11 Ocak 2025

, ,

Tarafları Eşitlemek



Yanis Varufakis Suriye ile ilgili yorumunda[1], bir yandan “asgari ahlaki standartlar”ı savunuyor, bir yandan da Esad hükümeti gibi hükümetleri ve emperyalizmi birlikte karşıya atıyor, buradan da antiemperyalizmi kendince eleştiriyor. İyi niyetli cümleler kuran Varufakis’in analizi idealist, zira kendisi, emperyalizmin ve egemenlik mücadelelerinin maddi gerçeklerini idrak edemiyor.

Varufakis, Esad ve Saddam gibi isimlere “müstebit” diyor ve bunların başlarında oldukları hükümetlerin doğaları gereği ahlaki kusurlara sahip olduğunu söylüyor. Böylesi bir yaklaşımın ilgili hükümetlerin sömürgecilik tarihi, ekonomik baskılar ve emperyalist müdahale ile tanımlı belirli maddi koşulların ürünü olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.

“İstibdat” gibi ahlaki etiketlere odaklanmak suretiyle Varufakis, bu hükümetleri tarihsel ve jeopolitik bağlamlarından soyutluyor. Oysa Suriye gibi yerlerdeki hükümetler boşlukta varolmuyorlar, bunları egemenlik mücadeleleri ve emperyalizmin istikrarsız kılma çabaları biçimlendiriyor.

Varufakis, bu tür hükümetlerin halklarına yabancılaşması sebebiyle, kaçınılmaz olarak çökeceğini iddia ediyor. Bu yaklaşım, emperyalist güçlerin ülke içinde hüküm süren çelişkileri yaptırımlar, vekalet savaşları, askeri müdahale üzerinden istismar ettiği, zamanla çöküş için gerekli koşulları yarattığı gerçeğini görmezden geliyor.

Materyalist yaklaşım, emperyalizmi dünya üzerinde hüküm süren zulme yön veren ana çelişki olarak tanımlar. Ülkelerdeki hükümetlerin yüzleştikleri iç meseleler, emperyalizmin hâkimiyet kurma girişimleri ve sömürü pratiğine karşı verilen kapsamlı mücadelede talidirler.

Varufakis, antiemperyalistlerin emperyalizme ve “müstebit” hükümetlere aynı ölçüde karşı çıkması gerektiğini söylüyor. Bu tespitin küresel dinamikleri yanlış okuduğunu görmek gerekiyor. Kusurlu bile olsalar, emperyalizme karşı koyan hükümetler, genel ve kapsamlı egemenlik mücadelesinin parçasıdırlar.

Burada mesele, ilgili hükümetleri idealize etmek değil, ait oldukları bağlamı tanımak. Örneğin Esad hükümeti her şeyden soyutlandığında, onun “iyi” ya da “kötü” olduğuna dair bir hükümde bulunulamaz. Bu hükümet, emperyalizmin saldırılarının ve bölgedeki güç mücadelelerinin biçimlendirdiği maddi güçlerin bir ürünüdür.

Varufakis, bir yandan da antiemperyalizmin ahlaki tutarlılık üzerinden “zihinleri ve kalpleri kazanmak” suretiyle başarıya ulaşacağını iddia ediyor. Oysa halkı harekete geçiren şey, onun gündelik mücadelelerinden kopuk ve soyut ahlaki çağrılar değil, toprak, emek ve kaynaklar gibi maddi çıkarlardır.

Antiemperyalistlerin her iki tarafı aynı ölçüde kınaması gerektiğini söyleyen yaklaşım, emperyalizmin istikrarsızlık ortamı yaratma konusunda oynadığı rolün üzerini örtüyor. Varufakis’in eleştirdiği cihadistler, o ülkenin bağrından çıkmış, doğal unsurlar değiller. Hepsini de Suriye’yi istikrarsız kılmak isteyen emperyalist güçler silahlandırıp fonladı.

Hükümetleri “müstebit” olarak yaftalamak suretiyle Varufakis, emperyalizmin müdahaleleri meşrulaştıran dilini benimsiyor. Bu yaklaşım sayesinde emperyalizm, “zulme karşı koyma” kılıfı altında milletleri harap ederken kurtuluşçu maskesi takma imkânına kavuşuyor.

Etkili bir antiemperyalizm, emperyalizmin maddi yapılarına dair bir anlayışın geliştirilmesine ve onun hâkimiyet kurma çabası karşısında birleşme iradesine ihtiyaç duyuyor. Burada mesele, saldırılan hükümetlerin her bir eylemini savunmak değil, onların genel ve kapsamlı direnişin parçası olarak egemenlik için verdiği mücadeleyi tanımak.

Varufakis’in ahlaki standartlara uyulması çağrısı önemli olsa da bu çağrı, maddi analizden kopartıldığı takdirde idealizme teslim olacaktır. Antiemperyalizm, soyut ilkelere işaret ederek değil, ekonomik bağımsızlık, sınıf mücadelesi ve egemenlik gibi gerçek ihtiyaçları ele alarak başarıya ulaşabilir.

Özetle; emperyalizme karşı olmak, küresel hâkimiyet ve sömürü sistemi denilen asli çelişkiyi başa yazmak demektir. Hükümetleri bağlamlarından kopartıp onları “müstebit” olarak yaftalayanlar, emperyalizmin sözüne güç katarlar ve egemenlik mücadelesinin altını oyarlar.

Varufakis’in hümanist duruşu, ahlaki duruluğun üzerinde duruyor ama büyük resmi gözden kaçırıyor. Antiemperyalizm, maddi gerçekleri dikkate almalı, emperyalizmi dünyanın çektiği çilenin önemli bir kısmının ardındaki ana itici güç olarak görmelidir. Ancak o vakit direniş tesirli olabilir.

Son olarak bir hususu netleştirelim:

Başta kendisini “iyi niyetli” olarak nitelemiş, onun şahsiyetinden çok fikirlerine odaklanmak gerektiğini söylemiştim. Oysa insanın söyledikleri de önemlidir. Varufakis’in Batılı aydın olarak edindiği birikimi, tarafsızlık kılıfı altında emperyalizmin sözüne güç katan söylemini biçimlendiriyor.

Emperyalizme karşı olduğunu söyleyen Varufakis, emperyalizmin hedeflerini görmezden geliyor. Bu yaklaşım, Batı’nın üstün olduğunu söyleyen görüşten yana duruyor, emperyalizmin müdahalelerini meşrulaştırıyor, bir yandan da krizlere yol açan emperyalist sisteme yönelik eleştirileri susturuyor.

Varufakis şahsında ortaya konulan zihinsel süreç, tutarsızlıkla malul olan bir şey değil. Burada kendisi kasıtlı hareket ediyor. Söylemi emperyalist hâkimiyeti pekiştiriyor, emperyalizme karşı direnişin güçlenmesine katkıda bulunmak yerine onun daha da güçleşmesine neden oluyor.

Antiemperyalizm, “her iki taraf”ı redde tabi tutmaktan daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Antiemperyalist duruş, emperyalizmin dünyanın çektiği çilenin asli sebebi olduğu gerçeğini açığa çıkartmayı, bu noktada zalimlerle mazlumları eşitlemeyi redde tabi tutmayı gerekli kılıyor. Bunun dışında alınacak her tutum emperyalizmin ajandasının yürürlüğe konulmasını mümkün kılıyor.

Yusuf
10 Aralık 2024
Kaynak

Dipnot:
[1] Yanis Varoufakis, “Lessons from Syria”, 10 Aralık 2024, X.

0 Yorum: