“Gökkubbe Çöktü” [Hasan Ruhulemin -Tahran 2016]
Beş
on yıl önce arkadaşlarla bir sohbet esnasında, yeri geldi Kerbelâ’dan bir örnek
vermek istedim. Bir arkadaşımız sözümü kesti, “O konulara girme” dedi. Ben yine
de devam etmek isteyince, sesi sertleşti. Devam etmemi istemedi; “dilimizi
kirletmeyelim!” dedi.
Kerbelâ
hadisesini çok geç öğrenmiş biri olarak bu “sansür” beni şaşırtmadı. Çünkü
bireysel bir şey değildi. Hz. Hüseyin’in şehadeti, çok çeşitli teknikler
kullanılarak, bir şekilde geri plana itilmişti.
Bu
tekniklerden biri de bütün mutlu olayların bugüne denk getirilmesiydi. Hz.
Yusuf’un kuyudan kurtulmasından tutun da, Yunus Aleyhisselam’ın balığın
karnından kurtulmasına kadar hepsi 10 Muharrem’de olmuştu! Kızıldeniz bugünde
yarılmış, Hz. Eyyüp bugün şifa bulmuş, Hz. Davud’un tevbesi bugün kabul
edilmiş, Hz Nuh’un gemisi bugün Cudi’ye oturmuştu, Hz. İsmail bugün doğmuştu.
Dolayısıyla “âşura” günü, böylelikle “aşure” gününe dönmüştü. Kerbelâ hadisesi
de bu mutlu günler içinde bir detay olarak kalmıştı. Tarihimizin belki de bizim
için en öğretici olayından mahrum bırakılmıştık.
Peki
neden böyle yapılmıştı? Kerbelâ’yı hakkıyla öğrenseydik, Hz. Hüseyin’in neden
şehid edildiğini bilseydik, ne olurdu?
Çok
şey olurdu.
Her
şeyden önce bugün Gazze’yi yalnız bırakmayı böylesine meşrulaştıramazdık. Bin
bir mazeret bularak İsrail’le ilişkileri normalleştiremezdik.
Kendini
“hadimül haremeyn” görenler saraylarda oturamazdı. Emperyalistlerin elini
sıkamazdı.
Eğer
Hz. Hüseyin’in “Kanım dökülmeden ayakta kalmayacaksa Muhammed’in dini, ey
kılıçlar gelin alın beni! Parçalayın bedenimi!” sözü şiarımız olsaydı, kimse
bize boyun eğdiremezdi.
Hz.
Hüseyin’in bu şiar uğruna altı aylık yavrusunu feda ettiğini kalbimize
yerleştirmiş olsaydık, bugün Siyonistler bu bölgede kimsenin kılına zarar
veremezdi.
Büyük
camiler yapmanın, büyük ihanetleri örtemeyeceğini bilirdik. Makam için, mevki
için, para ve unvan için insanların nasıl dönüşebileceğini aklımızdan hiç
çıkarmazdık.
Eğer
Kerbelâ’yı hakkıyla öğrenseydik, zalim sultanların karşısında nasıl
durulacağını, onların yüzüne hakkın nasıl haykırılacağını Hz. Zeyneb’ten
öğrenirdik. Kerbelâ’nın misyonunu bir kadının tarihe nasıl taşıdığını bilirdik.
Şiarlarımız uğruna en yakınlarımızı feda etmeyi felaket değil “güzellik” olarak
görmeyi Zeyneb’in “Ben Kerbelâ’da güzellikten başka bir şey görmedim” sözünden
öğrenirdik.
Kerbelâ’nın
“almak değil, vermek olduğunu”; bir medeniyet dersi olduğunu, bir insanlık
dersi olduğunu hakkıyla öğrenmiş olsaydık, bugün insanlığın umut meşalesi
olabilirdik.
Eğer
dersimizi Kerbelâ’dan almış olsaydık, kimseye aldanmaz, kimseyi de aldatmazdık.
Merhum
Şeriati’nin söylediği gibi; ya Hüseyin gibi gider, ya da Zeyneb gibi kalırdık.
Mücahit Gültekin
7 Temmuz 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder