22 Eylül 2025

Z Kuşağında Akıl Sağlığı Sorunları ve Daimi Kriz


Sosyal psikolog Jonathan Haidt, The Coddling of the American Mind [“Amerikan Zihninin Şımartılması”] adlı kitabında, çocuklar için “kırılgan olmayan” bir toplum yaratmamız gerektiği fikrini savunuyor. Yazar, çocukların sosyal ve duygusal sistemlerinin tıpkı kemiklerimiz ve bağışıklık sistemlerimiz gibi çalıştığını öne sürüyor.

Böylesi bir mantık çerçevesinde, çocukları test etmek ve strese sokmak onları kırmaz, bilâkis onları güçlendirir. Oysa Haidt’in dile getirdiği gibi, bugün güvenlikçi pratikleri ve gözetim-denetim faaliyetlerini temel alan kültürümüz, çocukların bu türden karakter inşa etme, oluşturma fırsatlarından mahrum kalmalarına sebep oluyor.

Gerçek dünyadaki “tehlikeler”e aşırı ölçüde vurgu yapıyoruz. Muhtemelen Z Kuşağı’nın bu kadar mutsuz olmasının bir sebebi de bu. İngiltere’de bulunan pazar araştırması ve anket şirketi YouGov’un yaptığı bir ankete göre, 16-25 yaş arası gençlerde daha önce veya şu anda ruh sağlığı sorunları yaşadığını söyleyenlerin oranı üçte iki. Yaklaşık üçte biri ise önümüzdeki 12 ay içinde ruh sağlığı desteğine ihtiyaç duyacaklarını söylemiş.

Birçok insan, bu epey yüksek olan rakamların fazla teşhis pratiğinin ve aşırı raporlama faaliyetinin bir sonucu olduğunu düşünüyor. Fakat asıl merak edilmesi gereken konu, akıl sağlığı sorunları yaşadığını bildiren gençlerin sayısının neden bu kadar çok çıktığı.

Gözünüzün önüne, geçen hafta telefonuna bakan on altı yaşındaki bir genç gelsin. Bu gençler, Charlie Kirk’ün vurulduğu haberine rast geliyorlar, ardından Instagram’da onun başından akan kanı gösteren videoyu izliyorlar. Sonrasında, mermilerin üzerine kazınmış memleri, esprileri ve video oyunu göndermelerini anlamak için Reddit’te gezinmeden önce, X veya Bluesky’de bir dizi neşeli ve övüngen mesaj okuyorlar. Şakalar ve kedi videolarından biraz olsun kurtulmak için TikTok’a bakıyorlar, burada spor salonunda değişen vücutları gösteren klipleri, soft porno filmlerini ve Gazze’de bombalarla katledilen çocukları gösteren videoları izliyorlar.

Bu nesil, ergenlik dönemlerini akıllı telefonlara ve sosyal medyaya göbek bağıyla bağlı geçiren, sürekli kriz içinde büyüyen bir nesil. Genellikle fiziksel olarak hareketsizler, her on gençten sadece biri günde bir saat egzersiz yapıyor. Endorfin yerine dopamin salgılarıyla ayakta kalan bir nesil bu.

Bu nesil, her duyguyu önemsemeyi, travma ile rahatsızlık arasında çok az fark bulunduğunu, her duygunun teşhis ve tedavi edilebilir şeyler olduğunu birilerinden öğrenmiş bir nesil.

Bunlar, tıp uzmanı gibi davranan içerik üreticilerinin, “belirli bir konuya yoğunlaşmak için mücadele etmek” veya “dağınık bir yatak odasına sahip olmak” gibi normal ergen davranışlarını hastalıkmış gibi takdim eden sayısız videoyu izleyen gençler.

Bu gençler, acının paylaşılmasının veya aşırı paylaşılmasının, aslında gerçekten istedikleri şeyler olarak dikkate, kimliğe ve aidiyete yol açtığını öğrendiler.

Oyunu esas alan çocukluk, yitip gitti. Akıl sağlığı ve psikoterapide kullanılan terimlerin yanlış kullanımı meselesi, bir şekilde içselleştirildi. Olur olmaz her yerde “travma”, “tetiklenme” gibi terimler kullanılmaya başlandı. Herkes, hızla iyileştirme vaadinin cazibesine kapıldı.

Aslında bu kadar çok gencin akıl sağlığı sorunu yaşadığını söylemesi, kimseyi şaşırtmamalı. Her gün bu gençler, yirmi-otuz yıl önce idrak bile edilemeyecek bir yığın uyarana, bilgiye, habere, içeriğe maruz kalıyorlar. Bizdeki sürüngen beynin bu kadar şeyle baş etmesi mümkün değil.

Gelişmekte olan bir zihnin birbiriyle çelişen tonlara ve düzeylere sahip bunca içerikle, kesintisiz bir bombardıman dâhilinde uğraşması imkânsız. Böylesi bir zihin, sağlıklı kalamaz.

Z kuşağını omurgasızlıkla suçlamak kolay, onlar, bugünün Frankenstein’ları.

İçinde yaşadığımız bu sosyal deneyde o gençlere oyun alanları değil iPad’leri ve internet âlemindeki hürriyeti verdik, ama gerçek dünyada onlara tecritte yaşama seçeneğini sunduk. Kendilerini bu kadar yitik ve sahipsiz hissetmelerine şaşmamalı.

Kristina Murkett
16 Eylül 2025
Kaynak

0 Yorum: