07 Eylül 2025

,

1919-1924 Arası Dönemde Sömürge Devrimi ve Komintern II


II

Komintern’in 1920’de gerçekleşen ikinci kongresinde tartışılan en önemli konulardan biri de Sovyet hareketinin kapitalist olmayan ülkelerde örgütlenmesi meselesiydi. Lenin, bu ülkelerde işçi olmasa da buralarda köylü veya emekçi sovyetlerinin kurulabileceğini söylüyor, “Sovyet Rusya’nın yardımını alan, etkili propaganda faaliyeti yürüttüğü bu türden ülkelerin kapitalist gelişme aşamasına girmeden, doğrudan sosyalizm aşamasına geçiş yapabilmesi mümkündür” diye ekliyordu.[22]

Zinovyev’in de ifade ettiği biçimiyle, “uzun süre her ülkenin kapitalizm aşamasından geçmesi gerektiği, büyük fabrikaların kurulup işçilerin şehirlerde yoğunlaşmasının şart olduğu, ancak bu sayede sosyalizm meselesinin gündeme gelebileceği üzerinde durulmuştu. Artık bu şekilde düşünülmüyordu. Rusya gibi bir başka ülke de kapitalizmin zincirlerinden koptuğu, işçilerin proleter devrimi gündemlerine aldığı andan itibaren Çin, Hindistan, Türkiye, İran ve Ermenistan’ın da doğrudan sosyalist düzen için mücadele etmeye başlayabilirlerdi.”[23]

Bunlar, esasen iyimser görüşlerdi. Zamanla fazla iyimserlik yüklü oldukları görüldü. Zira bir süre sonra yerli halkın toplumsal ve kültürel geleneklerinin ağırlıklı bir yere sahip olmasına izin verilmedi. Eylül 1920’de Bakû’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı, bu geleneklerin önemli olduğuna dair kimi kanıtlar sundu. Bir raporda ifade edildiği biçimiyle, “Birçok hararetli konuşma yapılırken, bu konuşmaların etkisi Müslüman temsilcilerin dışarı çıkıp namaz kılmalarıyla birlikte kırılıyordu.”[24]

Kurultayda İngiliz ve Fransız emperyalizmine saldıran konuşmalar yapıldı. Ancak kurultaya hâkim olan görüş, yalınkat milliyetçilikti. Sovyetler’in görüşlerine yönelik şüphelerini dile getiren delegeler, esasen politik ve kültürel meselelerine dışarıdan “müdahale” edilmesini istemiyorlardı.[25] Aslında bu delegelerin önemli bir bölümü, ticari çıkarları peşinden Bakû’ye gelmişti. Kurultay sürecinde birçok şüphe edilen delege ve alenen spekülatörlük yapan kişiler kentten kovuldular.[26]

Doğu ülkelerinde radikal partilerin doğrudan sosyalist bir düzeni inşa etmek için kolları sıvamaları karşısında karşılaşacakları olası güçlükler konusunda gösterilebilecek bir diğer kanıt da “Gilan olayı”ydı.

Hazar Denizi kıyısındaki Enzeli limanı, 18 Mayıs 1920 günü Kızıl Ordu’nun eline geçti. İngiliz-Hint askerlerinin bulunduğu garnizonun kaçması üzerine Gilan bölgesinde bulunan, limana yakın olan Reşt kenti de komünistlerin hâkimiyetine girdi. 4 Temmuz günü cumhuriyet ilan edildi, İranlı demokrat Küçük Han’ın liderliğine geçici devrimci hükümet kuruldu. Hükümet üyeleri, “komiser” unvanını taşımaya başladılar.[27]

Ancak Halkın Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda aktarıldığı biçimiyle, “bölgede komünist hâkimiyetini tesis etme girişimi başarılı sonuçlara yol açmadı.” Din karşıtı propaganda ve toprak sahiplerinin mülklerine el konulması üzerine hükümet desteğini yitirdi. Din karşıtı propaganda, halk nezdinde yaygın bir öfkeyle karşılandı. Köylüler, kendilerine verilen toprakları almayı reddettiler.[28]

“İran Komünist Partisi’nin yeni seçilen merkez komitesi, Gilan’da yürürlüğe konulan komünist politikanın yanlış olduğunu ortaya koyduktan sonra İran’da devrimin burjuva aşamasından geçmek zorunda olduğuna dair bir kararı kabul etti.”[29] Ocak 1921’de Adalet ismini taşıyan İran komünist partisinin görevlerini ve sosyo-ekonomik durumu ele alan tezler benimsendi. Bu tezlere göre parti, “komünist tedbirlerin hemen uygulanması kararından uzak durmalı”, “İran’da komünizmin böylesine erken bir vakitte ortaya çıkmasının imkânsız olduğunu kabul etmeli”ydi. Tezleri hazırlayanlar, dini ve kültürel önyargıların gücünü görüyorlardı.

Gilan olayı, bir yandan da “Rus hâkimiyeti tehdidini yeniden gündeme getirmiş, bu da İngiliz karşıtı hareketi zayıflatmıştı.” Artık Rusya’nın her türden askeri müdahalesinin devrimci harekete zarar vermekten başka bir sonucu olmayacağına inanılıyordu. Bu noktada parti, esas olarak proletaryadan orta burjuvaziye, tüm sınıfların desteğini güvence altına alacak çalışmalara yoğunlaşmalı, küçük burjuvazi ile aydınların çıkarlarını temsil eden partilerle işbirliğinin yollarını aramalıydı.[30]

Safarov’un yorumuna göre, Küçük Han’ın desteği, sadece dünya emperyalizmin hayrına olan gerçek güç ilişkilerine fazla önem atfetme, güç ilişkilerinin komünistlerin lehinde olduğu vehmine kapılma yanılgısı üzerinden değerlendirildi. İşçi sınıfının örgütsel yapısının zayıf olduğu koşullarda, “devrimci maceracılık”tan uzak durulmalıydı. Artık Doğu ülkeleri için, dini, kabilevi ve kültürel önyargıların gücünü muhafaza edeceği “uzun bir geçiş dönemi”nin veya bir NEP döneminin gerekli olduğu düşünülmekteydi.[31]

Pravda’nın 10 Ekim 1920 tarihli nüshasına yazdığı yazıda Stalin de geri kalmış ülkelerdeki komünistleri kendi halklarından kopmalarına neden olacak, kendi ifadesiyle, “geri kalmış kitleleri hemen komünistleştirme hedefiyle gerçekleştirilen süvari baskınları türü politikalar uygulamamaları” konusunda uyardı.

Bu süreçte iç savaş süresince kapalı olan pazarların açılmasına izin verildi. Ticaret teşvik edildi. Zenginlere bile ait olsa, mülkiyet haklarına saygı duyuldu. Devletin el koyduğu camiler cemaatlerine teslim edildi. Şeriat mahkemeleri ve dini okullar yeniden açıldı.[32] Stalin’in ifadesiyle, “sosyalizme geçiş denilen zor ama imkânsız olmayan görevi ifa edebilmek için halkların ekonomik koşullarının, tarihsel geçmişinin, yaşam tarzının ve kültürünün tüm özel yönleri dikkate alınmalı”ydı.[33]

Roy’un aktardığı kadarıyla, “İkinci Kongre’nin yapıldığı dönemde ‘sömürge ve yarı sömürge ülkeler’ teriminin kapsadığı bölgelerdeki ve halklardaki farklılıkları anlayabilen insan sayısı çok azdı.” Zinovyev, “kapsamlı bir aydınlatma çalışması”nın yürütülmesi gerektiğini düşünüyor, bu noktada işçi sınıfı hareketi ile yerelliklerdeki komünist partilerin gelişimine vurgu yapıyordu.[34]

Komintern’in Üçüncü Kongre’sinde bu görevler geri plana atıldı, daha çok ulusal demokrat hareketin gelişimine odaklanıldı. Bu noktada, ilk elden kimi önemli ve çarpıcı başarılar elde edildi. Ancak güçlü olan kültürel gelenek, bu yeni ve görünüşe göre daha gerçekçi olan hedefe ulaşma konusunda atılan adımları sekteye uğrattı.

Bu politikalara şüpheyle yaklaşanlar da vardı. Bazıları, Sovyet liderlerinin niyetinin Doğu halklarını kendi taktiksel amaçları için kullanmak olduğunu düşünüyor, bilinçten yoksun bir yaklaşım üzerinden, bu liderleri önceki Çarlık sömürgecileri gibi görmeye devam ediyorlardı.

Bakû Kurultayı’nda konuşan bir delege liderlerle ilgili şikâyetini şu şekilde dile getirmekteydi: “Biz Türkistan halkı olarak Zinovyev yoldaşı da Radek yoldaşı da, devrimin diğer liderlerini de bugüne dek hiç görmedik.” Liderlerin Türkistan’a gelip bölgedeki ajanlarının kitleleri Sovyet iktidarından kopartacak işler yaptığını görmesini isteyen delege, sözlerine şöyle devam ediyordu: “Şu karşı-devrimcilerinizi alın başımızdan! […] Bugün komünizm maskesiyle iş tutan sömürgecilerinizi alın götürün!” Bu sözler, kurultaydaki delegelerin başlattığı alkış tufanıyla karşılandı.

Özünde bunlar, ciddiye alınması gereken görüşlerdi. Kapanış konuşmasında Zinovyev delegelere, yerelde komünist adını taşımayı hak etmediğini ortaya koymuş olan temsilcilerin görevlerinden uzaklaştıracakları güvencesi verdi. Ardından Zinovyev, “Eskiden büyük güçlere yönelik duyulan güvensizlik, kasti bir yaklaşım olmadan, yarım yamalak bir bilinçle, yeni Sovyet devletiyle kurulacak ilişkilere de yönlendirilmektedir” dedi.[35]

Birinci Orta Asya Müslüman Komünistleri Kongresi delegelerinden biri, yaptığı konuşmada şu şikâyetini dile getiriyordu: “Yerelliklerde halk, eskinin imtiyazlı sınıfların halkı küçük gören yaklaşımlarına halen daha tahammül etmek zorunda kalıyorlar. Ezenlerin zihniyetini bir şekilde muhafaza eden komünistler, halka bu şekilde yaklaşıyorlar, Müslümanları kendi tebaaları olarak görüyorlar.”

