“Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?”
[İsmet Özel]
İştirakî’de
yayınlanan Hayrat ve Anı Tüccarlığı başlıklı yazılarda
sosyalist geçmişe sahip kimliklerin anı kitabı yazma pratiği eleştirildi. Anı
kitabını emekli bürokratlar, edebiyatçılar ve tanınmış simalar yazar. Sosyalist
bir yapı içinden gelen insanın yazdığı anıların kadrosunu bir dönemki
yoldaşları ve ilişkileri oluşturuyor. Hesap verme ve özeleştiri altında yapının
hatalarının muhasebesi yapılırken bugün aralarında olmayan ve yanıt veremeyecek
yoldaşları bir kez daha gömülüyor. Bu mahkûm etme pratiğinin politik
geriliğinin yanı sıra Anadolu insanının ahlakı ve ilerici özelliklerine ters
düşen durum ortaya çıkıyor. “Ölenin arkasından kötü konuşulmaz” sözü hilafına,
sosyalist mücadelede bedeli yaşamıyla ödeyenlere suç yükleniyor.
Bu
tür kitaplarda birey, kolektiften ayrıştırıldığı gibi anı yazarı da kendini
kolektiften azade kılıp anarşist birey tahtına oturuyor. Bu tahttan ahkam
kesiyor, kolektivizmi değil, bireyi yargıç ilan ediyor. Tüm anı kitaplarında
görülen ortak özellik, Sedat Peker'in yutubırlığından ibaret.
Bu
kitapların çok öncesi Ahmet Telli’nin Soluk Soluğa şiirine dayanır. Bir
serüvenciden bahsedilir, bu serüvenci, bugünün tabiriyle “aktivisttir”.
Serüvenci tahta çıkarılır, dünyanın son umududur. Şiir yayımlandıktan sonra
Asım Bezirci bu şiirle ilgili eleştirisinde, bu serüvencinin kim olduğu ve
neden bir kolektifinin olmadığını vurgular.
Anı
kitaplarında inşa edilen birey anarşisttir, kolektivizme savaş açar. Her şeyi
en iyi bilen kendisidir fakat yoldaşları onu dinlememiştir. Selim Açan, Oğuzhan
Müftüoğlu, Yaşar Ayaşlı, Ufuk Bektaş Karakaya ve diğerlerinin yaptığı Marko
Marçevski’nin Parti Sırrı romanında ortaya konan ilkenin altını
boşaltmaktır. Tüm ilişkiler ve bir yapının işleyişi tezgâha dökülüp sergilenir.
Tüm hataların bedeli yaşamını bu uğurda yitirenlerde ve hiziple
ayrılanlardadır. Görüşülen evler, evlerinde kalınan ilişkiler, yazışmalar,
yoldaşlarının evlilikleri ve zaafları, alınan kararlar ortaya saçılır.
Selim
Açan yazdığı anı kitabında gördüğü işkenceyi ayrıntılarıyla anlatır. İşkencenin
ayrıntılarını anlatmak mücadeleye yeni atılacak insanlara “geri durun,
bulaşmayın” çağrısıdır, işkence anlatılmaya başlandığında kavgada öğrenilecek
kavga baştan kaybettirilir. Adını andığımız diğer yazarlar da benmerkezci bir
noktadan kendini yapının üstüne çıkarıp ilahi bir konuma yükselir, metafiziğin
sığ sularında yüzer. Birey olamadığı yılların acısını yine bireyle yapıyı
eşitleyerek çıkarır.
Selim
Açan kitabında, siyasi geleneğinin inşa sürecinde Aktan İnce’nin sürekli
ittifaklar peşinde kendilerini sürüklediğini iddia ederek, sürecin
başarısızlıklarını kolektivizmi devre dışı bırakıp bir kişiye yüklüyor, yapıya
sahip çıkmayıp örnek teşkil eden tarihî durumların faturasını yaşamını
mücadelede yitirmiş yoldaşlarına kesiyor.
Diğer
anı kitaplarının durumu da aynı düzlemde gelişiyor. “Ben varsam yapı/kolektif
var” iddiası, o çevrenin tekil insanının yapıyı en ağır bedeller ödemeyi göze
alarak savunduğu noktada değerlidir, geçmişin tüm hatalarını kendisi
dışındakilere yüklediğinde öznel metafizik çukuruna düşülür. Özeleştiri adı
altında “Keşke onları durdursaydım da bu hatayı yapmasalardı” denilir.
Basit
bir ilkedir: Mücadele eden hata da yapar, yenilir de, ihanete de uğrar; hatadan
ve yenilgiden çıkarılan derslerle daha güçlü şekilde ayağa kalkılır. Bu noktada
kolektivizmin mahkûm edilmesi tasfiyecilikle eşitlenir, mücadele bireyle değil,
bir insanın ikinin yanına konulmasıyla ilerler.
Mücadelede
anıların yeri vardır. Bir insan, bedeli yaşamıyla ödediğinde ait olduğu çevre
kendi yayınlarında ona yer vererek “Bir yoldaşı onu anlatıyor” başlığı açar.
Anısını paylaşanın da adı verilmez. Anıya konu edilen yoldaşı da yaşarken
övülmez, halk kültüründe kişi yüzüne karşı övülmez fakat verilen değer onun
yanında durularak hissettirilir, güven verilir. Sırat misali mücadele yolunda
geçirilen yılların anı kitabı adı altında kaleme alınması deşifrasyon ve
tasfiyecilikten öte bir şey değildir.
Ali’ye
ithaf edilen bir rivayet vardır: peygamberin kendisine verdiği sırrı
dayanamayıp kamışlığa giderek haykırır, tasavvufa göre kamıştan imal edilen ney
bu yüzden inler, o inleyişi her kulağa ulaşmaz. Anı kitaplarından
tasfiyeciliğin, bireyciliğin ve depolatizasyon çağrısının inleyişi yükselir.
Helvadan puttan farksız olan anı kitapları, yazarının politik sigortasından
ibarettir.
Sınıfsız
sömürüsüz düzen kurulana kadar tüm anı kitapları boykot edilip o kitapların
inşa etmeye çalıştığı anarşist-aktivist yüce birey putuna İbrahim misali
saldırılmalıdır. Gerekirse İbrahim olup ateşe atılmayı göze alarak. Bu
yapılmadığı sürece Truva atı misali tahtadan bir atla meydana çıkılıp mücadele
edilemez.
Sonuç
olarak, anı kitaplarından kaçkınlık dışında öğrenilecek bir şey yoktur. Her
şeyden önce nörolojinin tespiti dikkate alındığında, insan beyninin anıları
çarpıtarak aktardığı bilinmelidir ki duygu devreye girdiğinde duygunun
etkisiyle anı şekillenir. Mahkemelerde dahi tanığa onuru üzerine yemin
ettirilmesinin bir nedeni de budur. Anı ve tanıklık doğrulanmadığında somut bir
gerçekliğe tekabül etmez.
Bugün
o anıları doğrulayacak insanlar bir karanfilin altında yatıyorsa, anı yazarının
ona kestiği fatura her şeyden önce ahlaki açıdan düşkünlüktür. Bireyin
kutsanmasının geldiği nokta, bugün birey-parti çarpıklığının inşasıdır. Tekil
bireyler bir parti gibi hareket edip tarihi kendi biyografisiyle eşitliyor.
Sahte anılar anlatan, yaşamadığı/tanıklık etmediği tarihe dil uzatan, ölünün
ardından konuşmaktan utanç duymayan, bir şekilde yaşamını bu mücadelede
yitirmiş insanları eleştirmekten geri kalmayan, tüm hatalarına rağmen bir yapı
içinde mücadele etmiş insanların geçmişlerine küfredenler sosyalist mücadeleyi
bataklığa çekmeye çalışanlardır. Oysaki eleştirilen; kişi değil, o kişinin mücadele
yoldaşlığı yürüttüğü çevrenin bir dönemki hatalarıdır; küfredilen de
mücadelenin kendisidir.
Yoldaşlığa
duyulmayan güven, paranoyak ruh hâliyle şekil almış birey-partidir. Hep
eleştiren, açık ve eksik arayan, kendisini kolektif mücadelenin üzerine
çıkaran, bir dönem ödediği bedeli dönüp dolaşıp anlatmaktan geri kalmayan,
mevcudiyeti kadarlık alandan bıçak sırtı mücadeleye akıl hocalığı yapmaya
çalışan, paranoyasıyla insanları koruma adı altında tedirgin eden, korkaklığını
politik müneccimlikle gizlemeye çalışanlar, “hata ortaya çıksın da haklı
olduğumuzu kanıtlayalım” derdine düşenler, bu mücadelenin karşısında yer
alanlardır; anı kitaplarının okur kitlesi de bu bireylerden ibarettir.
Ölüye
küfretmekten hicap duymayan, tabutun üstünde tepinendir. Tüm kolektiflere karşı
çıkıp eksik ve kusur arayıp birey-partiyi kuranların, alternatif kolektifi inşa
etmediği sürece tarihin tekerini döndürmeye gücü yetmeyecek.
Yaşamın
parçası olan ölümden korkan, yaşamdan kaçar, özgürlüğün parçası olan
tutsaklıktan korkan, özgürlük mücadelesinden kaçar, cesaretin parçası olan
korkuyu korkuyla yenmeyi göze alamayan, cesaretten kaçar. Diyalektik gereği
karşıtlar mücadele ve birlik durumunda gelişimlerini sürdürür.
Tarihe
not düşmek için anı kitaplarının yazarlarına şu soruyu yöneltmek gerekir:
Peltekten solist yapan müzik kolektifinden kaçan müzisyen, neden mücadele
türküsünü bir daha besteleyemez ve yüzbinlere mücadele türküleri söyleyemez?
Bizim yanıtımız çok açık: Sosyalist kimliği ve değeri veren, kolektivizmdir.
Anı kitaplarının oklarının hedefinde bu ilke ve gerçek vardır. Partiyi inşa
edecek tek güçse ilke, kararlılık, tutarlılık, disiplin, güven ve
kolektivizmdir.
S. Adalı
14 Eylül 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder