Anı
kitapları yazmayan ama mültecilikte ısrar eden en azından reformist
denilemeyecek diğer çevreler de mücadele alanında hatalara devam etmekte hiçbir
beis görmeyenlerdir.
Kitleleri
daraldıkça halktan ve emekten kopuk anarşist pratiğe yöneliyorlar. Öyle ki daha
solun ikna edilemediği bir süreçte bir türlü bitirilemeyen açlık grevleri,
pratikte anarşizme yaklaşmanın en önemli göstergelerindendir. Bu noktada “onur,
irade, ilke” tartışmasını açlık grevi yapan insanlar üzerinden açmak, yine
birey ideolojisini farkına varılmadan da olsa yeniden üretmektir.
Bir
dönem mültecilik reddedilirken, daha ağır koşulların olduğu 19 Aralık sonrası
ve OHAL sürecinde mülteciliği bir çıkış yolu olarak görmek, siyasi sürgünlükle
açıklanabilir bir durum değildir. Bu noktada aynı çevreden bir insan tutsak
düştüğünde, cezaevi koşullarına karşı bedenini açlığa yatırırken diğer yoldaşı
Avrupa yolunu tutmaktadır.
Elbette
ki hiçbir çevrenin iç sorunu gibi görünen bir durum eleştiri konumuz olamaz,
fakat bir çevre, bir dönem mülteciliği ilkesel olarak reddedip, sonraki süreçte
bitmeyen sürgünlüğü geliştiriyorsa bu durum kitlelerce sorgulanmaya neden olur.
Şu
an geldiğimiz aşamada Avrupa’ya çıkanlarla yurtta kalıp anarşist bireye dönüşen
insanların birbiriyle uyumsuzluğu var. Biz, bugün Suriye’deki değişimi
emperyalizmin desteği üzerinden açıklıyorsak, ülkemiz soluna da mültecilik
hakkı tanıyan Avrupa emperyalizmini tartışmaya açmak zorundayız. Mülteci olarak
o ülkede barınabilme "hakkının" o ülkenin halklarının mücadelesiyle
kazanılmış olması da bu gerçeği değiştirmez.
Mültecilik
koşulları ne kadar ağır olursa olsun, anı kitabı yazan çevrelerin şeflerinden
örnek verecek olursak, “rahatça” Youtube ve karasal yayın yapan TV
kanallarındaki yayınlara katılabiliyorlar. Emperyalistler, bu kadar mı demokrat
ki kendi halklarının kazanımlarından dolayı bu tür durumlar karşısında pasif
kalsın.
Avrupa’ya
çıkan sol çevrelerin önemli isimleri, neden Avrupa emperyalizminin ülkemizdeki
şirketlerine, fabrikalarına, kuruluşlarına yönelik grev ve direniş örmez? Üstelik
yerli ve milli burjuvazi diye bir şeyin varlığının ülkemizde kalmadığı,
komprador burjuvazinin sömürüyü derinleştirdiği bilinen iktisadi-politik bir
gerçek iken.
Bir
iddia da şudur ki mültecilik denen olgunun aslında bazen oturum izniyle
giderildiği, oradaki kolluk talep ettiğinde ifade vermeye gittikleri yönünde.
Bu çevrelere de sorularımız şunlar olsun: Yurtseverlik ve mülteciliğin reddi,
12 Eylül’de taktiksel bir tavır mıydı?
Aynı
Avrupa halklarının mültecilere yönelik “kazanımı” varsa o gün mülteciliğe
yönelenler, neden politik aforoza sürüklendi?
OHAL
koşullarının 12 Eylül’den farkı neydi ki mültecilik yeniden üretildi?
OHAL
ile birçok çevre-yapı, varlık-yokluk mücadelesi vermedi mi ki 12 Eylül
koşullarındaki tavır yeniden geliştirilmedi? Yoksa yapıları koruma görevi, işi,
emeği, onuru için direnenlere mi devredildi?
Gelecek
yanıtlar, yurdunda kalıp bedel ödeyenlerin mücadelesi ve dar kitle üzerinden
açıklanıyorsa bu da tam olarak anarşizmdir.
S. Adalı
20 Ocak 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder