Kapitalist
üretim biçiminin tarihinde, teknolojik gelişmeler, neredeyse her vakit
sermayenin kâr oranlarını koruma ve büyütme amacına hizmet etmiştir. Artı-değer
teorisine göre teknolojik yeniliklerin en temel işlevi, emeğin üretkenliğini
artırarak meta başına düşen iş gücü miktarını azaltmak, böylece nispi
artı-değer oranını yükseltmek olmuştur. Ancak bu süreç, teknik düzeyde tarafsız
görünse de, asıl olarak toplumsal düzlemde sınıf mücadelesinin bir konusuna
dönüşmüştür. Günümüzde yapay zekâ (AI) teknolojileri, bu tarihsel eğilimin
dijital çağdaki en güncel ve sofistike tezahürünü bize sunarlar.
AI
teknolojileri, yalnızca işçileri üretimden koparmakla kalmaz, aynı zamanda
kültürel üretim alanını da metalaştırır; sanatçıyı, düşünürü ve akademisyeni
piyasa kurallarına tâbi kılar. Böylece sermaye, yalnızca fiziksel emeği değil;
zihinsel ve yaratıcı emeği de kendi döngüsüne bağlayarak, Marx’ın ifadesiyle,
“genişletilmiş yeniden üretim” sürecini derinleştirir.
Luddculardan
Planlı Ekonomiye
On
dokuzuncu yüzyılın başında İngiltere’de ortaya çıkan Luddcu hareket, makine
kırıcı işçilerin, yeni teknolojilerin yarattığı yıkıcı etkilere karşı kolektif
tepkisini temsil ediyordu. Luddcular, makinelerin yalnızca işçilerin yerine
geçmekle kalmadığını, aynı zamanda işçilerin üretim süreci üzerindeki
denetimini ortadan kaldırarak, onları sermayeye bağımlı hale getirdiğini fark
etmişlerdi. Bugün yapay zekânın “beyaz yakalı” işçileri ve yaratıcı emekçileri
hedef alması, benzer bir mülksüzleştirme mantığının tarihsel devamı
sayılabilir. Bu örneğin yanı sıra yirminci yüzyılda Sovyetler Birliği’nin
planlı ekonomik yapılanması bu varsayımı tersyüz etmeyi başarmıştı. Sovyetler,
teknolojinin kolektif denetim altına alınması durumunda ne gibi sonuçlar
doğurabileceğini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyordu. Planlı üretim ve
merkezi kontrol, teknolojik yeniliklerin yalnızca sermaye birikimi için değil,
toplumsal refahın yükseltilmesi için kullanılabileceğinin en somut örneği
olmuştu. Konuyla ilgili, J. Stalin dönemi ağır sanayileşmedeki yükseliş, bunun
getirdiği başarı ve atılım kampanyaları, teknolojiyi işçilerin lehine
kullanmaya yönelik radikal bir müdahale örneği olarak incelenebilir. Bununla
birlikte, bu süreçte yaşanan bürokratik deformasyonlar, işçi sınıfının öz
yönetim kapasitesinin nasıl aşındırılabileceğini de göstermesi bakımından
öğreticidir.
Benzer
şekilde, Çin’de Mao Zedong liderliğinde yürütülen Kültür Devrimi, yalnızca
kapitalist unsurlara değil, aynı zamanda üretim sürecinde “aydın elitlerin”
tahakkümüne de karşı çıkmayı hedeflemiştir. Burada, bilgi üretiminin
toplumsallaştırılması ve kültürel üretimin kitlelerin kontrolüne devredilmesi
fikri öne çıkmıştır. Ancak Kültür Devrimi de karmaşık ve çelişkili sonuçlar
üretmiş, kimi zaman entelektüel üretkenliği baltalamış, kimi zaman da kolektif
üretim süreçlerine bir dinamizm kazandırmıştır.
Yapay
Zekânın Sanat ve Beşerî Üretim Alanına Etkisi
Günümüzde
yapay zekânın sanat alanına müdahalesi, kapitalizmin kültürel üretimi
metalaştırma sürecinin yeni bir safhasıdır. Dijital algoritmalar aracılığıyla
“şiir”, “resim” veya “müzik” üretilmesi, yaratıcı emeği “veri”ye dönüştürerek
özgünlüğünü ve insan merkezliliğini sistemli biçimde aşındırıyor. Yaratıcı
üretim, tarihsel olarak toplumsal bilinçle, kolektif hafızayla ve emekçi
sınıfların yaşam pratiğiyle iç içe gelişmiştir. Oysa yapay zekâ destekli
kültürel üretim, insanın yaşamsal deneyimini dışlayarak, kâr amacıyla sürekli
dolaşıma sokulabilecek, sonsuzca kopyalanabilir ürünler yaratıyor.
Bu
süreçte sanatçı, tıpkı bir fabrikadaki işçi gibi, algoritmalar tarafından
yedeklenebilir hale geliyor. Çoğu koşulda olduğu gibi kapitalist piyasa
mantığı, özgün üretimi değil; seri üretimi, derinliği değil; anlık tüketime
uygun yüzeyselliği teşvik ediyor. Dolayısıyla AI, yalnızca emek süreçlerini
dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda kültürel üretimin içeriğini de sermayenin
talep ve ihtiyaçlarına göre şekillendirip yeni biçimlerde tekrar üretiyor.
Emeğin
Dijitalleşmesi ve Proleterleşme
Yaratıcı
emek süreçleri, muazzam hızda büyüyen teknolojiyle ciddi dönüşümler geçirirken,
AI teknolojileri, “beyaz yakalı” işçilerin daha önce “güvenceli” görülen
mesleklerini de kitlesel proleterleşmeye doğru sürüklüyor. Daha önceleri
satılan “ayrıcalık” masalı, yerini toplumsal gerçekçi yaşam öykülerine bırakmış
durumda. Örneğin veri analistleri, hukukçular, muhasebeciler ve hatta
öğretmenler, algoritmalar yoluyla işlevsiz hale getirilmenin eşiğindedirler.
Marx’ın “yedek sanayi ordusu” kavramı, bu yeni dijital proleterleşme
dalgasında, kapitalist üretimin bütün tarihsel süreçlerinde çokça olduğu gibi
bir kez daha üstünde durulacak ve tartışılacak bir konu gibi duruyor. Çünkü
aynı makineleşme ve teknolojik ilerlemenin kapitalist üretim tarzına etkileri
gibi benzer bir evreye girmiş bulunuyoruz. Kısaca baktığımızda AI, sermayenin
işgücü maliyetlerini düşürmesini sağlarken, ücretler aşağı yönde bir eğilim
içerisine giriyor, “yedek emek gücü” nüfusu ise hızlı bir artış gösteriyor.
Ücretlerin
üretildiği süre gitgide kısalıyor ve emek gücünün değeri kaçınılmaz olarak
düşüyor; fakat tersine, kapitalistler sınıfının zenginliği büyük bir artış
gösteriyor. Çünkü emek gücünün üretim süresinin gitgide kısalıyor oluşu,
rekabetten gelen bir zorlamayla daha az işçiyle daha çok iş çıkarma eğilimi,
kapitalizmin genel bir eğilimidir; dahası bu şey, aynı zamanda işçiler
arasındaki rekabeti de kamçılayacağından, ücretler üzerinde aşağı yönde bir
basınç uygulandığı kolayca gözlemlenebilir.
Bu
durum, yani dijital dönüşümün kendisi, işçileri kendi arasında rekabete
girişmiş izole bireyler haline getirir; kolektifliği, dayanışmayı zayıflatır,
var olan iç güdüsel sınıf bilincini de erozyona uğratır. İnsan emeğinin yerini
gelişen teknoloji alırken, bunların insan üzerinde kurduğu tahakküm
doğallaştırılır ve “kaçınılmaz bir ilerleme” olarak bizlere sunulur.
Nihayetinde ilerleme diye sunulan şeyler, işçi sınıfının mücadele kapasitesini
atomize edeceği gibi onu parçalanmış/bölünmüş dağınık bir hale de getirir.
Yapay
Zekâ, Sanat ve Yeni Birikim Rejimi
Yapay
zekânın kültürel alana sızması, Marksist bağlamda “ilkel birikimin”
güncellenmiş hali olarak da değerlendirilebilir. “İlkel birikim” kavramı,
köylülerin topraklarından sürülmesi ve ortak alanların çitlenmesiyle
açıklanmıştı. Bugün ise “ortak bilgi havuzları”, kolektif kültürel üretim
süreçleri ve beşerî bilimler birikimi, dijital sermaye birikiminin tam
hizmetine sunuluyor.
Bugün
baktığımızda silikon vadisi şirketlerinin; akademisyenleri, sanatçıları ve
beşerî bilimler uzmanlarını, AI eğitimi için “danışman” olarak işe aldığını ya da
böyle ilanlar açtığını görüyoruz. Bu işlere koşulan insanlar, yapay zekâ
uygulamalarının danışmanı olmaktan çok, onların yarışmanı olarak kullanılıyor.
Bilgileriyle yapay zekâyı alt etmeleri, birikimlerini ona aktarmaları,
dolayısıyla eğitmeleri beklenmiş oluyor. Üstelik bu süreçte, insan
bilgi-birikimi ve emeğinin değeri, vahşi piyasada “gönderi başına 100 dolar”
gibi utanç verici ölçütlere kadar indirgenir oluyor. Şimdi sizce de tüm bunlar,
yeni ilkel birikimin örnekleri değil de nedir?
Yeniden
Kamulaştırma Perspektifi
Sanıyorum
şunu rahatça ifade edebiliriz; AI teknolojileri, sermayenin kendisini yeniden
üretme kapasitesini artırırken, emekçileri daha da bağımlı ve güvencesiz hale
getiriyor/getirecek. Bu bağlamda teknolojiye karşı tutumu, üretim araçlarının
mülkiyet biçimi sorunu üzerinden ele almak zorundayız. Şunun da bir kere daha
altını çizmek gerektiği düşüncesindeyim. Teknik ilerlemenin içeriği, hangi
sınıfın denetiminde olduğuyla belirlenir; bir başka deyişle, teknoloji,
sınıfsal bir araçtır.
Bir
açıdan da rahat olmalıyız, çünkü bulanık bir geçmişimiz yok. Tarih,
teknolojinin kolektif denetim altında nasıl bir toplumsal refah aracı haline
gelebileceğini Sovyetler Birliği’nde bizlere gösterdi. Sovyet planlı ekonomisi,
üretimin insan ihtiyaçlarına göre yönlendirildiğinde yaratabileceği potansiyeli
somutlaştırırken, Kültür Devrimi de kültürel üretimin toplumsallaşmasının ne
denli radikal ve çelişkili süreçler doğurabileceğini açığa çıkarmıştır. Yani
tarihimiz, iyi-kötü deneyimler ve onlardan çıkaracağımız derslerle doludur.
Bugün
ise AI teknolojileri, sermaye sınıfının elinde, yalnızca işçileri değil;
yaratıcı üreticileri de sömürgeleştirmeye yönelik bir silah halini almış
durumda. Yapılması gereken, teknolojiye indirgenmiş “tarafsızlık” mitinin
karşısına, üretim araçlarının kamusal ve kolektif mülkiyetini koymaktır. Çünkü
işçi-emekçilerin, sanatçıların ve yaratıcı üreticilerin özgürleşmesi, ancak
üretim ve bilgi araçlarının toplumsal denetimiyle mümkün olabilir.
C. Boran
18 Temmuz 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder