06 Temmuz 2025

Trump’ın Projesi Başarısız mı Oluyor?


Elon Musk ile Donald Trump’ın arasına (en azından şimdilik) kara kedi girdiğini görüyoruz. Bu ayrışma, televizyon ekranlarına da yansıyor. Ama bu eğlenceli içerik, kimseyi kandırmasın. İkili arasındaki atışma, Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım koalisyonunun temel bir çelişkiyle malul olduğunu ortaya koyuyor. Muhtemelen bu çelişki, ileride önemli bir gelişmeye yol açacak ve Trump Projesi’nin çöküş sürecini başlatacak.

Son ABD seçiminin ana meselesi, Silikon Vadisi’nin aşırı zengin teknoloji oligarklarının Demokratlara sırtını dönüp Trump’a destek sunmasıydı. Bu destek, para temin etti ama daha da önemlisi, Amerika’nın ışıl ışıl parıldayan bir ödüle kavuşmasını sağladı. Bu anlamda artık Amerika, dünya ölçeğinde veri depolama ve yapay zekâ gibi alanlarda tekel haline gelebilirdi. Amerika, artık Yanis Varufaki’nin “sermaye bulutu” dediği, devasa veri arzına ve onunla bağlantılı Büyük Teknoloji platformlarına erişim imkânı üzerinden rant ve komisyon elde edebilecekti. Amerika’nın veri tekelini eline geçirmesi durumunda bu ülke, dünyanın düşünme tarzını yönlendirme, ürünleri ve tasarım biçimlerini kendince tanımlama imkânına kavuşabilirdi.

Ayrıca borçları karşılamak için yüksek miktarlarda sermaye akışını güvence altına alan, ticaretin ana para birimi olarak Amerikan dolarının tekel haline gelmesinde olduğu gibi, veri tekelinin de kârlı olabileceği üzerinde duruluyordu.

Ama teknoloji oligarkları ile Trump’ın ardında toplaşmış popülistler arasındaki koalisyon çözüldü. Çünkü her iki taraf da ülkenin kültürel geleceği ve yapısal borç krizi konusunda birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan vizyonlara sahipti.

Musk ve şürekasını ifade eden bir tabir olarak “Teknoloji Kardeşliği”, alabildiğine radikal bir yapı. Onu “otoriter liberterizm” üzerinden tanımlamak mümkün. Peter Thiel, her türlü demokratik sınırlamadan muaf olan küçük bir grup oligarkın dünyayı yönetmesi gerektiğini söylüyor. Bu yaklaşım, geleceğin “yıkıcı teknoloji”yi esas alması, robotik ve yapay zekâ güdümlü olması, nüfusun yapay zekânın yönettiği kontrol mekanizmaları üzerinden yönetilmesi gerektiği üzerinde duruyor.

Trump’ın ekonomi ekibi ise tümüyle farklı düşünüyor. Bu kesimin jeopolitika anlayışını tabi kıldığı ana hedefi, doların dünyada ticaret sahasında kullanılan ana para birimi olarak sahip olduğu gücü pekiştirmek. Ancak bu hedefe Amerika’nın artık sürdürülemez olan kamu borcunu çözüme kavuşturarak ulaşılabilir.

Buradaki fazla, 1970 sonrası oluşan dengesizlikle ilgili. O yıl ABD ticareti açık verdi. Dünya, dolarla borç aldı, dolar dünyanın üzerine boca edildi ama bir yandan da Amerika’nın üretim alanı daraldı, daralmaya da devam ediyor.

Başka bir ifadeyle, ABD, bu sermaye akışından muazzam fayda sağladı ama artık onun kendi kendisini düşürdüğü bu borç tuzağından kurtulması mümkün değil.

Trump ve ekibi, bu dengesizlik sorununu doları yüzde 30 oranında değersizleştirip, şirketlerin ödediği vergileri düşürerek, böylece dışarıya kaçmış imalat sahasını ülkeye döndürerek, neticede yurt dışında birikmiş dolar borcunu ABD’nin üretim kapasitesine nispetle, kontrollü olarak düşürerek çözüme kavuşturmayı öneriyor.

Ama bu öneri, borç sorununa çözüm olamaz, sadece zaman kazanılmasını sağlar.

ABD, dünyayı ihtiyatsız bir yaklaşım üzerinden anlaşma imzalamasını sağlamak adına, fiyatlandırma alanında “şok ve dehşet” stratejisine başvuruyor. ABD’nin NATO için daha fazla para harcanmasını istemesi de ABD’nin “iflas etmemek için başvurduğu yöntemlerden biri” aslında. Burada ABD, borçları yeniden yapılandırma derdinde.

Bugüne dek planlanan hiçbir şey gerçekleşmedi. Çünkü Çin, bu sürece direnç gösterdi. Sonuçta ABD tahvil piyasası (borç piyasası), bugün dengede ama her açık satışta Amerika’nın yüreği sıkışıyor.

Meseleyi sadeleştirirsek: Trampçılar, Maskçıların distopik vizyonuna karşı insanı temel alan ekonomiye ve iyi ücretlerin ödendiği düzene geri dönülmesini istiyorlar. Maskçılarsa geleceği teknolojinin, robotların ve yapay zekânın inşa edeceğini, insan dışı bir geleceğe uzanılması gerektiğini söylüyorlar. Burada iki görüş de birbiriyle çatışıyor.

Trump destekçisi Steve Bannon, Elon Musk’ı tam da bu bağlamda “dönek” ilan ediyor, “illegal yollardan ülkeye girmiş bir göçmen olduğunu”, “sınır dışı edilmesi gerektiğini” tam da bu bağlamda söylüyor.

Asıl soru şu: böylesine çelişkili iki vizyon, nasıl oldu da birbirleriyle ittifak kurdu?

Trump, başkan seçilmek için anlaşma yapmak zorunda kaldı. Sadece ABD ekonomisinin kurtuluş yolu değil, Amerikan siyasetini kontrol eden karanlık derin devletin üst tabakasıyla arasındaki sorunu çözüme kavuşturma yolu konusunda aşırı zenginlerle, finans kesimiyle anlaşmak zorunda kaldı.

Trump’ın anlaştığı bu nüfuzlu kişiler, kutsal görülen güvenlik mekanizmasını koruyan “tanrılar” olarak iş görüyorlar. Bu anlamda, ABD’nin İsrail’e koşulsuz, başında kim olduğuna bakmadan destek sunması gerektiğini söylüyorlar, ayrıca Rusya korkusunu körüklüyorlar. Ama bir yandan da bu kişiler, Amerika’nın finans alanında elinde bulundurduğu kalenin güvenliğine dair derin şüphelere sahipler. Zaten bu yüzden “Çin’in küresel finansın geleceği için yapılan savaşı kazanmasına izin verilemez” diyorlar.

Bu iki farklı olgu nasıl bir araya geldi?

Evans Osnos, The Haves and the Have-Yachts [“Zenginler ve Yat Sahipleri”] isimli yeni kitabında Lee Hanley adındaki bir adamın Amerikan sağını son dönemde nasıl biçimlendirdiğini açıklıyor. Trump’ın Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım programını ilk hazırlayan isim olan Steve Bannon, Osnos’u “Amerikan tarihinin adı anılmayan kahramanlarından biri” olarak tarif ediyor. Bannon, ayrıca Osnos’un Trump yandaşlarını çok sevdiğini, her daim sözünün arkasında durduğunu söylüyor.

Wessie du Toit’nin yazdığına göre, Lee Hanley, aşırı zenginlerden biri. Yazar, Osnos’un “Amerikalı aşırı zenginler tek bir partide birleşmiş durumda değiller” sözünü alıntılıyor. Bu zenginlerin ayrıştığını söylüyor.

Forbes dergisi, 2024 seçimleri öncesinde, Kamala Harris’e bağış yapan milyarderlerin sayısının Trump’a bağış yapan milyarderlerden fazla olduğunu ortaya koyan bir habere yer verdi. Bir tarafa 83 milyarder, diğerine 52 milyarder bağış yapmıştı. Ancak habere göre, Cumhuriyetçi adaylara ve muhafazakâr politikalara destek veren milyarder ailelerin oranı üçte ikiydi. Forbes dergisinde çıkan haber, aynı zamanda milyarderlerin politika sahasında yaptıkları harcamaların 2010’a kıyasla 160 kat arttığını söylüyordu.

Wessie du Toit yazısında Osnos’un “Trump’ın seçim stratejisinde Hanley’nin ağırlığı olduğuna, onun muhafazakâr elitlerle beyaz işçi sınıfı arasında koalisyon kurduğuna” dair ifadelerine yer veriyor.

Anlaşılan o ki Amerikalı elitler, iktidarda kalmaya devam etmenin bedeli olarak Trampçılığın şartlarını kabul ediyorlar.

2012 seçimlerinde başkan adayı olarak yarışan Mitt Romney’nin yaşadığı yenilgi sonrası Lee Hanley, ABD’deki ortamı derinlemesine anlamak için bir anket yaptırıyor. Kendisine “ülkedeki hoşnutsuzluk düzeyinin herhangi bir tedbirle kontrol altına alınamayacak düzeye ulaştığı” söyleniyor. Hanley, bu noktada bu hoşnutsuzluğu kendi lehlerine yönetecek tek siyasetçinin Trump olduğuna ikna oluyor. Gidip diğer zenginleri ona bağış yapmaya ikna etmek için çalışma yürütüyor. Bu kurnazlık üzerine kurulu yatırım, sonuç veriyor. Trump, Bannon’ın sözünü ettiği “hobbitlerin”, yoksul ve dışlanmış kesimlerin öfkesinin sesi oluyor, ama nasıl oluyorsa başkanlığı için muazzam bir servet harcanıyor.

Osnos, “Trump’un paranın bilhassa açgözlülük, adalet, özgürlük ve hâkimiyet üzerine kurulu Amerikan düşüncesinin ürünü olduğunu” söylüyor. Osnos, burada popülist Trampçıların sözünü ettiği devrimden farklı bir devrimin gerçekleştiği iddiasında.

Yıllar içerisinde zenginlerin belirli bir kesimi servet biriktirme imkânlarını sınırlayan her şeye karşı çıktı. Ellerindeki kaynakların kendilerine yurttaşlara karşı özel bir sorumluluk yüklediği fikrine de itiraz ettiler. Bu zenginler, kendilerini sadece kendi kaderlerinden sorumlu olan, kendilerine yakıştığını düşündükleri o servetin keyfini çıkartma hakkına sahip özel bireyler olarak gören radikal liberter bir etiği benimsediler.

Buradan, Osnos’un kitabının başında değindiği, Trampçılarda görülen açmaza işaret etmek gerekiyor: “Bu yoksullar, Elitlere hakaret edip New Yorklu bir emlak zenginin milyarder oğluna neden tapıyorlar?” Osnos, bu soruya “Hanley’nin 2012’de gördüğü hoşnutsuzluk düzeyinin elitleri servetlerini ve oligarşik düzenlerini korumak için popülizmin bu biçimini benimsediler” cevabını verirken muhtemelen haklı.

Ortada bir sorun olduğu çok açık: bu popülist devrimcilerin değerleriyle Trump’a destek veren Peter Thiel, David Sachs, Elon Musk ve Marc Andreessen’in değerleri çatışıyor.

Peki bu sorun nasıl çözülür? Trampçılar, Silikon Vadisi’ndeki oligarkların kongre seçimlerine doğru Demokratlarla yeniden birleşmelerinden korkuyorlar. Hatta Musk’ın orta yolcu bir üçüncü parti kurma ihtimali bile var ki Musk, sosyal medyada bu fikrini paylaştı.

Trump’ın dış politikasını oluşturan, Çin’le anlaşma yapma, İran ve Batı Asya’nın İsrail’le ilişkilerini normalleştirme ve Rusya ile ilişkilere yeniden başlama gibi başlıklarda hiçbir ilerleme sağlanamaması, mevcut çelişkilerin daha da yoğunlaşmasına neden oluyor. Öte yandan, Trump’ın acilen gümrük anlaşmaları imzalaması gerekiyor, çünkü Amerika’nın borcu ve mali durumu bunu şart koşuyor.

Trump’ın önerdiği jeopolitik öneme sahip anlaşmalar, Amerika’nın müzakere sürecindeki hâkimiyetini, elinde tuttuğu kozları esas alıyor. Ama görülüyor ki Trump’ın elindeki kartlar o kadar da önemli değilmiş. Çin, “halen daha yönetilmesi zor bir ülke”, İran ve Rusya’nın ondan aşağı kalır bir yanı yok.

Gerçekte Trump yeterli koza sahip değil, Ama Senato sahip. Senato, Trump’ın vergi kesintileri, sınır güvenliği gibi konuları içeren Tek Büyük Güzel Kanun Tasarısı’na onay vermeyebilir, Rusya’yla gerilimin tırmanmasını, İran’ın nükleer geliştirmesine izin vermemeyi isteyebilir.

Trump’ın ekibi, Rusya’nın nükleer caydırıcılığına yönelik saldırının Putin’i ABD’nin şartlarını belirlediği bir ateşkesi imzalamaya mecbur edebilir diye düşünüyor ama bu düşüncenin gerçekte hatalı olduğu görüldü.

Trump, Ukrayna’nın Rusya’ya ait stratejik öneme sahip bombardıman uçaklarına yönelik saldırısından haberdar olmadığını söylese de Rusya, bu durumu epey ciddiye aldı: Larry Johnson’ın Moskova’dan geçtiği habere göre, kendisiyle konuşan, Rus Savunma Bakanlığı Uluslararası Askeri İşbirliği Ana Direktörlüğü’nde çalışmış, sonrasında emekli olmuş general Evgeni Buzinski, “Putin’in küplere bindiğini” söylemiş. Ardından general, Rusya ve ABD’nin Küba füze krizinden beri ilk kez nükleer savaşın eşiğine geldiği uyarısında bulunmuş.

Moskova’da bugün Trump’ın gerçek hedefinin ta başından beri Putin’i onu politik açıdan zayıflatacak bir ateşkesi kabul etmeye zorlamak mı yoksa Rusya’yı Ukrayna’yla sürekli savaş durumuna mahkûm etmek mi olduğu sorusu soruluyor. İkinci seçenek, Trump’ın Rusya’yı bertaraf edip doğrudan Çin’in karşısına dikilme ihtimalini güçlendiriyor. Bu Çin’le kapışma hedefi ta 2016’da belirlendi ve muhtemelen Amerika’daki tüm iktidar merkezlerince onaylandı.

İlk olarak Trump, ABD senatosunun ve derin devletinin Rusya ile ilişkilerin her türden dönüşümüne sert bir şekilde karşı çıkacağını, bu dönüşümün Rus devletini daha da güçlü kılacağını görmeliydi. İkinci olarak Trump, Rusya’nın yenilmesi için çalışması konusunda CIA’ye yetki veren Biden yönetiminin kararını terse çevirecek tek bir adım atmadı. Peki neden? Trump’ın ilişkileri normalleştirmeye yönelik adımlarına ne oldu?

Bilmiyoruz.

Bildiğimiz tek şey, Trump’ın ekibinin Rusların mizacını yanlış okumuş oldukları. Bu yanlış okuma neticesinde Rusya ve diğer birçok ülkenin Vaşington’un çıkarlarıyla çelişen sonuçları kendilerine dayatma girişimlerine karşı koyma konusundaki kararlılıkları daha da arttı. Trump’ın doları ticaret sahasında kullanılan hâkim para birimi olma vasfını koruma hedefi üzerine kurulu stratejisinin işleyip işlemeyeceği, ülkelerin ABD’ye yönelik güvenlerine bağlı.

Güvense her şeydir.

Ve bu güven denilen “sermaye”, hızla eriyor.

Alastair Crooke
11 Haziran 2025
Kaynak

0 Yorum: