“Burası soylulaştırma sahasıdır. Yoksullar burayı lütfen
sessizce terk edin.”
Giriş
ABD’de
şehirler hızla dönüştürülüyor. Mahallelerin ve düşük gelirlilere ait evlerin
yerini soylulaştırılmış lüks binalar alıyor. Yüksek kiralar, yoksulları şehir
merkezlerinden uzaklaştırıyor. Bunlar, soylulaştırma sürecinin semptomları.
Soylulaştırma,
yoksulların ve işçilerin kapitalistlerin mahallelerine yaptıkları yoğun
yatırımlar neticesinde kendi toplumlarının dışına atılma sürecini ifade ediyor.
Soylulaştırma,
her zaman bu şekilde tanımlanmıyor. Bazıları, kültürel açıklamalara
odaklanıyor. Kafeler, bisiklet yolları gibi kentte geliştirilmiş imkânlara,
çocuk yapmamak gibi yaşam tarzı tercihleri üzerinden değişen toplumsal normlara
bakıyorlar. Bu düzlemde soylulaştırma, bireysel tüketicinin tercihlerinin bir
sonucu olarak tanımlanıyor.
Bazıları
da soylulaştırmayı kolektif tüketim alışkanlıklarının sonucu olarak
değerlendiriyorlar. Bu noktada “eşcinsel soylulaştırma” gibi laflar dile
dolanıyor.
Bazı
isimlerse soylulaştırmayı beyazların siyahların mahallelerine taşınma süreci
olarak tanımlıyorlar. Bu tanımda Vaşington, Şikago ve Filedelfiya gibi büyük kent
merkezlerinde uzun zamandır ikamet eden siyahların kovulması üzerinde duruluyor.
Bir
de soylulaştırmanın “doğal” ve kaçınılmaz bir olgu olduğunu söyleyenler var. En
genel manada bu gruptakiler, soylulaştırmayı ikamet alanlarının belirlenmesine
ilişkin kanunlarda yapılacak reformla veya bireysel tercihlerin iyileştirilmesiyle
politika alanında yapılacak ince ayarlar üzerinden, kısa vadede çözüme
kavuşturulabilecek bir sorun olarak görüyorlar.[1]
Bireysel
tercihler veya politika tercihlerine odaklanmak yerine Marksistler,
soylulaştırmayı kapitalizmin kanunlarının sebep olduğu bir süreç olarak
anlıyorlar. Onu ırkçılığın ve diğer zulüm biçimlerinin beslediği sermaye
birikimi döngüsünün parası olarak görüyorlar.
Bu
makalede biz, soylulaştırma sürecine sebep olan temel güçleri Marx ve Engels’in
teorik birikimi ışığında açıklayacağız. Çalışmanın sonunda soylulaştırmaya dair
devrimci anlayışın pratik sonuçlarını ele alacağız.
Kapitalizmde
Barınma ve Soylulaştırmanın Temelleri
Kapitalizmde
barınma sorunuyla ilgili her türden tartışma, metalaşma meselesini ele alarak
başlamalıdır. Kapitalist toplumda tüm sorunlar gibi barınma sorunu da esas
olarak bir şeyin kâr amaçlı satılması ile ilgili bir sorundur. Barınma imkânı
denilen kullanım değeri, o evin kaça satılacağı anlamında değişim değerine
tabidir. Ortada onca boş ev varken ABD’de her yıl milyonlarca insanın evsiz
kalmasının sebebi buradadır. Çünkü o boş evler, yeterli değişim değerine sahip
olana dek sermayenin elinde kalmalıdır.
Kapitalistler,
sadece kâr elde etme dürtüsüyle hareket etmezler. Onlardaki asıl dürtü, kârı
maksimize etmekle ilgilidir. Bu dürtü neticesinde kapitalistler, daha kârlı
olan bölgelere ve işkollarına yatırım yaparlar. Başka bölgelerin iliğini
emerler ya da onları görmezden gelirler.
Kapitalizmin
rekabetçi niteliğine bağlı olarak bir kapitalist, kârlı bir alan bulduğunda
diğerleri de rekabet etmek için aynı alana, aynı pazara veya işkoluna
gelecektir. Zamanla kapitalistler arasında cereyan eden rekabet, ilgili alanda
elde edilen kârın oranını düşürecek, sermaye artık tüketilmiş olan o alanı terk
edip yeni yatırım alanları aramaya başlayacaktır.
Kapitalist
kentlerdeki gelişme, bu olguya dair bir örnektir. Sanayileşme sürecinde
kapitalistler, kentlere fabrikaları ve makineleri kurdular. Bu üretim
araçlarının üretme ve daha fazla emtia satma becerisini artırdılar.
Sermayenin
hareketi, insanların hareketlerini de etkiler. Kapitalist yatırım kentlere
yoğunlaşmışsa, işçiler de kentlere yoğunlaşacak demektir. Yeterince yatırım
yapılmayan kırsal alanlarda yaşayan birçok insan iş için kentlere göç eder.[2]
1820-1920
arası dönemde ABD’de kentlerde yaşayanların oranı yüzde 7,2’den 51,2’ye çıktı. Kapital’de
Marx, benzer bir sürecin feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde İngiltere’de
de yaşandığını söyler: “Sermaye, sanayinin veya ticaretin yoğunlaştığı kentte
biriktikçe sömürülebilir insan malzemesi akışı da hızlanır, işçilerin yoksul
evleri daha da sefilleşir.”[3]
Marx,
şu pasajda, işçilerin kötü yaşam koşullarından bahseder ve bugün soylulaştırma olarak
adlandırdığımız süreci genel hatlarıyla aktarır:
“İşçi sınıfının en
çalışkan kesimlerinin açlıktan kazınan mideleriyle zenginlerin kaba veya rafine
zevklerle icra ettikleri aşırı tüketim arasındaki kapitalist birikime zemin
teşkil eden bağ, ancak ekonomi yasaları bilindiği vakit görünür. Aksi takdirde
sorun, sadece ‘yoksulların barınması’ sorunuymuş gibi değerlendirilir. Konuya önyargısız
yaklaşan her gözlemci, üretim araçları belli ellerde toplaştıkça emekçilerin de
belirli bir yerde biriktiklerini görür. Yani kapitalist birikim ne kadar
hızlanırsa işçilerin evleri de o kadar yoksullaşır. Kentlerde zenginlikteki
artışa eşlik eden ‘iyileştirme’ çalışmaları dâhilinde kötü inşa edilmiş semtler
yıkılır, bankalar için saraylar ve ambarlar inşa edilir, iş dünyasının
yönettiği trafik, lüks malların taşınması ve tramvayların işletilmesi için
sokaklar genişletilir. Bu iyileştirme çalışmaları, neticede yoksulları onların
saklanacakları daha kötü ve daha kalabalık yerlere sürer. Öte yandan, herkesin
bildiği üzere, evlerin değeri ile seçkinlikleri arasında ters orantı vardır. Konut
spekülatörleri, yoksulluk denilen madenlerden en az Bolivya’daki Potosi
madenleri kadar kâr elde ederler, ikincisinin maliyeti ilkinin maliyetinden
daha düşüktür. Kapitalist birikim gibi en genel manada kapitalist mülkiyet
ilişkileri de çelişkiyle maluldür.”[4]
Burada
Marx, kapitalizm koşullarında barınma sorunu konusunda bugün de geçerli olan
eleştiriler dile getiriyor. Marx, kentlerde işçilerin barınma koşullarının
alabildiğine güvensiz ve sömürü temelli olduğunu söylüyor. Ev sahiplerinin
kiralardan kâr elde ettikleri, öte yandan, kârı azaltacağından, iyi barınma koşullarının
sağlanması için kiradan gelen paranın kullanılmadığı koşullarda, evlerin aşırı
kalabalık ve bakımsız olduğundan bahsediyor.
İngiltere’de
durum öyle kötü ki devlet yetkilileri, evlerin temizliği ile ilgili yasaları
uygulamak adına sermayenin haklarını çiğnemek zorunda kalıyorlar. Bunu yüce
gönüllü oldukları için değil, hastalık gibi toplumsal risklerin yayılmasından
korktukları için yapıyorlar. Engels, İngiltere’yle ilgili çalışmasında tam da
bundan bahsediyor:
“Her büyük şehrin bir ya
da birden fazla gecekondu mahallesi var ve bu mahallelerde mutlu sınıfların
gözünden ırak, kentten ayrıştırılmış bölgede yoğun olarak işçi sınıfı yaşıyor.”[5]
Marx,
değerlendirmesinde soylulaştırmanın ilk biçimini aktarıyor. Kârını artırma
derdiyle sermayenin kentlere yoğunlaşmayı sürdürmesi sebebiyle işçiler,
kentlerin iyileştirilmesine dönük çalışmalar için evlerinden zorla
kopartılıyorlar. Marx, yoğun bir biçimde sömürülen işçilerin yaşam koşullarının
iyileşmediğini, ortamın sermaye daha da büyüsün diye iyileştirildiğini
söylüyor.
Kapitalizm
ve Modern Çağda Soylulaştırma
Kapitalizm
koşullarında metalaşma ve eşitsiz gelişim denilen temel olgular, bugün de barınma
meselesiyle alakalı. Sadece soylulaştırma işleminin gerçekleştiği bağlam
değişti. Sermaye, on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyılın başlarına dek uzanan
süreç boyunca kentleri epey geliştirdi. Ama bir yandan da ileride yaşanacak
gelişmenin önüne engeller dikti.
Coğrafyacı
Neil Smith’in de ortaya koyduğu biçimiyle, yirminci yüzyılın ortalarında
soylulaştırma, sermayenin üretim kapasitesini artırma ihtiyacı neticesinde
gerçekleştirildi. Buna bağlı olarak arazinin ucuz ve kolay elde edilebilir
olduğu kentin dışındaki bölgelere evler inşa edildi, üretim şehir dışına kaydı,
özetle, bir varoşlaşma sürecine girildi.
Sermaye,
kâr oranını yükselteceği, bu amaç doğrultusunda, yanında daha fazla işçi götürebileceği
yeni yerlere göç etti. Neticede kentlerde arazilerin değeri düşerken,
varoşlardaki değer arttı.
Neil
Smith, bu noktada sahada mevcut olan kiralarla yeniden geliştirme yoluyla
kapitalistlerin ve ev sahiplerinin elde edebileceği potansiyel kiralar arasındaki
fark anlamında, “kira açığı” kavramına başvuruyor. Bu kavram, ilgili dönemde
ABD’de sermayenin kentten varoşa, sonra yeniden merkeze nasıl kaydığını izah
ediyor. Soylulaştırma süreci, bu kira açığı denilen olgu, kiralardan kâr elde
edildiği, bu kârın şehirlerle sınırlı kalmadığı koşullarda yeniden geliştirme
maliyetlerinin karşılanabildiği noktada devreye giriyor.
Kapitalizmde
yeniden geliştirme işlemlerinin önemli bir bölümü, binalar, sokaklar, köprüler,
ambarlar ve diğer altyapı unsurları gibi “inşa edilmiş ortam”da gerçekleştiriliyor.
Bu geliştirme, “sermayenin uzun süre boyunca, büyük ölçeklerde yatırılmasını”
gerekli kılıyor.[6] Sermaye yatırımlarının yapılması ile birlikte yatırımı
meşrulaştıracak kârın veya yeterli artı değerin geri döndürülebilmesi için bu
inşa edilmiş ortamın onlarca yıl yerinde kalması gerekiyor. Bir şey yapılmışsa
o yıkılamaz, çünkü hâlâ değer üretmektedir. Karayollarında emtia taşındıkça bu
inşa edilmiş ortam değerlenir, ücretler, kira ve ipotek kredi ödemeleri gibi
şeylere gider. Ama inşa edilmiş ortam kullanıldıkça değer yitirir.[7]
Sermayenin
binalar üzerinden dolaşımı, emtia üzerinden dolaşımından daha uzun sürer. Kapitalist
kentler, ilkin “kapitalist bir temel üzerinden inşa edilmemiştir, belediyenin
veya devletin sırtına yüklenen bir iş olarak üretilmiştir. Çünkü elde uzun süre
yatırılacak yeterli miktarda sermaye bulunmamaktadır.[8]
Bugün
devlet, kentlerin geliştirilmesinde hâlâ ana güçtür. Devlet, soylulaştırma
işlemine yetki vermekle kalmaz, ayrıca onu sübvanse eder. Örneğin ellilerde ve
altmışlarda “Kentlerin Yenilenmesi” sürecinde ülke genelinde en az 300.000 ev
zorla tahliye edilmiş, böylelikle sermayenin başlattığı yeniden geliştirme
süreci için yolu açmak amacıyla o evler yıkılmıştır.
Devlet,
hem “gecekonduların temizlenmesi” işlemini hem de bu işçilere ait evlerin
yerini alacak özel konutların inşa sürecini finanse etmiştir. Bugün merkezi
devlet ve eyalet yönetimleri, özel geliştiricilere kıymetli devlet arazilerini üç
kuruşa satmaktadır. Devlet, çıkarttığı yasalar, imar politikaları, vergi
kesintileri, bağışlar ve diğer türden teşviklerle bu soylulaştırma işlemine
rehberlik etmekte, süregiden polislik faaliyetleri ve baskı politikalarıyla “kentlerdeki
yaban otları”nı temizlediğine dair ahlakçı vaazlar vermektedir.[9]
Her
kentte arazi sınırlı olduğu için, bir kent geliştirme sürecinde belirli bir
seviyeye geldiği vakit, kârlı geliştirme fırsatları da azalır. Belirli bir
noktada kapitalistler, yeniden geliştirilmiş mahallelere yatırımı kârlı bulmamaya
başlarlar. Tabii bu, kapitalistlerin ve ev sahiplerinin kentler üzerinden kâr
elde etmeye son verecekleri anlamına gelmez.
Binalara
ve altyapıya yatırım yapmış olan kapitalistler ve ev sahipleri, “yoksulluk denilen
madenler”den kâr elde ettikleri için mutludurlar ama bu geliştirme işlemlerinin
sürdürülmesine yatırım yapmayı reddederler. Uzun vadede bu, birçok mahallede
hatta tüm kentlerde koşulların kötüleşmesine neden olur. Neticede evler, bakım
görmemeye, altyapı çökmeye başlar. Böylece yeni bir geliştirme-yatırımsızlık
döngüsüne girilir:
“Kârlılık oranının en
yüksek seviyede olduğu sermaye akışları ve kent içindeki sermayenin değer yitirmesiyle
birlikte sermayenin varoşları kayması neticesinde kira açığı oluşur. Bu açık,
yeterli büyüklüğe erişince rehabilitasyon veya yenilenme süreci, başka bir
yerdeki kârlılık oranını zorlamaya başlar, sermaye geri eski yerine akar.”[10]
Soylulaştırmayı
üreten, işte bu geliştirme-tasfiye-yeniden yatırım döngüsüdür. Uzun süre
boyunca ihmal edilmiş olan mahalleler, “yeniden geliştirme” veya “yeniden
canlandırma” işlemlerinin hedefi haline gelirler.
ABD’de
Zulüm ve Soylulaştırma
Sermayenin
ABD şehir merkezlerinden kaçışını ancak beyaz üstünlükçülüğü ve milliyetçi
baskılar bağlamında anlayabiliriz.
Irkçı
Jim Crow yasalarının dayattığı koşullardan kurtulmak adına Siyahlar, güneyden
kuzeyin kentlerine göç ettiler. Burada düzgün işlere ve ırk ayrımcılığından
kurtulmuş bir hayata kavuşmak yerine “bu göçmenler, kapitalist ekonomiye en alt
basamaktan dâhil oldular. Yeterli ehliyete sahip olmamanın ve işten
çıkartmaların çilesini ilkin Siyahlar çektiler.”[11]. Siyahlar, komünistleri
kovmuş olan, beyazların hâkimiyetinde bulunan sendikalara alınmadılar.
Siyahlar,
ayrıca İkinci Dünya Savaşı’ndan dönen askerlere ev kredileri sağlayan
programlarından da Konut İdaresi’nin hazırladığı programların da dışında
tutuldular. Örneğin New York’ta inşa edilen 17.400 evin tamamına beyazlar
yerleştirildi.
Bu
gerçeklik bize Watts’den Harlem’e dek altmışlarda ve yetmişlerde ABD genelinde
yaşanan yüzlerce Siyahların Kurtuluşu isyanının neden kent temelli cereyan
ettiği sorusuna cevap sunmaktadır.
Teknolojik
devrimin çok sayıda işçiyi işsiz bıraktığı koşullarda sermaye, Siyah
mahallelerini ağır işsizlik sorunuyla tanıştırdı. Ekonomik krizler, yetmişlerde
resesyona yol açtı. Başka yerlerden getirilen işçiler yüzünden özellikle Siyahi
işçiler işten atıldılar.
Siyahlardaki
ve diğer ezilen halklardaki huzursuzlukla mücadele etmek adına egemen sınıf,
politik ayaklanmaları bastırmak için asayişi esas alan bir yaklaşımı benimsedi.
Geliştirdikleri dil, “politik muhalifle suçu eşleştirdi, böylece devletin baskı
aygıtlarının oluşturulması için gerekli zemini meydana getirdi.”[12] Bu süreçte
Siyahlara ait devrimci örgütler ve Siyahi işçiler hedef alındı, hep birlikte bu
işçiler, giderek büyüyen hapishane mekanizmasının çarkları arasına fırlatılıp
atıldı.
Yirminci
yüzyılın sonlarında başlayan, sıfır toleranslı polislik faaliyetleriyle bugün
de devam eden kent merkezlerindeki soylulaştırma süreçleri, esasen kiraların
düşmesi ve ırkçı baskılarla ilişkilidir. Bu strateji, 1982’de liberal bir
dergide yayınlanan “Kırık Camlar” tezini temel alır. Teoriye göre, “suç
oranları, polisin vandalların camları kırması türünden suçlara odaklanmasıyla
düşecektir.”[13] Buradaki anlayış, duvar yazısı yazmak veya aylak aylak
dolaşmak gibi ufak suçlar kontrol altına alınmazsa, bunların ileride büyük
suçlara yol açacağı fikri üzerine kuruludur.
Sıfır
toleranslı polislik faaliyetleri, ilkin New York belediye başkanı Giuliani ile
emniyet müdürü William Bratton tarafından yürürlüğe kondu. Bratton, “şehri
yollarda yürüyen düzgün insanları tehdit eden pisliklerden temizlemekle övünen”
biriydi. Suç politikası maskesini yüzüne geçirmiş olan bu polislik pratiği,
gerçekte “toplumsal temizlik stratejisi”ne denk düşüyordu.[14] Bu stratejiyi
uygulayanların bahsini ettikleri “değerler”, tümüyle ırkçı ve işçi düşmanıydı.
Süreç içerisinde ufak ihlaller yüzünden siyahlar ve işçiler gözaltına
alındılar. Bugün bu türden politikalar, Yeni Zelanda, Almanya, İrlanda, İspanya
ve Brezilya gibi ülkelerde hâlâ yürürlükte.
On
yılı aşkın bir zamandır Siyahların Hayatı Önemlidir hareketi protestolar
düzenliyor, isyanlar gerçekleştiriyor, ama buna rağmen “durdurup üst arama”
gibi sıfır toleranslı polislik faaliyeti halen daha muhafazakârların ve
liberallerin en gözde politikası. Demokrat Partili New York Belediye Başkanı
Eric Adams, eski bir polis memuru. Ayrıca şehrin ikinci Siyahi belediye
başkanı. Bu adam, kampanyası süresince durdurup üst arama işlemi gibi işlemleri
yapacak gizli bir polis biriminin kurulacağı vaadinde bulunmuştu. 11 Kasım
2021’de Adams, vaadini yerine getirmek için çalıştığını söyledi.[15] New
York Daily Post gazetesinde yayınlanan makalesinde Adams, “durdur, sorgula
ve üstünü ara uygulamasının akıllıca kullanıldığında alabildiğine yasal,
yerinde ve anayasaya uygun bir araç olduğunu, gerekli bir araç olarak görülmesi
gerektiğini” söylüyordu.[16]
Soylulaştırma,
barınma sahasında yaşanan istikrarsızlık ve bunlara eşlik eden, giderek artan
devlet baskısı, ezilen toplumsal cinsiyetlerin, milletlerin ve engellilerin
yüzleştiği zulmü derinleştirdi. Yasmina Mrabet’in ifadesiyle, “Kadınlar,
kiracılar içerisinde daha fazla orana sahipler. Evlerden ilkin onlar
atılıyorlar. Aileleri olan kadınlar, ailelerin kalacağı evlerin kalmaması
sebebiyle güvenli, oturulabilir, ucuz ev bulmakta güçlük yaşıyorlar.”[17]
Ulusal Transgender Eşitliği Merkezi’nin tespitine göre, ev ararken transların
yüzde yirmisi ayrımcılıkla karşılaşıyor. Yüzde ondan fazlası cinsel kimliği
sebebiyle evden atılıyor.[18] 2016-2020 arası dönemde evsiz kalan trans genç
sayısı yüzde 88 oranında arttı.[19]
Soylulaştırmayı
baskılarla, baskıları da kapitalizmle birlikte ele almalıyız. Bu anlamda
soylulaştırma, sadece ırkçı yapıların ve yaklaşımların bir sonucu değil. ABD’de
beyaz üstünlükçülüğü ve diğer baskı biçimleri soylulaştırma faaliyetlerini
üreten kapitalizme katkı sunuyor.
Soylulaştırmayla
Mücadele: Teori, Taktik ve Strateji
Marksist
soylulaştırma teorisinin stratejik ve taktiksel sonuçları olduğu görülmeli.
Teori, farklı sebeplerle soylulaştırılmış mahallelere taşınma imkânı bulan
zengin işçilerin bu sürecin ana itici gücü olmadığını, örgütleme
faaliyetlerinin bu kişileri içermeyeceğini söylüyor. Emlakçılar, bankalar,
arazi geliştiriciler polisler mücadelemizin hedefini teşkil etmeli. Bizim
amacımız, bireyleri değil bir bütün olarak toplumu dönüştürmek, bu anlamda,
yeni bir toplumsal varlık türünü meydana getirmek.
Bu
analiz, bize etkili bir mücadele için gerekli çıkış noktasını sunuyor.
Soylulaştırma gibi sistemli yürütülen işlemle ancak sermayeyi ve uşaklarını
karşıya atan işçi örgütleriyle mücadele edilebilir. Bu mücadele, lüks bina
geliştirme planlarını bozmayı, sermayenin haklarını sınırlayan kira kontrolü
türünden reformlar için mücadeleyi, geliştirilmeden önce terk edilmiş binaların
ve boş mekânların işgalini ve mahallelerde aileleri koruyacak tahliyelere karşı
savunma eylemlerini içerir.
Şehirde
yaşama hakkı işçilerden çalınıyor. Bu amaçla devlet, evsizlerin kaldırımlarda
konaklamasını yasaklıyor. Eylemciler, ülke genelinde bu türden yasak
kararlarına karşı önemli adımlar attılar. Yiyecek ürünlerinin şehrin belirli
kesimlerindeki işçilere dağıtılmasını suç ilan eden kararlara karşı eylemler
düzenlediler.
Ülke
genelinde tahliyelere karşı halkı savunma ekipleri, evsizlerin kamplara girme
hakkından mahrum kalmasın diye uğraşıyorlar. New Hampshire eyaletinin
Manchester şehrinde yedi ay içerisinde 11 tahliye işlemine mani olundu. Georgia
eyaletinin Atlanta şehrinde eylemciler, emlak zenginlerinin yasa dışı tahliye
işlemlerini durdurdular. Rhode Island eyaletinin Providence şehrinde herkese ev
verilmesini talep eden eylemciler, hükümet binası önünde kamp kurdular.[20]
İşçiler,
bu türden kolektif mücadelelerle belirli bir koruyucu zırha kavuşabilirler, bu
mücadelelerde kurulan ilişkiler üzerinden, soylulaştırılmış mahallelerde
giderek yaygınlaşan yabancılaşmayla mücadele edebilirler, kolektif eylemin
gücünü işçi sınıfına ispatlayabilirler.
En
nihayetinde bu mücadeleler, sermayeye karşı mücadelede sınıfı birleştirir.
Sermayenin çelişki yüklü, sömürücü niteliği ifşa olur, sosyalist bilinç
gelişecek yuvalar bulur. Sınıfın birliği ve sosyalist bilinç, kapitalizm
koşullarında barınma imkânını bir meta olmaktan çıkartıp insani bir hakka
dönüştürmek suretiyle barınma alanındaki genel soruna ve soylulaştırmaya son
verecek olan sosyalist devrimin ana dayanak noktalarıdır.
Engels’in
1872’de ifade ettiği gibi kapitalizm, barınma sorununu asla çözüme
kavuşturamaz. Kapitalizm, ancak sorunun etrafından dolanıp durur ve soruna
ancak soylulaştırmayla ve insanları yerinden yurdundan edecek adımlarla cevap
sunabilir. Çünkü “soylulaştırma ve insanları yerinden yurdundan edecek adımlara
sebep olan aynı ekonomik zorunluluk, bir sonraki aşamada da bunlara ihtiyaç
duyacaktır.”[21]
Soylulaştırmanın
da kapitalizmin de beyaz üstünlükçülüğün de temelinde özel mülkiyet meselesi
durur. Bu üçlünün her bir unsuru, tek başına reforma tabi tutulamaz.
Dolayısıyla, her bir başlık yeni bir mülkiyet biçimine, kolektif ve müşterek
mülkiyete ihtiyaç duyar.
Michal
Murawski’nin tespitiyle, “Şehir, sosyalizmin kurulduğu ve yıkıldığı asli
alandır. Sosyalist şehir, ancak şehirdeki mülk üzerine kurulu yapı özel
ellerden kurtarıldığı vakit kurulur.”[22] Kapitalizmle ve ırkçılıkla mücadelede
en önemli mesele, kullanma ve bazı insanları dışarıda bırakma hakkını elinde
bulunduran mülkiyet meselesidir.
Dolayısıyla,
biz, bugün kira alınmasına son verilmesi, evleri tahliye eden veya onlara el
koyan işlemlerin sonlandırılması, ırkçı polis terörüne ve insanların toplu
halde hapse tıkılmasına yönelik politikanın yürürlükten kaldırılması için
mücadele ediyoruz, bunların kapitalizmde elde edilebilecek sonuçlar olduğunu
düşünüyoruz ama bu tedbirlerin yeterli olmadığına inanıyoruz.
Barınma
sorununu gerçek manada çözüme kavuşturmak ve soylulaştırma işlemine son vermek
için bizim değişim değerleriyle patronlara hizmet eden değil, kullanım
değeriyle kitlelere hizmet eden kentleri, kasabaları, evleri, parkları, ulaşım
ağlarını ve diğer toplumsal imkânları üretecek bir sosyalist devrime
ihtiyacımız var. Soylulaştırma, durağan bir gerçeklik değil, devam eden bir
süreç ve onu ancak biz durdurabiliriz.
Joe Tache
6
Ocak 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Burada ilgili faktörlerin konuyla alakasının bulunmadığı söylenmiyor.
Sadece bunların soylulaştırmanın ardındaki temel güçleri izah etmediği üzerinde
duruluyor. Misal, Lawrence Knopp, soylulaştırmanın eşcinsel cemaatleriyle
hiçbir şekilde ilişkilendirilemeyeceğini söylüyor. Bkz.: Knopp, Lawrence.
(1990). “Some Theoretical Implications of Gay Involvement in an Urban Land
Market.” Political Geography Quarterly, Yıl. 9, Sayı. 4: s. 337-352.
[2]
Bu, modern sanayi kapitalizminin doğduğu yer olan İngiltere’de “müştereklerin
çitlenmesi”nde gördüğümüz mantık. Bu adımlar, sermaye birikiminin bir parçası
olarak atıldılar, neticede kır işçilerini çiftlikleri terk edip şehirde ücretli
çalışacakları işler aramaya mecbur eden ekonomik koşulları yarattılar. Kır
işçileri, eski üretim araçlarından kopartıldılar. Bunun için egemen sınıf,
devleti toprağı ve kaynakları ele geçirip, toprağı metalaştırmak, böylelikle o
toprağın üzerine evler inşa etmek için kullandı.
[3]
Marx, Karl (1967). Capital: A Critique of Political Economy (Cilt. 1):
“The process of production of capital”, Çeviri: S. Moore ve E. Aveling (New
York: International Publishers), s. 661.
[4]
A.g.e., s. 615-616.
[5]
Engels, Friedrich. (1845/1984). The Condition of the Working Class in
England (Londra: Penguin), s. 70.
[6]
Marx, Karl. (1885/1967). Capital: A Critique of Political Economy (Cilt
2): “The process of circulation of capital” (New York: International
Publishers), s. 233.
[7]
Marx, değer üretiminden ve değerin gerçekleşmesinden bahsederken “değerlenme”
ifadesini kullanıyor.
[8]
Marx, Capital (Cilt. 2), s. 233.
[9]
Mitchell, Don. (2020). Mean Streets: Homelessness, Public Space, and the
Limits to Capital (Atina: University of Georgia Press).
[10]
Smith, “Toward a theory of gentrification,” s. 546.
[11]
Puryear, Eugene, Shackled and Chained: Mass Incarceration in Capitalist
America (San Fransisko: Liberation Media), 2013, s. 46.
[12]
A.g.e., s. 66.
[13]
A.g.e., s. 108.
[14]
Smith, Neil, “Global Social Cleansing: Postliberal Revanchism and the Export of
Zero Tolerance.” Social Justice, 2001, Yıl. 28, Sayı. 3: s. 69.
[15]
Evans, Dave, “Mayor-elect Dismisses Black Lives Matter Threats of Riots if NYPD
Unit Resurrected”, 11 Kasım 2021, ABC7.
[16]
Adams, Eric, “How We Make New York City Safe: Mayor-elect Eric Adams Explains
Why We Need Stop and Frisk and Proactive Policing.” New York Daily News,
28 Kasım 2021, NYDN.
[17]
Mrabet, Yasmina, “Not Just Rich People and Cafes: Toward a Socialist
Understanding of Gentrification.” Breaking the Chains, 27 Aralık 2018, BC.
[18]
The National Center for Transgender Equality, “Housing & Homelessness”,
2021, NCTE.
[19]
National Alliance to End Homelessness, “Transgender Homeless Adults &
Unsheltered Homelessness: What the Data Tell Us.” National Alliance to End
Homelessness, 24 Temmuz 2020, EH.
[20]
Örnekler için bkz.: Liberation Staff, “Manchester, NH: Homeless Community at
The Bucket Resists 11th Eviction in Seven Months”, Liberation News, 13
Haziran 2021, LN; ve Ford,
Derek, “Indianapolis Movement Defeats Ruling-Class Attack on the Poor”, Liberation
News, 19 Kasım 2020, LN; ve Binder,
Max, “Protesters Sleep in Tents Outside Rhode Island State House, Demand
Housing”, Liberation News, 05 Aralık 2021, LN.
[21]
Ford, Derek ve Curry Malott, “Engels on the Housing Question: Wishful Thinking
vs. Real Solutions”, Liberation School, 28 Kasım 2020, LS.
[22]
Murawski, Michal, “Marxist Morphologies: A Materialist Critique of Brute
Materialities, Flat Infrastructures, Fuzzy Property and Complexified Cities”, Focaal:
Journal of Global and Historical Anthropology, 2018, Yıl. 82, Sayı.
1: s. 19.