Dünyanın
internete giderek daha fazla bağlandığı günümüz gerçekliğinde “dezenformasyon”,
karşımıza en büyük umacılardan biri olarak çıkıyor. Hükümetlerin tehlikeleri
hakkında sürekli uyarılarda bulunduğu dezenformasyon olgusu, topluma ve
demokrasiye karşı bir tehdit olarak sunuluyor. Ana akım medya ise
dezenformasyonla mücadele ve bilgiyle verileri teyit etme çabalarına kaynak
aktarma ihtiyacı duyuyor. İnsanlar, “bilgilenmek”
adına, hangi içeriği tükettiklerini, sosyal ve profesyonel ağlarında
paylaştıklarını izlemek için bilgi kontrolleri veya uyarı bombardımanına
uğramadan çoğu zaman çevrimiçi olamıyorlar.
Dezenformasyonla
mücadeleye yönelik çabaların pıtrak gibi çoğaldığı koşullarda kimse, iktidardan
bahsetme gereği duymuyor. Oysa muktedirler, “dezenformasyon” olarak gördükleri
şeylerle mücadele etmek istemeleri için yığınla sebebe ve gerekçeye sahipler.
Çünkü onlar, hakikatin kendi pencerelerinden sunulmuş hâlini bizim de
benimsememizi istiyorlar.
Birçok
yorumcunun da gözlemlediği biçimiyle, dezenformasyon araştırmacıları,
teyitçiler ve uzmanlar, doğaları gereği bir taraf olarak hareket ediyorlar,
üstelik bu insanlar da sıklıkla yanlış şeyleri yayıyorlar.
Oysa
teyit pratiklerinin ve diğer dezenformasyon çabalarının popüler olmasında
önemli ve büyük bir güç rol oynuyor. Bu güç, toplumumuzun verili hâlinde
görünümleri düzenleyen güçtür. O, imajların ya da gösterinin aracılık ettiği
toplumsal ilişkilere ait bütünlüktür.
Guy
Debord’un Gösteri Toplumu’nda izah ettiği biçimiyle, gösteri, bize
toplumun ekonomi eliyle kendi ihtiyaçlarına tabi kılınması ve başka yöne
yönelmesine mani olması ile birlikte sonuçları görünür olan, bağlantısızmış
gibi görünen ama aslında iç içe geçmiş olguları idrak etmemize, böylelikle,
hayatı doğrudan tecrübe etme becerimize kavuşmamıza katkı sunabilecek bir
terimdir.
Gösteri,
gündelik hayatlarımızı tümüyle hükmü altına aldıkça doğru olana dair
anlayışımızı altüst edebilecek ölçüde güçlü bir olgu hâline geldi. Gösteri,
gerçek hayatın yerine doğrudan tecrübe edilemeyen, hayata ait, belirli
aracılara ihtiyaç duyan saf temsili koymak suretiyle, kitleleri aldatan
olguların ve yalanların sürekli ve ikna edici bir biçimde doğruymuş gibi
görünebileceği bir çerçeve sunuyor. Bu anlamda, gösteri, elitlerin Irak ve
Suriye’deki savaşlar türünden emperyalistler eliyle başlatılmış savaşlara dair
uydurma haberler ve yalanlar da dâhil elitlerin kitleleri aldatmak için
başvurduğu yöntemlerin nasıl cezasız kalabildiğini, hatta bunların neden fark
bile edilemediğini izah etmekte kullanabileceğimiz en etkili araçlardan biri.
Bu hâliyle gösterinin, günümüzdeki teyit pratiklerinin ve dezenformasyonla
mücadelenin ortaya koyduğu iddiaların aksine, bunların aksi sonuçları nasıl
doğurduklarını anlamamıza katkı sunacak birer olgu olduğunu söyleyebiliriz.
Bu
makalede ben, teyit pratiklerine ve uzman görüşlerine tanık olduğumuz
haberlerde, programlarda ve akışlarda karşımıza sürekli çıktığı biçimiyle,
gösterinin yürüdüğü yolları izah etmeye çalışacağım.
Eleştirel
düzeyde bu makalede dile getirilen görüş, sadece medya sistemlerinin eleştirisi
olarak anlaşılamaz, bu eleştiri, neticede (Debord’un kitabının adının, Gösteri
Toplumu’nun da ifade ettiği biçimiyle) tüm toplumla alakalı olan bir kavram
olarak, gösteriyi bütün veçheleriyle içeriyor olmalıdır.
Modern
hayatın yönlerinin gösteriyle alakalı oluşu, tesadüfi, yüzeysel ve uç bir
mesele değildir. Bilâkis, toplumun kendisi “temelde göstericidir”. Bu temelden
gösterici olan toplumda iktidara hizmet eden teyitçilerin veya onunla bağlantılı
başka bir gücün ortaya çıkışı, kaçınılmaz bir gelişme olarak görülmelidir.
Gösteri
Nedir?
“Üretimin modern
koşullarının hüküm sürdüğü toplumlarda hayat, gösterilerin muazzam bir birikimi
olarak takdim edilir. Doğrudan yaşanan her şey bir temsile dönüşür.”
[Guy Debord]
Fransız
felsefeci Guy Debord, 1967 tarihli Gösteri Toplumu ve onun kısa broşür
hâli olan 1988 tarihli Gösteri Toplumu Üzerine Yorumlar’da, modern
hayata imajların veya hayata ait temsillerin aracılık ettiğini, bu gösteri
denilen hâlin artık nesnel ve maddi gerçekliğin yerini aldığını söyler. Mevcut
gerçekliğimizde, bu gösteri toplumunda dünya baş aşağı dönmüştür, çünkü hayat,
artık doğrudan yaşanamayacak, sadece kendisine ait saf temsiller aracılığıyla
yaşanabilecek bir şeydir. Görünümlerin bu şekilde organize edilmesiyle birlikte
gerçek dışılık öne çıkar, böylece, kendisini nadiren gösteren hakikatin ortaya
çıktığı an, “yanlışlık anı” olarak algılanır.
Kendisini
hiçbir zaman sorgulanamayacak, engin ve erişilemez gerçeklik olarak takdim eden
gösteri, varlığını sonsuza dek muhafaza edecek şekilde varolur. Debord’un
ifadesiyle, onun yegâne mesajı şudur: “Görünen iyidir; iyi olan şey, görünür.” Gösterinin
dünyada tecelli etmesi, hayatın gözle görünür düzeyde inkâr edilmesidir. “Bu
inkâr, neticede görünür bir biçim alır ve bu biçim, insanlar varoluş
koşullarında yaşanan pratik değişikliklerle birlikte bir bilinçsizlik hâline
mahkûm eder.”
Bu
gösterinin ortaya çıktığı dünya, ekonominin toplumu kendi ihtiyaçlarına tabi
kıldığı bir dünyadır. Kendisinden başka hiçbir şeyin işine yaramayan, sadece
kendisini ilerleten gösteri, yaşlanma, dinlenme gibi pratik ve doğal işlemlerin
gerçekliğini görmezden gelir, insanların kendi ilerleyişleri adına bağ kurma
ihtiyacını ortadan kaldırır. Bir ayrıştırma ve bölme ustası olan gösteri,
toplumumuzu cemaatten azade bir olgu olarak yeniden yaratmış, onun en genel
manada iletişim kurma becerisini yok etmiştir. Bu türden süreçler ve yol
açtıkları sonuçlar, nihayetinde insanların hayatı kendileri için tecrübe
edemeyecekleri anlamına gelir. İnsanlar, artık cansız kalmışlığın o sefil
hâline mahkûm olan birer seyirciye dönüşmüşlerdir.
Gösteri
Toplumu ve Teyitçi Dünya
Gösteri,
verilen mesajlar, nihayetinde “hayat dışı”nın gündelik hayat üzerindeki
kontrolünü arttırırken kitle haberleşme araçlarını ve sosyal medyayı kendi
davasını daim kılmak için kullanır. Bu süreçte insanların uyanık kaldıkları
sürenin büyük bir kısmını ele geçirir ve bu ele geçirilen süre giderek artar.
Debord’un
Gösteri Toplumu Üzerine Yorumlar isimli çalışmasında dile getirdiği
biçimiyle, gösteri, tarihi tahrip eder, etkisini sıfırlar. Bu anlamda
“günümüzde yaşanan olaylar, uzak ve hayali bir alana hapsolurlar. Bu alanda
olaylar, doğrulanamayacak hikâyelere, kontrol edilemeyecek istatistiki
verilere, izah edilemeyen, savunulabilir bir gerekçeye sahip olmayan olgulara
dönüşürler.”
Bu
hayali ortam, şirketlerin elindeki medya organları için muazzam bir ortamdır.
Burada gerçeklik ve hakikate küfredilir, kabul ve tanınma meselesi öne
çıkartılır. Söz konusu kafa karışıklığı üzerinden gösteri, insanları fiziki
gerçeklikten, müşterek tarihsel referans noktalarından, önemli politik
gelişmelerin ve olayların tartışılması veya ele alınması için gerekli olan
topluluktan mahrum kılar.
Neticede
elitlerin dilinden dökülen hikâyeler, hiçbir itirazla karşılaşmadan, bilhassa
şirketlerin, elitlerin ve teknolojinin hâkim olduğu kamusal söylemden dışlanmış
muhalif seslerin itirazı ile yüzleşmeden zihinlere işler.
Gösteriyle
ilgili yazılarında bu olguyu yorumlayan Debord, gösteri dünyasında damga vuran
asli unsurun, anlamlı bir diyalog değil, yukarının aşağıyla tek taraflı olarak
kurduğu iletişim olduğunu söyler. Debord’a göre, “Gösterinin talep ettiği pasif
kabul, zaten görünümler üzerinde kurduğu hâkimiyetle, herhangi bir cevaba izin
vermeden görünmeyi öne çıkartan yaklaşımıyla zaten insanlara dayatılmış bir
şeydir.”
İktidardakiler,
kitle haberleşme araçlarını kontrol ederler. Bu noktada esas olarak kurdukları
ilişki biçimini meşrulaştırmaya çalışırlar. Bu amaçla iktidardakiler, statü
kazandıran gösteriyi takviye ederler. Böylece teşkil edilmiş her şeyi korumayı
amaçlarlar. Bunun için ellerinde mebzul miktarda araç vardır. Bu araçlardan
biri de Debord’un üzerinde durduğu “uzmanlar” sınıfıdır.
Bu
sınıfa mensup kişiler, kamuyu bilgilendirmek için gerçek bilgi verdikleri pozu
keserler, böylesi bir izlenim yaratırlar. Oysa aslında kariyerlerinde basamak
atlamak ve gelirlerini muhafaza etmek adına, elitlere ait görüşlerin
kalıcılaşmasını sağlamak için uğraşırlar. “Altüst olmuş bir dünya”da bu sürekli
sahneye çıkan uzmanlar, iddia ettiklerinin tersini yaparlar.
Uzman
sınıfı içerisinde sayabileceğimiz “teyitçiler” ve dezenformasyon muhabirleri ve
araştırmacıları denilen, sayıları giderek artan kesim, gösterinin kabul ettiği
hakikati muhafaza etmek için uğraşan bir tür “uzman” grubunu ifade eder. Okur
ve televizyon izleyicisi kitlesi, zaten hayatın talep ettikleri karşısında
yeterince sorun yaşamaktadır. Bu sebeple bu kitle, profesyonellerin gerçeği ve
halihazırda yaşanan olayları anlamanın en iyi yolu olduğunu düşünebilir.
Pratikte bu türden teyit operasyonları özü gizleyen hikâyeleri öne çıkartırlar.
Peki
bu türden geri koşullar nasıl gerçeklik halini alır? Gösteri Toplumu’nda
Debord, toplumu kendisine kul köle eden ekonominin kendisini ilkin var olmayı
sahip olmaya indirgeyerek ortaya koyduğunu söyler. Bu koşullarda artık
insan, ancak oldukları değil, sahip oldukları şeylerle kendisini
gerçekleştirebilir.
Toplumun
ekonomiye teslim olma süreci hızlandıkça var olmanın yerini alan sahip olma,
zamanla sahip olunanı gösterme iradesi alır. Bilgi düzleminde uzmanların
uzman olmasına veya uzmanlığa sahip olmasına gerek yoktur, artık onların
uzmanlık ceketini giymeleri yeterli olacaktır.
“Uzmanlar
diyor ki” ifadesi, manşetleri hızla süsler, teyitçiler meşruiyeti artıracak her
şeyi incelemeden onaylar, çünkü meşruiyet izlenimi, içerikten her daim
üstündür.
Debord,
Gösteri Toplumu Üzerine Yorumlar’da meseleyi şu şekilde izah eder:
“Tüm uzmanlar devlete ve
medyaya hizmet eder, ancak bu sayede statü sahibi olurlar. Hiçbir uzman,
efendisinin sözünden çıkamaz. Çünkü bağımsızlık ihtimalleri, mevcut toplumun
örgütlenme tarzı üzerinden sıfırlanmıştır. Tabii ki en faydalı uzman, yalan
söylemeyi bilen uzmandır.”
Debord’un
da gösterdiği biçimiyle, uzmanlar, ancak elitlerin şartlarına uydukları sürece
uzman olabilirler. Debord’un “bağımsızlık ihtimalleri, mevcut toplumun
örgütlenme tarzı üzerinden sıfırlanmıştır” tespiti, bilhassa günümüz dünyasında
faal olan şirket medyası için geçerlidir. Bu medya kuruluşlarında gazeteciler
sık sık güvencesiz çalıştırılırlar, toplu halde işten çıkartılırlar, zaten kalabalık
olan kariyer sahasında düşük ücretler alırlar. Medyadaki hâkim dilden kopmak
demek, her birlikte kara listeye alınmak demektir. Bu sebeple, kimse kazan
kaldırmak istemez, herhangi bir itirazda bile bulunamaz.
Gösteriyi
savunmak ve daimi kılmak gibi rollere sahip olan kişilerin oluşturduğu “uzman”
sınıfı, nihayet varlık imkânı bulacağı somut koşullara kavuşmuştur. Gerçeği tahrif
eden laflarına ve dillerinden dökülen yalanlara rağmen belirli bir meşruiyet
kisvesine bürünen uzmanlar gösteriye, yaşanan olayların genel niteliğini
sorgulayanların gerçeği görmelerine mani olacak perdeyi temin ederler.
Uzmanların
oynadığı rol, meşru bir zemine sahip olan teyitçilik değildir. Onların amacı,
gösterinin imkânlarını geliştirmektir. Teyitçiler ve onlarla bağlantılı
uzmanların yaşanan olaylarla ilişkisi komik sonuçlar doğurabilmektedir. Bu kişiler,
ya aşırı özel olgulara atıfta bulunmakta ya da geleceğe dair iddiaları alaya
almaktadırlar.
2018’de
Trump’ın BM’de yaptığı, Almanya’nın Rus petrolüne bağlı olduğuna dair
açıklamaları Alman devleti yetkililerince gülerek karşılanıyordu. Ama dört yıl
sonra bu öngörü haklı çıktı. Rusya, Avrupa’ya uzanan Kuzey Akımı 1 petrol boru
hattını kesti.
Bir
başka örnek. Ana akım medyada Kovid pandemisinin laboratuvardan sızan virüs
sonucu başladığı iddiası komplo teorisi olarak görüldü. Dezenformasyonun
parçası olarak değerlendirilen bu teoriyle alay edildi, onu doğru bulanlar
dışlandı. Ama sonra Vanity Fair ve ProPublica gibi dergiler,
teorinin doğru olabileceğini pandeminin başlamasından üç yıl sonra kabul
ettiler.
Bu
tür örneklerde karşımıza hep teyitçiler çıktı. Bunlar, dün olduğu gibi bugün de
meşru tespitleri alaya almakla, onları yanlış bulup sahiplerine hakaretler
savurmakla, dolaylı olarak salt hayatı yaşamaktan gayrı elinden bir şey
gelmeyen, atomize olmuş nüfusu kendisinden şüphe ettirecek ölçüde maniple
etmekle, gerçekliği flulaştırmakla meşguller.
Stavroula Pabst
2 Ocak 2023
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder