17 Şubat 2020

Siyah Amerika ve Başkanlar



“ABD’nin büyüklüğü” miti, sadece sağcıların anlattığı bir hikâye değil. Liberaller de ABD ulusunun temelde iyi olduğu anlayışını benimsiyorlar. Onlar, en kötü günlerin geride kaldığına, gerçekleştirdiğimiz ilerlemeye minnettar olmamız gerektiğine inanıyorlar. Bizim bu aydınlık yolda yürümemizi sağlayan Lincoln, Roosevelt, Kennedy, Carter ve Obama gibi isimlerin kurucu babalar olarak sundukları vaatleri ve o ışıl ışıl parıldayan anayasalarını pratiğe dökmemiz gerektiğinden söz ediyorlar.

Son çıkan kitabı Prejudential: Black America & the Presidents’da yazar ve aktivist Margaret Kimberley, bu tür yalanlara inananları topa tutuyor. Kimberley kitabında, Washington’dan Trump’a kadar tüm başkanları ele alıyor ve her birine bir bölüm ayırıyor. Her bir başkanın sözlerini ve eylemlerini aktarıyor.

Tarihe meraklı biri olarak bilhassa ABD tarihine dair yığınla kitap ve makale okumuşumdur ama hiçbirinde beni şaşırtan tek bir bölüme bile rastlamamışımdır. Bu kitapta benim yeni duyduğum çok şey var:

+ George Washington başkanken kölelerini elinde tutmaya devam etmekle kalmadı ayrıca onları Philadelphia (ki o dönemde başkentti) ile Virginia’daki plantasyonunda altı ayda bir dönüşümlü olarak kullandı. Burada başkanın amacı, kölelerin kendilerini bir eyalette altı aydan fazla çalıştırılmaları durumunda özgürlüğünü kazanmak için efendilerini mahkemeye verebilmelerini mümkün kılan, Pennsylvania kaynaklı bir kanununun kenarından dolaşmaktı.

+ Washington’dan sonra gelen on bir başkanın da köleleri vardı. Bunların yedisi, başkan olduğu dönemde köle sahibiydi.

+ Lincoln’a göre siyahlar ABD’den kovulmalı, Afrika veya Orta Amerika’daki bir koloniye yerleştirilmeliydi. Bu önerisini ölmeden birkaç gün önce dile getirmişti.

+ 1901’de Benjamin Parker isimli bir siyah, Başkan McKinley’nin suikastçısının kendisine ateş etmesine mani oldu. Parker, Dünya Fuarı’nda çalışmakta olan bir garsondu. Başkan fuara geldi. Parker, kendisiyle tanışmak için dizilmiş insanların arkasına geçti ve orada saldırıya uğradı. Kimberley olayla ilgili şunu aktarıyor: “Bir hikâyeye göre bir gizli servis elemanı kalabalık yerine sadece bu siyah adama bakıyordu.”

+ Theodore Roosevelt, tümüyle siyah askerlerden oluşan 25. Piyade Alayı’na ihanet etti. Temmuz 1906’da alay, Teksas eyaletinin Brownsville şehrine konuşlandırıldı fakat burada beyazlar ilk günden itibaren alayı rahatsız ettiler ve şehirde işlenen cinayetlerden onu suçladılar. Buna karşılık Başkan Roosevelt, 167 kişilik alayın tamamının emeklilik aylıklarından mahrum bırakıldığını, alaydaki askerlerin ülke genelinde artık iş bulamayacaklarını, tekrar üniforma giyemeyeceklerini söyledi ama bu kararını (siyahların oylarına talip olduğu) 1906’daki seçimden bir gün sonra duyurdu. Bu saldırı, özünde siyahların beyazlardan aşağı olduğuna dair kanaate dayanıyordu.

+ Demokrat Partili Woodrow Wilson, işe alma süreçlerinde deri rengi temelli ayrımcılığı gündeme getirdi. Öte yandan başkan, 1917’de yaşanan “Kızıl Yaz” esnasında birçok eyalette siyahlara yönelik şiddet eylemlerine mani olmak için parmağını oynatmadı. O olaylarda yüz siyah katledildi, binlercesi evsiz kaldı.

+ Başkan Wilson döneminde Deniz Kuvvetleri Müsteşar Yardımcısı olarak çalıştığı sırada, ileride başkan olacak olan Franklin Delano Roosevelt, ülke genelinde siyahlar ve beyazlar için ayrı kişisel dinlenme odalarının inşa edilmesini emretti.

+ Truman, tüm hayatı boyunca aşağılayıcı bir ifade olarak “Nigger” (Zenci) dememek için “N nokta nokta” deyip durdu, ayrıca siyahların işyerlerinin ve evlerinin ayrı yerlerde bulunmasını talep etti.

+ Kennedy 1963’te Martin Luther King’in ünlü “Bir Hayalim Var” konuşmasını yapacağı Washington Yürüyüşü’ne mani olmak için elinden geleni yaptı. İnsan hakları eylemcilerine yönelik tavrı ise onların öfkelerini yatıştırmak üzerine kuruluydu.

+ Irk ayrımcılığının sonlandırılması konusunda Başkan Carter şunları söylüyordu: “Etnik açıdan saf olmanın nesi yanlış anlamıyorum. Devlet kararıyla farklı ırkların aynı mahallede zorla bir araya getirilmesine karşıyım.”

Kimberley’nin kitabı bu tür bilgilerle dolu. Sindirmek için kitabı birkaç kez okumak gerek. Bir derleme olarak kitap, Howard Zinn ve Roxanne Dunbar-Ortiz’in kitaplarıyla aynı rafta durmayı hak ediyor. Bence kitap her okulda okutulmalı.

Bu tür konu başlıkları ile ilgili bizde görülen tarihsel amnezi hususunda Kimberley şunları söylüyor:

“Bugün bu konular neden tartışılmıyor? Çünkü ABD, romantikleştirilmiş geçmişin şanlı günlerini anıp kendinden geçmeyi hâlen daha maharet biliyor. Beyazlar, vaktiyle Kızılderilileri öldürüp onların topraklarını ellerinden almayı ve onları kendi plantasyon ekonomilerinin temeli hâline getirmeyi kendilerine ait bir hak olarak görmüşler, dolayısıyla bugün de tek hak sahibinin kendileri olduğuna dair bir hissiyata sahipler. Eğer kölelik üzerine kurulu kurumlar ve sonraki süreç incelenmezse o vakit polisin öldürdüğü siyahlar türünden nesnel gerçekler sorgulanmaz. Eğer 1849-1850 arası dönemde başkanlık yapmış olan Zachary Taylor, Meksika’nın yarısını soyup soğana çevirmiş, buna karşın kahraman olarak anılmışsa o vakit bugünkü başkanların başka milletleri istila etmesine, rejim değiştirme işlerine soyunlamalarına, drone’larla insanları katletmelerine kimse ses çıkartamaz ve bu insanlar da kahraman olarak anılırlar. Bugün işleyen propaganda, Taylor’ın dönemindeki propagandadan çok az farklıdır. Esasında bugünkü propaganda o günkü propagandaya dayanır. Elimize bir mikroskop alıp tarihi incelediğimizde bugünü de anlarız ve bu inceleme sonuçta zihinsel uyumsuzluğa yol açar.”

Şeytan sadece ayrıntıda gizli değil. Kimberley’nin kitabı, bir yandan da yaklaşık 230 yıllık dönemde yaşanan olaylarla ilgili genel bir resim sunuyor.

Kurucu babalar biliniyor ama on dokuzuncu yüzyıldaki başkanlar pek bilinmiyor. Hatta Lincoln ve Grant dışında birçoğunun adını kimse işitmemiş. Kimberley’nin de ortaya koyduğu biçimiyle, partilerinden bağımsız olarak bu başkanların hepsi, ABD’de beyazların üstün olduğu fikrini savunmuş. İç savaş öncesinde tüm başkanlar kölelik kurumunu desteklemiş. Sonrasında bu isimler, birleşip siyahları haklarından mahrum etme, ırk ayrımcılığı ve linç politikası üzerinden siyahları güçsüz kılmak için uğramışlar.

Kimberley, yirminci yüzyıldaki koşullar konusunda şunları söylüyor:

“Demokratlar, beyazların üstünlüğünü açıktan savunan ve bununla gurur duyan bir parti iken Cumhuriyetçiler, linç hukuku kaynaklı terörizm karşısında yegâne makul seçenek gibi duruyordu. Bol bol vaatlerde bulunan ve destek sunan bu yaklaşım, gerçekte hiçbir zaman somut bir sonuç üretmedi ve yirmi birinci yüzyıla olduğu gibi tevarüs etti. Elli yıl boyunca linç karşıtı kanunu çıkartma gayretleri, hiçbir sonuç vermedi. Siyahların oylarına talip olan başkanlar, siyah seçmenlerin hayatlarının korunması gerektiği durumlarda onlara hiç destek sunmadılar.” (Vurgu bana ait –KTS)

Ellilerdeki ve altmışlardaki insan hakları hareketi ile belirli bir ilerleme sağlansa da Reagan’la birlikte harekete karşı güçlü bir saldırı gerçekleştirilmeye başlandı ve saldırı esas olarak Beyaz Saray kaynaklıydı. Bildiğimiz ‘refah devleti’ne son veren Clinton’ın beyaz olmayan herkesi düşman ilân eden ‘suç kanunu’ ancak Demokrat Partili bir başkan eliyle, Demokrat Partililerin kontrolündeki Kongre’den geçebildi. Clinton ve ‘bir alana bir bedava’ kampanyasıyla koluna taktığı karısı, bu ve benzeri rezil politikalarını hiçbir zaman eleştirmedi. Baba ve oğul Bush, Clinton’dan önce de sonra da ırkçıydı. Oğul Bush ‘renkli’ bakanlar kuruluna sahip olsa da bu, ondaki ırkçılığa zerre halel getirmedi. İlk siyah başkan olarak Obama ise beyazların gemisini batırmayacağını sağa sola ispatlamak için özel çaba sarf etti. Washington Yürüyüşü’nün yıldönümünde yaptığı konuşmada Obama, Black Agenda Report’tan Glen Ford’un ifadesiyle, ‘ırkçı bir beyaz izlenimi vermek için yırtınıp durdu. Onun döneminde Siyahların Hayatı Önemlidir hareketi açığa çıktı ve Obama, bu hareketin ortaya çıkmasına neden koşullar konusunda kılını kıpırdatmadı.

Kimberley, Obama ile ilgili olarak şu açıklamayı sunuyor:

“Ciddi bir aday olmak için şu kurallara uymak gerekiyor. Zenginleri kızdırma. Beyazları kızdırma. Beyazları her şeyden fazla kızdıracağı için hiçbir şekilde siyahlara yardım ediyormuş gibi görünme. Obama bu kuralların bilincindeydi ama aynı zamanda o içten içe muhafazakâr biriydi. 2008’deki ilk kampanyasında Ronald Reagan’ı sevgiyle anıp durdu ve onun ‘dönüştürücü güce sahip önemli bir kamusal figür’ olduğunu söyledi.”

“Dönüştürücü”, tarihte görülmüş en büyük sahtekârlardan birini tanımlamak için uygun bir ifade aslında. Onu tanımlamak için “nedamet getirmeyen yobaz” ifadesini de kullanabiliriz.

Kimberley’nin aktardığı biçimiyle ABD tarihi, beyaz üstünlükçülüğünün tarihidir. Bu tarih kölelik üzerine kuruludur. Başkanlar, ya güneydeki ırkçılığı savunan güneylilerin ya da güneylilerin oylarını kaybetme korkusuyla ırkçılığa karşı çıkamayan (bir yandan da kuzeydeki ırkçılığı inkâr eden) kuzeylilerin arasından seçilir. Bundan kaçış yoktur. Seçim hileleri ve seçmenlere yönelik baskılar üzerinden bu ülke, hâlen daha güneyli beyaz ırkçılardan ve onların Batı ve Orta Batı eyaletlerindeki aşağılık müttefiklerinden oluşan bir azınlık tarafından yönetilmektedir. Kendisi anayasa hukuku avukatı olan bir başkanın 2013’te çıkarttığı Seçmen Hakları Kanunu’nun altının boşaltılmasına dönük çabalar hak ettiği ilgiyi görmemiş, bu yönde kimse hukuki yola başvurmamıştır.

Kimberley kitabında en son Trump’tan bahsediyor:

“Trump bir anomali değil. O, köle sahibi başkanlarla başlayan sürecin son halkası. […] Her ne kadar Trump’ın sergilediği tavır onun ayrıksı bir isimmiş gibi algılanmasını sağlasa da tarih, bunun böyle olmadığına ilişkin birçok kanıt sunuyor.”

Kitabı okuyup ABD’de kurumsal ve kültürel ırkçılığın ne kadar sağlam temeller üzerine kurulu olduğu konusunda kafa yoran biri, ilk elden “çok şey değişmiş ama birçok şey de aynı kalmış” hissine kapılabilir. Ayrıca kitabı okuyan kişiler, muhtemelen tüm bu süreç boyunca haklı bir direniş ortaya koymuş olan hareketlerden ve isimlerden ilham alma imkânına kavuşacaktır. Bu insanlar tarihimizin gerçek kahramanlarıdır. Kahramanlarımız, Beyaz Saray’da oturanlar değil, sokaklarda, kiliselerde ve meydanlarda mücadele edenlerdir.

Kollibri Terre Sonnenblume
14 Şubat 2020
Kaynak

0 Yorum: