Charlie Hebdo
bürolarında gazeteciler, birkaç mankafa tarafından yakın mesafeden
makinelilerle taranarak öldürüldüler. Bu cinayetlere dair eksiksiz, tutarlı bir
politik hikâyeye sahip olmak için şimdilik çok erken. Bu noktada elde sadece
doğru ama bir o kadar basmakalıp ifadeler kalıyor: “Orada yaşananların bahanesi
olamaz”, “Gazetecilere yönelik saldırıları bütünüyle kınıyoruz”, “Özgürlükleri
kanımızın son damlasına kadar savunacağız” falan filan. Eğer gerçekten bir
vaaza ihtiyacınız varsa, siz yanlış yerdesiniz.
Gelgelelim medya, açıklayıcı bir hikâyeye ilk başta
tümüyle tali olan kimi detayları iliştiriyor ve ortaya, aceleye getirilmiş bir
hükümde bulunan, yaygın bir dizi anlatı çıkıyor. Varsayıma göre katiller bir
tür İslamcı örgüt üyesi, muhtemelen de IŞİD’le bağlantılı; örgüt, derginin
İslam’a düzenli olarak alaycı biçimde saldırıyor oluşunu gazetecileri idam
ederek, politik manada cezalandırıyor. Ama bu konuda başlangıç noktası olarak,
görünenin ötesinde olan bitene dair bir şeyler söylemek gerekiyor.
İlk husus, Francois Hollande’ın bu saldırının
“terörist” bir saldırı olduğunu epey erken ilân etmiş olması. Artık bu
saldırının amacını anlamak için herhangi bir somut detayı bilmeye ihtiyacımız
yok. “Terörizm”, bilimsel bir terim değil: yapısı itibarıyla normatif.
“Terörizm” sözcüğünün bu türden bir bağlam dâhilinde neden kullanıldığı şimdi
daha iyi anlaşılıyor. Daha önce söylediğim üzere, Woolwich'te palalı gencin
işlediği cinayet, bir anlatım aracı olarak iş görmüş, bir avuç insan, çileci
bir savunmaya başvurarak, cinayetin medeniyete yönelik bir tehdit olarak
algılanması gerektiğini iddia etmişti (burada tehdit altında olanlar, “İngiliz
değerleri”, “cumhuriyet”, “Batı” vs. idi.). Bu anlatı, Müslümanları hedef hâline
getirme eğiliminde olan baskıcı ve güvenlikçi tepkileri meşrulaştırmış, bu
anlayış, İngiliz hükümetinin önleme stratejisine dayalı kırmızı kitabına
girmişti.
İkinci husus ise şu: ortalıkta dergiyi, “batılı
değerler”in güçlü bir savunucusu olarak savunmaya, hatta kimi örneklerde
görüldüğü üzere, onu solcu din karşıtlığının ustalıklı ve radikal bir kalesi
olarak müdafaa etmeye dönük muazzam bir baskı söz konusu. (Bu baskı, kimi
ifadeler dâhilinde, bu gazetecilerin bazılarının aynı zamanda örgütlü Fransız
solunun üyeleri olduğu söylendiğinde, daha şiddetli bir biçimde hissediliyor.)
Oysa saldırıya uğrayan gazetecilerle dayanışma içerisine girip, gazetecilerin “meşru
birer hedef” olduğu fikrini kabullenmeye itiraz etmekle, açıktan ırkçı olan bir
yayınla dayanışma içerisine girmek arasında önemli bir fark var. Bu hususu
burada tartışarak vakit harcayacak değilim: başka ne yapıyor olursa olsun ve ne
türden geçerli yorumlar sunuyor olursa olsun, bu derginin İslam’ı takdim etme
biçimi ırkçıdır. Eğer bu konuda ikna olmanız gerekiyorsa, size araştırma
yapmanızı, bu işe de Edward Said’in Şarkiyatçılık eseriyle ve İslamofobi
ile ilgili giriş niteliğindeki temel metinlerle başlamanızı, ardından da
sohbete geri dönmenizi öneririm.
Ara not: O “Sorunlu Dönem” boyunca Thatcher’ın attığı
en alçakça adımlarından biri, Gibraltar’daki silâhsız üç IRA üyesini öldürmek
için SAS komandolarını göndermekti. Uluslararası Af Örgütü, bu korkunç
saldırıyı yargısız infaz vakası olarak değerlendirdi ve bir soruşturma
başlattı. Muhafazakâr Parti sıralarından uğultuları Thatcher ustalıkla
yönlendirdi, alaycı ve kibirli bir ifadeyle şunu söyledi:
“Umarım
Uluslararası Af Örgütü’nün 1969’dan beri IRA tarafından öldürülen iki binden
fazla insanla ilgili de kimi endişeleri mevcuttur.”
“Terörle mücadele” süresince bu türden “ya bizdensin
ya da bize karşısın” olarak özetlenebilecek kamplaştırıcı yaklaşımın sahip
olduğu tehlikeler hâlâ hafızalarımızda. Bugün maalesef bu tarz yaklaşımlara
daha fazla tanık olacakmışız gibi geliyor bana. Muhtemelen birçok insan, bu
politik şantaja teslim olmayı tercih edecek. Charlie Hebdo’yu
eleştirmezden önce “doğru düzgün bir mesafe” koymamız gerektiğini söyleyecek,
sonuçta da genel beğeniye mahkûm olacak.
Fransa’da Müslüman karşıtı tepkinin ölçeği, Almanya’da
giderek büyüyen Müslüman karşıtı hareketlere dönük korkular, İngiltere’de
sürekli artan Müslüman karşıtı kaygılar ve bu zulmün ortaya koyabileceği
ideolojik amaçlar dikkate alındığında, bu meseleyi doğru anlamamız zorunlu.
Hayır, Charlie Hebdo’nun büroları, katliamın sebebi ne olursa olsun,
silâhlı şerefsizlerce basılmamalı. Hayır, gazeteciler, katliam için meşru birer
hedef değildirler. Ama şuna da hayır: Müslümanlara karşı kaçınılmaz devletçi
saldırının safına geçmemeliyiz, bir fetiş hâline getirilmiş, ırkçılaştırılmış
bir “sekülerizm”i savunmak denilen o ideolojik vazifeyi üstlenmemeliyiz ve bizi
ırkçı bir kurumla dayanışma içine girmeye zorlayan o şantaja asla boyun
eğmemeliyiz.
Richard Seymour
7 Ocak 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder