14 Eylül 2025

,

Ben Putları

 

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?

[İsmet Özel]

 

İştirakî’de yayınlanan Hayrat ve Anı Tüccarlığı başlıklı yazılarda sosyalist geçmişe sahip kimliklerin anı kitabı yazma pratiği eleştirildi. Anı kitabını emekli bürokratlar, edebiyatçılar ve tanınmış simalar yazar. Sosyalist bir yapı içinden gelen insanın yazdığı anıların kadrosunu bir dönemki yoldaşları ve ilişkileri oluşturuyor. Hesap verme ve özeleştiri altında yapının hatalarının muhasebesi yapılırken bugün aralarında olmayan ve yanıt veremeyecek yoldaşları bir kez daha gömülüyor. Bu mahkûm etme pratiğinin politik geriliğinin yanı sıra Anadolu insanının ahlakı ve ilerici özelliklerine ters düşen durum ortaya çıkıyor. “Ölenin arkasından kötü konuşulmaz” sözü hilafına, sosyalist mücadelede bedeli yaşamıyla ödeyenlere suç yükleniyor.

Bu tür kitaplarda birey, kolektiften ayrıştırıldığı gibi anı yazarı da kendini kolektiften azade kılıp anarşist birey tahtına oturuyor. Bu tahttan ahkam kesiyor, kolektivizmi değil, bireyi yargıç ilan ediyor. Tüm anı kitaplarında görülen ortak özellik, Sedat Peker'in yutubırlığından ibaret.

Bu kitapların çok öncesi Ahmet Telli’nin Soluk Soluğa şiirine dayanır. Bir serüvenciden bahsedilir, bu serüvenci, bugünün tabiriyle “aktivisttir”. Serüvenci tahta çıkarılır, dünyanın son umududur. Şiir yayımlandıktan sonra Asım Bezirci bu şiirle ilgili eleştirisinde, bu serüvencinin kim olduğu ve neden bir kolektifinin olmadığını vurgular.

Anı kitaplarında inşa edilen birey anarşisttir, kolektivizme savaş açar. Her şeyi en iyi bilen kendisidir fakat yoldaşları onu dinlememiştir. Selim Açan, Oğuzhan Müftüoğlu, Yaşar Ayaşlı, Ufuk Bektaş Karakaya ve diğerlerinin yaptığı Marko Marçevski’nin Parti Sırrı romanında ortaya konan ilkenin altını boşaltmaktır. Tüm ilişkiler ve bir yapının işleyişi tezgâha dökülüp sergilenir. Tüm hataların bedeli yaşamını bu uğurda yitirenlerde ve hiziple ayrılanlardadır. Görüşülen evler, evlerinde kalınan ilişkiler, yazışmalar, yoldaşlarının evlilikleri ve zaafları, alınan kararlar ortaya saçılır.

Selim Açan yazdığı anı kitabında gördüğü işkenceyi ayrıntılarıyla anlatır. İşkencenin ayrıntılarını anlatmak mücadeleye yeni atılacak insanlara “geri durun, bulaşmayın” çağrısıdır, işkence anlatılmaya başlandığında kavgada öğrenilecek kavga baştan kaybettirilir. Adını andığımız diğer yazarlar da benmerkezci bir noktadan kendini yapının üstüne çıkarıp ilahi bir konuma yükselir, metafiziğin sığ sularında yüzer. Birey olamadığı yılların acısını yine bireyle yapıyı eşitleyerek çıkarır.

Selim Açan kitabında, siyasi geleneğinin inşa sürecinde Aktan İnce’nin sürekli ittifaklar peşinde kendilerini sürüklediğini iddia ederek, sürecin başarısızlıklarını kolektivizmi devre dışı bırakıp bir kişiye yüklüyor, yapıya sahip çıkmayıp örnek teşkil eden tarihî durumların faturasını yaşamını mücadelede yitirmiş yoldaşlarına kesiyor.

Diğer anı kitaplarının durumu da aynı düzlemde gelişiyor. “Ben varsam yapı/kolektif var” iddiası, o çevrenin tekil insanının yapıyı en ağır bedeller ödemeyi göze alarak savunduğu noktada değerlidir, geçmişin tüm hatalarını kendisi dışındakilere yüklediğinde öznel metafizik çukuruna düşülür. Özeleştiri adı altında “Keşke onları durdursaydım da bu hatayı yapmasalardı” denilir.

Basit bir ilkedir: Mücadele eden hata da yapar, yenilir de, ihanete de uğrar; hatadan ve yenilgiden çıkarılan derslerle daha güçlü şekilde ayağa kalkılır. Bu noktada kolektivizmin mahkûm edilmesi tasfiyecilikle eşitlenir, mücadele bireyle değil, bir insanın ikinin yanına konulmasıyla ilerler.

Mücadelede anıların yeri vardır. Bir insan, bedeli yaşamıyla ödediğinde ait olduğu çevre kendi yayınlarında ona yer vererek “Bir yoldaşı onu anlatıyor” başlığı açar. Anısını paylaşanın da adı verilmez. Anıya konu edilen yoldaşı da yaşarken övülmez, halk kültüründe kişi yüzüne karşı övülmez fakat verilen değer onun yanında durularak hissettirilir, güven verilir. Sırat misali mücadele yolunda geçirilen yılların anı kitabı adı altında kaleme alınması deşifrasyon ve tasfiyecilikten öte bir şey değildir.

Ali’ye ithaf edilen bir rivayet vardır: peygamberin kendisine verdiği sırrı dayanamayıp kamışlığa giderek haykırır, tasavvufa göre kamıştan imal edilen ney bu yüzden inler, o inleyişi her kulağa ulaşmaz. Anı kitaplarından tasfiyeciliğin, bireyciliğin ve depolatizasyon çağrısının inleyişi yükselir. Helvadan puttan farksız olan anı kitapları, yazarının politik sigortasından ibarettir.

Sınıfsız sömürüsüz düzen kurulana kadar tüm anı kitapları boykot edilip o kitapların inşa etmeye çalıştığı anarşist-aktivist yüce birey putuna İbrahim misali saldırılmalıdır. Gerekirse İbrahim olup ateşe atılmayı göze alarak. Bu yapılmadığı sürece Truva atı misali tahtadan bir atla meydana çıkılıp mücadele edilemez.

Sonuç olarak, anı kitaplarından kaçkınlık dışında öğrenilecek bir şey yoktur. Her şeyden önce nörolojinin tespiti dikkate alındığında, insan beyninin anıları çarpıtarak aktardığı bilinmelidir ki duygu devreye girdiğinde duygunun etkisiyle anı şekillenir. Mahkemelerde dahi tanığa onuru üzerine yemin ettirilmesinin bir nedeni de budur. Anı ve tanıklık doğrulanmadığında somut bir gerçekliğe tekabül etmez.

Bugün o anıları doğrulayacak insanlar bir karanfilin altında yatıyorsa, anı yazarının ona kestiği fatura her şeyden önce ahlaki açıdan düşkünlüktür. Bireyin kutsanmasının geldiği nokta, bugün birey-parti çarpıklığının inşasıdır. Tekil bireyler bir parti gibi hareket edip tarihi kendi biyografisiyle eşitliyor. Sahte anılar anlatan, yaşamadığı/tanıklık etmediği tarihe dil uzatan, ölünün ardından konuşmaktan utanç duymayan, bir şekilde yaşamını bu mücadelede yitirmiş insanları eleştirmekten geri kalmayan, tüm hatalarına rağmen bir yapı içinde mücadele etmiş insanların geçmişlerine küfredenler sosyalist mücadeleyi bataklığa çekmeye çalışanlardır. Oysaki eleştirilen; kişi değil, o kişinin mücadele yoldaşlığı yürüttüğü çevrenin bir dönemki hatalarıdır; küfredilen de mücadelenin kendisidir.

Yoldaşlığa duyulmayan güven, paranoyak ruh hâliyle şekil almış birey-partidir. Hep eleştiren, açık ve eksik arayan, kendisini kolektif mücadelenin üzerine çıkaran, bir dönem ödediği bedeli dönüp dolaşıp anlatmaktan geri kalmayan, mevcudiyeti kadarlık alandan bıçak sırtı mücadeleye akıl hocalığı yapmaya çalışan, paranoyasıyla insanları koruma adı altında tedirgin eden, korkaklığını politik müneccimlikle gizlemeye çalışanlar, “hata ortaya çıksın da haklı olduğumuzu kanıtlayalım” derdine düşenler, bu mücadelenin karşısında yer alanlardır; anı kitaplarının okur kitlesi de bu bireylerden ibarettir.

Ölüye küfretmekten hicap duymayan, tabutun üstünde tepinendir. Tüm kolektiflere karşı çıkıp eksik ve kusur arayıp birey-partiyi kuranların, alternatif kolektifi inşa etmediği sürece tarihin tekerini döndürmeye gücü yetmeyecek.

Yaşamın parçası olan ölümden korkan, yaşamdan kaçar, özgürlüğün parçası olan tutsaklıktan korkan, özgürlük mücadelesinden kaçar, cesaretin parçası olan korkuyu korkuyla yenmeyi göze alamayan, cesaretten kaçar. Diyalektik gereği karşıtlar mücadele ve birlik durumunda gelişimlerini sürdürür.

Tarihe not düşmek için anı kitaplarının yazarlarına şu soruyu yöneltmek gerekir: Peltekten solist yapan müzik kolektifinden kaçan müzisyen, neden mücadele türküsünü bir daha besteleyemez ve yüzbinlere mücadele türküleri söyleyemez? Bizim yanıtımız çok açık: Sosyalist kimliği ve değeri veren, kolektivizmdir. Anı kitaplarının oklarının hedefinde bu ilke ve gerçek vardır. Partiyi inşa edecek tek güçse ilke, kararlılık, tutarlılık, disiplin, güven ve kolektivizmdir.

S. Adalı
14 Eylül 2025

0 Yorum: