Yanis
Varufakis Suriye ile ilgili yorumunda[1], bir yandan “asgari ahlaki
standartlar”ı savunuyor, bir yandan da Esad hükümeti gibi hükümetleri ve
emperyalizmi birlikte karşıya atıyor, buradan da antiemperyalizmi kendince
eleştiriyor. İyi niyetli cümleler kuran Varufakis’in analizi idealist, zira
kendisi, emperyalizmin ve egemenlik mücadelelerinin maddi gerçeklerini idrak
edemiyor.
Varufakis,
Esad ve Saddam gibi isimlere “müstebit” diyor ve bunların başlarında oldukları
hükümetlerin doğaları gereği ahlaki kusurlara sahip olduğunu söylüyor. Böylesi
bir yaklaşımın ilgili hükümetlerin sömürgecilik tarihi, ekonomik baskılar ve
emperyalist müdahale ile tanımlı belirli maddi koşulların ürünü olduğu
gerçeğini göz ardı ediyor.
“İstibdat”
gibi ahlaki etiketlere odaklanmak suretiyle Varufakis, bu hükümetleri tarihsel
ve jeopolitik bağlamlarından soyutluyor. Oysa Suriye gibi yerlerdeki hükümetler
boşlukta varolmuyorlar, bunları egemenlik mücadeleleri ve emperyalizmin
istikrarsız kılma çabaları biçimlendiriyor.
Varufakis,
bu tür hükümetlerin halklarına yabancılaşması sebebiyle, kaçınılmaz olarak
çökeceğini iddia ediyor. Bu yaklaşım, emperyalist güçlerin ülke içinde hüküm
süren çelişkileri yaptırımlar, vekalet savaşları, askeri müdahale üzerinden
istismar ettiği, zamanla çöküş için gerekli koşulları yarattığı gerçeğini
görmezden geliyor.
Materyalist
yaklaşım, emperyalizmi dünya üzerinde hüküm süren zulme yön veren ana çelişki
olarak tanımlar. Ülkelerdeki hükümetlerin yüzleştikleri iç meseleler,
emperyalizmin hâkimiyet kurma girişimleri ve sömürü pratiğine karşı verilen
kapsamlı mücadelede talidirler.
Varufakis,
antiemperyalistlerin emperyalizme ve “müstebit” hükümetlere aynı ölçüde karşı
çıkması gerektiğini söylüyor. Bu tespitin küresel dinamikleri yanlış okuduğunu
görmek gerekiyor. Kusurlu bile olsalar, emperyalizme karşı koyan hükümetler,
genel ve kapsamlı egemenlik mücadelesinin parçasıdırlar.
Burada
mesele, ilgili hükümetleri idealize etmek değil, ait oldukları bağlamı tanımak.
Örneğin Esad hükümeti her şeyden soyutlandığında, onun “iyi” ya da “kötü” olduğuna
dair bir hükümde bulunulamaz. Bu hükümet, emperyalizmin saldırılarının ve
bölgedeki güç mücadelelerinin biçimlendirdiği maddi güçlerin bir ürünüdür.
Varufakis,
bir yandan da antiemperyalizmin ahlaki tutarlılık üzerinden “zihinleri ve
kalpleri kazanmak” suretiyle başarıya ulaşacağını iddia ediyor. Oysa halkı
harekete geçiren şey, onun gündelik mücadelelerinden kopuk ve soyut ahlaki
çağrılar değil, toprak, emek ve kaynaklar gibi maddi çıkarlardır.
Antiemperyalistlerin
her iki tarafı aynı ölçüde kınaması gerektiğini söyleyen yaklaşım,
emperyalizmin istikrarsızlık ortamı yaratma konusunda oynadığı rolün üzerini
örtüyor. Varufakis’in eleştirdiği cihadistler, o ülkenin bağrından çıkmış,
doğal unsurlar değiller. Hepsini de Suriye’yi istikrarsız kılmak isteyen
emperyalist güçler silahlandırıp fonladı.
Hükümetleri
“müstebit” olarak yaftalamak suretiyle Varufakis, emperyalizmin müdahaleleri
meşrulaştıran dilini benimsiyor. Bu yaklaşım sayesinde emperyalizm, “zulme
karşı koyma” kılıfı altında milletleri harap ederken kurtuluşçu maskesi takma
imkânına kavuşuyor.
Etkili
bir antiemperyalizm, emperyalizmin maddi yapılarına dair bir anlayışın
geliştirilmesine ve onun hâkimiyet kurma çabası karşısında birleşme iradesine
ihtiyaç duyuyor. Burada mesele, saldırılan hükümetlerin her bir eylemini
savunmak değil, onların genel ve kapsamlı direnişin parçası olarak egemenlik
için verdiği mücadeleyi tanımak.
Varufakis’in
ahlaki standartlara uyulması çağrısı önemli olsa da bu çağrı, maddi analizden
kopartıldığı takdirde idealizme teslim olacaktır. Antiemperyalizm, soyut
ilkelere işaret ederek değil, ekonomik bağımsızlık, sınıf mücadelesi ve
egemenlik gibi gerçek ihtiyaçları ele alarak başarıya ulaşabilir.
Özetle;
emperyalizme karşı olmak, küresel hâkimiyet ve sömürü sistemi denilen asli
çelişkiyi başa yazmak demektir. Hükümetleri bağlamlarından kopartıp onları
“müstebit” olarak yaftalayanlar, emperyalizmin sözüne güç katarlar ve egemenlik
mücadelesinin altını oyarlar.
Varufakis’in
hümanist duruşu, ahlaki duruluğun üzerinde duruyor ama büyük resmi gözden
kaçırıyor. Antiemperyalizm, maddi gerçekleri dikkate almalı, emperyalizmi
dünyanın çektiği çilenin önemli bir kısmının ardındaki ana itici güç olarak
görmelidir. Ancak o vakit direniş tesirli olabilir.
Son
olarak bir hususu netleştirelim:
Başta
kendisini “iyi niyetli” olarak nitelemiş, onun şahsiyetinden çok fikirlerine
odaklanmak gerektiğini söylemiştim. Oysa insanın söyledikleri de önemlidir.
Varufakis’in Batılı aydın olarak edindiği birikimi, tarafsızlık kılıfı altında
emperyalizmin sözüne güç katan söylemini biçimlendiriyor.
Emperyalizme
karşı olduğunu söyleyen Varufakis, emperyalizmin hedeflerini görmezden geliyor.
Bu yaklaşım, Batı’nın üstün olduğunu söyleyen görüşten yana duruyor,
emperyalizmin müdahalelerini meşrulaştırıyor, bir yandan da krizlere yol açan
emperyalist sisteme yönelik eleştirileri susturuyor.
Varufakis
şahsında ortaya konulan zihinsel süreç, tutarsızlıkla malul olan bir şey değil.
Burada kendisi kasıtlı hareket ediyor. Söylemi emperyalist hâkimiyeti
pekiştiriyor, emperyalizme karşı direnişin güçlenmesine katkıda bulunmak yerine
onun daha da güçleşmesine neden oluyor.
Antiemperyalizm,
“her iki taraf”ı redde tabi tutmaktan daha fazlasına ihtiyaç duyuyor.
Antiemperyalist duruş, emperyalizmin dünyanın çektiği çilenin asli sebebi
olduğu gerçeğini açığa çıkartmayı, bu noktada zalimlerle mazlumları eşitlemeyi
redde tabi tutmayı gerekli kılıyor. Bunun dışında alınacak her tutum
emperyalizmin ajandasının yürürlüğe konulmasını mümkün kılıyor.
Yusuf
10 Aralık 2024
Kaynak
Dipnot:
[1] Yanis Varoufakis, “Lessons from Syria”, 10 Aralık 2024, X.
0 Yorum:
Yorum Gönder