“Üstün ırkların bir
hakkı vardır çünkü bir görevi vardır: Daha aşağı ırkları uygarlaştırmak.”
[Jules
Ferry, Fransız Sömürgeci -19. Yüzyıl]
“Doğulular
irrasyoneldir… kendi kendilerini yönetme kapasitesine sahip değildirler.”
[Lord
Cromer, İngiliz Sömürgeci -19. Yüzyıl]
Sömürgeciliğin
yöntemleri değişse de sömürgeci zihniyet ve retorik devamlılık göstermiştir.
Farklı ülkeler farklı coğrafyaları sömürürken birçok çıkar çatışması yaşasa da
bu çatışma, sömürülen coğrafyalara bakış açısında asla görülmemiştir.
Siyasetçisinden
akademisyenine sömürgeci oryantalizm, batıda en özgürlükçü görünen isimlerin
dahi söylemlerinde kendisini göstermiş ve sömürgeciliği meşrulaştırmıştır.
Günümüzde 19. ve 20. yüzyılda örnekleri görülen üstün ırk-aşağı ırk ikilemi ve
üstün ırkın yüce hedefi olarak görülen “uygarlaştırma misyonu” anlatısı,
geçtiğimiz günlerde ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın Lübnan’da
gazetecilere yapmış olduğu spontane konuşmada tüm yönleriyle kendisini
göstermiştir:
“Bu
toplantı, hayvansı bir kaosa dönüşmeye başlarsa, çekip gideriz. Eğer olup
biteni öğrenmek istiyorsanız, uygar davranın, nazik olun, hoşgörülü olun, çünkü
bölgede yaşanan sorunun özü de bu.”
Bölgede
yaşanan sorunun özü “uygar olmamak” ve kendileri de bu sorunu çözmek için
buradalar!
Bu
anlatıyı kabul etmeyen toplum ve halkları ne bekliyor? Sömürgecilik tarihini ve
soykırım suçunu ayrı ele almak pek mümkün gözükmüyor. Bugün BM’nin 5 daimi
üyesi, bizatihi 20. yüzyılda soykırım suçunu işlemiş devletlerdir. Hepsi de “yüce
misyonlarla” en büyük insanlık suçunu işlemişlerdir. Bu suçları bu sürece
itiraz eden halklara ve/veya halkların bağrından çıkan yapılara karşı bugün de
işlemektedirler.
Tom
Barrack, bu cümleleri ABD siyasetinin bölgedeki arzusuna sıcak bakanların
toplantısında kurdu. Bu durum, bizlere sömürülen halklara sömürgecilerin nasıl
baktığını anlatırken, aynı şekilde işbirliği kurduğu kesimlerin de bu bakış
açısından azade olmadığını göstermektedir.
Sömürgecilik,
ön kabulleri, üretmiş olduğu kavramsal çerçeve ve tüm araçlarıyla asırlardır
bölgede tahakkümünü devam ettirmektedir. Bu tahakküm sürecini devam
ettirmelerine teknik imkânları olduğu kadar sömürülen halkların içerisinde
bulunduğu şartlar ve zihniyet durumu da alan açmaktadır.
Temel
sömürgeci kavramlardan birisi olan “uygarlaştırma”, özünde batı merkezli
tarihsel tecrübeyi biricik kılıp, ilerlemeci tarih anlatısıyla bölge insanının
inanç ve toplumsal yapısını ilkel olarak tanımlamaktadır. Kendi kimliğine ve
toplumuna yabancılaşmış siyasetçi, sanatçı, aydın kimlikli kişiler, bu
kavramsal çerçeveyle hareket etmeye başladıkları anda bölgede sömürgecilerin
gönüllü hizmetçisi pozisyonuna düşmektedirler. Bu kavramsal çerçeve, kabul
gördüğü zihne, toplumunun tarihsel olarak ilerlemesi için Batı müdahalesinin
meşru olduğunu kabul ettirmektedir. Uzun süren tahakküm sürecinin en önemli
boyutlarından birisi, tartıştığımız sömürgeci zihniyetin üretmiş olduğu
kavramsal çerçevelerdir.
Sömürgecilik,
üretmiş olduğu kültürle aynı şekilde kendisine karşı mücadele edecek toplumsal
gerçeklikleri pasifize etmektedir. Türkiye’de öne çıkan sanatçı/siyasetçi/
aydın profilleri, iki yıldır devam eden soykırıma karşı ne kadar etkin bir
söylem üretti? İstisnalar dışında, genel bir sessizlik hâkim. Bahsini
geçirdiğimiz sanatçı/siyasetçi/aydın kimlikleri, duyarlılık göstergesi olarak
farklı sosyal projelerde kendisini göstermektedir. Bu sosyal projelerin ortak
özelliği, herhangi bir anti-emperyalist politik bilince katkı sunmamasıdır.
70
bine yakın insanın katledildiği, açık bir soykırımın yaşandığı şu süreçte
topluma rol model olarak gösterilen müzisyeninden oyuncusuna, fenomeninden
yazarına güçlü bir itiraz görülmedi. Bu profiller ve bulunmuş oldukları
kurumsal yapılar, bölgenin temel gerçekliği olan sömürgeleşmeye karşı
farkındalığı inşa etmek bir yana, sömürenlerin kültürel yapısına hayranlıkla
bakmakta ve toplumunu buna davet etmektedir.
Uygarlaştırma
anlatısı, ön kabulleri, kullanmış olduğu araçlar, işbirliği kurmuş olduğu
siyasetçi/sanatçı/aydın profilleriyle asırlardır bölgemizde akan kanda ve
sömürgeleştirmede temel bir rol oynamaktadır. Mücadeleyi, referans aldığımız
kavramsal çerçeveyi sömürge etkisinden bağımsızlaştırarak kurmak ve
siyasetçi/sanatçı/aydın rol modellerini anti-emperyalist profillerden seçmek,
temel bir zaruret olarak önümüzde durmaktadır.
Tom
Barrack, bölgenin temel probleminin uygar olmamak olduğunu dile getiriyor. Biz de
sömürgecilere defolup gideceklerini ve ne olacağımıza kendimizin karar
vereceğini yeniden hatırlatıyoruz. Bölgenin temel problemi, sömürgecilik ve
üretmiş olduğu toplumsal gerçekliklerdir.
Harun Özkarakaş
12 Eylül 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder