11
Eylül, önemli bir moment. Amerika’da liberallerin sosyalistleri ve feministleri
Müslüman’a ve Doğu’ya yönelik savaşta devlete örgütlediklerinden söz ediliyor.
Bu fikir ve pratik, Türkiye’ye de ithal edildi. Kadrolar ve program, 11 Eylül’e
göre şekillendi. 11 Eylül, kimi solcuları satın aldı.
Misal,
Mehmet Güneş’in Mayacılarla çıkarttığı Bilinç ve Eylem dergisi ve onun
“Doğu Devrimi” ile alakalı gevezelikleri, bu saldırıya uyum sağlama, saldırıyı
gerçekleştirenlerden rol dilenme çabasının ürünüydü.[1] Şimdi Güneş, “kimse
bizim İran’da devrim yapmamıza mani olamaz, Amerika’yla devrim yapcaaz!”
diyor.[2] Mossad ajanlarıyla “sıçrayacağını” söylüyor. Amerikan devrimine
bağlanıyor. 2000’lerin başında “Doğu devrimi” ya da “Avrasya devrimi”
diyenlerin hep birlikte emperyalizme örgütlendikleri görülüyor.
Metin
Kayaoğlu’nun yetiştirdiği bir kadrosu var. Avrupa’ya iltica etmek için
çabaladığı süreçte Rum olduğunu keşfetti. Bugün Amerikan işgalini savunuyor.
İstanbul’un Yunan’a ait olmasını istiyor. Tüm Anadolu’nun “Müslüman Romalılar”
olduğunu söylüyor. Tabii egemenlere yaranmak için son vurucu cümleyi dile
dökmeden edemiyor: “Mustafa Kemal de Rum’du.” O da kendisini kurucu ideolojiyle
meşrulaştırmaya çalışıyor. Her solcu gibi, sahiplerinin önüne koyduğu çanağa
göre konuşuyor.
Hem
Alevi, hem Sünni, hem Kürt hem Rum hem Türk hem agnostik hem sosyalist, hem
şirket yöneticisi hem de liberal olan Mustafa Kemal, herkesçe bir kılıf ve zırh
olarak kullanılıyor. Herkes, o mumyanın içini kendi malzemesiyle dolduruyor.
Nâzım Bey’i “dış mihrak” olarak görüp, ona ve partisine düşmanlık eden irade,
bugün kendi dişine uygun bir komünist hareket inşa ediyor.[3] Resmi komünist
partisi, tüm hareketi ele geçiriyor. Bugün her örgütte TKP’nin “kurucu önderi
olarak Atatürk” konuşuyor. Herkes, onun elindeki pergele uygun bir kafatasına sahip
olmak için uğraşıyor.
Bu
Alayoğlu, abuk subuk DNA haritaları üzerinden, bilimle ve Marksizmle alakası
olmayan gevezelikler ediyor. Aslında atasının izinde o da “pergelle kafatası
ölçüyor”. Önder paşası gibi “burası pek Türk değil, dışarıdan Türk getirelim”
diyor. Arap Alevisini asimile etmek istiyor. Anadolu’yu, Rum ilini Müslüman’dan
arındırıyor.
Aslında
Alayoğlu, İsmet Özel ile aynı şeyi söylüyor. “Ülkede bir millet varsa onu var
eden, Müslümanlıktır” diyor. Dolayısıyla, Müslümanlıktan arındırıldığında,
basit bir işlemle, milleti ortadan kaldırdığımızda, geriye sevip sayacağı, Batı
emperyalizminin bağrına basacağı bir ülkenin ortaya çıkacağını düşünüyor.[4]
Müslüman’a düşmanlığı, Batı emperyalizminden öğreniyor. O Müslümanlıktaki
kolektivizmi, halk iradesini ve eşitleyiciliği sevmiyor. Tarağın dişleri gibi
olmak istemediği için burjuvazinin kokulu saçlarına toka oluyor. Efendileri adına trollük yapıyor.
“Pax-Americana”
ve “Pax-Romana” bu tür ajanlar şahsında birleşiyor. Bazı solcular,
Amerikan barışı ile Roma barışı arasında bağ kuruyorlar. Spartaküsleri tasfiye
ettikten, örgütleri böldükten, hareketi kısırlaştırdıktan sonra Roma
özlemlerine gerekli zemini oluşturuyorlar. Roma’nın her yeri düzleyip huzuru
getirmesini barış zannediyorlar.
Bu
Bütünsel Marksist Ali Osman Alayoğlu’nun sahiplendiği Bizans düzeni, köyü
boşlayıp kente çekildi. Doğudan gelen göçler, önce o kırsal alanı ele geçirdi.
Üretimi kontrol eden kavimler, tarihsel devrimcilik gereği, Bizans ilini
İstanbul yaptılar.
“[…] sonra Bizans’a
neoliberal fikirler sızdı; zira […] bu fikirler, insanlığın icat ettiği, vebaya
benzer bir hastalıktı, tıpkı tefecilik gibi. Bizanslı neoliberaller,
asilzadelere ve yükselen kapitalistlere Anadolu topraklarının özelleştirilmesi
gerektiğini anlattılar; dağlardaki iktisaden verimsiz tarım da sona
erdirilmeliydi ve bunun yerine büyük çapta koyun yetiştiriciliği
başlatılmalıydı. Zengin ve güçlüler bu öğüdü dinlediler. Topraklara el
koydular, onları çayıra çevirdiler ve iyi kâr ettiler. İşsiz ve topraksız
köylüler Konstantinopol’e toplandılar, dağlarını ıssız bıraktılar. Neoliberal
fikriyat değerini ispatladı: Boğaziçi kenarındaki Büyük Şehir, çok miktarda
koyun eti ve bir o kadar da ucuz işgücü elde etti. O sırada Türkmen kabileleri
sınırlardan Anadolu’ya baktılar ve güzel bir sürprizle karşılaştılar: Küçük
Asya bomboştu; sürülerle koyun ve birkaç koyun çobanı vardı. İçeri girdiler,
koyunlardan güzel kebap yaptılar, buldukları çobanları da kendilerine kattılar
ve Osmanlı Devleti’ni kurdular. Kısa süre sonra Büyük Şehir’i de aldılar, çünkü
hinterlandsız bir şehir yaşayamazdı.”[5]
Alayoğlu
dün, tıpkı Mehmet Güneş gibi, hiç alakası olmadığı Hikmet Kıvılcımlıcılığı
satıyordu, şimdi Venizelosçuluğu satıyor. Neoliberal ağalara uşaklık ediyor.
Derdi, Rumluk, Yunan veya ezilen Pontos da değil. Kendi bireyliği ile
neoliberalizm arasında bağ kurmuş. Kendisini orada tarif etmiş. Eski asker
olarak yeni ordulara dâhil edilmiş. Asker olarak sırtının sıvazlanmasını, boş
beleş yaşamının birilerince beslenmesini istiyor. Hepsi bu.
Vaktiyle
Alayoğlu’nun önderi Venizelos’a İngilizler, İstanbul’u öneriyorlar, ama o,
İzmir’i istiyor. Çünkü İzmir, ticaret ve ekonomi açısından İstanbul’dan daha
önemli. O gün Yunan’a Lloyd George’un verdiği destek, Filistin’den Hindistan’a
uzanan ticaret yoluyla ilgili.
“Lloyd George’un stratejik
amacı, Doğu Akdeniz’de kurulacak büyük Yunanistan ile Filistin’deki emperyalist
projeyi birbirine bağlamak, buradan da bu iki İngiliz yanlısı (ona tabi)
Hristiyan devletiyle Hindistan ve Güney Asya’da İngilizlere ait topraklar arasında
bağ kurmaktı.”[6]
Bugün
bu türden Mossad ajanları, aynı hat için çalışıyorlar. Rum postu ardına
saklanan kripto Yahudiler, halklara düşmanlık ediyorlar. Halkı Müslüman
yükünden, dikeninden, çapağından kurtarmak için uğraşıyorlar. Irkçı bir yerden
saldırdıkları Müslüman’ı emperyalizm ve devlet için dövüyorlar. AKP denilen
partinin Müslümanlıkla bir alakasının olmadığını bal gibi biliyorlar. Onu
bahane edip Müslüman kitleye saldırıyorlar. Görevlerini ifa ediyorlar.
Charlie
Hebdo saldırısının gerçekleştirildiği gün bir İngiliz sosyalisti, “Müslümanlara
karşı kaçınılmaz devletçi saldırının safına geçmemeliyiz, bir fetiş hâline
getirilmiş, ırkçılaştırılmış bir ‘sekülerizm’i savunmak denilen o ideolojik
vazifeyi üstlenmemeliyiz ve bizi ırkçı bir kurumla dayanışma içine girmeye
zorlayan o şantaja asla boyun eğmemeliyiz” diyordu.[7] O saldırı sonrası korkup
kenara çekilen ama sonra bir şekilde aparatlaşan Leman dergisine yönelik
saldırının ardından hiçbir sosyalist, böyle cümleler kurmadı. “Gazze’ye yağan
bombaların sebebi dindir” diyen, iki dinin peygamberini alaya alan karikatüre
sahip çıktı. İttihada milliyetçiliğin; terakkiye dinin mani olduğunu düşünen solcular,
Talat Paşa çizgisine örgütlendiler. Paşa da İngiliz çizgisine bağlıydı.
Solun
dili de fikri de esir. Çünkü sosyalist hareket, 2007 sonrası o safa geçti, o
vazifeyi üstlendi, o şantaja boyun eğdi. Sırf CHP’nin çanaklarını yalayacağım
diye, hem Müslüman içi sınıf mücadelesinden koptu hem de Müslüman’ın sınıf
mücadelesinden uzaklaştı. Devletin de sermayenin de istediği buydu.
Eren Balkır
4
Temmuz 2025
Dipnotlar:
[1] Bu derginin yürüttüğü tartışma, şu yazıda eleştirilmişti: Eren Balkır,
“Ekim’in Doğusu, Doğu’nun Ekim’i”, 2005, İştiraki.
[2]
Mehmet Güneş, “İran-İsrail Savaşı ve Türkiye Solunun Hal-i Pür Melali”, 18
Haziran 2025, Justpaste.
[3]
Mustafa Kemal Atatürk, “Nâzım Bey Vakası”, 1927, İştiraki.
[4]
Elias Ypsilantidis, “Constantinople Türk işgali altında”, 30 Haziran 2025, X.
[5]
İsrail Şamir, “Sumud ve Akış”, 23 Ağustos 2003, İştiraki.
[6]
Vasilis K. Fuskas ve Bülent Gökay, “Lenin’in ‘Doğu Politikası’, Türkiye ve
Yunanistan’da Komünizm”, 2020, İştiraki.
[7] Richard Seymour, “Charlie Hebdo”, 7 Ocak 2015, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder