Gassân Kenefâni’nin Siyonist Edebiyat Üzerine Çalışması
Gassân
Kenefâni, kolay kolay kategorize edilebilecek bir isim değil. Filistinlilerin
ve Filistin’le ilgilenen kişilerin gayet iyi tanıdığı bir isim olarak Kenefâni,
münferit bir kişilik değil. O Marksist devrimci, bir partinin sözcüsü, romancı,
politik teorisyen, öğretmen, sanatçı, gazete yayın yönetmeni ve kendisini
davasına adamış bir enternasyonalist.
Kenefâni,
farklı renklere sahip hayatında farklı roller üstlenmiş ve hepsinin de
üstesinden başarıyla gelmiş. Onun pek bilinmeyen, dolayısıyla övülmeyen bir
başka mesleği daha var: edebiyat eleştirmenliği.
O
kısa ömrü boyunca Kenefâni, altmışlarda ve yetmişlerde önemli bir büyüklüğe ve
nüfuza sahip bir Marksist-Leninist örgüt olarak FHKC’yi kurmuş olan, akıl
hocası Corç Habeş’le tanıştığı Şam Üniversitesi’nde edebiyat öğrencisi olması
hasebiyle çok farklı türlerle ilgili eleştiriler ve analizler kaleme aldı. Siyonist
Edebiyat Üzerine kitabına ek olarak Kenefâni, Filistin edebiyatını
eleştiren iki kitap yazdı. Romanlarından ve hikâyelerinden ayrı olarak bu
kitaplar, İngilizceye tercüme edilmedi.
Siyonist
Edebiyat Üzerine isimli çalışmasında da görüldüğü üzere Kenefâni,
kalemi keskin, dili sert bir eleştirmendi. Duyguyu ve biçimi anlama konusunda
gayet cömert bir tutum içine girebilen Kenefâni, politika ve efsaneleri
değerlendirirken de aynı ölçüde acımasız olabiliyordu.
Kenefâni’nin
edebiyat eleştirisi sahasına taşıdığı politik hassasiyeti anlamadan, onun bu
eleştiri pratiğini yeterince idrak edemeyiz. Politik hassasiyeti, aynı zamanda
onun edebiyat eleştirilerini incelememize de katkı sunacaktır.
Edebiyat
eleştirisi “politik” olmamalı. Bu, yüzeyden bakıldığında saçma görünecek bir
söz. Öyle ki hiçbir ciddi edebiyat eleştirmeni, bu pratiğin politik olmasını
mümkün görmez. Oysa bu söz, afili bir kelam değil, bir tür ideolojik kodlama.
Fikri
ve ekonomik görüşlerdeki kitabiliği bu yaklaşım besliyor. “Politik” eleştiri,
kültürel emeğe ait düşük düzeydeki bir kategori olarak görülüyor. Akademi ve
sanat sahasının önderleri, devrimci düşünceyi kurumsal yapılar içine
gömüyorlar. İktidar merkezini tehdit eden her şeye “politik” damgası vuruluyor.
Olumsuz bir değer yükleniyor. Hemen itibarsızlaştırılıyor. Böylelikle iktidar,
apolitik olanın cisimleşmiş hâliymiş gibi çıkıyor karşımıza. Bu tür bir ortam,
Kenefâni gibi eleştirmenlerin hoş karşılamayacağı şeyler.
Kenefâni’nin
burjuva adetleriyle zıt düşmek gibi bir derdi yok. Onun derdi, eleştirel
yaklaşımıyla Filistin’in ulusal kurtuluş mücadelesini fikren beslemek.
Kenefâni, basit ve keyfi bir tercihin değil, Siyonist edebiyatın alabildiğine
politik olduğuna ilişkin tezi üzerinden belirli bir yaklaşım geliştiriyor.
Kenefâni,
Siyonist liderlerin sömürgeci projelerine hizmet eden sanatsal faaliyetlerin
ardındaki o “muazzam plan”ı görüyor. Tezini ispatlamak adına, bir dizi örnek
sunuyor: Yail Dayan’ın Ürkmüş Kıskançlık, Ahad Haam’ın Siyonizm ve
Yahudilikle ilgili denemeleri, Leon Uris’in Büyük Göç’ü ve yaratıcı
içeriğe sahip, tarihsel daha birçok malzeme.
Kenefâni’nin
eleştirisi, sadece metinlerle de sınırlı değil. Kenefâni, yayıncılık sektörünü
ve onunla bağlantılı kültür kurumlarını emperyalist politikanın alanları olarak
inceliyor. Bu noktada Nobel Ödülü komitesini özel olarak inceliyor:
“Nobel Ödülü komitesi, 1966
yılında Şmuel Yosef Agnon gibi böylesi bir ödül için gerekli edebiyat
ölçütlerini yerine getirmeyen gerici ve şoven bir yazara neden ödül verdi?”
Kenefâni’ye
göre Batı edebiyatı denilen alan, meritokrasiyi temel alan açık bir forum
değil, açgözlü muktedir sınıfın tercihlerine göre biçim alan, onların kontrol
ettiği bir pazar. Devrime bağlı olan birçok yazar adayı, bu sektöre girmek için
uğraştı ama aynı akıbetle yüzleşti.
Kenefâni’nin
net bir dille aktardığı biçimiyle, Siyonizmin ne Yahudilikle ne de Yahudi
halkıyla bir alakası-bağı var. Bu noktada Kenefâni, Siyonist hareketin
kendisini tarif ettiği süreçteki kopuklukları belirliyor ve bugün popüler olan
tanımının kaynağının Batı emperyalizmi olduğunu söylüyor. Lafı dolandırmadan,
meramını tüm yalınlığıyla aktaran Kenefâni, Filistin’in çilesi içerisinde
Yahudilerin sahip olduğu yere işaret ediyor ve bu çilenin Filistin’in
mülksüzleştirildiği süreçte Yahudileri Yahudiler adına masumlaştırmak için
ortaya konulan fikri namussuzluk karşısında bir sapmayı ifade ettiği üzerinde
duruyor. Bir yandan da Kenefâni, Yahudi halkıyla alakalı hâkim anlayışların
Siyonizmi doğal bir oluşum olarak gören, gösteren normalleştirme çabalarının bir
sonucu olduğunu ortaya koyuyor.
Siyonizm,
kitabi bir geleneğin veya kültürel bir pratiğin ürünü olmamasına rağmen,
ısrarla Yahudi halkının ana modeli ve nihai efendisi olduğunu, üstünlüğünü bu
vasfının sağladığını söylüyor. Oysa bu, Yahudi halkının ayak bastığı tek toprak
değil. Bu süreçte emperyalist güçler ve Sami ırkı sevicisi aydınları önemli bir
rol üstlendiler.
Kenefâni,
Siyonizmi Avrupa antisemitizmine karşı geliştirilmiş doğal bir cevap olarak
görmüyor, bunun yerine, sınıf ve dini bağlılığı merkez alan, cemaat içi
dinamikleri keşfediyor. Yahudilerin modern Avrupa’ya entegre edildiği sürece
dair özeti, muhtemelen kitabın en fazla itirazla karşılaşacak bölümü. Ama gene
de Siyonizmi varoluşsal zorunluluk olarak takdim eden yaygın hikâyeyi ters yüz
eden yaklaşımı bize önemli kapılar açıyor.
Kenefâni’ye
göre, Siyonizm nihayetinde içselleştirilmiş ırkçılığın ve sıradan Yahudi halkı
hilafına emperyalizmin hâkimiyet ve birikim çabalarına hizmet edecek gücün
peşinde koşmaya yönelik üstünlükçü eğilimin ürettiği bir tercihtir:
“Toplumsal bütünleşme ve
asimilasyon ile ilgili fırsatların arttığı koşullarda biz, sosyo-ekonomik
açıdan imtiyazlı olan Yahudi çevrelerinde şovenist akımın güçlendiğine şahit
oluyoruz. Yüzyılın ortalarından itibaren kendisine alan bulan akım, sonrasında
Siyonist edebiyat içerisinde ana akım hâline geldi ve 1897’de Basel’de
düzenlenen Birinci Siyonist Kongresi’nde politik Siyonizmin birlik zeminine
kavuşmasına öncülük etti.”
Bir
yanıyla Hristiyan yazarları da içine alan bir kategori olarak Siyonist edebiyat
haricinde Yahudi edebiyatına da hâkim olan Kenefâni, dini geleneklere, laik
söylemlere ve dilsel gelişimlere dair çarpıcı bir anlayış geliştiriyor.
Yahudilik çalışan hocaların, Kenefâni’nin her unsuru içeren tarihsel özetlerini
provokatif bulmaları gayet doğal. Ama sömürülen tarafın gözüyle baktığımızda,
ondaki keskin ferasetin kitabın en ikna edici niteliği olduğunu
söyleyebiliyoruz.
Bu
noktada bizim Kenefâni’nin “Siyonizm ne kültürel bir eğilim ne de politik bir
zorunluluktur” cümlesine odaklanmamız gerekiyor. Kenefâni’ye göre Siyonizm, Avrupa’da
Yahudiler arasında gelişen devrimci ve komünist politikayı susturmaya çalışan,
kültür ve politikaya dair şoven fikirlerden kök alıyor. Kenefâni’nin tarihsel
değerlendirmesi, Siyonizmin içine kök salmış çelişkileri ortaya koyuyor.
Demek
ki Siyonist edebiyatı anlamak için eleştirmenin diğer toplumlarla uyuşmayan,
onlardan ayrı, müstakil bir millilik anlayışını oluşturmak için işletilen
zahmetli ve çoğunlukla çelişkilerle yüklü süreci analiz etmesi gerekiyor. Zira
Siyonizmin ilk elden belirlediği politik hedefler, edebiyat gibi yaratıcı
faaliyet alanlarındaki ustalık olmaksızın Batı’nın muhayyilesine hâkim
olamazlar.
Yeniden
yazma ve revize etme pratiği, Siyonizmin ve emperyalizmin Filistin’e hâkim
olmak için belirlediği stratejinin en önemli özellikleridir. Hareketin
liderleri, Doğu Akdeniz’e yerleşmek için geçerli bir bahane bulmak adına
geçmişi eşeleyip durdular. Kaynak olarak yüzlerini kutsal kitaba döndüler. Bu,
birçok akademisyene ilham veren bir pratikti. Fakat Kenefâni, bu alanda ortaya
konulan ve belirleyici sonuçlar üreten icat pratiğinin kültürel ürünler
üzerinden işletildiğini ortaya koyuyor. Yaratıcı yazım pratiği türünden
kültürel ürünler, esas olarak ya Siyonist projeyi besledi ya da ideologlar ve
muhtelif burjuvazi için eğilim belirleyen kişilerce Siyonizmin hizmetine
sunuldu. Bu süreçte Benjamin Disraeli ve George Eliot gibi Viktorya döneminin o
herkesçe bilinen isimleri bu davaya teksif edildiler. Kenefâni’nin üzerinde
durduğu en çarpıcı örnekse, Eliot’ın Daniel Deronda isimli romanının bir
yerinde karakterin ettiği laf. Orada romanın kahramanı, Filistin’de bir Yahudi
devleti kurulmazdan yetmiş yıldan fazla bir zaman önce bu gayeden söz ediyor:
“[…] İsrail kazanırsa
dünya da kazanır. Böylelikle Doğu, her milletin beğenisini ve kültürünü
sırtında taşıyacak bir hamala kavuşacak. Düşmanlıkların son bulduğu bir yurt,
Batı için Belçika neyi ifade ediyorsa onu ifade edecek, tarafsız bir zemin
oluşacak.”
Kimi
yönlerden Kenefâni, takip eden on yıllık dönem boyunca özellikle İngiltere’de
ortaya çıkan kültür çalışmalarını önceden haber veren bir yaklaşım ortaya
koyuyor. Stuart Hall ve Raymond Williams gibi Marksist eleştirmenlerin
biçimlendirdiği bu eleştiri, nesnellik iddialarının kısıtlamalarına pek aldırış
etmiyor, edebiyatı bilhassa komünizme karşı yürütülen propaganda
faaliyetlerinde kullanılan ideolojik bir meta olarak ele alıyor. Siyonist
Edebiyat Üzerine isimli çalışma, tarafsız bir kültür pazarı olduğu görüşünü
reddediyor. Bunu aptalca ve ciddiyetsiz bir yaklaşım olarak görüyor. Kitaba göre
kültür pazarı, sadece kapitalist endüstrinin ürünlerinin girdiği bir birikim
alanı. Bu pazarda hegemonyanın estetik temeli, politik sağduyunun hammaddesi
konuşuyor.
Bu
temel üzerinden Kenefâni, Siyonizme bağlı olanların Siyonist edebiyatı idrak
edemeyeceklerini söylüyor. Hatta bu kategorinin düşünceyi yeniden
koşullandırdığı üzerinde duruyor.
Siyonist
edebiyattaki asıl tuhaflık, onun ancak Siyonizmi reddetmek suretiyle okunur
olması ile ilgili. Aksi takdirde bu edebiyat, modern dünyada doğal bir şeymiş
gibi çıkıyor karşımıza. Siyonist edebiyat, amacına ulaşmak için amaçsızmış gibi
görünmek zorunda. Kenefâni, onun yüzündeki maskeyi söküp almak için epey zaman
harcıyor ve ideolojik içeriğini ifşa ediyor. Siyonist edebiyat, sömürgeci projenin
hem başında hem de sonunda düşülmüş bir not. Bu iki vasfı birbirini inşa
ediyor. Birini anlamak istiyorsanız, ikisini birden idrak etmek zorundasınız.
Peki
böylesi bir yaklaşım, bizi düşünsel ve politik emek düzleminde nereye götürür? Muhtemelen
okur, kitap boyunca bu soruyu soracak.
Kenefâni,
kurtuluşa dair meseleleri tefekkür etmekten başka bir seçenek bırakmıyor bize. Uyguladığı
tazyik, ara sıra sertleşen üslubu, bizim meselelere kayıtsız veya ilgisiz kalmamıza
asla fırsat vermiyor. Kullandığı yöntem, tarafsız kalmamıza mani oluyor. Tarafsızlık,
1967 Savaşı sonrası Filistinlilerde ve Araplarda oluşan devrimci ruh haline
yabancı olan bir anlayış.
Filistinliler,
bu yaşanan yenilginin acısını direnişi yeni ve önemli biçimlere evrilterek
yaşadı. FHKC, kurulalı daha birkaç ay olmuştu. Kenefâni, henüz 31 yaşındaydı. Hemen
kollarını sıvadı.
Sadece
politik malzemeyi değil, politikanın kendisini de analize tabi tuttu. Siyonist
Edebiyat Üzerine isimli çalışması, bugünün okurunu da ilgilendiren bir
çalışma. Filistin’de ve Filistin sınırlarının ötesinde karşılığı olan, önemli
bir kitap. O, aynı zamanda kendi dönemini belgeliyor. Saldırgan Arapların kuşatması
altında olan İsrail’in azimli insanları ile ilgili efsaneyi boşa düşürüyor.
Kenefâni’nin
ele aldığı koşullar bugün de mevcut. Hatta daha ağırlaşmış halde. Bu anlamda,
söz konusu kitabı basit bir eser olarak görmemeli. Kendi döneminin ürünü olsa
da, Kenefâni’nin yaşadığı dönemde hüküm süren politik ve ekonomik koşullar
üzerinde duruyor ama bugün yaşanan sömürgeci şiddetinden ve mülksüzleştirme
pratiklerinden de bahsediyor.
Bugün
yaşanan da dün yaşanan da deneyim olarak evrensel bir niteliğe sahip. Kenefâni’nin
Siyonist edebiyatla ilgili değerlendirmelerinde amaç, Filistinlilerdeki
devrimci duygunun ve milli kurtuluş mücadelesinin iyi bir dünya yaratma
çabasından ayrıştırılamayacağını ortaya koymak. Kenefâni bunu, Siyonizmin zafer
naraları attığı bir dönemde, Kuzey’de solcuların İsrail’in mağdur olduğuna dair
hikâyeye kandıkları koşullarda yapıyor.
Ama
Kenefâni ve Filistin davası, Güney’de müttefiksiz değil. Siyonist Edebiyat
Üzerine kitabının yazıldığı ve yayımlandığı yıl Kenefâni’nin 1960 yılına
dek yaşadığı Beyrut şehri, Üçüncü Afrikalı Asyalı Yazarlar Konferansı’na ev
sahipliği yaptı. Kenefâni’nin de katıldığı bu etkinliğin[1] sonunda Filistin’le
ilgili bir karar alındı. Kararda, dünyadaki tüm ilerici Afrikalı ve Asyalı yazarlara
“Siyonist hareketin kurduğu kapsamlı kültürel komploya karşı durmaları çağrısı”
yapıldı. Alınan başka bir kararda ise kültür sahasına sızan emperyalist ve yeni
sömürgeci unsurlarla mücadele etme gerekliliğine vurgu yapılıyor, bu
unsurlardan biri olan Siyonist hareketin “saldırı sürecinde emperyalistlerin
çıkarlarına hizmet eden emperyalist bir araç” olduğuna işaret ediliyordu.[2]
Bu
anlamda, Kenefâni’nin bu kitabın çevirisi üzerinden İngilizcede ve Batı
dünyasında belirli bir anlama kavuşması çok önemli bir gelişme. Ama tercüme
edilmiş olan kitabın farklı bir dile ait olduğunu bilmek, onun özgün dilindeki
yankısını dikkate almak gerek. Asıl metne en fazla sadık kalan çeviride bile
belirli kelimelerin ve ifadelerin bağlamı tam olarak aktarılamaz. Arapça
yazılmış, İngilizceye aktarılmış, Filistin’e hasım olan bir dil ve coğrafya
zeminine taşınmış Filistin’e ait bir yazıda mesele daha da çetrefilli bir hal
alıyor.
Bu
demek değil ki Siyonist Edebiyat Üzerine kitabı, tercüme edilmemeliydi. Bilâkis,
kitabın tercüme edilmiş olması, onu özgün dilinde okuma imkânı bulunmayan
insanların hayrınadır. Kenefâni’nin okur kitlesi genişledikçe diasporada azalma
ihtimali bulunan, Filistin’in ulusal kurtuluş mücadelesine dair hassasiyet de
artacaktır.
Kenefâni,
Filistin toplumunu aktaran devrimci bir dile sahipti. Haysiyetli duruşundan
zerre ödün vermeyen, kendi halkını yansıtan bu dil, okura kavrama gücü ve zengin
bilgi birikimi sunuyor.
Kenefâni’nin
derdi, ABD veya Filistin’deki liberallerin hassas yüreklerini hoş etmek
değildi. O, Filistin davasına yoldaş olan insanlardan ve Filistinlilerden
oluşan bir okur kitlesine sahipti. Bu kitap çevirisi, yeni kuşağın bu dava
uğruna mücadele etmesini sağlayacak.
Bu,
Kenefâni’nin okur kitlesi için hiç de ufak bir mesele değil. Kenefâni, Siyonizm
konusuna uzun zaman kafa yormuş bir isim, ama zeki bir okur, kitabın gerçekte
Filistin ve Filistinlilerle alakalı olduğunu anlayacak.
Kenefâni,
İsrail denilen yerde yaşayan halka değinmeden İsrail’e dair bir şeyler yazılamayacağını
biliyordu. Siyonist yazarlar, o toprakların yerlisi olan halkı kabul ediyor,
Arapların orada yaşamaya hakkı olmadığını söylüyorlardı. Böylelikle Filistinli,
insanlık dışı bir varlık olarak görülüyordu.
Asıl
olaya geçmeden önce yazarla ilgili birkaç kelam edelim. 1972’de 36 yaşındayken
İsrail tarafından katledilmeden önce Kenefâni, önemli bir isim olarak görülüyordu.
Bugün sosyal medyada fotoğrafları ve videoları dolaşıyor. Filistin’in kültürel
ve politik tahayyülünde halen daha canlı. Buna karşın Kenefâni, eserlerini ve
ideolojisini şekillendirmiş olan devrimci ilkelerini tanımlayan maddi
koşullardan kopuk, soyut bir olgu olarak ele alınıyor.
Altmışlarda
ve yetmişlerde en şanlı dönemini geçiren FKHC, bugün o kadar ön planda değil. Ama
gene de sahada ve Filistin’in milli sorununa dair analiz çalışmalarında halen
daha belirli bir ağırlığa sahip.
Uçak
kaçırma ve gerilla savaşı ile önemli ve somut bir miras bırakmış olan FHKC,
etkili olan kimi görüşler de geliştirdi. Bu görüşlerin büyük bir kısmı, bahsini
ettiğimiz kitapta da çıkıyor karşımıza: Siyonizmin emperyalist niteliği,
devletin şiddetinin onaylanmasında dilin sahip olduğu önem, Siyonist yerleşimcilikte
ve Filistin direnişinde sınıfın sahip olduğu öncelikli konum.
İsrailliler,
Kenefâni’yi farklı tanıyorlar. (Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar da ondan az
çok haberdarlar.) Siyonist siyasetçiler ve aydınlar, onu sadece düşman olarak
görmüyorlar, ayrıca onu Siyonizmin mağdur ettiği kişiler için kullanılan ağır
sözlerle anıyorlar: “müfrit, barbar, terörist.”
Marksizme
bağlı bir isim olmasına rağmen Kenefâni, İsrail işçi sınıfının gözünde bir
kahraman değil. Hatta bu sınıf, ondan epey nefret ediyor.
Kenefâni,
İsrail işçi sınıfını ülkedeki hukuk sisteminde mevcut olan yapısal eşitsizlik
ve Nekbe’deki o büyük zulmün ürünü olan çatışkılı bir yapı olarak görüyor. İşçiler
arasındaki dayanışmanın ancak sömürgelikten kurtuluşla ve emperyalist
hâkimiyete son verilmesiyle yaşama imkânı bulacağını söylüyor.
Bugüne
dek İsrailliler, Kenefâni’yi gerçek manada tanımıyorlardı. Sadece ismini
biliyorlardı. Eylemlerinden haberdarlardı. Şöhretli biri olduğunu duymuşlardı. Onu
bir aydın ve eylemci, bilhassa insanlara ilham veren bir kişi olarak görmüyorlardı.
İsraillilere
göre Kenefâni, huzura dair hayallerini bozan bir öcüden başka bir şey değildi.
Ama Kenefâni, İsraillileri gayet iyi tanıyordu.
Başka
bir yeteneğe, o kaşları kalkık bürokratları ve burjuva kurumlarıyla ezenin
resmi bilgilerinden farklı bilgilere sahip olan ezilende güçlü bir sezgi
mevcut: o, kendisini adaletsizlikten ve boyunduruktan kurtulmak zorunda olduğunu
biliyor. Zorunluluk gereği, ezilen, ezendeki engin bilgiye sahip. Bu kitap, bu
sözün kusursuz bir örneği.
Kurulduğu
günden itibaren FHKC, kendi fikirlerine bağlı kaldı, devrimci teorinin o canlı
birikiminden hiç kopmadı, aynı zamanda Frantz Fanon ve Amílcar Cabral’ın
geleneği olarak direniş süreci boyunca aktif askeri varlığını muhafaza etmeyi
bildi.[3] Örgüt, şiddeti, sadece toprak ve siyaset üzerinde egemenlik tesis
etmenin aracı değil, kurtuluş yoluna atılacak ilk psikolojik adım olarak
devreye soktu.
Kenefâni’nin
politik ve edebi çalışmaları, bu örgütün yolundan kopuk ve ayrı şeyler değil. Siyonist
edebiyatla ilgili değerlendirmesi, bir bakıma Filistin’in geleceğine dair bir
tasvir.
Kenefâni’yi
anlamak istiyorsak, birbirinden kopuk ontolojik ve düşünsel kategorileri terk
etmek, en azından bu kategorileri dinamik ve birbirleriyle etkileşim içerisinde
olgular olarak ele almak zorundayız. Siyonist Edebiyat Üzerine, kültürü
emperyalizmden ayrı bir şey olarak alan fikre karşı çıkan, “politik” bir
edebiyat eleştirisi olarak görülmeli.
Filistin’deki
düşünce geleneği gibi Kenefâni’nin politik yazıları da Arapçada ciddi bir
etkiye sahip olmasına karşın İngilizce konuşan dünyada yeterince bilinmez. Siyonist
Edebiyat Üzerine isimli kitabın çevrilmesi, bu anlamda söz konusu eksikliğin
giderilmesine dönük bir çabadır. Kenefâni’nin sunduğu güvenilir bilgiler ve
deneyim, biz okurlara Siyonizm ve Filistin’in direnişi konusunda çok şey öğretecektir.
Kitabın açtığı yol, bize şu internet çağında politik malzemeyi efsanelere
boğulmuş halinden kurtarıp, onu maddi politika alanına taşıma imkânı
sunacaktır.
Steven Salaita
27
Haziran 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Gassân’ın dul eşi Anni Kenefâni’nin bu çeviriyi yayına hazırlayan Louis
Allday’e Mayıs 2022’de gönderdiği eposta. Anni, konferansın Filistin’le ilgili
kararında Gassân’ın etkili olduğuna inanıyor.
[2]
“Resolutions of the Third Afro-Asian Writers’ Conference” (25-30 Mart 1967, Beyrut,
Lübnan). Kararlar, örgütün resmi yayın organı Lotus’ta aktarılıyor.
[1]
Ocak 1973’te, Kenefâni cinayetinin üzerinden bir yıla bile geçmeden, Cabral da
katledildi.
0 Yorum:
Yorum Gönder