Rus Komünist Partisi’nin onuncu kongresinde Safarov, proletarya diktatörlüğünden yana olan ama Kırgız ve Özbek gibi halklar sanayi proletaryasından yoksun olduğu için, bu diktatörlüğe ait kurumların sadece Rusların elinde olması gerektiğine inanan birçok Rus komünisti bulunduğunu söylüyordu. Safarov’a göre, “yerelliklerde kendilerine yabancı olan bir ideolojinin etkisi altında olan çok sayıda yoldaş” mevcuttu.[36]

Sovyetler’in kontrolü dışında kalan uzak diyarlarda asıl sorun, Ekim Devrimi’ni despotizme ve yabancı kontrolüne karşı elde edilmiş bir zafer olarak gören ama bu devrimin sosyalist niteliğini göz ardı eden yaklaşımdı. Aynı dönemde Hintli devrimciler de “Rus Devrimi’nin idealleri ve Marksizmin ilkeleri konusunda net bir anlayışa sahip değillerdi. Bunlar, esas olarak devrime salt milliyetçi zeminde örgütlenmişlerdi.”[37] Hintli devrimciler, “Sovyet Rusya’dan yana duruyorlardı ama Sovyetler’deki yönetim tarzının ideolojik yönüne ilgi duymaya başladıklarını söylemek yanlış olur. Esasında bu devrimciler Sovyet hükümetinin ideolojisine düşmandı.”[38]

Hintli devrimcilere göre, Rusya’nın Asya’da bulunan, emperyalist hâkimiyetten kurtulup hızla kalkınan topraklarındaki Çar idaresini Hindistan’daki İngiliz idaresine benzetiyorlardı.[39] Buna karşın, “Hintli liderler, devrim ve sosyalizmi ülkelerine yabancı unsurlar olarak görüyorlardı.” İlk Hintli sosyalistler, bu aşamada Marksizme dair yüzeysel bilgilerini sınama imkânı buldular. Bu Hintli devrimcilerden birinin babası Lenin’i “Allah’ın iradesine aracılık eden bir araç” olarak görüyordu. Marksist külliyata ulaşmak pek mümkün değildi.

Bolşevikler, “uzlaşma nedir bilmeyen antiemperyalistler” olarak görülüyorlardı. O dönemde Hintli komünistlerin yargılandığı dava, yargılanan sosyalistlerden birine, sözde bağlı olduğu öğreti konusunda fikirlerini netleştirme imkânı sundu.[40]

Sovyet Rusya ve Marksist öğretiye dair bu türden kanaatler, doğalında komünist partilerin ve işçi hareketinin gelişimine mani oldu. Komintern’in dördüncü kongresine sunduğu raporda Zinovyev, Hindistan’da başarıya ulaşan yoldaşların önemli sonuçlar elde ettiğini duyuruyordu. Rapor, aynı zamanda Türkiye, Çin ve Mısır’da belirli bir güce sahip komünist hücrelerin oluştuğu bilgisini veriyordu.[41]

Ama bu süreçte, ikinci kongrede Doğu sorununa teorik açıdan yaklaşanlar meseleyi pratik düzleminde ele almaya başlamışlardı.[42] Bir yandan da komünist hareketle ilişkili partilerin Doğu’da yeterli bir düzeyde bulunmadıkları tespit edilmekteydi.

Dördüncü kongrede yaptığı konuşmada gerçekleri oldukları gibi değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Radek, “Türk komünistlerinden boş beklentiler içine girmemeleri, kendi güçlerini abartmamaları istendi” diyordu. Radek’e göre, Hindistan’daki yoldaşlar ilk adım olarak işçi partisi kurma girişimine imza atmamalıydı. Zira “pratikte örgütsel düzeyde elde edilen başarıların güvence altına alınabilmesi için pratikte daha yapılacak çok iş vardı.”[43]

London Times, aktardığı yazılarda Hindistan’daki sivil itaatsizlik hareketinin politik yönelimine dair şüpheleri aktarıyordu. 1 Ocak 1923’te gizlice basılıp dağıtılan bir Bolşevik genelgesinde gidişatın hiç de tatmin edici düzeyde olmadığına vurgu yapılıyordu. Genelgeye göre, komünist propaganda okulları pratikte bir işe yaramıyor, ajanların yürüttüğü çalışmalar hiçbir sonuç üretmiyordu. Tek başarılı iş, yüklü miktarda paranın Taşkent’teki propaganda okulunun öğrencilerinden birinin Hindistan’a gizli yollardan sokulabilmiş olmasıydı. Ama bu parayı getiren kişi, söz konusu parayı kendisine ev inşa etmek için kullanmıştı. Bolşeviklerin Hintli devrimcilere ilk dönem sundukları finansal destek benzer akıbetlerle yüzleşti. 1926 yılında partinin on beş ilâ yirmi civarında üyesi vardı ve bu üyelerin belirli bir kısmı kâğıt üstünde üyelikti. Örneğin Lahor’daki parti üyelerinin hazırladıkları bir raporda aktarıldığı kadarıyla İngiltere’deki partiden gelen temsilciler alımlı kişilerdi ama bir şeyler yapma isteğinden yoksunlardı.[44]

Komintern’e bağlı partilerin üyelerinin isimleri 1923’te yayınlandı. Rapora göre, İran’da iki bin üye, bir de yayın organı varken, Mısır’da bin beş yüz üye bulunuyordu, ama ülke tek bir dergi ya da gazeteye sahip değildi. Çin ve Kore’de ne üye ne de yayın organı mevcuttu. Raporda Hindistan ve Afganistan’ın adı bile geçmiyordu. İki ülke de Komintern’le bağlantılı bir partiye sahip değildi.[45]

1924’te raporda adı geçen İran partisinin beşinci kongreye gönderdiği delege, üye sayısının düştüğünü, tek umutlarının “sanayi proletaryasının büyümesiyle birlikte partinin faaliyet imkânlarında yaşanacak artış” olduğunu söylüyordu.[46]

Komintern’in ilk beş yıllık deneyimiyle ilgili yorumunda Zinovyev, “sömürgelerde ve yarı sömürgelerde yürütülmesi gereken ciddi devrimci çalışma konusunda henüz başlangıç aşamasında olunduğu” tespitini aktardı bulundu. Ardından, Doğu’ya, sömürge ve yarı sömürge ülkelere daha fazla dikkat kesilmesi çağrısında bulundu.[47]

Gelgelelim, Doğu’da yaşama ihtimali bulunan devrimci bir hareketin gelişimini ketleyen tek unsur, Komintern’in bu gelişim için adım atma konusunda sergilediği direnç veya isteksizlik değildi. Başka faktörler de vardı ve kanaatimizce bu faktörlerin önemli bir kısmı sosyo-kültürel nitelikte faktörlerdi.

III

Asıl mesele, sömürgeler dünyasının değişmekte olan sosyo-ekonomik ortamında kurulması gereken sınıfsal ittifaklar, daha da özelde, bağ kurulacak milliyetçi liderlere ve hareketlere karşı geliştirilecek tavırla ilgiliydi.

Komintern’in ikinci kongresinde asıl tartışılan konu, “milli burjuvazi” meselesiydi. İlk başta Komintern’in “burjuva demokrat” unsurlara destek sunması önerisinde bulunan Lenin, nihayetinde “milli devrimci” tabirini kabul eder bir çizgiye gelmişti. Oysa Lenin, sömürgeler dünyasında milliyetçi hareketin burjuva demokratlıktan gayrı bir niteliğe kavuşamayacağını düşünüyordu. Zira bu ülkelerde kitle, esas olarak köylülerden, küçük burjuvazinin temsilcilerinden oluşmaktaydı.

Herkes, açıktan gerici olan unsurların desteklenmemesi gerektiği sonucuna vardı.[48] Komintern’in stratejisi haline gelen formül, gene de bir muğlaklıkla maluldü. Bu muğlaklık kendisini, Lenin’in tezleri yanında Roy’un önerdiği ek tezlerin kabul edilmesinde açığa vurdu. Neticede Roy, milli burjuvaziye şüpheyle yaklaşıyor, “ilk ve asli görev”in Doğu ülkelerinde komünist partilerin kurulması olduğunu düşünüyordu.[49]

Yaşanan olaylar, kısa bir süre sonra bu iki tarafı gören, dengeli bir yaklaşım üzerine kurulu formülün zeminini iyice gerdi. Yılın sonunda Sultanzade, Komintern icra kurulu toplantısında yaptığı konuşmada geri kalmış ülkelerdeki burjuvazinin milli demokratik devrim safında dövüşmeye mahir olduğu anlayışının sonsuza dek terk edilmesi gerektiğini söyledi. Aklında son dönemde Kuzey İran’da yaşanan gelişmeler olan Sultanzade, konuşmasının sonunda milliyetçilerin ya karşı-devrimci kampa geçeceği ya da Türkiye’de olduğu gibi, kapitalist Avrupa ile anlaşacağı tespitinde bulundu. Sultanzade’ye göre, Doğulu komünistler, hem beynelmilel hem de yerli burjuvaziyle mücadele etmeliydi.[50]

Sokolnikov ise konuşmasında, “Doğu’daki askeri müttefiklerin düşmanla, İtilaf Devletleri ile anlaşmalar imzaladığını” söyledi. Ona göre, “her bir ülkenin özel yanları dikkate alınmalı, her türden basmakalıp laftan ve yaklaşımdan uzak durulmalı”ydı.[51]

Zinovyev’in dile döktüğü “emperyalist hükümetlerin tüm çabalarına rağmen kurtuluş mücadelesi daha fazla gelişiyor” diyen görüş, resmi görüş hüviyeti kazandı. Bu kurtuluş mücadelesi, sosyalist ve komünist niteliğe sahip olmasa da nesnel planda kapitalist rejime karşı bir mücadele olma vasfını koruyordu. Stalin, bu yaklaşımı daha cesurca dile döküyordu: Ona göre, Afganistan Emiri’nin bağımsızlık mücadelesi nesnel planda devrimci bir mücadeleydi, çünkü emperyalizmi zayıflatıyor, onun zeminini sarsıyordu. Aynı durum, Mısırlı tüccarların ve burjuva aydınların verdiği milli bağımsızlık mücadelesi için de söz konusuydu. Bu noktada “Mısır’daki milliyetçi hareketin başındaki liderlerin burjuva köklerinin ve burjuva niteliğinin, hatta sosyalizme karşı olmalarının bir önemi yoktu.”[52] Bir hareket, proleter kitle tabanından, işçi veya orta sınıf liderlerden, ayrıca devrimci hatta demokratik bir programdan yoksun olsa da “nesnel açıdan devrimci” olabilirdi. Edinilen deneyim, kısa bir süre sonra bu iki tarafı uzlaştıran teorinin sınırlarını ortaya koyacaktı.

Örneğin, 1922’de Sosyalist Akademi isimli dergide bir yazar, “Hindistan’ın tüm Doğu ülkeleri içerisinde devrime en yakın ülke” olduğunu söylüyordu. Başka bir yazar ise bu ülkenin “geniş işçi ve köylü kitlelerinin katılımıyla birlikte toplumsal mücadele aşamasına girdiği” tespitinde bulunuyordu. Neticede milli bağımsızlık sloganları, hareketin burjuva aşamadan sosyalist devrim aşamasına doğru yaşanan gelişimindeki eğilimleri yansıtmamaktaydı. Artık Hint devrimi gündemdeki yerini almıştı.[53]

Oysa ümitlerin bağlandığı bu harekete öncülük eden Gandi, ecdadı yücelten dünya görüşüne sahip, uslanmaz bir barışçıydı. Buna karşın, Gandi, “Hint halkının kurtuluş mücadelesinin yürüdüğü yolda en önemli aşama olarak, İngiliz hâkimiyetine karşı Hint halkının birleşmenin ve dayanışma ilişkisi geliştirmesinin gerekliliğini temsil etmekteydi.”[54]

Gandi, insanların hayatını kaybettiği bir olay sonrası sivil itaatsizlik eylemleri çağrısında bulununca bu görüşler revize edilmek zorunda kalındı. Roy, Komintern’in dördüncü kongresinde Hindistan gibi Doğu ülkelerinde kapitalizmin belirli ölçüde geliştiğini, burjuvazinin üst kesimlerinin mevcut sisteme önemli oranda yatırım yaptığını söyledi. Bu düzlemde burjuvazi, emperyalistlerin koruyucu elinin ülke üzerinden çekilmemesini kendisi için avantajlı gördü. Çünkü savaşın sona ermesiyle birlikte ülkede oluşacak o büyük toplumsal huzursuzluk devrimci bir nitelik kazanırsa bu kalkışma, sadece yabancı emperyalistleri değil, yerli burjuvaziyi de söküp atacaktı.

Roy’a göre, hiçbir Doğu ülkesinde burjuvazi, emperyalistlerin gidişi sonrası kamu düzeninin sorumluluğunu üstlenecek durumda değildi. Bu burjuvazi, anarşi, kaos ve iç savaş döneminin gelmesinden korkuyor, bu sebeple, emperyalist ağababalarıyla uzlaşma yolu bulmak istiyorlardı. Eskiden emperyalizmi tehdit eden Mısır ve Hindistan’daki o “büyük devrimci hareket”, artık “emperyalizme önemli bir zarar verecek durumda değildi.” Roy’a göre, artık burjuva milliyetçi örgütler, karşı-devrimci birer güç haline gelmişti ve o devrimci harekete ihanet ediyorlardı.[55]

Şeklen de olsa bağımsız bir hükümete sahip olan devletlerde durum hiç de iç açıcı değildi. Beşinci Kongre’de dile getirildiği biçimiyle Mısır’da “devrimci laflar”la sahneye çıkmış olan Zağlul Paşa, Mısır halkının lideri kabul ediliyordu. Ama iktidara gelir gelmez Mısır Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin tüm üyelerini hapse attırdı. “Komünistler hapiste korkunç muamelelerle yüzleştiler.” Partinin 1924’te örgütlediği bir oturma eylemini askerler dağıttı. Bir sonraki yılın başlarında polis casuslarının sızmayı başardığı partinin tüm üyeleri ve birçok üyesi gözaltına alındı.[56]

İran’da ve Afganistan’da Sovyet çizgisi tüccarlarda ve esnafta karşılık buldu. Bu, daha çok Sovyet Rusya ile kurulmuş olan ticari bağlarla ilgili bir gelişmeydi. İlgili kesim, Sovyet hükümetinin tanınması konusunda daha fazla istekliydi. Halkın Dışişleri Komiserliği’ne göre bu yeni gelişen burjuvazi, “bir bütün olarak ilerici bir faktördü.” Ama bu kesimlerin Sovyet hükümetiyle kurdukları ticari ilişkiler onların sosyalist oldukları anlamına gelmiyordu. Hatta süreç içerisinde İran Komünist Partisi yasaklandı, tüm üyeleri yeraltına çekilmek zorunda kaldı.[57]

En dikkat çeken örnekse Türkiye’ydi. Bu ülkede başta olan Mustafa Kemal, bağımsızlık mücadelesinin başarıyla neticelendirilmesi sonrası Sovyetler’in diplomatik desteğine artık ihtiyaç duymuyordu. Bu noktada ülkedeki komünistlere zulmetmeye başladı.

Komintern’in Üçüncü Kongresi’nde dile getirildiği biçimiyle İtilaf Kuvvetleri’ne karşı duran Mustafa Kemal, “bir yandan da her türden komünist harekete karşı mücadele yürütüyor”, tüm gücüyle komünistleri tutukluyor, onların etkisini kırmak için elinden geleni yapıyordu.[58]

En gurur kırıcı hamlesi ise devrimci olmayan hedefler belirlemiş bir resmi “komünist partisi”ni kurmasıydı. Safarov’un ifadesiyle, bu partinin kurulmasının amacı hakiki komünistleri ezmekti. Ama gene de Türk komünistlerine milli bağımsızlık hareketine desteklemenin ilk görevleri olduğu söylendi. Zira bu büyük öneme sahip devrimci görev, henüz tamamlanmış değildi. Radek, özgürleşmek için verilecek nihai savaşın henüz kapıyı çalmadığını” söylüyordu. Türk komünistlerinin devrimci burjuva unsurlarla yan yana yürüyecekleri daha uzun bir yolları vardı.”[59]

IV

Çiçerin, “komünistlerin Doğu ülkelerindeki burjuvaziye İngilizlerin ve diğer kapitalistlerin emperyalist planlarına karşı güçlü bir duvar örmeleri konusunda yardım etme siyaseti yürütmeleri gerektiğini” düşünüyordu. Çiçerin’e göre, gelişme kaydeden burjuvazinin yürüdüğü yol netleştikçe, onun mücadelesi ne tür bir biçim alırsa alsın, o mücadele desteklenmeli”ydi. Konuşmasının sonunda Çiçerin şu tespiti yapıyordu: “Diyalektiği esas alan bir görüş sunma becerisinden yoksun olanlar, işçi-köylü hükümetinin burjuvazi merkezli bir tutumu benimsemesini komünist ilkelere ihanet olarak görüyorlar.”[60] Bu ikaz içeriye yapılıyordu esasında. Zira Sovyetler’de ve Komintern’de liderler, “antiemperyalist mücadele”nin tek hedefinin Sovyet hükümetiyle kurulacak diplomatik ilişkileri güçlendirmek olduğuna inanan kesimlerin şüphelerini ortadan kaldırmakta bir miktar güçlük çekiyorlardı. Rus Komünist Partisi’nin sekizinci kongresinde yaptığı konuşmada Buharin, meramını gayet sarih bir biçimde koyuyordu: “Milliyetçiliği alenen ortada olan hareket, değirmenimizin kapısında duran, İngiliz emperyalizmini yok etme çabamıza katkı sunacak basit bir buğday çuvalından başka bir şey değil.”[61]

Bu görüş, zamanla dünya komünist hareketinin ana görevinin hareketin elindeki tek toprak olan Sovyet Rusya’nın savunulması olması gerektiğine dair önermeyle birleşti. Nisan 1923’te toplanan Bakû Propaganda Konseyi’nde Kirov da bundan başka bir şey söylemiyordu. Konsey, İngilizlerin baskıları neticesinde Sovyet hükümetinin sömürgelerde verdiği tavizlerin önemli olduğuna dair, şikâyet yüklü konuşmalara sahne oldu. Bu konuşmalara cevaben Kirov şunları söyledi: “Sovyet Rusya, dünya devriminin merkezidir, dolayısıyla, eğer dünya devrimi gerçekleşecekse her şeyden önce Sovyet Rusya sağlam bir zemine sahip olmalıdır. Sovyet Rusya yenilirse dünya devrimi de yenilir, devrimler birkaç kuşak öteye ertelenir.”[62]

Esasında bunlar, son yıllarda da işittiğimiz görüşler. Bunları salt “Stalinizm” üzerinden açıklarsak, çok katmanlı ve geniş bir zeminde yürütülen tartışmanın arka planını göz ardı etmiş oluruz.

Sömürgelerin toplumsal yapısını analiz ederken Komintern, çözümü çok zor olan bir yığın sorunla yüzleşti. Sovyet dışı Doğu coğrafyasının toplumsal ve ekonomik meselelerini ele alan çok az Marksist çalışma kaleme alındı. Ayrıca Marksist-Leninist teori, bir yere tatbik edilecek basit bir teori değil. “Onun geliştirilmeye de ihtiyacı var.”[63] Ancak öte yandan, belirli bir sömürgenin mevcut durumundaki özgül yanları dikkate almayan hiçbir geliştirme çabasının başarılı olamayacağını da görmek gerekiyor. Sömürge ülkeler, sadece emperyalist ülkelerden değil, birbirlerinden de farklı yapılar. Sokolnikov’un tespitiyle, sömürge ülkeleri incelerken basmakalıp laflardan uzak durmak gerekiyor.

“Genel komünist teorinin ve pratiğin Doğu’nun farklı koşullara sahip ülkelerine tatbik edilmesinin bugüne dek dünya komünistlerinin yüzleşmedikleri türden, sıra dışı ve zor bir görev olduğunu” Lenin de kabul ediyordu. Onun kanaatine göre, ilgili sorunlara gerekli çözümler “komünist broşürler”de değil, sadece mücadele yolu dâhilinde bulunabilirdi.[64] Zamanla sömürge ülkelerdeki hükümetlerin o güne dek varsayılandan çok daha bağımsız hareket ettikleri, yereldeki toplumsal ve kültürel geleneklerin çok daha derin köklere sahip oldukları, toplumsal yapıların daha karmaşık ve heterojen bir nitelik arz ettiği görüldü. Komintern’in konuyla ilgili tecrübesi bize, bu türden faktörleri yeterli düzeyde dikkate almayan bir sömürge devrimi stratejisinin başarı şansının bulunmadığını gösterdi.

Stephen White
Glasgow Üniversitesi

[Kaynak: Science & Society, Cilt. 40, Sayı. 2 (Yaz 1976), s. 173-193.]

Dipnotlar:
[22] Kommunisticheskii Internatsional, V tor ox Kongress: stenografichesm otchet (“Komünist Enternasyonal, İkinci Kongre: Stenografi Raporu”) (İkinci Baskı, Moskova, 1934), s. 28, 103.

[23] Pervyi S”ezd Narodov Vostoha: stenograficheskie otchety (“Birinci Doğu Halkları Kurultayı: Stenografi Raporu”) (Petrograd, 1920), s. 40.

[24] Secret Political Report, 25 Ekim 1920, F.O. 371/5178/E13412.

[25] Pervyi S"ezd Narodov Vostoha, birçok yerde; ayrıca bu makalenin yazarının çalışması için bkz.: “Communism and the East: Baku 1920”, Slavic Review, Cilt. 33, Sayı. 3 (Eylül 1974), s. 492-514. Türkçesi: İştiraki.

[26] E. D. Stasova, Stranüsy Zhizni i Bor'by (“Hayat ve Mücadeleden Sayfalar”) (Moskova, 1957), s. 109-10.

[27] M. N. Ivanova, NatsionaVno-OsvoboditeVnoe Dvizhenie v Irane v 1918-1922 gg. (“1918-1922 Arası Dönemde İran’da Ulusal Kurtuluş Hareketi”) (Moskova, 1961), s. 85. Ayrıca aynı yazarın şu çalışmasına bakılabilir: “Natsionarno-Osvoboditel'noe Dvizhenie v Gilyanskoi Provintsii Irana v 1921-22 gg.” Sovetskoe Vostokavedenie, Sayı. 3 (1955), s. 46-55, ve A. N. Kheifets, Sovetshaya Rossiya i SopredeVnye Strany Vostoha, 1918-1920 (“1918-1920 Arası Dönemde Sovyet Rusya ve Doğu’daki Komşu Ülkeler”) (Moskova, 1964).

[28] NKID, Godovoi Otchet k Vili S"ezdu Sovetov za 1919-20 gg. (“Sekizinci Sovyetler Kongresi 1919-1920 Arası Dönem Yıllık Raporu” (Moskova, 1921), s. 72; M. N. Pavlovich, Ekonomicheskoe Razvitie i Agrarnyi Vopros v Persii XX Veha (“Yirminci Yüzyılda İran’da Ekonomik Kalkınma ve Tarım Sorunu”) (Moskova, 1921), s. 30.

[29] NKID, Godovoi Otchet k VIII S"ezdu Sovetov, s. 73 (Bu kısım ve 28. dipnotta aktarılan bölüm şu çalışmada yer almıyor: Dokumenty Vneshnei Polititi SSSR, Cilt. 2, Ek. 7).

[30] Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 7 (105), 17 Mart 1921; Ivanova, a.g.e., s. 101 ve devamı.

[31] G. Safarov, Problemy Vostoha (“Doğu’nun Sorunları”) (Petrograd, 1922), s. 171, 176.

[32] Novyi Vostok, Sayı. 2 (1927), s. 286; A. G. Park, Bolshevism in Turkestan, 1917-27 (New York, 1957), s. 53, 54.

[33] J. V. Stalin, Sochineniya (“Asar”), Cilt. 5 (Moskova, 1947), s. 41.

[34] Kommunisticheskii Internatsional, IV Vsemirnyi Kongress: Izbrannye Doklady, Rech'i i Rezolyutsii (“Dördüncü Kongre: Seçme Raporlar, Konuşmalar ve Kararlar) (Moskova, 1923), s. 262; G. Zinoviev, Mirovaya Revolyutsiya i Kommunisticheskii Internatsional (“Dünya Devrimi e Komünist Enternasyonal”) (Petrograd, 1920), s. 48.

[35] Pervyi S"ezd Narodov Vostoka, s. 88, 90, 227-29. 13 Ekim 1920’de Moskova’da düzenlenen Bakû Kurultayı’ndan yirmi yedi delegenin katıldığı toplantı sonrası RKP(B) Politbürosu’nun aldığı kararın ana konusu bu türden aşırılıkların ortadan kaldırılmasıydı. (Lenin’in hazırladığı karar taslağı için bkz.: Leninskii Sbornik, Cilt. 36 [Moskova, 1959], s. 133-34).

[36] G. Safarov, KolmiaVnaya Revolyutsiya (“Sömürge Devrimi”) (Moskova, 1921), s. 97; R.K.P.(B), Desyatyi S"ezd:stenografichesMi otchet (“Onuncu Kongre: Stenografi Raporu”) (Moskova, 1921), s. 105. Buharin, partinin 12. Kongre’sinden bir delegeye “sizde yeni bir şeyler var mı?” diye sorar. “Pek bir şey yok. Milliyetçileri gırtlaklamaktan başka” cevabını alır. (R.K.P.(B), Dvenadtsatyi S"ezd stenograficheskii otchet [“On İkinci Kongre: Stenografi Raporu”] [Moskova, 1923], s. 169).

[37] L. P. Sinha, The Left-wing in India (1919-1947) (Muzaffarpur, 1965), s. 58.

[38] Z. Imam, Yayına Hz.: B. R. Nanda, Socialism in India (Delhi, 1972), s. 54.

[39] Asya’daki Çar idaresine benzerliğe değinen isimlerden biri Cevahirlal Nehru (Autobiography (Londra, 1942), s. 362 ve Soviet Russia [Allahadbad, 1928], birçok yerde), biri de S. Usmani’dir (From Peshawar to Moscow [Benares, 1927], s. 168). Z. Imam, “The Effects of the Russian Revolution on India, 1917-20,” St. Antony’s Papers, Cilt. 18 (Londra, 1966), s. 96; M. Ahmed, The Communist Party of India: Years of Formation, 1921-23 (Kalküta, 1959), s. 8.

[40] Yayına Hz.: A. Gupta, India and Lenin (Delhi, 1960), s. 28, 29, 30. Ayrıca bkz.: D. Kaushik ve L. Mitroalum, Lenin: His Image in India (Delhi, 1970).

[41] G. Zinoviev, Kommunisticheskii Internatsional za Rabotoi (“Komünist Enternasyonal İş Başında”) (Moskova-Petrograd, 1922), s. 66.

[42] Kommunisticheskii Internatsional, Tretyi Vsemirnyi Kongress: stenograficheskii otchet (“Üçüncü Dünya Kongresi: Stenografi Raporu”) (Petrograd, 1922), s. 6. Benzer uyarılara dördüncü ve beşinci kongrelerde de yapıldı.

[43] Communist International, Fourth Congress (Londra, 1923), s. 222, 224.

[44] P. Spratt, Blowing Up India (Kalküta, 1955), s. 34, 37.

[45] Ezhegodnik Kominterna (“Komintern Yıllığı”) (Petrograd- Moskova, 1923), s. 54-55.

[46] S. Zabih, The Communist Movement in Iran (Berkeley, 1966), s. 52.

[47] Kommunisücheskü Internatsional, Sayı. 1 (1924), Cols. 158, 174.

[48] Kommunisticheskii Internatsional, Vtoroi Kongress, s. 99.

[49] A.g.e., s. 498.

[50] Tezler konusunda bkz.: Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 41(97), 24 Aralık 1920; Tartışmayı içeren kısa bir haber için bkz.: Kommunisticheskii Internatsional, Sayı. 15 (1920), Col. 3368. Bir yıl sonra Sultanzade, bugünün Maoizmine ait kimi unsurları haber veren açıklamasında söz konusu devletleri “proleter devletler” olarak tanımlıyordu. Ëkonomiha i Problemy NatsionaVnykh Revolyutsii v Stranakh Bhzhnego i Dal'nego Vostoha (“Yakın ve Uzak Doğu Ülkelerinde Ekonomi ve Ulusal Devrimlerin Sorunları”) (Petrograd, 1922), s. 181.

[51] Aktaran: Lazitch ve Drachkovitch, Lenin and the Comintern, Cilt. 1, s. 411.

[52] G. Zinoviev, Kommunisûcheskii Internatsional za Rabotoi, s. 74; J. V. Stalin, Sochineniya, Cilt. 6 (Moskova, 1947), s. 144.

[53] Vestnik SotsialistichesM Akademii, Cilt. 1 (1922), s. 163; Mezhdunarodnaya Zhizn', Sayı. 15(133), 7 Kasım 1922, s. 35, 36; Novyi Vostok, Sayı. 1 (1922), s. 118.

[54] Mezhdunarodnaya Zhizin', Sayı. 6 (124), 10 Mayıs 1922, s. 12.

[55] Kommunisticheskii Internatsional, IV Vsemirnyi Kongress, s. 263-64, 266, 267.

[56] Kommunisticheskii Internatsional, Pyatyi Vsemirnyi Kongress: stenograficheskii otchet (“Beşinci Dünya Kongresi: Stenografi Raporu”) (Moskova-Leningrad, 1925), s. 615; H. Seton- Watson, From Lenin to Malenkov (New York, 1956), s. 130.

[57] NKID, Mezhdunarodnaya Politika v 1922 godu (“1922’de Uluslararası Politika”) (Moskova, 1923), s. 65.

[58] Kommunistich eskii Internatsional, Tretyi Kongress, s. 464.

[59] G. Safarov, Natsional'nyi Vopros i Proletariat (“Millet Sorunu ve Proletarya”) (Petrograd, 1922), s. 196; Bericht über den IV Kongress der Kommunistischen Internationale (Hamburg, 1923), s. 140-41. Türkiye görevinden dönüşte Sovyet diplomatı Surits de 25 Aralık 1923’te Izvestiya’yla yaptığı söyleşide bu görüşü yineliyor.

[60] Politicus (Chicherin), “My i Vostok” (“Biz ve Doğu”), Kommunisticheshaya Revolyutsiya, Sayı. 13-14, Temmuz-Ağustos 1923, s. 28.

[61] VIII S"ezd R.K.P.(B): Stenograf icheskii otchet (“RKP Sekizinci Kongresi: Oturumlar”) (Moskova ve Petrograd, 1919), s. 128.

[62] Secret Intelligence Report No. 1189, 27 Haziran 1923, F.O. 371/9369/N5849.

[63] Yayına Hz.: R. A. Ulyanovsky, Komintern i Vostok, s. 193.

[64] V. I. Lenin, Pol. Sob. Soch., Cilt. 39, s. 329-30.

0 Yorum: