07 Temmuz 2025

,

Sumen


2001 senesinde bir arkadaş, bir vesileyle, sağ siyasetteki birlik görüşmelerinden haberdar olur. Neticede AKP’yi doğuracak süreçle ilgili bu konuyu Teori ve Politika dergisi sahibi Metin Kayaoğlu ile sohbet sırasında gündeme getirir. Kayaoğlu, “O işten bir şey çıkmaz” der. Dedikten iki yıl sonra AKP, iktidar olur. En Marksistinin bile öngörüsü, Suriye’deki savaş sürecinin ilk günlerinde “Suriye’de bir şey olmaz” öngörüsünde bulunan Hüsnü Mahalli düzeyindedir.

O sol, 2007’ye dek AKP’yi ağzına almadı. Hatta hapishanelerde F tipine karşı mücadele yürüten örgüt, 2004 1 Mayıs’ına AKP karşıtı dövizlerle geldi. Tüm örgütler, “Ne AKP’si ya, asıl önemli olan…” cümlesiyle tepki geliştirdiler. O üç noktayı bazıları, “derin devlet”le, bazıları “emperyalizm”le, bazıları “kapitalizm”le dolduruyordu. Herkesin derdi o günlerde AKP karşıtlığını boşa düşürmekti. Çünkü AKP Avrupa Birlikçiydi.

Ama sonra 2007’de Cumhuriyet gazetesi, “Tehlikenin farkında mısınız?” dedi. Cumhuriyet mitingleri yapıldı. Tüm sosyalist örgütler, “aslolan AKP’dir, onunla mücadele etmek gerekir, devrim olacaksa AKP yıkıldığında olacak” dedi. İçtimaya alınan örgütler, bir bir sahaya sürüldüler. Oyalama, kandırmaca, reformizm, AKP iktidarını bugünlere getirdi.

Reformist partinin, misal TKP’nin bildirilerini, yazılarını yapay zekâya yazdırması, filmlerini ona çektirmesi, bunun için. Yapay zekâyla çekilmiş NATO filmi, TKP’nin bilinçaltına dair bir şeyler söylüyor. Neticede ABD ve NATO, TKP’nin “kirli işler”ini yapıyor. Natocularla tartışarak onlarla eşdüzleme yerleşmek isteyen parti, onlara karşı bileylenen silahları kırmaya çalışıyor, aşağıya “eleştiriyle yetinelim arkadaşlar” emrini veriyor.

Bu yapay zekânın ırkçı olduğu söyleniyor. New York’ta polislerin olay yerlerine gönderilmesi işlemi yapay zekâya bağlanıyor. Bir yıl sonra görülüyor ki yapay zekâ polisleri en çok zenci mahallelerine göndermiş. Ya da bir yerde donör eşleştirme işlemi de yapay zekâyla ilişkilendirilmiş. Görülmüş ki yapay zekâ, siyahi bir hastaya beyaz bir donörün böbreğini vermemiş.

Aynı ırkçılık, TKP’nin videosunda da var. Video tek bir zenciyi içermiyor ayrıca çizilen tiplerin hepsi belirli bir estetiğe uygun. TKP, NATO’yu yakışıklı, semiz ve güzel olarak resmetme gereği duymuş. Çünkü o Natocu bir ülkenin resmi KP’si. Bugün yobaza, gericiye, Ortadoğu’ya ve Ortaçağ’a karşı herkes Altıncıfilocu! Dün o filoya secde edenler yerlerini secde edenlerin saldırdıklarına bıraktı.

Yapay zekâ ürününe dönüşen sosyalist örgütler, halktan kopmak istiyorlar. Pandemiden beri yabanın, kirin uzağında durmaya çalışıyorlar. Durmak isteyenleri örgütlüyorlar.

“Bu ülkenin ve sınırlarının güvenliği benden sorulur” diyen TKP, mottosunu filmdeki duvarlara kazıyor. “Güvenlik refah demektir” diyor. Parti de tüm siyasetini bu cümle üzerine kuruyor.

2007 sonrası AKP’yi keşfedenlere, bu reformist ve resmi örgütlere dini ve Müslümanı dövme işini verdiler. Oradaki sınıf mücadelesini yok ettiler. “Tehlikenin farkında mısınız?” reklâmını seslendiren kişinin kızını cumhuriyet mitingini düzenleyenin yaveri olan gazeteciyle evlendirdiler. O mitinglerin tek “hayırlı” sonucu bu oldu! Ama sosyalist harekete hiçbir hayrı olmadı. Hareket, hiçbir mevzi örgütlemedi. CHP’ye ve burjuvaziye örgütlendi. Ayırıcı hiçbir vasfı ve özelliği kalmadı. Bugün Yılmaz Özdil’e “işçi düşmanı” diye küfrediyorlar. Oysa Özdil cumhurbaşkanı adayı olsaydı koşa koşa oy vereceklerdi.

2007 sonrası sosyalist hareket, Müslüman düşmanlığını iş haline getirdi. Aslında burada AKP’nin Refah Partisi ile Demokrat Parti geleneği arasındaki ilişki üzerine kurulu olduğu gerçeğine müdahale edilmek isteniyordu. Bu istek, hem devletin hem de burjuvazinindi. Refah Partisi ile ilişki kuruldu diye birilerinin “bitleri kanlanabilirdi.” Kitleyle ilişki kurdu diye Demokrat Parti geleneği gaza gelebilirdi. Neticede altmış darbesiyle ilgili notunda CIA, CHP’nin bu geleneğe karşı gerilla mücadelesi bile verebileceğini söylüyordu.[1] Devletin ve sermayenin ölçüsü, ölçütü, ölçeği belliydi. Başka coğrafyalara talan ve yağma için giren burjuvazi, devlete Müslüman’ı dövdürttü.

Müslüman düşmanlığı, o Demokrat Parti geleneğini ürkütmek, tedirgin etmek, saflaştırmak, bölmek için yapılmış bir hamleydi. Yani sosyalist hareket, abisi CHP ile birlikte Demokrat Parti geleneğiyle Müslüman hat arasına kama sokmak için uğraşmaktan başka bir şey yapmadı. Kentli, içki içen, mini etek giyen, yurtdışıyla ilişkili olan sağ kesimi AKP’den uzaklaştırmak için uğraştı. Sonunda elinde paganist, ırkçı bir Türkçülük kaldı. Yılmaz Özdil-Ümit Özdağ karışımı bir şeye dönüştü. Millet olma vasfının silinmesinin kimlerin işine geldiğine hiç bakmadı. Bayrağı dinden imandan arındırdı, ancak o şartla sahiplenebildi. Bayrak bile bayrak değildi. Sol, her gittiği, her değdiği yeri kuruttu.

Sosyalist hareket, öz olarak gördüğü burjuva devrimini sahipleniyor, kabuğa saldırıyor. Devleti ve sermayeyi sahipleniyor, ilerlemeye yoldaş oluyor, sadece hükümete hücum ediyor. Devleti koruyor, hükümeti eleştiriyor. “Ah biz bi yönetsek”ten başka bir şey söylemiyor. Hükümet eleştirisi, ancak burjuva bir zeminde anlam kazanabiliyor.

Aslında sosyalist hareket, kapitalizmin, burjuvazinin, sermayenin ve devletin tüm kirini pasını “hükümet” denilen sumenin altına atıyor. Onları temize çekiyor. 12 Eylül sonrası Özal liberalizmi karşısında gözleri buğulanan, gözleri ışıldayan, gözleri kamaşan sosyalist örgüt şefleri, gizliden gizliye, içten içe o ilerlemeye alkış tutuyorlar. Sadece ilerlemeden pay istiyorlar. Halk da sınıf da ezilen de umurlarında değil.

Sol, ilerlemeyi savunuyor, madenler açılmasını istiyor, her yanı yağmaya açan Kemal Derviş yasalarına ses etmiyor, madeni mühendisleri odasından gelen paralar karşılığında toprakların, ormanların yağmalanması karşısında susuyor. Ama bir yerde hükümet, maden açınca eylemi de ilkin koşup o sosyalistler yapıyor. Bu samimiyetsizliği kimse sorgulamıyor. Sırf hükümet yaptı diye bir şeyleri eleştiriyor, ama öze sahip çıkıyor. Elektrikli arabayı eleştiriyor ama “bizim sanayimizin düzeyini gösterdiği için önemli” diye sahipleniyor. O arabanın Avrupa sermayesi için üretildiğini söyleyemiyor. Çünkü herkes Avrupa’nın uşağı.

Sol, inşaat mühendisleri odasından gelen paraları yiyor, ama o odanın imza verdiği inşaatlar her yanı sarıyor. Bir inşaat işçisi ölünce yalandan feveran ediyor. En fazla, “yönetemiyorsunuz gidin, yangın uçağını biz alırız” diyebiliyor!

Bir kısmının sosyalizm diye bildiği, Avrupa ve Amerika. İzmir yanıyor, “ama baksanıza İspanya yanmıyor!” diyor. Aslında “Bu ülkedeki kapitalizm, devlet, sermaye ve burjuvazinin ilerleyişini bu iki güç yönetsin de refaha ulaşalım” diye düşünüyor. Tek siyaseti, yurtdışındaki uygulamalarla buradaki uygulamaları kıyaslamak. Burayı Avrupa’ya bakıp kötülemek. Ama kimse, Hollanda polisinin veya Fransız polisinin gözleri kör eden müdahalelerine bakmıyor. Buradaki devletin polisinin oralarda eğitim aldığını görmüyor. Emperyalizmin içsel bir mesele olduğu gerçeği ile hiç ilgilenmiyor.

Sumen altına atmakla meşguller. Sadece kapitalizmin, burjuvazinin, sermayenin ve devletin kirli, tehlikeli ve yanlış görünmesini istemiyorlar. Tüm pisliği, günahı, yanlışı hükümetin sırtına atıp bunları temize çekmek, arındırmak için uğraşıyorlar. Hükümet eleştirisi, bir sumen olarak iş görüyor. “Yönetemiyorsunuz” lafı her şeyi bireyselleştiriyor, bağlamından kopartıyor, siyaseti burjuvaziye mahkûm ediyor. Oysa AKP devlet ve sermaye adına ülkeyi gayet iyi yönetiyor! Halkı o devlete kul, sermayeye köle etmeye çalışan sosyalist hareket, meseleyi yönetememe meselesine indirgiyor. O da verilen görevi layıkıyla yapıyor.

Eren Balkır
4 Temmuz 2025

Dipnot:
[1] CIA’in 27 Mayıs Değerlendirmesi”, 26 Mayıs 1961, İştiraki.

0 Yorum: