19 Ocak 2025

,

Hayrat


Son on beş yıldır ülkemiz solunun birkaç çevresi dışında hemen her yapıdan önemli isimler anı kitapları yazmaya başladı. Sözlü tarih çalışmasının kapsamının dışına çıkan bu kitaplar, bir devrin tanıklığından öte, kapitalizmin yüce birey ideolojisinin ürünü olarak şekilleniyor. Öyle ki bir tür bireyin resmî tarihi durumuna dönüşen bu kitaplarda çevrelerin şefler eliyle nasıl tasfiye edildiği anlatılıyor.

Malumun ilâmı sayılabilecek şekilde kurgulanan bu kitaplarda yazarlar, içinde olduğu/içinden çıktığı çevrenin hatalarından kendilerini ayırarak, daha en baştan kolektivizmi tasfiye ediyor. 93-98 sürecinde yaşanan ayrışmaların ortak özelliği, kolektivizmin şefler eliyle geriletilip feodal bir kültürün inşa edildiğinden kaynaklandığı görülüyor. Yapının karar organlarının yüzünden alınan darbeler, o yapının insanları tarafından sorgulanmaya açıldığı ya da tartışma platformu oluşturulması talep edildiği noktada hizip suçlaması ve tasfiyecilik devreye giriyor. Biat eden, demokratik merkeziyetçiliği politik kültüre dönüştürmeyen, dogmatik insanlar, ilgili çevrelerin şefleri tarafından daha uygun kişiler olarak kabul görüyor.

Kolektivizm yerine feodal lider inşa edildiğini bu anı kitaplarından okumak mümkün. Hataların sorumluluğu noktasında yazarlara “ben” öznesi devreye sokup “biz” yok etmek düşüyor. Tüm anı yazarı şeflerin ortak özellikleri; mülteci, tasfiyeci, reformist olmaları. Mülteciliğin meşruiyet zemini siyasi sürgünlük tarihinde geliştiriliyor. Aşk hikâyesi anlatımından bugün aralarında olmayan yoldaşlarının mahremine kadar politik açıdan mücadeleye hiçbir faydası olmayacak bilgiler ifşa ediliyor. Ülkedeyken kaldıkları evlerden kendilerine destek olan insanların adlarına varana kadar her şey aktarılıyor. Bu aymazlık bile tek başına mülteciliğin nasıl bir kaçkınlık olduğunu ortaya koyuyor.

93-98 sürecinde hemen her çevrenin ayrışma gerekçelerinin başında “yanlış gidişata dur demek” var. Bu bile diyalektiğe aykırı bir durum. İtiraz edilen ve aydınlatılması gereken süreçler için muhalefet edilen şefler, kendilerini bir günde inşa etmediler. Her şey yolunda giderken sorun yok, olumsuzluklar ortaya çıkınca "benmerkezcilik, demokratik merkeziyetçiliğin ihlali, dogmatizm, lider kültünün inşa edilmesi, feodal yönetme biçimi, kariyerizm, dikkatsizlik, sekterlik” gibi bir dizi kavram devreye girerek yanlış gidişata “dur” demenin gerekçesine dönüşüyor. Bu durum açıkçası diyalektiğe, doğanın işleyişine ve tarihsel yasalara aykırıdır.

Özünde her şey karşıtıyla birlikte var olup mücadele içerdiği gibi bir şeyin oluşması da bir anda bir başarısız durumda değil, belirli bir sürecin içinde ortaya çıkar. Anı kitaplarına yansıyan bu noktaları dikkatten kaçırmamak gerekiyor. Politik sahada olan bir çevrenin şefinin mültecilik koşullarında anı kitabı yazması ise başka bir ilginç durumdur. “Ben” öznesi şefi olduğu bir yapıyı değerlendirip tüm hatalardan kendini arındırıyorsa burada anı yazımı değil, kendini aklama durumu söz konusudur.

Anı yazarlarında ikinci özne ise tasfiye edilenler, kaçkınlar, içinden geldiği çevreden ayrılanlardır. Bu yazarların okuyucuya verdiği ileti de yine tasfiyecilik eleştirilirken içinden gelinen yapının anı kitabı yazarak tekrardan tasfiye edilmesidir. Yine tarihi kendinden başlatma çarpıtması ve öznel kurgu söz konusudur. Hiçbir anı kitabında o çevre için bedel ödeyen işçi emekçi yer almaz. Onların fedakarlıklarına değinilmediği gibi birkaç isim etrafında gelişen anektodlar anlatılır, özünde bir tür kişiler arası hesaplaşma, sonsuzluğa uğurladıkları yoldaşları üzerinden kendilerini politik birer özne olarak var etme gündemdedir.

Halk arasında bilenen bir solcu tipi vardır: Rakı masasında gençliğindeki mücadeleyi yücelte yücelte bitiremeyip o masa her kurulduğunda aynı anektodları anlatanlar. Bu yoz pratiği anı kitabı adı altında matbu duruma getirince elbette ki kimse o masadaki anlatıcı şahıstan farklı bir konuma düşmüyor. Emekli bürokrat misali anı yazmak, olsa olsa pasifikasyonun gerekçelerini açıklamaktır ve kendini de yapıyı da “emekli” etmektir.

Hatıratlardan öğrendiğimiz bir gerçek varsa o da şu ki hemen hiçbir yapı, kolektivizmle yönetilmemiş, şeflik hiçbir şekilde yetiştirilen insanlara devredilmemiş, mültecilik, her zaman bir ihtimal olarak yedekte tutulmuş. Şimdi sormak gerekiyor: Bu mücadele tarihini şefler mi bedeller ödeyen işçi emekçi yoksul halk çocukları mı yazdı? Sınıfsız sömürüsüz bir düzen için mücadele eden çevrenin şefleri neden Avrupa ülkelerinde yaşar? Ulrike Meinhof’u beyaz duvarlar arasında işkenceyle katleden Avrupa, neden bu ülkenin solunun şeflerine orada yaşamaları için izin verir?

40 yılın özeti, olsa olsa Avrupa adına mücadelenin tasfiye edilmesidir. Bu ülkeden 30 yıl önce çıkmış olan şefler topluluğu, bu ülkenin gerçeklerine ne kadar hâkim olabilir? Reformistleri burjuvazi ve egemenler ideolojik aygıta çevirip sınıf içinde sınıfa karşı kullanırken, mülteci şefleri de bizzat Avrupa, sınıfa karşı ideolojik saldırı olarak sahaya sürmektedir. Onların aldığı kararlarla bugün mücadele dinamizmi yok edildi.

Ülkemizde Alman emperyalizminin kaç bin şirketi varsa mültecilik bir kez daha tartışmaya açılmalıdır. Bugün Almanya’da ülkemiz solundan olan çevrelere baskı uygulanıyorsa, tek nedeni ilgili çevrelerin Ukrayna konusunda Rusya tarafında yer almalarıdır. Nasıl bir mültecilikse 40 yıldır hiçbir şekilde bitmiyor.

Anı kitaplarıyla sembol portreler müzesine dönüştürülen soldan bırakalım işçi emekçiye, kendi insanına hiçbir kurtuluş reçetesi gelmez. Hani eleştirdiğimiz için bu sollar tarafından aforoz ediliyorsak, tek nedeni bizim ayaklarımızın bu toprağa basmasından ve doğru soruları onlara yöneltmemizdendir. Hiçbir çevre de eleştirilerimize yanıt vermeyerek kendilerince “önemsemediklerini” kitleye ve sınıfa göstermek istiyorlar ama başaramıyorlar.

Bizim “görünmek, siyaset yasağı koymak, sekterlik yapıp birilerinin mücadelesini engellemek, politik dedikodu yapmak” gibi bir amacımız olamaz. Belgesi olmayan hiçbir konuyu da gündeme getirmeyiz. Zaten bu anı kitapları da tüm eleştirilerimizi doğrular niteliktedir: yoldaşını itibarsızlaştırmak, feodal yönetim inşa etmek, itirazı hizip sayıp hedefe koymak, siyaset yasağı getirmek, mahremiyeti ifşa edip bireyle eleştiriyi ayırmadan ad hominem taktiği geliştirmek... Tüm bunlar, bu solun şeflerinin tarihidir.

Bizim itibar ettiğimiz ise mücadele tarihini bedeller ödeyerek yazanlardır. Bizim sözümüzü duymak istemeyenler, Bahçeli’nin sözüne itimat edenlerdir. Belki ileride CHP’li belediyelerin zamlarını iki tane panel için salon almak adına eleştirmediklerini, faşist semboller ve yazılamalar zihinlere işlenirken neden sessiz kaldıklarını, çelişkinin zirveye çıktığı günümüz koşullarında neden pasifikasyonu ve tasfiyeciliği ördüklerini de anlatan günah çıkarıcı anı kitapları da yazarlar da yaşadığımız şu dönemin mücadele açısından neden böyle dondurulduğunu açıklarlar.

19 Aralık ile emek mücadelesine ve toplumsal yapıya indirilen birey darbesinin hesabını solun neden vermediğini, OHAL ile yeniden geliştirilen pasifizm, uzlaşmacılık, tasfiyecilik ve mültecilik pratiklerinin bahanelerini yine yazılacak yeni anı kitaplarından öğrenebiliriz, gerçek nedenleri biliyor olsak da!

S. Adalı
19 Ocak 2025

0 Yorum: