2001
senesinde bir arkadaş, bir vesileyle, sağ siyasetteki birlik görüşmelerinden
haberdar olur. Neticede AKP’yi doğuracak süreçle ilgili bu konuyu Teori ve
Politika dergisi sahibi Metin Kayaoğlu ile sohbet sırasında gündeme
getirir. Kayaoğlu, “O işten bir şey çıkmaz” der. Dedikten iki yıl sonra AKP,
iktidar olur. En Marksistinin bile öngörüsü, Suriye’deki savaş sürecinin ilk
günlerinde “Suriye’de bir şey olmaz” öngörüsünde bulunan Hüsnü Mahalli
düzeyindedir.
O
sol, 2007’ye dek AKP’yi ağzına almadı. Hatta hapishanelerde F tipine karşı
mücadele yürüten örgüt, 2004 1 Mayıs’ına AKP karşıtı dövizlerle geldi. Tüm
örgütler, “Ne AKP’si ya, asıl önemli olan…” cümlesiyle tepki geliştirdiler. O
üç noktayı bazıları, “derin devlet”le, bazıları “emperyalizm”le, bazıları
“kapitalizm”le dolduruyordu. Herkesin derdi o günlerde AKP karşıtlığını boşa
düşürmekti. Çünkü AKP Avrupa Birlikçiydi.
Ama
sonra 2007’de Cumhuriyet gazetesi, “Tehlikenin farkında mısınız?” dedi.
Cumhuriyet mitingleri yapıldı. Tüm sosyalist örgütler, “aslolan AKP’dir, onunla
mücadele etmek gerekir, devrim olacaksa AKP yıkıldığında olacak” dedi. İçtimaya
alınan örgütler, bir bir sahaya sürüldüler. Oyalama, kandırmaca, reformizm, AKP
iktidarını bugünlere getirdi.
Reformist
partinin, misal TKP’nin bildirilerini, yazılarını yapay zekâya yazdırması,
filmlerini ona çektirmesi, bunun için. Yapay zekâyla çekilmiş NATO filmi,
TKP’nin bilinçaltına dair bir şeyler söylüyor. Neticede ABD ve NATO, TKP’nin
“kirli işler”ini yapıyor. Natocularla tartışarak onlarla eşdüzleme yerleşmek
isteyen parti, onlara karşı bileylenen silahları kırmaya çalışıyor, aşağıya “eleştiriyle
yetinelim arkadaşlar” emrini veriyor.
Bu
yapay zekânın ırkçı olduğu söyleniyor. New York’ta polislerin olay yerlerine
gönderilmesi işlemi yapay zekâya bağlanıyor. Bir yıl sonra görülüyor ki yapay
zekâ polisleri en çok zenci mahallelerine göndermiş. Ya da bir yerde donör eşleştirme
işlemi de yapay zekâyla ilişkilendirilmiş. Görülmüş ki yapay zekâ, siyahi bir hastaya
beyaz bir donörün böbreğini vermemiş.
Aynı
ırkçılık, TKP’nin videosunda da var. Video tek bir zenciyi içermiyor ayrıca
çizilen tiplerin hepsi belirli bir estetiğe uygun. TKP, NATO’yu yakışıklı,
semiz ve güzel olarak resmetme gereği duymuş. Çünkü o Natocu bir ülkenin resmi KP’si.
Bugün yobaza, gericiye, Ortadoğu’ya ve Ortaçağ’a karşı herkes Altıncıfilocu!
Dün o filoya secde edenler yerlerini secde edenlerin saldırdıklarına bıraktı.
Yapay
zekâ ürününe dönüşen sosyalist örgütler, halktan kopmak istiyorlar. Pandemiden
beri yabanın, kirin uzağında durmaya çalışıyorlar. Durmak isteyenleri
örgütlüyorlar.
“Bu
ülkenin ve sınırlarının güvenliği benden sorulur” diyen TKP, mottosunu filmdeki
duvarlara kazıyor. “Güvenlik refah demektir” diyor. Parti de tüm siyasetini bu
cümle üzerine kuruyor.
2007
sonrası AKP’yi keşfedenlere, bu reformist ve resmi örgütlere dini ve Müslümanı
dövme işini verdiler. Oradaki sınıf mücadelesini yok ettiler. “Tehlikenin
farkında mısınız?” reklâmını seslendiren kişinin kızını cumhuriyet mitingini
düzenleyenin yaveri olan gazeteciyle evlendirdiler. O mitinglerin tek “hayırlı”
sonucu bu oldu! Ama sosyalist harekete hiçbir hayrı olmadı. Hareket, hiçbir
mevzi örgütlemedi. CHP’ye ve burjuvaziye örgütlendi. Ayırıcı hiçbir vasfı ve
özelliği kalmadı. Bugün Yılmaz Özdil’e “işçi düşmanı” diye küfrediyorlar. Oysa
Özdil cumhurbaşkanı adayı olsaydı koşa koşa oy vereceklerdi.
2007
sonrası sosyalist hareket, Müslüman düşmanlığını iş haline getirdi. Aslında
burada AKP’nin Refah Partisi ile Demokrat Parti geleneği arasındaki ilişki
üzerine kurulu olduğu gerçeğine müdahale edilmek isteniyordu. Bu istek, hem
devletin hem de burjuvazinindi. Refah Partisi ile ilişki kuruldu diye
birilerinin “bitleri kanlanabilirdi.” Kitleyle ilişki kurdu diye Demokrat Parti
geleneği gaza gelebilirdi. Neticede altmış darbesiyle ilgili notunda CIA,
CHP’nin bu geleneğe karşı gerilla mücadelesi bile verebileceğini söylüyordu.[1]
Devletin ve sermayenin ölçüsü, ölçütü, ölçeği belliydi. Başka coğrafyalara
talan ve yağma için giren burjuvazi, devlete Müslüman’ı dövdürttü.
Müslüman
düşmanlığı, o Demokrat Parti geleneğini ürkütmek, tedirgin etmek, saflaştırmak,
bölmek için yapılmış bir hamleydi. Yani sosyalist hareket, abisi CHP ile
birlikte Demokrat Parti geleneğiyle Müslüman hat arasına kama sokmak için
uğraşmaktan başka bir şey yapmadı. Kentli, içki içen, mini etek giyen,
yurtdışıyla ilişkili olan sağ kesimi AKP’den uzaklaştırmak için uğraştı.
Sonunda elinde paganist, ırkçı bir Türkçülük kaldı. Yılmaz Özdil-Ümit Özdağ
karışımı bir şeye dönüştü. Millet olma vasfının silinmesinin kimlerin işine
geldiğine hiç bakmadı. Bayrağı dinden imandan arındırdı, ancak o şartla
sahiplenebildi. Bayrak bile bayrak değildi. Sol, her gittiği, her değdiği yeri
kuruttu.
Sosyalist
hareket, öz olarak gördüğü burjuva devrimini sahipleniyor, kabuğa saldırıyor.
Devleti ve sermayeyi sahipleniyor, ilerlemeye yoldaş oluyor, sadece hükümete
hücum ediyor. Devleti koruyor, hükümeti eleştiriyor. “Ah biz bi yönetsek”ten
başka bir şey söylemiyor. Hükümet eleştirisi, ancak burjuva bir zeminde anlam
kazanabiliyor.
Aslında
sosyalist hareket, kapitalizmin, burjuvazinin, sermayenin ve devletin tüm
kirini pasını “hükümet” denilen sumenin altına atıyor. Onları temize çekiyor.
12 Eylül sonrası Özal liberalizmi karşısında gözleri buğulanan, gözleri
ışıldayan, gözleri kamaşan sosyalist örgüt şefleri, gizliden gizliye, içten içe
o ilerlemeye alkış tutuyorlar. Sadece ilerlemeden pay istiyorlar. Halk da sınıf
da ezilen de umurlarında değil.
Sol,
ilerlemeyi savunuyor, madenler açılmasını istiyor, her yanı yağmaya açan Kemal
Derviş yasalarına ses etmiyor, madeni mühendisleri odasından gelen paralar
karşılığında toprakların, ormanların yağmalanması karşısında susuyor. Ama bir
yerde hükümet, maden açınca eylemi de ilkin koşup o sosyalistler yapıyor. Bu
samimiyetsizliği kimse sorgulamıyor. Sırf hükümet yaptı diye bir şeyleri
eleştiriyor, ama öze sahip çıkıyor. Elektrikli arabayı eleştiriyor ama “bizim
sanayimizin düzeyini gösterdiği için önemli” diye sahipleniyor. O arabanın Avrupa
sermayesi için üretildiğini söyleyemiyor. Çünkü herkes Avrupa’nın uşağı.
Sol,
inşaat mühendisleri odasından gelen paraları yiyor, ama o odanın imza verdiği
inşaatlar her yanı sarıyor. Bir inşaat işçisi ölünce yalandan feveran ediyor.
En fazla, “yönetemiyorsunuz gidin, yangın uçağını biz alırız” diyebiliyor!
Bir
kısmının sosyalizm diye bildiği, Avrupa ve Amerika. İzmir yanıyor, “ama
baksanıza İspanya yanmıyor!” diyor. Aslında “Bu ülkedeki kapitalizm, devlet,
sermaye ve burjuvazinin ilerleyişini bu iki güç yönetsin de refaha ulaşalım”
diye düşünüyor. Tek siyaseti, yurtdışındaki uygulamalarla buradaki uygulamaları
kıyaslamak. Burayı Avrupa’ya bakıp kötülemek. Ama kimse, Hollanda polisinin
veya Fransız polisinin gözleri kör eden müdahalelerine bakmıyor. Buradaki
devletin polisinin oralarda eğitim aldığını görmüyor. Emperyalizmin içsel bir
mesele olduğu gerçeği ile hiç ilgilenmiyor.
Sumen
altına atmakla meşguller. Sadece kapitalizmin, burjuvazinin, sermayenin ve
devletin kirli, tehlikeli ve yanlış görünmesini istemiyorlar. Tüm pisliği,
günahı, yanlışı hükümetin sırtına atıp bunları temize çekmek, arındırmak için
uğraşıyorlar. Hükümet eleştirisi, bir sumen olarak iş görüyor. “Yönetemiyorsunuz”
lafı her şeyi bireyselleştiriyor, bağlamından kopartıyor, siyaseti burjuvaziye
mahkûm ediyor. Oysa AKP devlet ve sermaye adına ülkeyi gayet iyi yönetiyor!
Halkı o devlete kul, sermayeye köle etmeye çalışan sosyalist hareket, meseleyi
yönetememe meselesine indirgiyor. O da verilen görevi layıkıyla yapıyor.
Eren Balkır
4
Temmuz 2025
Dipnot:
[1] CIA’in 27 Mayıs Değerlendirmesi”, 26 Mayıs 1961, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder