Burjuvazinin
savunduğu “ifade hürriyeti” meselesini nasıl ele almalıyız? Bugün burjuva
dünyasında “ifade hürriyeti” gerçekten var mı?
Burjuva
ideolojisi, ifade hürriyeti meselesini iktidar ve mülkiyet sorunlarından
soyutlayarak, birbirinden tecrit edilmiş bireylerin eylemlerini yöneten soyut
bir ilkeye dönüştürmeye çalışır. Böyle bir yaklaşım, iletişim araçlarının ve bu
araçlara kimin sahip olduğu ve kontrol ettiği gibi çok önemli bir sorunun
materyalist analizini engellemek derdindedir. Bu ideoloji, böylelikle, tüm
analiz alanını toplumsal bütünlükten teorik ilkeler ile münferit bireysel
konuşma eylemleri arasındaki soyut ilişkiye kaydırır.
Bu
yaklaşımın avantajlarından biri, bir kişiye soyut ifade hürriyeti hakkının tam
da sesini duyuracak güçten yoksun olduğu için verilebilmesidir. Kapitalist
dünyada yaşayan çoğu insanın durumu budur. İnsanlar, ilkesel olarak, bireysel
görüşlerini istedikleri şekilde ifade edebilirler. Ancak gerçekte bu görüşler,
iletişim araçlarının sahiplerinin yayınlamak istedikleri bakış açılarına
uymuyorsa büyük ölçüde önemsiz hâle gelecektir. Onlara basit bir kürsü bile
verilmeyecektir. Yönetici sınıf, iletişim araçları üzerinde öylesine büyük bir
güce sahiptir ki, pek çok insanı sansürün var olmadığına ikna etmiş durumdadır.
Bu görüşler, açıktan bastırılabilmekte veya kamuoyu farkına bile varmadan
yasaklanabilmektedir.
Kapitalist
ana akımın dışındaki bakış açıları geniş bir kitle kazanabiliyor ve gerçek bir
güç oluşturmaya başlayabiliyorsa, o zaman mülk sahibi sınıfın ve burjuva
devletinin neler yapabileceğini biliyoruz demektir. Sınıf düşmanlarını ve
onların fikirlerinin serbest dolaşımını destekleyen her türlü altyapıyı yok
etmek adına ifade hürriyetine yönelik her türlü çağrıyı hurdaya çıkarma
konusunda uzun bir geçmişe sahiptirler. Bu noktada Yabancı ve Başkaldırı
Yasaları’nı, Palmer Baskınlarını, Smith Yasası’nı, McCarran Yasası’nı, McCarthy
dönemini ya da “yeni” Soğuk Savaş’ı örnek gösterebiliriz. Rusya’nın Ukrayna’da
yürüttüğü özel askeri operasyonun başladığı günden bu yana dünya, burjuvazinin
ABD içindeki iletişim araçlarını tümüyle kontrol altında tuttuğu gerçeği
konusunda bir ders alma imkânı buldu. Başta Russia Today ve Sputnik
olmak üzere YouTube ve sosyal medyadaki kapsamlı sansüre ek olarak, tüm büyük
medya, Rusya ve Çin karşıtı propagandalarının yanı sıra ABD’nin vekâlet
savaşına sorgusuz sualsiz destek sunmak için elindeki savaş davullarını çalıp
durdu (bu noktada belirtmekte fayda var: son dönemde kimi muhafazakârlar, bu
gelişmeyi kendilerini bir şekilde savaş karşıtı olarak takdim etmek için bir
fırsat olarak gördüler). Burjuvazinin ifade hürriyeti hakkına sunduğu destek,
esasında egemen sınıfın iletişim araçlarına sahip olma hakkıyla ilgili bir
meseledir. Bu hakkı ellerinde tutmak istiyorlar, çünkü böylelikle kimlerin
görüşlerinin büyütülüp yayılmaya değer olduğuna, kimlerin marjinalleştirileceğine
veya sessizliğe gömüleceğine hiçbir kısıtlamayla karşılaşmadan karar vermek
istiyorlar.
Makalelerinizin
birinde “Faşist yönetişim tarzlarının tüm gerçekliğiyle karşımızda olduğunu,
liberal dünya düzeninin bugün parçası hâline geldiğini” söylüyorsunuz.[53]
Neden böyle düşünüyorsunuz?
Şimdilik
adını “Faşizm ve Sosyalist Çözüm” koyduğum kitap çalışması için yürüttüğüm
araştırmalar dâhilinde hâkim anlayış olarak “her bir devlete tek hükümet düşer”
anlayışını sorgulayan, süreci izah etmeye yönelik bir çalışmanın genel
çerçevesini ortaya koydum. Bu yaklaşıma göre açıktan yürüyen bir savaş
içerisinde değilse her bir devlet, belirli bir dönemde sadece tek bir yönetişim
tarzına sahip oluyor. Bu diyalektik dışı modeldeki sorunu, ABD ve Batı’daki
liberal burjuva demokrasilerinde kolaylıkla görmek mümkün.
Konuyla
ilgili bir makalemde ortaya koyduğum biçimiyle, ABD hükümeti İkinci Dünya
Savaşı sonrası on binlerce Nazi’yi ve faşisti örgütleyip kendi işlerinde
kullandı.[54] Birçoğuna Ataş Operasyonu gibi operasyonlar dâhilinde ABD’ye
güvenli giriş hakkı verdi ve bu isimleri NATO ve NASA dâhil, birçok bilim,
istihbarat ve askeri kurumun kadrosuna dâhil etti. Birçoğu ise Avrupa genelinde
kurulan gizli ordularda, Avrupa’daki istihbarat kurumlarında, hatta İtalya’da
karşımıza çıkan Mareşal Badoglio gibi isimler şahsında görüldüğü üzere,
hükümetlerde istihdam edildi.[55] Bugün hâlâ bu Naziler ve faşistler Latin
Amerika’ya veya başka bölgelere uzanan gizli kanallarda bir biçimde
kullanılıyorlar. Japon faşistleri ise CIA eliyle yeniden iktidara taşındı.
Liberal Parti’yi ele geçiren bu faşistler, onu bundan sonra Japon
imparatorluğunun liderlerini yetiştirecek sağcı bir kulüp hâline getirdiler. ABD
imparatorluğunun yetki ve kudret bahşettiği, antikomünist faaliyetin bu yetkin
isimlerinden oluşan küresel ağ, kirli savaşlar yürüttü, darbeler
gerçekleştirdi, başka ülkeleri istikrarsızlaştırmak için uğraştı, sabotajlara
ve terör faaliyetlerine imza attı. Evet, faşizm, İkinci Dünya Savaşı’nda esas olarak
yirmi yedi milyon Sovyet yurttaşının ve yirmi milyon Çinlinin büyük fedakârlığı
neticesinde mağlup edildi, ama onun liberal demokrasiler dâhil, birçok ülkede
ortadan kaldırılmadığı da bir gerçek.
İlerici
liberal uzmanların zaman zaman iddia ettiği gibi, ABD'nin yurtdışında faşist
yönetim biçimleri uyguladığını ancak iç cephede demokrasiyi koruduğunu söylemek
kimilerine cazip gelebilir. Ancak bu, tam olarak doğru değildir.
Tarihsel-materyalist analiz, bazı çalışmalarımda savunduğum gibi, sezgisel düzeyde
birbirinden farklı üç boyutu her daim dikkate almalıdır: tarih, coğrafya ve
sosyal tabakalaşma. Bu bağlamda, sadece liberal uzmanlarla aynı sınıfsal kesimi
işgal edenleri değil, tüm nüfusu incelemek önemlidir. Örneğin Yerli nüfusunu ele
alalım. Soykırıma varan bir yok etme politikasına maruz bırakılan ve daha sonra
ABD devleti tarafından kontrol edilen ve denetlenen özel alanlara kapatılan bu
nüfusun önemli bir kısmı, özellikle de en yoksulları, hâlâ ırkçı polis
terörünün hedefi olmakta, temel insani ve demokratik hakları için mücadele
etmektedir.[56] Aynı durum, yoksul ve işçi Afrikalı-Amerikalı nüfusun bazı
kesimleri ve göçmenler için de geçerlidir. George Jackson’ın “Dördüncü Kutsal Roma
İmparatorluğu” olarak adlandırdığı ABD’ye yönelik sert eleştirisini bu şekilde
anlamamız gerekiyor.[57] Nüfusun belirli kesimleri, yani hayatta kalma
mücadelesi veren, ırkçı saldırılara maruz kalan yoksullar ve işçi sınıfı,
genellikle demokratik haklar ve temsil sistemi aracılığıyla değil, öncelikle
devletin ve devlet dışında kurulmuş yapıların uyguladığı baskı ile yönetiliyor.
Peki o zaman onların bir demokraside yaşadıklarını neden varsayalım?
Unutmayalım ki Nazilerin kendileri de ABD’de ırk ayrımcısı ve ırkçı devletçiliğin
en gelişmiş biçimini görmüş ve bunu açıkça bir model olarak kullanmışlardı.[58]
Çoklu
yönetim biçimleri paradigması, kapitalist toplum içinde işleyen sınıf
dinamiklerine ve nüfusun muhtelif unsurlarının aynı şekilde yönetilmediği
gerçeğine dikkat ettiği ölçüde diyalektik bir yaklaşımdır. Örneğin ABD’deki meslek
sahibi-yönetici sınıf tabakasının üyeleri, resmi anlamda bazı demokratik
haklara sahiptir ve bu haklardan çeşitli yasal sınıf mücadelesi biçimleri
dâhilinde başarıyla istifade edebilmektedirler. Sömürülen bir nüfus olarak
kapitalizmin boyunduruğu altında olanlarsa, özellikle de Ejderha olarak bilinen
George Jackson gibi boyunduruktan kurtulmak için örgütlenmeye başlamaları durumunda,
genellikle çok farklı bir şekilde yönetilirler. Bu noktada polis terörüne ve
kanunsuz şiddete maruz kalırlar ve (Ward Churchill’in hesaplamalarına göre)
1968 ile 1976 yılları arasında FBI ve polis tarafından öldürülen yirmi dokuz
Kara Panter ve altmış dokuz Kızılderili aktivist gibi sözde hakları, genellikle
ayrım gözetilmeksizin çiğnenir. Hayatının önemli bir kısmını hapishanede
geçiren ve daha sonra şüpheli bir şekilde öldürülen Jackson gibi teorisyenler,
bunu “faşizm” olarak adlandırdılar.
Yönetişim
sürecinin kapitalizm koşullarında gerçekte nasıl işlediğini anlamak için,
farklı biçimlerine dikkat eden, ayrıntılara odaklanmış bir diyalektik yaklaşımı
benimsemek gerekmektedir. Sözde liberal demokrasi, uysal öznelere haklar ve
temsil vaat ederek, kapitalizmin iyi polisi gibi işlev görür. Büyük ölçüde orta
ve üst orta sınıf tabakaları ve onlara talip olanları yönetmek için kullanılır.
Faşizmin kötü polisi, hem yurt içinde hem de yurt dışında nüfusun yoksul,
ırksallaştırılmış ve hoşnutsuz kesimlerinin üzerine salınır. Açıkçası iyi polis
tarafından yönetilmek, tercih edilir ve sınırlı demokrasi biçimlerinin bile
savunulması ve genişletilmesi (özellikle de devlet aygıtının tamamen faşistlerin
eline geçmesiyle oluşacak dehşetle kıyaslandığında) değerli taktiksel hedefler
olarak görülür. Tıpkı bir polis sorgusunda olduğu gibi, iyi polis ve kötü
polisin aynı devlet için ve aynı amaçla birlikte çalıştığını kabul etmek
stratejik açıdan önemlidir: kapitalist toplumsal ilişkiler, burjuva demokrasisi
havucu veya faşizm sopasıyla sürdürülür, hatta bu ilişkiler daha da derinleştirilir.
Birçok
insan, “Trump” denilen olgunun ortaya çıkışına bakıp faşizm tehlikesinin büyüdüğü
sonucuna ulaşıyor. Bu bakış açısı konusunda ne düşünüyorsunuz? Trump destekçilerinin
6 Ocak 2021’de Kongre binasını basmalarını nasıl yorumluyorsunuz?
Trump,
faşist güçleri cesaretlendirmiş ve faaliyetlerini teşvik etmiştir. Trump, aşırı
milliyetçi bir beyaz üstünlükçüsü, kapitalizme ve emperyalizme bağnazca bağlı
olan biridir.[59] Fakat bu Trump denilen olgu, emperyalist düzen içinde açığa
çıkan daha büyük bir krizin semptomudur. Çok kutuplu bir dünyanın ısrarlı
gelişimi, Çin’in yükselişi, finansallaşmış neoliberalizmin başarısızlıkları ve
önde gelen emperyalist devletlerin azalan gücü nedeniyle, faşizm, kapitalist
dünya genelinde yükseliştedir.
ABD
bağlamında, Joe Biden’ın 2020 seçimleri için yürüttüğü başkanlık kampanyası
büyük ölçüde, iktidarın barışçıl bir şekilde devredilmesine ve hukukun
üstünlüğüne saygı göstereceği için ülkeyi faşizmden kurtarabileceği fikri
etrafında örgütlendi. Burjuva demokrasisinin açık bir faşist diktatörlüğe açık
ara tercih edilebilir olduğu kesinlikle doğrudur ve birincisi için ikincisine
karşı mücadele etmek son derece önemlidir. Burjuva demokrasisi, her ne kadar
yozlaşmış, işlevsiz ve yalancı olma eğiliminde olsa da, nüfusun belirli
kesimlerine örgütlenme, siyasi eğitim ve güç inşa etmek için önemli bir manevra
alanı sağlar. Bununla birlikte, ABD’deki Demokrat Parti’nin faşizme karşı bir kale
olduğunu varsaymak büyük bir hatadır. Biden göreve geldiğinde, Trump’ı milleti
kışkırtmayı temel alan komploya imza atma suçundan hapse atmak için hemen adım
atmadı ve sahadaki faşistlere genellikle yumuşak davrandı (bu kesimin çok küçük
bir kısmı komplo kurmakla suçlandı, aldıkları cezalar beklenmedik ölçüde hafif cezalardı).
Ancak şimdi, olaydan yıllar sonra ve 2024 başkanlık seçimlerine giden
propaganda sürecinde komploculardan bazıları hapis cezasıyla karşı karşıya
kalırken, Trump da farklı davalarda yargılanıyor. Dahası, Biden yönetimi, ABD
polis devletini, ırkçı polis şiddetini ve (kurulmasına yardım ettiği) kitlelerin
hapse tıkılmasını öngören sistemi zayıflatmak için ciddi bir adım atmadığı
gibi, faşist örgütleri ve milisleri dağıtma konusunda hiçbir şey yapmadı. Joe
Biden, Trump gibi kendi ülkesindeki faşist hareketleri açıktan desteklememiş
olsa da (ki bunun olumlu bir gelişme olduğu açık), ekibi, ABD’nin emperyalist ajandasını
uygulamaya koymuş, Ukrayna gibi ülkelerde faşizmin gelişmesini saldırgan bir
üslupla desteklemiştir.[60]
Kongre
Binası’nın basılmasıyla ilgili olarak şu söylenebilir: bu olay, sadece Biden’ın
seçilmesine karşı kendiliğinden gelişmiş olan bir ayaklanma değildi. Konuyla
ilgili ayrıntılı bir makalede de tespit ettiğim biçimiyle, baskın, kapitalist
egemen sınıfın bir kesimi tarafından desteklendi ve ABD hükümetinin en üst
düzeyleri bunun gerçekleşmesine izin verdi.[61] Publix süpermarketinin varisi
Julie Jenkins Fancelli, “Hırsızlığı Durdurun” mitingi için yaklaşık 300.000
dolar temin etti. Trump ailesi de milyonlarca dolar topladığı protestonun
finansmanına doğrudan katkı sundu: “Trump’ın politik faaliyetlerini yürütenler,
6 Ocak eylemini örgütleyenlere 4,3 milyon doların üzerinde para aktardılar.”[62]
Halktan insanların gerçekleştirdiği bir eylemden çok belirli bir partinin
bizzat yürüttüğü bir operasyondu. Ayrıca elimizde, asgari düzeyde de olsa,
Kongre Binası’nın basılmasına istihbaratın, ordunun ve polis teşkilâtının üst
kademelerindeki isimlerin izin verdiklerini açık biçimde ortaya koyan işaretler
de mevcut. Kongre Binası önünde ilerici güçlerce yapılan eylemlerde uygulanan ağır
güvenlik önlemlerine aşina olan, sadece video görüntülerine ve Kongre Binası polisinin
sadece beşte birinin o gün görevde olduğu ve geniş çapta beklenen ayaklanmalar
için yetersiz donanıma sahip olduğunu gören herkes, böylesi bir sonuca
kolaylıkla ulaşabilir. Artık biliyoruz ki Ulusal Muhafızlar’ın binaya konuşlandırılması
adımının atılmasındaki gecikmeden doğrudan ordunun üst düzey komuta kademesi
sorumluydu. Ayrıca, Kongre Binası yakınlarında hazır bekletilen İç Güvenlik
Bakanlığı ajanları harekete geçirilmedi. Tüm bunlar ve çok daha fazlası, Kongre
Binası baskınında ABD hükümetinin en üst kademelerinin suç ortaklığına işaret
etmektedir.
ABD
ulusal güvenlik devleti tarafından yürütülen psikolojik operasyonların kapsamlı
tarihini ciddiyetle inceleyen herkes, 6 Ocak’ın bu tarihle örtüşen yönlerini
illaki görecektir. Açık konuşmak gerekirse burada ben, burjuva medyasının
yaydığı, Kongre Binası’nı basan insanların hepsinin bu işin içinde olduğu ya da
bu kişilerin parayla tutulmuş aktörler olduğu türünden saçma ve aptalca
iddialar üzerine kurulu bir komplodan bahsetmiyorum. Bu tür operasyonlar, gerekli
bilgiye sadece ilgili kişilerin vakıf olması ilkesi uyarınca yürütülürler, yani
ideal bir durumda emir komuta zincirinin en tepesinde bilerek suç ortağı olan,
sadece birkaç kişi vardır. Onların altında ise olan bitenin bilincinde olmayan
ve kendi başlarına hareket eden çok sayıda kişi bulunur. Bu durum, yüksek
düzeyde bir öngörülemezlik yaratır ve böylece aşağıdaki kitlenin gerçekleştirdiği
kendiliğinden eylemler arzu edilen görüntüye kavuşurlar, bu da tepedeki karar
vericilere gerekli koruma kalkanını sağlar.
Kongre
Binası’nın basılması eyleminin parasını veren, onu teşvik eden ve buna izin
veren, bu iş için özel seçilmiş uygulayıcı kişiler konusunda çok daha fazla şey
bilmemiz gerekiyor. Daha fazla bilgi elde edilene dek, ki muhtemelen zaman
içinde elde edilecektir, en azından bunun Biden yönetimi için son derece
faydalı bir olay olduğunu biliyoruz. Olay, “Uykucu Joe” olarak bilinen Biden’a demokrasinin
kurtarıcısı halesini tesadüf eseri başına geçirme fırsatı sundu, böylelikle
Biden, sağa yöneldiği, egemen sınıf adına emekçi halka karşı savaş yürüteceği
koşullarda gerekli kılıfa kavuştu. Bu sayede Trump da hapse atılmak yerine eski
imajına ve haklarına yeniden kavuştu. Tucker Carlson ve Alex Jones gibi Trump
yönetiminin medyadaki kuklaları kimseyi incitmeyecek bir hikâye uydurdular, bu
sayede Trump ve destekçileri, korkunç bir hükümet komplosunun kurbanları hâline
geldiler. Büyük hükümete karşı çıkan ve özgürlüğe sevdalı bir muhalif olarak
takdim eden Trump, düzenin dışında duran isim olarak yeniden başkan adayı
hâline geldi. Ona karşı açılan davaların seyri nasıl olacak bilinmez, ama
zamanlamalarının epey manidar olduğu açık, zira bu davalar, olay yaşandıktan, yeni
başkanlık seçimi süreci iki emperyalist adayın kafa kafaya yarışacağı yeni
başkanlık seçimi sürecinin hız kazandığı bir dönemde gündeme geldi.
Bugün
dünya solu, burjuvazinin ideolojik hegemonyasına nasıl karşı koymalı? Ne tür
bir devrimci teori inşa etmeliyiz?
Kapitalist
dünyada burjuvazinin ideolojik hegemonyası, kültürel aygıt, yani tüm kültürel
üretim, dağıtım ve tüketim sistemi üzerinde uyguladığı nefes kesici kontrol
sayesinde sürdürülüyor. Alan MacLeod’un tespitiyle, “Amerika’nın okuduğu,
izlediği ya da dinlediği şeylerin yüzde 90’ından fazlasını beş şirket kontrol
ediyor.”[63] Yukarıda kısaca ele aldığımız biçimiyle, bu devasa şirketler, ABD
hükümetiyle kurdukları sıkı ilişkiler dâhilinde çalışıyorlar. Bu şirketlerin
ana hedefini, 1981’de CIA Direktörü William Casey personelini topladığı ilk
toplantıda şu şekilde dile getiriyor: “Uygulamaya koyduğumuz dezenformasyon
programımızın tamama erdiğini, ancak Amerikan halkı inandığı her şeyin yanlış
olduğuna kanaat getirdiği vakit bileceğiz.”[64]
Bu
bize, ABD gibi bir ülkede verilecek ideolojik mücadelenin nesnel koşulları
konusunda çok şey söyler. Dolayısıyla, sadece doğru bir analiz geliştirmemiz ve
bireysel görüşlerimizi paylaşmamız, insanları rasyonel tartışmalar ve
konuşmalar yoluyla ikna etmemiz gerektiğini düşünmek saflık olur. Gerçek bir
etki yaratmak için kolektif olarak çalışmalı ve gücü kendi lehimize kullanmanın
yollarını bulmalıyız.
Şu
anda Jennifer Ponce de León ile birlikte üzerinde çalıştığımız ve kültürü bir
sınıf mücadelesi alanı olarak inceleyen kitapta, üç farklı taktik arasında
ayrım yapıyoruz. Truva Atı taktiği adını verdiğimiz ilk taktik, burjuva kültür
aygıtını, olağanüstü altyapısından yararlanarak karşı hegemonik mesajları gizlice
içeride yaymak, böylece geniş bir kitleye ulaştırmak için o altyapıyı
sahiplerine karşı kullanmaktan ibarettir (“Postal” lakabıyla anılan, sosyalist
eylemci, repçi ve sinema yönetmeni Raymond Lawrence Riley bunu başarıyla yapan,
harika bir örnektir).
İkinci
önemli taktik, fikirlerin üretimi, dolaşımı ve edinimi için alternatif aygıt
geliştirmekle ilgilidir. Bu alanda birçok önemli çalışma yürütülüyor. Bu noktada
alternatif medya ve yayınlardan, eğitim platformlarına, kültür alanlarına, aktivist
ağlarına ve topluluk merkezlerine dek bir çaba ortaya konuluyor. Ponce de Léon’la
birlikte bu türden çalışmalar yürüten Eleştirel Teori Atölyesi içerisinde yer
alıyoruz.[65]
Üçüncü
ve son taktikse iktidarı burjuvazinin elinden almış olan ülkelerde
geliştirilmiş olan sosyalist aygıtlarla ilgili. Bunların ürettikleri haberler,
bilgiler ve kültür, kapitalist kültür aygıtı karşısında gerçek bir seçenek
sunuyorlar. Batı yarımkürede iki önemli örnek üzerinde durulabilir. İlki Küba’daki
Prensa Latina, ikincisi Venezuela’daki Telesur’dur. Her iki
kuruluş da oldukça önemli işler yapmaktadır.
İhtiyacımız
olan devrimci teori konusunda Cheng Enfu ikna edici şeyler söylüyor. Kendisi,
diğer pek çok kişinin çalışmalarını takip ederek ve daha da geliştirerek,
Marksizmin yaratıcı olduğunu ve düzenli olarak değişen durumlara uyarlanması
gerektiğini iddia ediyor.[66] Taşlaşmış bir doktrin olmaktan uzak olan
Marksizm, Losurdo’nun deyimiyle, zamana göre değişen bir öğrenme sürecidir.
İçinde bulunduğumuz dönemde bu konuda yapılması gereken çok iş var. En acil üç
meselenin altını çizmek gerekirse, faşizmi, dünya savaşını ve ekolojik çöküşü
hem anlayabilecek hem de durdurabilecek devrimci teoriyi daha da geliştirmemiz
gerekiyor.[67] İmparatorluğun merkezinde yaşadığım ve örgütlendiğim için,
şimdiye dek devlet iktidarının ele geçirilmesi pratiklerinden zerre etkilenmemiş
olan bu özel bölgede, devrimci teori ve pratik geliştirmenin de elzem olduğunu söylemeliyim.
Genel
olarak, en önemli devrimci teori, sosyalizmi inşa etmek denilen o karmaşık ve
zor göreve katkıda bulunacak olan teoridir. 1917’den bu yana pek çok sürpriz
yaşandı ve çok şey öğrenildi. Küresel durum bugün, Üçüncü Enternasyonal’in en
parlak döneminde ya da Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemde olduğundan çok
farklı görünüyor. Sosyalist ülkeler, (BRICS+, Bir Kuşak Bir Yol Girişimi,
Şangay İşbirliği Örgütü, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), vb. gibi) emperyal
dünya düzenine karşı çıkan yeni uluslararası çerçeveler inşa etmek için ulusal
kalkınma niyetindeki kapitalist ülkelerle birlikte çalışıyorlar.
Batı
ve Orta Afrika’da yaşanan son ayaklanmalar, Fransa’nın bölgedeki yeni-sömürgeci
rejimine ve Batı emperyalizminin hapishanesine meydan okudu. Bu ve diğer sömürgecilikten
kurtuluş mücadelelerini ve ortaya çıkmakta olan çok kutuplu dünyayı anlamak ve
ilerletmek, hayati önemi haiz teorik ve pratik bir görevdir. Aynı zamanda,
emperyalist dünya düzenine karşı çıkmanın ve çok kutupluluğun gelişiminin
sosyalist projenin genişlemesine nasıl basamak teşkil edeceğini açıklayabilmek
de son derece önemli bir husustur. Bu, günümüzün en acil meselelerinden
biridir.
Kaynak
Dipnotlar:
[53] Gabriel Rockhill, “Liberalism and Fascism: The Good Cop and Bad Cop of
Capitalism,” 21 Ekim 2020, BAR.
[54]
Gabriel Rockhill, “The U.S. Did Not Defeat Fascism in WWII, It Discretely
Internationalized It,” 16 Ekim 2020, Counterpunch.
[55]
“Etiyopya’da işlenen o korkunç savaş suçlarından sorumlu olan ve uzun süre
Benito Mussolini ile birlikte çalışan Mareşal Pietro Badoglio, faşizm sonrası
İtalya’da ilk kurulan hükümetin başına geçmesine izin verildi. İtalya’nın
kurtarılmış olan kısmında yeni sisteme eskisi gibi şüpheyle yaklaşılıyordu,
dolayısıyla buradaki insanlar yeni düzeni ‘Mussolini’siz faşizm (fascismo
senza Mussolini] olarak tarif ediyorlardı.” (Jacques R. Pauwels, The
Myth of the Good War [Toronto: Lorimer, 2015], s. 119).
[56]
Bkz.: Dunbar-Ortiz, An Indigenous Peoples’ History of the United States
ve Smith, Endless Holocausts.
[57]
George L. Jackson, Blood in My Eye (Baltimore: Black Classic Press,
1990), s. 9.
[58]
Örneğin bkz.: James Q. Whitman, Hitler’s American Model (Princeton:
Princeton University Press, 2018).
[59]
Bkz.: John Bellamy Foster, Trump in the
White House: Tragedy and Farce (New York: Monthly Review Press, 2017), MR.
[60]
Bkz.: Gabriel Rockhill, “Nazis in Ukraine: Seeing through the Fog of the
Information War,” 30 Mart 2022, Liberation.
[61]
Bkz.: Gabriel Rockhill, “Lessons from January 6th: An Inside Job,” 18 Şubat 2022,
CounterPunch.
[62]
Anna Massoglia, “Details of the Money behind Jan. 6 Protests Continue to
Emerge,” 25 Ekim 2021, OpenSecrets.
[63]
Yayına Hz.: Alan MacLeod, Propaganda in the Information Age: Still
Manufacturing Consent (New York: Routledge, 2019).
[64]
Bu sık sık alıntılanan ifadenin kökeniyle ilgili bir tartışma için bkz.: Tony
Brasunas, “Is the CIA Trying to Deceive All Americans?,” 9 Şubat 2023, Tonybrasunas.
[65]
Bkz.: criticaltheoryworkshop.
[66]
Bkz.: Cheng Enfu, China’s Economic Dialectic (New York: International
Publishers, 2021).
[67]
ABD’nin en önemli Marksistlerin biri olan John Bellamy Foster, bu üç alanla
ilgili oldukça önemli çalışmalara imza atmış bir isimdir.