20 Ocak 2025

,

Anıdan Gerçeğe



Anı kitapları yazmayan ama mültecilikte ısrar eden en azından reformist denilemeyecek diğer çevreler de mücadele alanında hatalara devam etmekte hiçbir beis görmeyenlerdir.

Kitleleri daraldıkça halktan ve emekten kopuk anarşist pratiğe yöneliyorlar. Öyle ki daha solun ikna edilemediği bir süreçte bir türlü bitirilemeyen açlık grevleri, pratikte anarşizme yaklaşmanın en önemli göstergelerindendir. Bu noktada “onur, irade, ilke” tartışmasını açlık grevi yapan insanlar üzerinden açmak, yine birey ideolojisini farkına varılmadan da olsa yeniden üretmektir.

Bir dönem mültecilik reddedilirken, daha ağır koşulların olduğu 19 Aralık sonrası ve OHAL sürecinde mülteciliği bir çıkış yolu olarak görmek, siyasi sürgünlükle açıklanabilir bir durum değildir. Bu noktada aynı çevreden bir insan tutsak düştüğünde, cezaevi koşullarına karşı bedenini açlığa yatırırken diğer yoldaşı Avrupa yolunu tutmaktadır.

Elbette ki hiçbir çevrenin iç sorunu gibi görünen bir durum eleştiri konumuz olamaz, fakat bir çevre, bir dönem mülteciliği ilkesel olarak reddedip, sonraki süreçte bitmeyen sürgünlüğü geliştiriyorsa bu durum kitlelerce sorgulanmaya neden olur.

Şu an geldiğimiz aşamada Avrupa’ya çıkanlarla yurtta kalıp anarşist bireye dönüşen insanların birbiriyle uyumsuzluğu var. Biz, bugün Suriye’deki değişimi emperyalizmin desteği üzerinden açıklıyorsak, ülkemiz soluna da mültecilik hakkı tanıyan Avrupa emperyalizmini tartışmaya açmak zorundayız. Mülteci olarak o ülkede barınabilme "hakkının" o ülkenin halklarının mücadelesiyle kazanılmış olması da bu gerçeği değiştirmez.

Mültecilik koşulları ne kadar ağır olursa olsun, anı kitabı yazan çevrelerin şeflerinden örnek verecek olursak, “rahatça” Youtube ve karasal yayın yapan TV kanallarındaki yayınlara katılabiliyorlar. Emperyalistler, bu kadar mı demokrat ki kendi halklarının kazanımlarından dolayı bu tür durumlar karşısında pasif kalsın.

Avrupa’ya çıkan sol çevrelerin önemli isimleri, neden Avrupa emperyalizminin ülkemizdeki şirketlerine, fabrikalarına, kuruluşlarına yönelik grev ve direniş örmez? Üstelik yerli ve milli burjuvazi diye bir şeyin varlığının ülkemizde kalmadığı, komprador burjuvazinin sömürüyü derinleştirdiği bilinen iktisadi-politik bir gerçek iken.

Bir iddia da şudur ki mültecilik denen olgunun aslında bazen oturum izniyle giderildiği, oradaki kolluk talep ettiğinde ifade vermeye gittikleri yönünde. Bu çevrelere de sorularımız şunlar olsun: Yurtseverlik ve mülteciliğin reddi, 12 Eylül’de taktiksel bir tavır mıydı?

Aynı Avrupa halklarının mültecilere yönelik “kazanımı” varsa o gün mülteciliğe yönelenler, neden politik aforoza sürüklendi?

OHAL koşullarının 12 Eylül’den farkı neydi ki mültecilik yeniden üretildi?

OHAL ile birçok çevre-yapı, varlık-yokluk mücadelesi vermedi mi ki 12 Eylül koşullarındaki tavır yeniden geliştirilmedi? Yoksa yapıları koruma görevi, işi, emeği, onuru için direnenlere mi devredildi?

Gelecek yanıtlar, yurdunda kalıp bedel ödeyenlerin mücadelesi ve dar kitle üzerinden açıklanıyorsa bu da tam olarak anarşizmdir.

S. Adalı
20 Ocak 2025

0 Yorum: