İranlılar,
2020’de yakın tarihlerinin en popüler isimlerinden ikisini, Kasım Süleymani ile Muhammed Rıza Şeceryan’ı kaybetti. Süleymani ve Şeceryan, farklı yaşam
tarzlarına sahip olsalar da, çok sayıda İranlıdan oluşan ortak bir hayran
grubuna sahipti. Bu makale, iki ismin aynı hayran kitlesini neden ve nasıl
paylaştıklarını göstermeye çalışıyor, ayrıca zihinlerde oluşturulan “kutuplaşmış
ülke” kurgusu üzerinden bu iki ismin İran halkı nezdinde ulaştığı popülerliğin idrak
edilemeyeceğini ortaya koyuyor.
Süleymani’nin
suikasta uğrama ihtimali her daim mevcuttu, Şeceryan da yıllarca kronik bir
hastalığın çilesini çekmişti. Buna karşın, birçok İranlı, bu iki ismin vefatını
bir tür felâketmiş gibi karşıladı, acı çekti, erken ve ani bir ölüm olarak
değerlendirdi, kederini sosyal medya aracılığıyla dile döktü. Bu iki insanın
cenaze törenlerine çok sayıda insan iştirak etti, hatta Süleymani’nin cenazesinde
yaşanan izdiham sebebiyle onlarca insan öldü. Şeceryan, tam da pandemi
döneminde vefat etmişti. Yasağa rağmen cenazesini binler kaldırdı.
İki
farklı şahsiyet olarak Süleymani ve Şeceryan, iki farklı tarihi ve iki farklı yaşam
yolunu ifade ediyor. Bu farklılıklara rağmen, ikisi de birçok İranlının el
üstünde tuttuğu özelliklere ve hasletlere sahipti.
Süleymani,
İran’ın azgelişmiş bir bölgesinden gelen fakir bir köylünün oğluydu. Hayatının
ilk yıllarını yoksulluk içinde geçirdi. Bir genç olarak ailesini desteklemek
için çalıştı ve Irak tarafından işgal edildiğinde, İran’ın batı sınırlarını
savunmak için orduya gönüllü yazıldı. İran silahlı kuvvetleri içerisinde hızla
yükseldi. Sekiz yıllık İran-Irak savaşının ortalarında Süleymani, İran’ın önde
gelen komutanlarından biri hâline geldi. Savaştan sonra, esas olarak İran İslam
Devrim Muhafızları’nın sınır ötesi operasyonlarından sorumlu olan Kudüs Gücü’nün
komutanı olarak görev yaptı. İran’la müttefik grupların askeri güçlerini
organize etmek için sık sık Ortadoğu’nun farklı bölgelerine seyahat etti. Tüm
bu önemli görevlere rağmen, çoğu İranlı, Süleymani’yi ancak IŞİD Irak’ın Musul
kentinin kontrolünü ele geçirdiğinde tanıdı.
Bu
olayın ortaya çıkardığı muhteşem şiddet, çeşitli medya araçları aracılığıyla
çok geniş bir kitlenin zihnine kazındı. O sırada ülke, IŞİD’in İran’ın batı
sınırlarına yaklaşmasından endişe duyuyordu. Süleymani, IŞİD güçlerinin İran’a
girmesini, Suriye ve Irak’ta işlenenlere benzer suçlar işlemesini engelleyen
cesur bir komutan olarak isim yaptı. 3 Ocak 2020’de bir yolcu uçağıyla Suriye’den
Bağdat havaalanına indiği sırada Irak Halk Seferberlik Komitesi (Haşdi Şabi)
komutan yardımcısı Ebu Mehdi Mühendis ile birlikte Amerika’ya ait bir dronla
öldürüldü.
Hayranlarının
“İran müziğinin şahı” olarak adlandırdığı Muhammed Rıza Şeceryan, İran
geleneksel müziğinin önde gelen siması ve yaklaşık yarım yüzyıl boyunca İran
kültürünün ve müziğinin önemli bir simgesiydi. Bir genç olarak, memleketi
Meşhed’de ünlü bir Kur’an okuyuşundaki ustalıkla beğeni topladı. Kısa bir süre
sonra dikkatini geleneksel İran müziğine çevirdi ve yavaş yavaş sanatın bir
uygulayıcısı olarak önemli bir isim hâline geldi. Birçok İranlı şarkıcının
aksine, 1979 İslam Devrimi’nden sonra İran’da kaldı. O da sahne almak üzere,
düzenli olarak yurtdışına seyahat etti. Pek çok İranlı, Şeceryan’ın 1979’da
okunan ve kaydedilen bir dua olan Rabbena’yı yorumlamasına aşinadır ve bu dua,
Ramazan ayı boyunca iftardan önce İran devlet televizyonunda yayınlandığından
beri bilinir.
Hayatının
büyük bir kısmında, özellikle 1979 devriminden sonra Şeceryan, İran siyasetine
doğrudan dâhil olmayı hiç tercih etmedi. Siyasetten hep uzak durdu. Hayatının
sonlarına doğru, özellikle tartışmalı 2009 İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin
ardından, siyasi açıklamalar yapmaya başladı. Seçim sonrası çatışmalar
sırasında yayınlanan bir şarkıda, İran ordusunu protestoculara ateş açmaktan
kaçınmaya çağırdı. İran devletinin kontrolünde olan Voice and Vision
isimli medya şirketi cevap olarak onu yasakladı. Ancak, Şeceryan, o muazzam
popülaritesi ve sosyal medyadaki varlığı sayesinde yasağı hükümsüz ve etkisiz
kıldı. Devlet kontrolündeki aynı medya şirketi, ölümünden sonra onu övdü.
Şeceryan,
uzun yıllardır kanser hastasıydı ve 8 Ekim 2020’de Tahran’da vefat etti.
Ölümünden önceki günlerde, hayranlarının çoğu tedavi gördüğü hastanede toplandı
ve şarkılarını söyledi. Bazı insanlar orada siyasi sloganlar atsa da, ölümü
açık bir siyasallaşmaya yol açmadı. Ölümünün ardından, Kovid pandemisiyle
birlikte gündeme gelen kısıtlamalara ve ailesinin taleplerine rağmen,
cenazesine büyük kalabalıklar katıldı. Bu kısıtlamalar olmasaydı, cenazesinin
son yılların en büyük katılımına şahit olacağını varsayabiliriz.
Süleymani
ve Şeceryan, iki farklı kültürel geleneğe mensup, ama gene de bu iki geleneğin
birbiriyle çeliştiğini söyleyemeyiz. Bu halkın çok sevdiği iki adam, kendi
yollarını yürüdü, ancak birbirlerinin itibarını veya dürüstlüğünü hiç sorgulamadı,
birbirlerine dair hiç yorumda bulunmadı. Sosyal medyada aktif olan Süleymani ve
Şeceryan’ın aileleri ve arkadaşları da birbirleri hakkında olumsuz
konuşmadılar.
Bu
gözlemin, İslamcılık ile laiklik arasında kurulan o kaba ikiliğe ısrarla
sarılan, ilki için Süleymani’yi, ikincisi için Şeceryan’ı sahiplenen yaklaşımlarla
çeliştiğini söylemek lazım. Burada asıl üzerinde durulması gereken soru şu: Halkın
bu iki şahsiyetin vefatına verdiği tepkiler, bugün İran toplumu ve kültürünü
inceleyenlere ne söyler?
Karmaşık
Bir Bütünün Figürleri
Süleymani
ve Şeceryan, İran kültürünün döküldüğü “örüntü”nün farklı veçhelerine dil oldu.
Amerikalı antropolog Ruth Benedict (1887-1948), Kültür Örüntüleri (1934)
adlı kitabında, farklı kültürlerin farklı kişilik tiplerinin yardımıyla
tanımlanabileceğini savunuyor. Ona göre, her insan kültürü belirli kişilik
tiplerini vurgular ve diğerlerini küçümser. Bu nedenle, herhangi bir kültür,
bir dereceye kadar onu yaratan karakterlerin bir yansıması olarak kabul
edilebilir. Benedict’in ifadesiyle, Süleymani ve Şeceryan, İran kültüründe
önemli rol modelleri hâline gelmiş olan varlıklarıyla, birbirleriyle karmaşık
bir ilişki içinde oldukları düşünülebilecek örüntüleri meydana getiriyor. Ben
burada, aradaki ilişkinin yüzyıllar içerisinde geliştiğini, İran toplumu ve
kültürü olarak bilinen, görünüşte çelişkili bir bütün oluşturduğunu öne
sürüyorum.
Birçok
İranlı için Süleymani, eski alçakgönüllülük ve cesaret ikiliğinin bir
simgesiydi. Başkentten uzak bir çevrede yetişen, esmer bir yüze ve köylü görünümüne
sahip, savaş için gönüllü olan bu adam, Pers destanlarında saygı duyulan figürlerin
yaşayan, somut hâli olarak görülüyordu. Süleymani’nin sosyal medyada yayınlanan
fotoğraflarında, onu hiçbir zaman halkın her daim hor gördüğü bürokratik sınıfın
simgesi olan takım elbise içerisinde göremezdiniz. Bilâkis, afişlerde Süleymani
karşımıza hep üzerindeki tozlu kıyafetlerle, yerde otururken çıkıyordu.
Videolarda ise onu yaşlılar, gençler ve yoksullar arasında rahatça dolaşırken görüyordunuz.
Süleymani,
son yıllarda İran’ın iç siyasetinden uzaklaştı ve tartışmalı konularda
görüşlerini dile getirmekten kaçındı. Bunu yaparak o, ulusal birliğin dili hâline
geldi. Örneğin, zorunlu başörtüsüne karşı gerçekleştirilen eylemlerde, zorunlu
başörtüsüne uymayan kızlara kendi “kızlar”ıymış gibi hitap etti. İran toplumunu “bizim ailemiz” olarak
niteleyen Süleymani, İran’daki sertlik yanlısı siyasi güçlerin uyguladığı
strateji anlamında yurttaşları siyasi yönelimlerine göre etiketleyip kınayanları
eleştirdi.
Şeceryan’ın
ise İran kültürünün başka bir yönünü, sanat, güzellik, aşk ve belirsizlik
içeren kısmını temsil ettiğini söyleyebiliriz. İran’da etnografya çalışmaları
yürütürken elde ettiğim kişisel bulgulara ve İran’da yaşayan ailelerle ilgili
gözlemlerime dayanarak, Süleymani’nin cesaretine dair hikâyeleri coşkuyla
anlatan, alçakgönüllülüğü ve insancıllığından heyecan duyan birçok İranlı,
kendilerini Şeceryan’ın şarkılarında buldu. Onun müziğinden etkilendiler. O ezgileri
dinlerken günlük dertlerini unuttular, kültürleriyle gurur duydular ve Şeceryan’ın
şarkılarını fısıldayarak, kendilerini tasavvufun ve vecdin o köklü geleneğine bağladılar.
Tıraşlı yüzü ve zarif takım elbisesi, onlara güvenilirlikleri, dürüstlükleri ve
onurlu davranışları nedeniyle el üstünde tutulan eski nesil elitleri
hatırlattı. Bu nitelikler, İranlıların her gün hükümet bürokratları ve
politikacılar tarafından yolsuzluk haberleriyle bombardımana tutulduğu bir
medya ortamında sönük ve yetersizmiş gibi görünüyor.
Sosyal
Medyadaki Tepkiler
Süleymani’nin
suikasta kurban gitmesi ve Şeceryan’ın vefatı ardından İran’da sosyal medya, bu
iki ismin hayatına ve ülkeye sundukları katkılara dair çok sayıda paylaşıma
sahne oldu. Süleymani'nin suikastı ile cenazesi arasında geçen süre zarfında
Tahran, Meşhed ve İsfahan’ı ziyaret ettim. Her şehirde, başta Donald Trump
olmak üzere, onu öldürenlere karşı öfkelerini ifade eden vatandaşlarla
karşılaştım. Bu arada, İran’ın en popüler sosyal medya platformu olan Telegram
Messenger’da kişilere, aile fertlerine ve toplumsal kesimlere ait kanal ve
grup, suikasta tepki gösterdi ve taziye mesajları yayınladı.
Sıradan
insanların yanı sıra sporcular, sanatçılar, aktörler ve mankenler de dâhil
olmak üzere ünlüler, Süleymani’nin fotoğraflarını paylaştı, suikastta ölenlerin
ailelerine ve İran halkına başsağlığı diledi. Yoğun paylaşım ve duygu seli, özellikle
bu ünlülerin birçoğunun İran devletinin sosyal, kültürel ve siyasi
politikalarından uzun süredir mutsuz olduğu ve uzun yıllardır “devrimci”
figürlerin ölümüne kayıtsız kaldığı gerçeği ışığında bakıldığında, önemli ve
kıymetli bir gelişmeydi. Bu ünlüler, genellikle “dindar” veya “milliyetçi"
olarak kabul edilmezler, hatta hiçbir şekilde “politik” veya “devrimci” görülmezler,
ancak gene de bu isimler suikasta öfkeyle tepki gösterdiler.
Bir
dönem (1966-1971) İran dışişleri bakanı olarak çalışmış, altmışlarda ve
yetmişlerde ABD ve İngiltere büyükelçisi koltuğunda oturmuş, bugün İsviçre’de
sürgünde yaşayan, Muhammed Rıza Pehlevi’nin eski damadı Ardeşir Zahidi bile
Süleymani’yi “vatanın onurlu ve vatansever bir askeri” olarak nitelendirdi. İran’da yaşayan ünlüler,
Süleymani suikastına İran toplumunun önemli bir kesimiyle aynı tepkiyi verdiler.
Instagram
ve ana şirketi Facebook, ABD yaptırım yasalarına uygun olarak Süleymani’ye
destek ifade eden gönderileri kaldırmaya başladığında, bu mesajların çoğu
sosyal medyada yalnızca birkaç saat kalabildi. Kalanlar, yazarlarının öfke ve üzüntünün
boyutunu ortaya koyuyordu. Bu ünlüler için Süleymani, İran kültüründeki temel
değerlerin, yani yiğitlik, onur ve fedakârlığın tam ve katıksız bir temsiliydi.
İran
kültürü, her zaman çeşitli ve çelişkiliymiş gibi görünen kimi özellikler ihtiva
etmiştir. Yüzyıllar boyunca bu özellikler bir arada var oldu ve zaman zaman
çatıştı. Görünüşte paradoksal olan bu özelliklerle bağlantılı görünen ya da
öncelikle birini somutlaştıran ancak diğerini reddetmeyen figürler, İran’ın
farklı sınıfları ve seçmenleri arasında popülerleşti, hayranlık uyandırdı. Bu
durumun, kültürü kutuplaştırmaya ve onu birbirini dışlayan kamplara bölmeye
çalışanlarla tam bir tezat oluşturduğunu görmek gerekiyor.
On
yıllar boyunca Şeceryan’ın Kur’an-ı Kerim tilaveti ve Ramazan ayı için okuduğu
dua, en çok dinlenen müziklerdi, bunlar, İranlıların dini hafızasının bir
parçasını oluşturdu. Süleymani’nin IŞİD’in Irak’a gelmesinden sonra yaptıkları,
dindar olmayan İranlılarda vatansever duyguları açığa çıkarttı, onlarda
hayranlık uyandırdı.
Aydınlar:
Güvenlik Şemsiyesi Altında Birleşti
Arap
Baharı sonrası hangi yöne ilerleyeceği öngörülemeyen Ortadoğu’da İran’ın toprak
bütünlüğü de tartışılır hâle geldi. Bu koşullarda, kendilerini “dindar” veya “İslamcı”
addetmeyenler bile emniyet ve güvenlik meselelerini hayati önemde olgular
olarak görmeye başladılar. Adlarını andığımız iki adam, İranlılara güç,
rahatlık ve güvenlik duygusu (Süleymani) bahşederken bir yandan da onların geniş
bir coğrafi düzlemde herkesi rahatlatan bir kimliğe, geleneğe ve özgüllük
hissine sahip olmasını (Şeceryan) sağladı.
Belki
de bu dinamikler sayesindedir ki, cumhurbaşkanı ve bazı hükümet yetkilileri,
sayısız İranlı aktör, sporcu, akademisyen, sanatçı ve ünlü yanı sıra muhalif
bir Müslüman aydın olarak Abdülkerim Suruş ve İran’ın laik soluyla bağlantılı
ünlü romancı Mahmud Devletabadi de Süleymani ve Şeceryan’ın vefatları üzerine taziyelerini
sundu.
Suruş,
İran’ın en önemli “dindar aydınlar”ından biridir. Kendi iradesiyle ABD’de sürgünde
yaşayan, İran İslam Cumhuriyeti’nin ve ülkedeki dini yönetimi yüce tutan “Velâyet-i
Fakih” teorisinin sadık bir eleştirmeni olarak kabul ediliyor. Suruş, Süleymani
suikastı sonrası tepki olarak Hafız’ın bir şiirini, şiirdeki bir kelimeyi
değiştirerek paylaştı. Şiirde geçen bir kelime yerine Süleymani’nin
adını (Kasım’ı) kullanan Suruş, paylaşımında onu “yiğit” bir insan olarak
nitelendirdi. “Aşk baharıyla abdest aldığı”nı söylediği Süleymani için Mevlânâ’nın
bir dizesini aktardı: “Gözlerini kapattı (öldü), gözlerimizi açtı (bizi
diriltti).”
Suruş’un
Süleymani’ye dair hayranlık dolu ifadeleri ülkede bazı muhaliflerin tepkilerine
yol açtı, ancak buna rağmen Suruş, tutumunu
değiştirmedi, geri adım atmadı. Aynı şekilde, Suruş, Şeceryan’ın vefatı
sonrasında da etkili bir taziye mesajı yayınladı.
Bir
başka İranlı siyasi muhalif ve ABD’de sürgünde yaşayan etkili bir reformist aydın
olarak Muhsin Kadivar ise Süleymani’yi “İran’ın en popüler siması” olarak nitelendirdi,
devamında onun “İran’ın toprak bütünlüğünün savunucusu” olduğunu söyledi.
Kadivar, Süleymani’nin bölgesel politikalarını ve İran’ın dış politikasına
ideolojik yaklaşımını eleştirse de, kendisini “cesur bir komutan, becerikli ve
yetkin bir planlamacı ve taktikçi” olarak tarif etti.
Ona göre Süleymani suikastı, “kimsenin kabul edemeyeceği bir şey”di.
Kadivar, Şeceryan’ın vefatı ardından paylaştığı taziye mesajında, son
yıllardaki siyasi duruşunu methetti ve onu “İranlıların sesi” olarak nitelendirdi.
İran’ın
içinde ve dışında yaşayan, birçoğu son yıllarda siyasi faaliyetleri sebebiyle
hapse atılmış olan altmış kadar siyasi reformist isim, kaleme aldıkları ortak bildiriyle Süleymani suikastını kınadı. Süleymani’yi
“cesur komutan” olarak nitelendiren bildiride, ayrıca İran devletinden “Amerika’nın
tuzağına” düşmemesi ve ona karşı savaşa yol açacak hiçbir şey yapmaması talep
ediliyordu.
İranlı
felsefeci ve felsefi eserlerin Farsça çevirmeni Bican Abdülkerimi, bir röportajında, İran halkının Süleymani
suikastına ve Şeceryan’ın vefatına verdiği tepkiye değindi. Ona göre, Süleymani’nin
kitlesel cenaze töreni, İran devletinin zorlaması veya tehditlerinin neticesinde
gerçekleşmiş olduğunu söyleyen yorumlar veya katılanların İran devletini
mecburen desteklediklerine dair değerlendirmeler ışığında anlaşılabilecek bir
olgu değil. İki isim, sadece İslam ve dini kimlik üzerinden ele alınmamalı,
onların kültür ve ulusal kimlikle alakalı, kapsamı daha geniş meselelere hitap
ettikleri görülmeli.
Abdülkerimi’ye
göre cenaze töreni, “İranlıların kolektif bilincinin patlaması”. İran
toplumunun son yıllardaki sayısız sosyal, kültürel ve siyasi sorununa atıfta
bulunan yazar, İranlıların bu “kolektif bilinçliliğe” geçmişte hiç olmadığı
kadar ihtiyaç duyduğuna inanıyor. Devamında Abdülkerimi, İranlıların Şeceryan’ın
vefatıyla kurduğu ilişkiye değiniyor. Ona göre Şeceryan, “çağdaş İran’da ulusal
sermayenin en büyük kaynaklarından biri”, “[İran’ın] ulusal gururunun bir
tezahürü” ve “İran ruhunun en önde gelen temsilcilerinden biri”; tam da bu
sebeple, onun “müziği ve şarkısı, milletimizin en derin katmanlarıyla
bağlantılı”.
Mahmud
Devletabadi de iki isim için taziye sunanlardan. Süleymani’nin Suriye ve Irak’ta
İran güçlerine komuta ettiği ve Zarif’in BM’nin beş daimi üyesiyle yürüttüğü
müzakerelerle meşgul olduğu dönemde Devletabadi, İran’ın her iki yaklaşıma da
ihtiyacı olduğunu ileri sürüyordu. Süleymani suikastı sonrası onu “İran’ın
kıymetli evladı” olarak nitelendiren Devletabadi, mesajında ölüm
haberini aldığında kalbine bir diken batırılmış gibi hissettiğini yazdı. Şeceryan’ın
vefatı ardından ise şu mesajı yayınladı:
“Muhammed Rıza Şeceryan
vefat etti. Başta akrabaları olmak üzere, sesindeki çınlamayı elli yıl boyunca
tecrübe eden, sesindeki şiirin sahip olduğu önemi idrak eden, kendisine has
musikisine aşina olan herkese başsağlığı diliyorum. Bugün onların gözlerinden
yaş dökülüyor.”
Etkili
bir antropolog olan Nasır Fakuhi, Süleymani’nin öldürülmesinden kısa bir süre
sonra kaleme aldığı makalede şunu söyledi:
“Şeksiz şüphesiz, hiçbir
belirsizliğe mahal vermeden, şunu dile getirmemiz gerekiyor: uluslararası ölçütler
uyarınca İran ve Irak’a savaş açmaktan gayrı bir anlamı olmayan bu canice ve
hukuka aykırı biçimde işlenmiş olan bu cinayet kınanmalıdır.”
Sonrasında
Fakuhi, Şeceryan’ı “hiç bitmeyen bir ses” olarak nitelendirdi. Şeceryan’ın
vefatından birkaç saat sonra yayınlanan duygusal bir makalede Fakuhi, Şeceryan’ın
kültürün şiddet ve misilleme gücü üzerindeki hâkimiyetinin bir sembolü olduğunu
yazdı.
Süleymani
ve Şeceryan, bugün İran kültürünü ve toplumunu oluşturan yapbozun çok önemli
parçalarıdır. Daha kapsamlı bir değerlendirmeye ancak iki ismin farklı tarzlarını,
dillerini ve tavırlarını bir araya getirdiğimizde ulaşabiliriz. Bu parçalar
birbiriyle çelişmezler. Yani, İran toplumunun önemli bir kısmı onları birbirine
karşıt olarak görmez veya çelişen şeylermiş gibi tahayyül etmez. Genelde İran
devletine ideolojik planda karşı olmayan, İran kültürünün ve tarihinin belirli
unsurlarını kendi ölçütü uyarınca değerlendirmeyenler, onları birbiriyle
çelişen kimlikler olarak görmezler.
İran
toplumu, birbirleriyle çatışıyormuş gibi görünen katmanlara sahip. Tam da bu
özelliği sebebiyle söz konusu toplum, Süleymani’nin de Şeceryan’ın da yasını
birlikte tuttu. Aynı yas yerinde ortaklaştı. Süleymani ve Şeceryan’ın şahsında
somutlaşan kimi kültürel özellikler ve değerler mevcut. İranlıların yüce
tuttukları bu özellikler ve değerler, bu iki isimde cisimleştiği için onlar
sevildi.
İran
toplumu, kimi muhalif isimlerin Süleymani’nin yasını tutanlarla Şeceryan’ın
yasını tutanlar arasında keskin ve net bir maniheist ayrım çizgisi çeken, ilk
kesimi “İranlı” kabul etmeyip, ikinci kesimi “gerçek İranlı” sayan yaklaşımıyla
kavranamaz. Gözlerimizin önünde tüm çıplaklığıyla varolan çelişki, gerçeğimizdir.
Peyman Eşagi
22
Kasım 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder