Kapitalizmin
tarihsel kriz döngüsü, dünya çapında sermaye birikiminin sınırlarına
ulaşmasıyla yeni bir evreye giriyor. ABD’nin son dönemde uyguladığı gümrük
tarifeleri, ana akım ekonomi yorumcuları tarafından kaotik ve irrasyonel bir
politika olarak ele alınsa da, Marksist-Leninist bir perspektiften
bakıldığında, bu adımlar, emperyalizmin küresel hâkimiyetini pekiştirmek için
yürüttüğü bilinçli bir saldırının parçası olarak okunabilir. Tarifeler,
yalnızca ABD’ye sermaye çekme girişimi değil, aynı zamanda bağımlı[*] dünyadaki
ülkeleri borç ve ekonomik bağımlılık yoluyla daha da zayıflatmayı amaçlayan bir
politikanın aracıdır.
Tarifeler
ve Bağımlı Dünyanın Borç Kıskacı
ABD’nin
tarifeleri hesaplama yöntemi, ticaret açığını temel alarak belirlenir. Bunun,
ABD’ye ihracat bağımlılığı yüksek olan bağımlı ülkeler için yıkıcı sonuçlar
doğuracağı açıktır. Zira 2023 itibarıyla, bağımlı ülkelerin dış borcu 11,4
trilyon dolara ulaşarak ihracatlarının %99’u seviyesine yükselmiştir. Üstelik
bu borçların büyük bir kısmı dolar cinsindendir ve ABD’nin tarifeler yoluyla bu
ülkelerin ihracat gelirlerini azaltması, onların borçlarını ödeyemez hâle
gelmesine neden olmaktadır.
Bu
ekonomik kuşatma, emperyalizmin bağımlı dünyaya dayattığı yeni bir sömürü
biçimidir. Tarifeleri azaltmak isteyen ülkelerin, ABD sermayesinin taleplerine
boyun eğmek dışında bir seçeneği yok denecek kadar azdır. Alternatif olarak,
borçlarını finanse edebilmek için başka piyasalara yönelmeye çalışsalar bile,
bu durum pratikte neredeyse imkânsızdır. Zira hiçbir pazar, ABD’nin sunduğu
ekonomik hacmi ve hızını tam anlamıyla karşılayamaz. Neticede, emperyalist
kapitalizmin inşa ettiği borç sistemi, bu ülkeleri sürekli bir bağımlılık
çemberinde tutarak ABD’ye ve Batılı finans çevrelerine ekonomik tavizler
vermeye mecburiyetinde bırakır.
Aşırı
Birikim ve Sermayenin Değersizleşmesi
Marx’ın
Kapital’in üçüncü cildinde özellikle vurguladığı, kapitalist üretimin
yapısal krizlerinin temelinde aşırı birikim sorununun yattığı gerçeği bugünün
dünyası için çok daha yalın ve anlaşılabilir haldedir. Bu savları
basitleştirilmiş bir şekilde özetlersek:
*
Emek gücü, maliyetinden daha fazla değer üretebilen tek metadır. Metaların
değeri, onların üretimi için toplumsal olarak gerekli ortalama emek miktarıyla
belirlenir ve işçiler bir günde çalışmak için ihtiyaç duyduklarından daha fazla
üretim yapabilir.
*
Pazar rekabeti ve daha fazla emek sömürme gerekliliği, üretim araçlarına
yatırımı teşvik eder. Bu durum, ilk hamleyi yapan kapitalistler için
avantajlıdır ancak zamanla üretimde kullanılan emek miktarının makinelere
kıyasla azalmasına yol açar.
*
Üretkenlik ve teknoloji kullanımı ortalamalaşırken üretimdeki emek azalır, bu
da yatırımlardan elde edilen kâr oranının düşmesine sebep olur. Daha büyük
yatırımlar gerektikçe ve büyük yatırımlar daha fazla risk taşıdıkça,
kapitalistler yatırım yapmaktan kaçınır veya borç alarak yatırımlarını
sürdürmeye çalışır. Sonuç olarak, kârsız işletmelerin ve yatırım yapılacak alan
bulamayan sermayenin yol açtığı bir ekonomik durgunluk ortaya çıkar.
*
Krizin çözümü, kapitalist sınıf açısından ancak ücretleri düşürmek, sermayeyi
daha düşük arazi ve emek maliyetine sahip pazarlara ihraç etmek, üretici
güçlere daha fazla yatırım yapmak ve sermayenin fiziksel veya piyasa yoluyla
imha edilmesiyle değer kaybetmesini sağlamak gibi yollarla mümkündür. Ancak, bu
karşı eğilimlerin de bağlamsal ve mutlak sınırları vardır.
Bugün
bütün veriler gösteriyor ki küresel kapitalizm, tarihinin en büyük aşırı
birikim krizlerinden biriyle karşı karşıyadır:
*
Küresel borç 250 trilyon dolara ulaşarak dünya GSYH’sinin %237’sine denk
gelmiştir.
*
Gelişmiş ekonomilerde üretkenlik artışı %1’in altına düşmüş, gelişmekte olan
ekonomilerde ise önceki on yıla kıyasla ciddi bir gerileme yaşanmıştır.
*
ABD şirketlerinin %50’si kârsız hâle gelmiş ve milyarderlerin üçte biri,
varlıklarının büyük bir kısmını nakitte tutmaya başlamıştır.
Bu
bağlamda, ABD’nin tarifeleri, yalnızca rakip emperyalist devletleri değil, aynı
zamanda aşırı birikmiş sermayeyi değersizleştirerek yeni bir sermaye birikim
döngüsünü başlatmayı amaçlamaktadır. Trump yönetiminin tarifeleri duyurduğu
günden itibaren ABD borsasından trilyonlarca dolar silinmesi beklenmedik ve
şaşırtıcı bir sonuç değildir. Örneğin, S&P 500 endeksinin sadece iki gün
içinde 5 trilyon dolar kaybetmesi ciddi bir gerilemedir. Ancak bu süreç,
sistemin yeniden yapılanması açısından bilinçli bir sermaye imha stratejisi
olarak da değerlendirilebilir. Kapitalizmin, geçmiş krizlerde olduğu gibi,
değersizleşen sermaye üzerinden yeni bir birikim sürecine girmeye çalışması,
yabancısı olduğumuz bir olgu değildir.
Emperyalist
Rekabetin Yeni Evresi
Tarihsel
olarak, emperyalist devletler arasındaki rekabetin yalnızca ekonomik araçlarla
sınırlı kaldığı bir aralık var mı bilmiyorum. Aksine, genellikle bu rekabetin
kaçınılmaz olarak savaşlar ve çatışmalarla sonuçlandığı defalarca kanıtlandı.
Bugün de bakıldığında ABD, emperyalist rakiplerine karşı ekonomik baskı
araçlarını devreye sokarken, bağımlı ülkeleri de daha fazla borçlandırarak emperyalist
sistemin sürdürülebilirliğini garanti altına almaya çalışıyor. Bu politikanın
tarih sahnesine neler getireceğini hep birlikte göreceğiz fakat zaten dünyanın
önemli ve coğrafi olarak bize yakın bir kısmı uzun yıllardır bu rekabetin
dolaylı savaşlarına ve çatışmalarına sahne olmaktadır.
Sürdürülen
bu yeni politikanın diğer bir ekonomik yanı da Trump yönetiminin faiz
oranlarını düşürme çağrısıdır. Bunu ülkemizde yaşanan o travmatik ‘faiz
düşmanlığı’ ‘nas politikalarıyla’ karıştırmamak gerektiğini düşünüyorum. Her ne
kadar özneler bazında iki ülkenin baş karakterinde de “Mesih Kompleksi” olsa
da, bu çağrının aynı çağrı olmadığını ekonomi veri ve ölçütler açık biçimde
gösteriyor.
Trump
yönetiminin yaptığı faiz düşürme çağrısı taşıyan hamle de aslında emperyalist
politikanın diğer bir boyutunu ortaya koymaktadır. Çünkü faiz oranları,
özellikle borçla yaşayan sermaye için kritik bir faktör olduğu bilinen bir
gerçektir. Burada amaç, kriz sürecinde düşük faiz politikasıyla yatırım
maliyetlerini azaltmak ve sermayenin yeni birikim alanlarına yönelmesini
sağlamaktır. Tabii ki, küresel petrol fiyatlarındaki büyük düşüş de bu
politikaların başka bir parçası olarak okunmalıdır. 3 ve 4 Nisan tarihlerinde
petrol fiyatlarının sırasıyla %6 ve %7 oranında gerilemesi, sermaye yatırım
maliyetlerini düşürmeye yönelik bilinçli bir girişim olarak önümüzde duruyor,
verileri birleştirdiğinizde, böyle bir tanımlamanın yanlış bir tahlil
olmayacağı kanısındayım.
Emperyalist
Krizin Derinleşmesi
ABD’nin
tarifeler yoluyla yürüttüğü ekonomik saldırının, emperyalist kriz
dinamiklerinin bir yansıması olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Bu süreç,
yalnızca rakip emperyalist güçleri değil, aynı zamanda emperyalizmin tahakkümü
altındaki diğer ülkeleri borçlandırıp, bağımlı hâle getirerek yeni bir sömürü
mekanizması yaratmayı amaçlamaktadır. Lenin’in de vurguladığı gibi, emperyalizm
yalnızca ekonomik rekabetle değil, aynı zamanda sermayenin krizlerini yönetme
ve yeni sömürü alanları yaratma çabalarıyla da şekillenir.
“Tekeller, oligarşi,
özgürlük için değil, tahakküm için çabalar, artan sayıda küçük veya zayıf
ulusun en zengin veya en güçlü ulus tarafından sömürülmesi - tüm bunlar bizi
parazit veya bozan kapitalizm olarak tanımlamaya zorlayan emperyalizmin bu
ayırt edici özelliklerini doğurdu.” [V. İ. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin
En Yüksek Aşaması, 1916]
Bakıldığında,
bugün dünya kapitalizminin içine girdiği kriz, geçmişteki krizlerden çok daha
derin ve yıkıcıdır. Demek gerekir ki; emperyalist devletler arasındaki
çelişkiler giderek keskinleşmekte ve şiddetlendirmektedir. Görülüyor ki bağımlı
ülkeler açısından da bu durum, bağımsız bir sosyalist ekonomi inşa etme
ihtiyacını daha da acil hâle getirmiştir. Çünkü ne anlatılırsa anlatılsın,
hangi söylemle sunulursa sunulsun, her dönem kapitalizmin krizlerini aşma
stratejileri, en nihayetinde işçi sınıfının ve ezilen halkların daha fazla
yoksullaşması/sömürülmesi durumunu beraberinde getiriyor.
Bu
bağlamda, sosyalist bir dünya düzeni için mücadele tek gerçek alternatif olarak
önümüzde dururken, emperyalist tahakküme karşı örgütlü bir direnişin de bu
mücadelenin ayrılmaz bir parçası olduğu, her geçen gün daha şiddetli bir
biçimde yüzümüze çarpmaktadır.
C. Boran
9
Nisan 2025
Kaynak
Dipnot:
[*] Yazıda kullandığım “bağımlı dünya-bağımlı ülkeler” tanımı için “sömürge ve
yarı-sömürge ülkeler” veya “emperyalizmin tahakkümü altındaki ülkeler” de uygun
olabilir. “Ezilen dünya”, “çevre ülkeler” “küresel güney” gibi
kavramsallaştırmaları doğru bulmadığımdan, benimsediklerim arasında en yalın
olanı olan “bağımlı” kelimesini kullanmayı tercih ettim.
Kaynakça:
IMF, 2024 Global Debt Monitor, Aralık 2024, PDF.
Jan
Mischke vd., “Investing in Productivity Growth”, 27 Mart 2024, Mckinsey.
Goldman
Sachs, “The Risks of a Higher Rate Regime”, 8 Ekim 2023, PDF.
Robert
Frank, “Millionaires are Hoarding Cash, Betting on Higher Rates, CNBC Survey Says”,
7 Haziran 2023, CNBC.
Peter
Gratton, This Chart Could Explain Why Warren Buffett Is Holding $325 Billion in
Cash”, 31 Ocak 2025, Investopedia.
“United
States Private Debt to GDP”, Tradingeconomics.
Caroline
Valetkevitch, “S&P 500 Loses $5 Trillion in Two Days in Trump Tariff Selloff”,
5 Nisan 2025, Reuters.
“Trump
Says ‘Perfect Time’ for Fed to Cut Interest Rates”, 4 Nisan 2025, Reuters.
Erwin
Seba, “Oil Dives More Than 6%, Steepest Fall in 3 Years on Tariffs, OPEC+ Supply
Boost”, 3 Nisan 2025, Reuters.
Arathy
Somasekhar, “Oil Dives 7% to Lowest in over 3 Years on China's Tariffs”, 4
Nisan 2025, Reuters.
“Debt
Crisis: Developing Countries’ External Debt Hits Record $11.4 Trillion”, 17 Mart
2025, Unctad.
Richard Partington, “Trump’s ‘idiotic’ and flawed tariff calculations stun economists”, 3 Nisan 2025, Guardian.
0 Yorum:
Yorum Gönder