş. İç savaş öncesinde tüm başkanlar kölelik kurumunu desteklemiş. Sonrasında
bu isimler, birleşip siyahları haklarından mahrum etme, ırk ayrımcılığı ve linç
politikası üzerinden siyahları güçsüz kılmak için uğramışlar.
Kimberley, yirminci yüzyıldaki koşullar konusunda
şunları söylüyor:
“Demokratlar,
beyazların üstünlüğünü açıktan savunan ve bununla gurur duyan bir parti iken
Cumhuriyetçiler, linç hukuku kaynaklı terörizm karşısında yegâne makul seçenek
gibi duruyordu. Bol bol vaatlerde bulunan ve destek sunan bu yaklaşım, gerçekte
hiçbir zaman somut bir sonuç üretmedi ve yirmi birinci yüzyıla olduğu gibi
tevarüs etti. Elli yıl boyunca linç karşıtı kanunu çıkartma gayretleri, hiçbir
sonuç vermedi. Siyahların oylarına talip
olan başkanlar, siyah seçmenlerin hayatlarının korunması gerektiği durumlarda
onlara hiç destek sunmadılar.” (Vurgu bana ait –KTS)
Ellilerdeki ve altmışlardaki insan hakları
hareketi ile belirli bir ilerleme sağlansa da Reagan’la birlikte harekete karşı
güçlü bir saldırı gerçekleştirilmeye başlandı ve saldırı esas olarak Beyaz
Saray kaynaklıydı. Bildiğimiz ‘refah devleti’ne son veren Clinton’ın beyaz
olmayan herkesi düşman ilân eden ‘suç kanunu’ ancak Demokrat Partili bir başkan
eliyle, Demokrat Partililerin kontrolündeki Kongre’den geçebildi. Clinton ve ‘bir
alana bir bedava’ kampanyasıyla koluna taktığı karısı, bu ve benzeri rezil
politikalarını hiçbir zaman eleştirmedi. Baba ve oğul Bush, Clinton’dan önce de
sonra da ırkçıydı. Oğul Bush ‘renkli’ bakanlar kuruluna sahip olsa da bu,
ondaki ırkçılığa zerre halel getirmedi. İlk siyah başkan olarak Obama ise
beyazların gemisini batırmayacağını sağa sola ispatlamak için özel çaba sarf
etti. Washington Yürüyüşü’nün yıldönümünde yaptığı konuşmada Obama, Black Agenda Report’tan Glen Ford’un
ifadesiyle, ‘ırkçı bir beyaz izlenimi vermek için yırtınıp durdu. Onun
döneminde Siyahların Hayatı Önemlidir hareketi açığa çıktı ve Obama, bu
hareketin ortaya çıkmasına neden koşullar konusunda kılını kıpırdatmadı.
Kimberley, Obama ile ilgili olarak şu açıklamayı
sunuyor:
“Ciddi
bir aday olmak için şu kurallara uymak gerekiyor. Zenginleri kızdırma. Beyazları
kızdırma. Beyazları her şeyden fazla kızdıracağı için hiçbir şekilde siyahlara
yardım ediyormuş gibi görünme. Obama bu kuralların bilincindeydi ama aynı
zamanda o içten içe muhafazakâr biriydi. 2008’deki ilk kampanyasında Ronald
Reagan’ı sevgiyle anıp durdu ve onun ‘dönüştürücü güce sahip önemli bir kamusal
figür’ olduğunu söyledi.
“Dönüştürücü”, tarihte görülmüş en büyük
sahtekârlardan birini tanımlamak için uygun bir ifade aslında. Onu tanımlamak
için “nedamet getirmeyen yobaz” ifadesini de kullanabiliriz.
Kimberley’nin aktardığı biçimiyle ABD tarihi,
beyaz üstünlükçülüğünün tarihidir. Bu tarih kölelik üzerine kuruludur. Başkanlar,
ya güneydeki ırkçılığı savunan güneylilerin ya da güneylilerin oylarını
kaybetme korkusuyla ırkçılığa karşı çıkamayan (bir yandan da kuzeydeki
ırkçılığı inkâr eden) kuzeylilerin arasından seçilir. Bundan kaçış yoktur. Seçim
hileleri ve seçmenlere yönelik baskılar üzerinden bu ülke, hâlen daha güneyli
beyaz ırkçılardan ve onların Batı ve Orta Batı eyaletlerindeki aşağılık
müttefiklerinden oluşan bir azınlık tarafından yönetilmektedir. Kendisi anayasa
hukuku avukatı olan bir başkanın 2013’te çıkarttığı Seçmen Hakları Kanunu’nun
altının boşaltılmasına dönük çabalar hak ettiği ilgiyi görmemiş, bu yönde kimse
hukuki yola başvurmamıştır.
Kimberley kitabında en son Trump’tan bahsediyor:
“Trump
bir anomali değil. O, köle sahibi başkanlarla başlayan sürecin son halkası. […]
Her ne kadar Trump’ın sergilediği tavır onun ayrıksı bir isimmiş gibi algılanmasını
sağlasa da tarih, bunun böyle olmadığına ilişkin birçok kanıt sunuyor.”
Kitabı okuyup ABD’de
kurumsal ve kültürel ırkçılığın ne kadar sağlam temeller üzerine kurulu olduğu
konusunda kafa yoran biri, ilk elden “çok şey değişmiş ama birçok şey de aynı
kalmış” hissine kapılabilir. Ayrıca kitabı okuyan kişiler, muhtemelen tüm bu
süreç boyunca haklı bir direniş ortaya koymuş olan hareketlerden ve isimlerden
ilham alma imkânına kavuşacaktır. Bu insanlar tarihimizin gerçek
kahramanlarıdır. Kahramanlarımız, Beyaz Saray’da oturanlar değil sokaklarda,
kiliselerde ve meydanlarda mücadele edenlerdir.
Kollibri Terre Sonnenblume
14 Şubat 2020
14 Şubat 2020
0 Yorum:
Yorum Gönder