25 Eylül 2025

,

Yapay Zekâ, Sanat ve Emek: Sermaye Birikiminin Dijital Evresi Üzerine



Kapitalist üretim biçiminin tarihinde, teknolojik gelişmeler, neredeyse her vakit sermayenin kâr oranlarını koruma ve büyütme amacına hizmet etmiştir. Artı-değer teorisine göre teknolojik yeniliklerin en temel işlevi, emeğin üretkenliğini artırarak meta başına düşen iş gücü miktarını azaltmak, böylece nispi artı-değer oranını yükseltmek olmuştur. Ancak bu süreç, teknik düzeyde tarafsız görünse de, asıl olarak toplumsal düzlemde sınıf mücadelesinin bir konusuna dönüşmüştür. Günümüzde yapay zekâ (AI) teknolojileri, bu tarihsel eğilimin dijital çağdaki en güncel ve sofistike tezahürünü bize sunarlar.

AI teknolojileri, yalnızca işçileri üretimden koparmakla kalmaz, aynı zamanda kültürel üretim alanını da metalaştırır; sanatçıyı, düşünürü ve akademisyeni piyasa kurallarına tâbi kılar. Böylece sermaye, yalnızca fiziksel emeği değil; zihinsel ve yaratıcı emeği de kendi döngüsüne bağlayarak, Marx’ın ifadesiyle, “genişletilmiş yeniden üretim” sürecini derinleştirir.

Luddculardan Planlı Ekonomiye

On dokuzuncu yüzyılın başında İngiltere’de ortaya çıkan Luddcu hareket, makine kırıcı işçilerin, yeni teknolojilerin yarattığı yıkıcı etkilere karşı kolektif tepkisini temsil ediyordu. Luddcular, makinelerin yalnızca işçilerin yerine geçmekle kalmadığını, aynı zamanda işçilerin üretim süreci üzerindeki denetimini ortadan kaldırarak, onları sermayeye bağımlı hale getirdiğini fark etmişlerdi. Bugün yapay zekânın “beyaz yakalı” işçileri ve yaratıcı emekçileri hedef alması, benzer bir mülksüzleştirme mantığının tarihsel devamı sayılabilir. Bu örneğin yanı sıra yirminci yüzyılda Sovyetler Birliği’nin planlı ekonomik yapılanması bu varsayımı tersyüz etmeyi başarmıştı. Sovyetler, teknolojinin kolektif denetim altına alınması durumunda ne gibi sonuçlar doğurabileceğini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyordu. Planlı üretim ve merkezi kontrol, teknolojik yeniliklerin yalnızca sermaye birikimi için değil, toplumsal refahın yükseltilmesi için kullanılabileceğinin en somut örneği olmuştu. Konuyla ilgili, J. Stalin dönemi ağır sanayileşmedeki yükseliş, bunun getirdiği başarı ve atılım kampanyaları, teknolojiyi işçilerin lehine kullanmaya yönelik radikal bir müdahale örneği olarak incelenebilir. Bununla birlikte, bu süreçte yaşanan bürokratik deformasyonlar, işçi sınıfının öz yönetim kapasitesinin nasıl aşındırılabileceğini de göstermesi bakımından öğreticidir.

Benzer şekilde, Çin’de Mao Zedong liderliğinde yürütülen Kültür Devrimi, yalnızca kapitalist unsurlara değil, aynı zamanda üretim sürecinde “aydın elitlerin” tahakkümüne de karşı çıkmayı hedeflemiştir. Burada, bilgi üretiminin toplumsallaştırılması ve kültürel üretimin kitlelerin kontrolüne devredilmesi fikri öne çıkmıştır. Ancak Kültür Devrimi de karmaşık ve çelişkili sonuçlar üretmiş, kimi zaman entelektüel üretkenliği baltalamış, kimi zaman da kolektif üretim süreçlerine bir dinamizm kazandırmıştır.

Yapay Zekânın Sanat ve Beşerî Üretim Alanına Etkisi

Günümüzde yapay zekânın sanat alanına müdahalesi, kapitalizmin kültürel üretimi metalaştırma sürecinin yeni bir safhasıdır. Dijital algoritmalar aracılığıyla “şiir”, “resim” veya “müzik” üretilmesi, yaratıcı emeği “veri”ye dönüştürerek özgünlüğünü ve insan merkezliliğini sistemli biçimde aşındırıyor. Yaratıcı üretim, tarihsel olarak toplumsal bilinçle, kolektif hafızayla ve emekçi sınıfların yaşam pratiğiyle iç içe gelişmiştir. Oysa yapay zekâ destekli kültürel üretim, insanın yaşamsal deneyimini dışlayarak, kâr amacıyla sürekli dolaşıma sokulabilecek, sonsuzca kopyalanabilir ürünler yaratıyor.

Bu süreçte sanatçı, tıpkı bir fabrikadaki işçi gibi, algoritmalar tarafından yedeklenebilir hale geliyor. Çoğu koşulda olduğu gibi kapitalist piyasa mantığı, özgün üretimi değil; seri üretimi, derinliği değil; anlık tüketime uygun yüzeyselliği teşvik ediyor. Dolayısıyla AI, yalnızca emek süreçlerini dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda kültürel üretimin içeriğini de sermayenin talep ve ihtiyaçlarına göre şekillendirip yeni biçimlerde tekrar üretiyor.

Emeğin Dijitalleşmesi ve Proleterleşme

Yaratıcı emek süreçleri, muazzam hızda büyüyen teknolojiyle ciddi dönüşümler geçirirken, AI teknolojileri, “beyaz yakalı” işçilerin daha önce “güvenceli” görülen mesleklerini de kitlesel proleterleşmeye doğru sürüklüyor. Daha önceleri satılan “ayrıcalık” masalı, yerini toplumsal gerçekçi yaşam öykülerine bırakmış durumda. Örneğin veri analistleri, hukukçular, muhasebeciler ve hatta öğretmenler, algoritmalar yoluyla işlevsiz hale getirilmenin eşiğindedirler. Marx’ın “yedek sanayi ordusu” kavramı, bu yeni dijital proleterleşme dalgasında, kapitalist üretimin bütün tarihsel süreçlerinde çokça olduğu gibi bir kez daha üstünde durulacak ve tartışılacak bir konu gibi duruyor. Çünkü aynı makineleşme ve teknolojik ilerlemenin kapitalist üretim tarzına etkileri gibi benzer bir evreye girmiş bulunuyoruz. Kısaca baktığımızda AI, sermayenin işgücü maliyetlerini düşürmesini sağlarken, ücretler aşağı yönde bir eğilim içerisine giriyor, “yedek emek gücü” nüfusu ise hızlı bir artış gösteriyor.

Ücretlerin üretildiği süre gitgide kısalıyor ve emek gücünün değeri kaçınılmaz olarak düşüyor; fakat tersine, kapitalistler sınıfının zenginliği büyük bir artış gösteriyor. Çünkü emek gücünün üretim süresinin gitgide kısalıyor oluşu, rekabetten gelen bir zorlamayla daha az işçiyle daha çok iş çıkarma eğilimi, kapitalizmin genel bir eğilimidir; dahası bu şey, aynı zamanda işçiler arasındaki rekabeti de kamçılayacağından, ücretler üzerinde aşağı yönde bir basınç uygulandığı kolayca gözlemlenebilir.

Bu durum, yani dijital dönüşümün kendisi, işçileri kendi arasında rekabete girişmiş izole bireyler haline getirir; kolektifliği, dayanışmayı zayıflatır, var olan iç güdüsel sınıf bilincini de erozyona uğratır. İnsan emeğinin yerini gelişen teknoloji alırken, bunların insan üzerinde kurduğu tahakküm doğallaştırılır ve “kaçınılmaz bir ilerleme” olarak bizlere sunulur. Nihayetinde ilerleme diye sunulan şeyler, işçi sınıfının mücadele kapasitesini atomize edeceği gibi onu parçalanmış/bölünmüş dağınık bir hale de getirir.

Yapay Zekâ, Sanat ve Yeni Birikim Rejimi

Yapay zekânın kültürel alana sızması, Marksist bağlamda “ilkel birikimin” güncellenmiş hali olarak da değerlendirilebilir. “İlkel birikim” kavramı, köylülerin topraklarından sürülmesi ve ortak alanların çitlenmesiyle açıklanmıştı. Bugün ise “ortak bilgi havuzları”, kolektif kültürel üretim süreçleri ve beşerî bilimler birikimi, dijital sermaye birikiminin tam hizmetine sunuluyor.

Bugün baktığımızda silikon vadisi şirketlerinin; akademisyenleri, sanatçıları ve beşerî bilimler uzmanlarını, AI eğitimi için “danışman” olarak işe aldığını ya da böyle ilanlar açtığını görüyoruz. Bu işlere koşulan insanlar, yapay zekâ uygulamalarının danışmanı olmaktan çok, onların yarışmanı olarak kullanılıyor. Bilgileriyle yapay zekâyı alt etmeleri, birikimlerini ona aktarmaları, dolayısıyla eğitmeleri beklenmiş oluyor. Üstelik bu süreçte, insan bilgi-birikimi ve emeğinin değeri, vahşi piyasada “gönderi başına 100 dolar” gibi utanç verici ölçütlere kadar indirgenir oluyor. Şimdi sizce de tüm bunlar, yeni ilkel birikimin örnekleri değil de nedir?

Yeniden Kamulaştırma Perspektifi

Sanıyorum şunu rahatça ifade edebiliriz; AI teknolojileri, sermayenin kendisini yeniden üretme kapasitesini artırırken, emekçileri daha da bağımlı ve güvencesiz hale getiriyor/getirecek. Bu bağlamda teknolojiye karşı tutumu, üretim araçlarının mülkiyet biçimi sorunu üzerinden ele almak zorundayız. Şunun da bir kere daha altını çizmek gerektiği düşüncesindeyim. Teknik ilerlemenin içeriği, hangi sınıfın denetiminde olduğuyla belirlenir; bir başka deyişle, teknoloji, sınıfsal bir araçtır.

Bir açıdan da rahat olmalıyız, çünkü bulanık bir geçmişimiz yok. Tarih, teknolojinin kolektif denetim altında nasıl bir toplumsal refah aracı haline gelebileceğini Sovyetler Birliği’nde bizlere gösterdi. Sovyet planlı ekonomisi, üretimin insan ihtiyaçlarına göre yönlendirildiğinde yaratabileceği potansiyeli somutlaştırırken, Kültür Devrimi de kültürel üretimin toplumsallaşmasının ne denli radikal ve çelişkili süreçler doğurabileceğini açığa çıkarmıştır. Yani tarihimiz, iyi-kötü deneyimler ve onlardan çıkaracağımız derslerle doludur.

Bugün ise AI teknolojileri, sermaye sınıfının elinde, yalnızca işçileri değil; yaratıcı üreticileri de sömürgeleştirmeye yönelik bir silah halini almış durumda. Yapılması gereken, teknolojiye indirgenmiş “tarafsızlık” mitinin karşısına, üretim araçlarının kamusal ve kolektif mülkiyetini koymaktır. Çünkü işçi-emekçilerin, sanatçıların ve yaratıcı üreticilerin özgürleşmesi, ancak üretim ve bilgi araçlarının toplumsal denetimiyle mümkün olabilir.

C. Boran
18 Temmuz 2025
Kaynak

0 Yorum: