10 Temmuz 2025

ABD Tarifeleri, Aşırı Birikim ve Bağımlı Dünyadaki Borç Krizi


Kapitalizmin tarihsel kriz döngüsü, dünya çapında sermaye birikiminin sınırlarına ulaşmasıyla yeni bir evreye giriyor. ABD’nin son dönemde uyguladığı gümrük tarifeleri, ana akım ekonomi yorumcuları tarafından kaotik ve irrasyonel bir politika olarak ele alınsa da, Marksist-Leninist bir perspektiften bakıldığında, bu adımlar, emperyalizmin küresel hâkimiyetini pekiştirmek için yürüttüğü bilinçli bir saldırının parçası olarak okunabilir. Tarifeler, yalnızca ABD’ye sermaye çekme girişimi değil, aynı zamanda bağımlı[*] dünyadaki ülkeleri borç ve ekonomik bağımlılık yoluyla daha da zayıflatmayı amaçlayan bir politikanın aracıdır.

Tarifeler ve Bağımlı Dünyanın Borç Kıskacı

ABD’nin tarifeleri hesaplama yöntemi, ticaret açığını temel alarak belirlenir. Bunun, ABD’ye ihracat bağımlılığı yüksek olan bağımlı ülkeler için yıkıcı sonuçlar doğuracağı açıktır. Zira 2023 itibarıyla, bağımlı ülkelerin dış borcu 11,4 trilyon dolara ulaşarak ihracatlarının %99’u seviyesine yükselmiştir. Üstelik bu borçların büyük bir kısmı dolar cinsindendir ve ABD’nin tarifeler yoluyla bu ülkelerin ihracat gelirlerini azaltması, onların borçlarını ödeyemez hâle gelmesine neden olmaktadır.

Bu ekonomik kuşatma, emperyalizmin bağımlı dünyaya dayattığı yeni bir sömürü biçimidir. Tarifeleri azaltmak isteyen ülkelerin, ABD sermayesinin taleplerine boyun eğmek dışında bir seçeneği yok denecek kadar azdır. Alternatif olarak, borçlarını finanse edebilmek için başka piyasalara yönelmeye çalışsalar bile, bu durum pratikte neredeyse imkânsızdır. Zira hiçbir pazar, ABD’nin sunduğu ekonomik hacmi ve hızını tam anlamıyla karşılayamaz. Neticede, emperyalist kapitalizmin inşa ettiği borç sistemi, bu ülkeleri sürekli bir bağımlılık çemberinde tutarak ABD’ye ve Batılı finans çevrelerine ekonomik tavizler vermeye mecburiyetinde bırakır.

Aşırı Birikim ve Sermayenin Değersizleşmesi

Marx’ın Kapital’in üçüncü cildinde özellikle vurguladığı, kapitalist üretimin yapısal krizlerinin temelinde aşırı birikim sorununun yattığı gerçeği bugünün dünyası için çok daha yalın ve anlaşılabilir haldedir. Bu savları basitleştirilmiş bir şekilde özetlersek:

* Emek gücü, maliyetinden daha fazla değer üretebilen tek metadır. Metaların değeri, onların üretimi için toplumsal olarak gerekli ortalama emek miktarıyla belirlenir ve işçiler bir günde çalışmak için ihtiyaç duyduklarından daha fazla üretim yapabilir.

* Pazar rekabeti ve daha fazla emek sömürme gerekliliği, üretim araçlarına yatırımı teşvik eder. Bu durum, ilk hamleyi yapan kapitalistler için avantajlıdır ancak zamanla üretimde kullanılan emek miktarının makinelere kıyasla azalmasına yol açar.

* Üretkenlik ve teknoloji kullanımı ortalamalaşırken üretimdeki emek azalır, bu da yatırımlardan elde edilen kâr oranının düşmesine sebep olur. Daha büyük yatırımlar gerektikçe ve büyük yatırımlar daha fazla risk taşıdıkça, kapitalistler yatırım yapmaktan kaçınır veya borç alarak yatırımlarını sürdürmeye çalışır. Sonuç olarak, kârsız işletmelerin ve yatırım yapılacak alan bulamayan sermayenin yol açtığı bir ekonomik durgunluk ortaya çıkar.

* Krizin çözümü, kapitalist sınıf açısından ancak ücretleri düşürmek, sermayeyi daha düşük arazi ve emek maliyetine sahip pazarlara ihraç etmek, üretici güçlere daha fazla yatırım yapmak ve sermayenin fiziksel veya piyasa yoluyla imha edilmesiyle değer kaybetmesini sağlamak gibi yollarla mümkündür. Ancak, bu karşı eğilimlerin de bağlamsal ve mutlak sınırları vardır.

Bugün bütün veriler gösteriyor ki küresel kapitalizm, tarihinin en büyük aşırı birikim krizlerinden biriyle karşı karşıyadır:

* Küresel borç 250 trilyon dolara ulaşarak dünya GSYH’sinin %237’sine denk gelmiştir.

* Gelişmiş ekonomilerde üretkenlik artışı %1’in altına düşmüş, gelişmekte olan ekonomilerde ise önceki on yıla kıyasla ciddi bir gerileme yaşanmıştır.

* ABD şirketlerinin %50’si kârsız hâle gelmiş ve milyarderlerin üçte biri, varlıklarının büyük bir kısmını nakitte tutmaya başlamıştır.

Bu bağlamda, ABD’nin tarifeleri, yalnızca rakip emperyalist devletleri değil, aynı zamanda aşırı birikmiş sermayeyi değersizleştirerek yeni bir sermaye birikim döngüsünü başlatmayı amaçlamaktadır. Trump yönetiminin tarifeleri duyurduğu günden itibaren ABD borsasından trilyonlarca dolar silinmesi beklenmedik ve şaşırtıcı bir sonuç değildir. Örneğin, S&P 500 endeksinin sadece iki gün içinde 5 trilyon dolar kaybetmesi ciddi bir gerilemedir. Ancak bu süreç, sistemin yeniden yapılanması açısından bilinçli bir sermaye imha stratejisi olarak da değerlendirilebilir. Kapitalizmin, geçmiş krizlerde olduğu gibi, değersizleşen sermaye üzerinden yeni bir birikim sürecine girmeye çalışması, yabancısı olduğumuz bir olgu değildir.

Emperyalist Rekabetin Yeni Evresi

Tarihsel olarak, emperyalist devletler arasındaki rekabetin yalnızca ekonomik araçlarla sınırlı kaldığı bir aralık var mı bilmiyorum. Aksine, genellikle bu rekabetin kaçınılmaz olarak savaşlar ve çatışmalarla sonuçlandığı defalarca kanıtlandı. Bugün de bakıldığında ABD, emperyalist rakiplerine karşı ekonomik baskı araçlarını devreye sokarken, bağımlı ülkeleri de daha fazla borçlandırarak emperyalist sistemin sürdürülebilirliğini garanti altına almaya çalışıyor. Bu politikanın tarih sahnesine neler getireceğini hep birlikte göreceğiz fakat zaten dünyanın önemli ve coğrafi olarak bize yakın bir kısmı uzun yıllardır bu rekabetin dolaylı savaşlarına ve çatışmalarına sahne olmaktadır.

Sürdürülen bu yeni politikanın diğer bir ekonomik yanı da Trump yönetiminin faiz oranlarını düşürme çağrısıdır. Bunu ülkemizde yaşanan o travmatik ‘faiz düşmanlığı’ ‘nas politikalarıyla’ karıştırmamak gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar özneler bazında iki ülkenin baş karakterinde de “Mesih Kompleksi” olsa da, bu çağrının aynı çağrı olmadığını ekonomi veri ve ölçütler açık biçimde gösteriyor.

Trump yönetiminin yaptığı faiz düşürme çağrısı taşıyan hamle de aslında emperyalist politikanın diğer bir boyutunu ortaya koymaktadır. Çünkü faiz oranları, özellikle borçla yaşayan sermaye için kritik bir faktör olduğu bilinen bir gerçektir. Burada amaç, kriz sürecinde düşük faiz politikasıyla yatırım maliyetlerini azaltmak ve sermayenin yeni birikim alanlarına yönelmesini sağlamaktır. Tabii ki, küresel petrol fiyatlarındaki büyük düşüş de bu politikaların başka bir parçası olarak okunmalıdır. 3 ve 4 Nisan tarihlerinde petrol fiyatlarının sırasıyla %6 ve %7 oranında gerilemesi, sermaye yatırım maliyetlerini düşürmeye yönelik bilinçli bir girişim olarak önümüzde duruyor, verileri birleştirdiğinizde, böyle bir tanımlamanın yanlış bir tahlil olmayacağı kanısındayım.

Emperyalist Krizin Derinleşmesi

ABD’nin tarifeler yoluyla yürüttüğü ekonomik saldırının, emperyalist kriz dinamiklerinin bir yansıması olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Bu süreç, yalnızca rakip emperyalist güçleri değil, aynı zamanda emperyalizmin tahakkümü altındaki diğer ülkeleri borçlandırıp, bağımlı hâle getirerek yeni bir sömürü mekanizması yaratmayı amaçlamaktadır. Lenin’in de vurguladığı gibi, emperyalizm yalnızca ekonomik rekabetle değil, aynı zamanda sermayenin krizlerini yönetme ve yeni sömürü alanları yaratma çabalarıyla da şekillenir.

“Tekeller, oligarşi, özgürlük için değil, tahakküm için çabalar, artan sayıda küçük veya zayıf ulusun en zengin veya en güçlü ulus tarafından sömürülmesi - tüm bunlar bizi parazit veya bozan kapitalizm olarak tanımlamaya zorlayan emperyalizmin bu ayırt edici özelliklerini doğurdu.” [V. İ. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, 1916]

Bakıldığında, bugün dünya kapitalizminin içine girdiği kriz, geçmişteki krizlerden çok daha derin ve yıkıcıdır. Demek gerekir ki; emperyalist devletler arasındaki çelişkiler giderek keskinleşmekte ve şiddetlendirmektedir. Görülüyor ki bağımlı ülkeler açısından da bu durum, bağımsız bir sosyalist ekonomi inşa etme ihtiyacını daha da acil hâle getirmiştir. Çünkü ne anlatılırsa anlatılsın, hangi söylemle sunulursa sunulsun, her dönem kapitalizmin krizlerini aşma stratejileri, en nihayetinde işçi sınıfının ve ezilen halkların daha fazla yoksullaşması/sömürülmesi durumunu beraberinde getiriyor.

Bu bağlamda, sosyalist bir dünya düzeni için mücadele tek gerçek alternatif olarak önümüzde dururken, emperyalist tahakküme karşı örgütlü bir direnişin de bu mücadelenin ayrılmaz bir parçası olduğu, her geçen gün daha şiddetli bir biçimde yüzümüze çarpmaktadır.

C. Boran
9 Nisan 2025
Kaynak

Dipnot:
[*] Yazıda kullandığım “bağımlı dünya-bağımlı ülkeler” tanımı için “sömürge ve yarı-sömürge ülkeler” veya “emperyalizmin tahakkümü altındaki ülkeler” de uygun olabilir. “Ezilen dünya”, “çevre ülkeler” “küresel güney” gibi kavramsallaştırmaları doğru bulmadığımdan, benimsediklerim arasında en yalın olanı olan “bağımlı” kelimesini kullanmayı tercih ettim.

Kaynakça:
IMF, 2024 Global Debt Monitor, Aralık 2024, PDF.

Jan Mischke vd., “Investing in Productivity Growth”, 27 Mart 2024, Mckinsey.

Goldman Sachs, “The Risks of a Higher Rate Regime”, 8 Ekim 2023, PDF.

Robert Frank, “Millionaires are Hoarding Cash, Betting on Higher Rates, CNBC Survey Says”, 7 Haziran 2023, CNBC.

Peter Gratton, This Chart Could Explain Why Warren Buffett Is Holding $325 Billion in Cash”, 31 Ocak 2025, Investopedia.

“United States Private Debt to GDP”, Tradingeconomics.

Caroline Valetkevitch, “S&P 500 Loses $5 Trillion in Two Days in Trump Tariff Selloff”, 5 Nisan 2025, Reuters.

“Trump Says ‘Perfect Time’ for Fed to Cut Interest Rates”, 4 Nisan 2025, Reuters.

Erwin Seba, “Oil Dives More Than 6%, Steepest Fall in 3 Years on Tariffs, OPEC+ Supply Boost”, 3 Nisan 2025, Reuters.

Arathy Somasekhar, “Oil Dives 7% to Lowest in over 3 Years on China's Tariffs”, 4 Nisan 2025, Reuters.

“Debt Crisis: Developing Countries’ External Debt Hits Record $11.4 Trillion”, 17 Mart 2025, Unctad.

Richard Partington, “Trump’s ‘idiotic’ and flawed tariff calculations stun economists”, 3 Nisan 2025, Guardian.

0 Yorum: