09 Temmuz 2025

,

Urum

11 Eylül, önemli bir moment. Amerika’da liberallerin sosyalistleri ve feministleri Müslüman’a ve Doğu’ya yönelik savaşta devlete örgütlediklerinden söz ediliyor. Bu fikir ve pratik, Türkiye’ye de ithal edildi. Kadrolar ve program, 11 Eylül’e göre şekillendi. 11 Eylül, kimi solcuları satın aldı.

Misal, Mehmet Güneş’in Mayacılarla çıkarttığı Bilinç ve Eylem dergisi ve onun “Doğu Devrimi” ile alakalı gevezelikleri, bu saldırıya uyum sağlama, saldırıyı gerçekleştirenlerden rol dilenme çabasının ürünüydü.[1] Şimdi Güneş, “kimse bizim İran’da devrim yapmamıza mani olamaz, Amerika’yla devrim yapcaaz!” diyor.[2] Mossad ajanlarıyla “sıçrayacağını” söylüyor. Amerikan devrimine bağlanıyor. 2000’lerin başında “Doğu devrimi” ya da “Avrasya devrimi” diyenlerin hep birlikte emperyalizme örgütlendikleri görülüyor.

Metin Kayaoğlu’nun yetiştirdiği bir kadrosu var. Avrupa’ya iltica etmek için çabaladığı süreçte Rum olduğunu keşfetti. Bugün Amerikan işgalini savunuyor. İstanbul’un Yunan’a ait olmasını istiyor. Tüm Anadolu’nun “Müslüman Romalılar” olduğunu söylüyor. Tabii egemenlere yaranmak için son vurucu cümleyi dile dökmeden edemiyor: “Mustafa Kemal de Rum’du.” O da kendisini kurucu ideolojiyle meşrulaştırmaya çalışıyor. Her solcu gibi, sahiplerinin önüne koyduğu çanağa göre konuşuyor.

Hem Alevi, hem Sünni, hem Kürt hem Rum hem Türk hem agnostik hem sosyalist, hem şirket yöneticisi hem de liberal olan Mustafa Kemal, herkesçe bir kılıf ve zırh olarak kullanılıyor. Herkes, o mumyanın içini kendi malzemesiyle dolduruyor. Nâzım Bey’i “dış mihrak” olarak görüp, ona ve partisine düşmanlık eden irade, bugün kendi dişine uygun bir komünist hareket inşa ediyor.[3] Resmi komünist partisi, tüm hareketi ele geçiriyor. Bugün her örgütte TKP’nin “kurucu önderi olarak Atatürk” konuşuyor. Herkes, onun elindeki pergele uygun bir kafatasına sahip olmak için uğraşıyor.

Bu Alayoğlu, abuk subuk DNA haritaları üzerinden, bilimle ve Marksizmle alakası olmayan gevezelikler ediyor. Aslında atasının izinde o da “pergelle kafatası ölçüyor”. Önder paşası gibi “burası pek Türk değil, dışarıdan Türk getirelim” diyor. Arap Alevisini asimile etmek istiyor. Anadolu’yu, Rum ilini Müslüman’dan arındırıyor.

Aslında Alayoğlu, İsmet Özel ile aynı şeyi söylüyor. “Ülkede bir millet varsa onu var eden, Müslümanlıktır” diyor. Dolayısıyla, Müslümanlıktan arındırıldığında, basit bir işlemle, milleti ortadan kaldırdığımızda, geriye sevip sayacağı, Batı emperyalizminin bağrına basacağı bir ülkenin ortaya çıkacağını düşünüyor.[4] Müslüman’a düşmanlığı, Batı emperyalizminden öğreniyor. O Müslümanlıktaki kolektivizmi, halk iradesini ve eşitleyiciliği sevmiyor. Tarağın dişleri gibi olmak istemediği için burjuvazinin kokulu saçlarına toka oluyor. Efendileri adına trollük yapıyor.

Pax-Americana” ve “Pax-Romana” bu tür ajanlar şahsında birleşiyor. Bazı solcular, Amerikan barışı ile Roma barışı arasında bağ kuruyorlar. Spartaküsleri tasfiye ettikten, örgütleri böldükten, hareketi kısırlaştırdıktan sonra Roma özlemlerine gerekli zemini oluşturuyorlar. Roma’nın her yeri düzleyip huzuru getirmesini barış zannediyorlar.

Bu Bütünsel Marksist Ali Osman Alayoğlu’nun sahiplendiği Bizans düzeni, köyü boşlayıp kente çekildi. Doğudan gelen göçler, önce o kırsal alanı ele geçirdi. Üretimi kontrol eden kavimler, tarihsel devrimcilik gereği, Bizans ilini İstanbul yaptılar.

“[…] sonra Bizans’a neoliberal fikirler sızdı; zira […] bu fikirler, insanlığın icat ettiği, vebaya benzer bir hastalıktı, tıpkı tefecilik gibi. Bizanslı neoliberaller, asilzadelere ve yükselen kapitalistlere Anadolu topraklarının özelleştirilmesi gerektiğini anlattılar; dağlardaki iktisaden verimsiz tarım da sona erdirilmeliydi ve bunun yerine büyük çapta koyun yetiştiriciliği başlatılmalıydı. Zengin ve güçlüler bu öğüdü dinlediler. Topraklara el koydular, onları çayıra çevirdiler ve iyi kâr ettiler. İşsiz ve topraksız köylüler Konstantinopol’e toplandılar, dağlarını ıssız bıraktılar. Neoliberal fikriyat değerini ispatladı: Boğaziçi kenarındaki Büyük Şehir, çok miktarda koyun eti ve bir o kadar da ucuz işgücü elde etti. O sırada Türkmen kabileleri sınırlardan Anadolu’ya baktılar ve güzel bir sürprizle karşılaştılar: Küçük Asya bomboştu; sürülerle koyun ve birkaç koyun çobanı vardı. İçeri girdiler, koyunlardan güzel kebap yaptılar, buldukları çobanları da kendilerine kattılar ve Osmanlı Devleti’ni kurdular. Kısa süre sonra Büyük Şehir’i de aldılar, çünkü hinterlandsız bir şehir yaşayamazdı.”[5]

Alayoğlu dün, tıpkı Mehmet Güneş gibi, hiç alakası olmadığı Hikmet Kıvılcımlıcılığı satıyordu, şimdi Venizelosçuluğu satıyor. Neoliberal ağalara uşaklık ediyor. Derdi, Rumluk, Yunan veya ezilen Pontos da değil. Kendi bireyliği ile neoliberalizm arasında bağ kurmuş. Kendisini orada tarif etmiş. Eski asker olarak yeni ordulara dâhil edilmiş. Asker olarak sırtının sıvazlanmasını, boş beleş yaşamının birilerince beslenmesini istiyor. Hepsi bu.

Vaktiyle Alayoğlu’nun önderi Venizelos’a İngilizler, İstanbul’u öneriyorlar, ama o, İzmir’i istiyor. Çünkü İzmir, ticaret ve ekonomi açısından İstanbul’dan daha önemli. O gün Yunan’a Lloyd George’un verdiği destek, Filistin’den Hindistan’a uzanan ticaret yoluyla ilgili.

“Lloyd George’un stratejik amacı, Doğu Akdeniz’de kurulacak büyük Yunanistan ile Filistin’deki emperyalist projeyi birbirine bağlamak, buradan da bu iki İngiliz yanlısı (ona tabi) Hristiyan devletiyle Hindistan ve Güney Asya’da İngilizlere ait topraklar arasında bağ kurmaktı.”[6]

Bugün bu türden Mossad ajanları, aynı hat için çalışıyorlar. Rum postu ardına saklanan kripto Yahudiler, halklara düşmanlık ediyorlar. Halkı Müslüman yükünden, dikeninden, çapağından kurtarmak için uğraşıyorlar. Irkçı bir yerden saldırdıkları Müslüman’ı emperyalizm ve devlet için dövüyorlar. AKP denilen partinin Müslümanlıkla bir alakasının olmadığını bal gibi biliyorlar. Onu bahane edip Müslüman kitleye saldırıyorlar. Görevlerini ifa ediyorlar.

Charlie Hebdo saldırısının gerçekleştirildiği gün bir İngiliz sosyalisti, “Müslümanlara karşı kaçınılmaz devletçi saldırının safına geçmemeliyiz, bir fetiş hâline getirilmiş, ırkçılaştırılmış bir ‘sekülerizm’i savunmak denilen o ideolojik vazifeyi üstlenmemeliyiz ve bizi ırkçı bir kurumla dayanışma içine girmeye zorlayan o şantaja asla boyun eğmemeliyiz” diyordu.[7] O saldırı sonrası korkup kenara çekilen ama sonra bir şekilde aparatlaşan Leman dergisine yönelik saldırının ardından hiçbir sosyalist, böyle cümleler kurmadı. “Gazze’ye yağan bombaların sebebi dindir” diyen, iki dinin peygamberini alaya alan karikatüre sahip çıktı. İttihada milliyetçiliğin; terakkiye dinin mani olduğunu düşünen solcular, Talat Paşa çizgisine örgütlendiler. Paşa da İngiliz çizgisine bağlıydı.

Solun dili de fikri de esir. Çünkü sosyalist hareket, 2007 sonrası o safa geçti, o vazifeyi üstlendi, o şantaja boyun eğdi. Sırf CHP’nin çanaklarını yalayacağım diye, hem Müslüman içi sınıf mücadelesinden koptu hem de Müslüman’ın sınıf mücadelesinden uzaklaştı. Devletin de sermayenin de istediği buydu.

Eren Balkır
4 Temmuz 2025

Dipnotlar:
[1] Bu derginin yürüttüğü tartışma, şu yazıda eleştirilmişti: Eren Balkır, “Ekim’in Doğusu, Doğu’nun Ekim’i”, 2005, İştiraki.

[2] Mehmet Güneş, “İran-İsrail Savaşı ve Türkiye Solunun Hal-i Pür Melali”, 18 Haziran 2025, Justpaste.

[3] Mustafa Kemal Atatürk, “Nâzım Bey Vakası”, 1927, İştiraki.

[4] Elias Ypsilantidis, “Constantinople Türk işgali altında”, 30 Haziran 2025, X.

[5] İsrail Şamir, “Sumud ve Akış”, 23 Ağustos 2003, İştiraki.

[6] Vasilis K. Fuskas ve Bülent Gökay, “Lenin’in ‘Doğu Politikası’, Türkiye ve Yunanistan’da Komünizm”, 2020, İştiraki.

[7] Richard Seymour, “Charlie Hebdo”, 7 Ocak 2015, İştiraki.

0 Yorum: