18 Ocak 2025

,

Filistin ve Yahudilerin 7 Ekim İsyanı



Auschwitz denilen cinayet kompleksinde yer alan Birkenau isimli en büyük imha kampındaki Yahudi tutsaklar, kendilerine zulmeden Nazilere karşı gerçekleştirecekleri ayaklanma için bir yılı aşkın bir süre boyunca hazırlandılar.

Gerçekleştirdikleri ve sadece Auschwitz sınırları içinde cereyan etmiş olan isyan, İkinci Dünya Savaşı ve Naziler eliyle yürürlüğe konulmuş soykırımın tarihi içerisinde küçük bir dipnot olarak yer bulmuş bir eylem. Bugün bu eylem, yaşananlarla tarihsel düzlemde tuhaf bir benzerlik taşıyor.

Yahudi tutsaklar, isyan süresince gerekli malzemeleri bir araya getirdiler, el yordamıyla kendi silahlarını ürettiler, dışarıdan içeriye patlayıcılar sokup bir yerlere istiflediler. Tüm riskleri alıp ölüm kampının elektriğini kesmeyi, SS subayları arasındaki iletişimi mandallamayı, elektrikli çitlerdeki akımı durdurmayı, ardından da o çitleri aşıp kurtulmayı planladılar.

Saldırıyı Sonderkommando denilen özel çalışma birimine mensup 200 kişilik bir ekip başlattı. Bu birim, Nazilerin işlerinde kendilerine yardım etsinler diye, zorla görevlendirdikleri Yahudi tutsaklardan oluşuyordu. Bu birimin üyeleri, diğer Yahudi tutsakları trenlere bindiriyor, onların kıyafetlerini alıyor, tutsakları gaz odalarına götürüyor, tutsaklar öldürüldükten sonra onların saçlarını tıraş ediyor, altın dişlerini alıp cesetleri krematoryuma koyuyor, cesetleri yakıyor, geriye kalan külü topluyor, ardından da o külleri işlenen suçu örtbas etmek için kullanıyordu. Sonderkommando üyeleri, sevdikleri de dâhil tüm Yahudi tutsakları, özetle kendi insanını imha etme sürecinin zorla parçası kılınmış kişilerdi.

Onlarca yıl sonra açığa çıkan mektubunda, Birkenau Kampı’ndaki ikinci krematoryumda çalışmış olan bir Yunan Yahudisi şunu söylüyordu: “Tek dileğim, bu çileli günleri atlatıp annemin, babamın ve sevgili kız kardeşim Nella’nın intikamını almaktı.”

Dört kadın, çalıştıkları patlayıcı madde fabrikasından her gün küçük miktarlarda barut alıp kampa soktu, bunları krematoryumu yok etmek için kullanacak olan Sonderkommando üyelerini teslim etti.

İsyan vakti birkaç ay ötelendi, ama sonra Birkenau’da gaz odalarındaki işlemlerin bitmesine yakın Sonderkommando üyeleri kendilerinin de katledileceklerini anladılar.

7 Ekim 1944 günü isyan vakti olarak belirlendi.

Kampın SS subayı, dördüncü krematoryumda çalışan üst düzey Sonderkommando üyelerine başka bir kampa götürülüp öldürülecek olanların listesini hazırlamalarını emretti.

Öğleden sonra saat ikide, planlanan saldırıdan bir saat önce, Alman ordusuna mensup bir astsubay kıdemli çavuş, nakledilecek tutsakların toplanmasını emreden açıklamayı anons etti. Sonderkommando, bu askerin emirlerine ve tehditlerine aldırış etmeyince Hayim Nöhof ismindeki bir Yahudi bir adım öne çıktı. SS subayı silahına davrandığı vakit Nöhof “hücum” diye bağırdı ve Nazi subayının başına çekiçle vurup onu yere serdi. Diğer tutsaklar de erlere taşlarla, bıçaklarla, demir sopalarla ve levyelerle saldırmaya başladı, saldırı neticesinde birçok asker yaraladı.

Ayaklanma esnasında Sonderkommando üyeleri, dördüncü krematoryuma ait koğuşlara girdi ve şilteleri ateşe verdiler. İçeri sokulan patlayıcıları duvarlara yapıştırdılar, ardından da binayı havaya uçurdular.

Bazı tutsaklar, 3 SS askerini öldürdükten, birkaçını yaraladıktan sonra, ölüm kampının çitlerini kesip yakındaki ormana kaçtılar.

İkinci krematoryumdaki tutsaklar, dördüncü krematoryumdan yükselen alevlerin geride bıraktığı kapkara dumanı görünce saldırıya geçtiler. Nazileri fırınlara attılar, iki SS subayını öldürdüler, ardından çiti aşıp kadınlar kampına geçtiler. Buradan kurtulan kadınlar, Rajsko isimli bir köyde bulunan bir tahıl ambarına sığındılar.

Alman askerleri, kaçan tutsakların yerini kısa sürede tespit etti. Ambarı ateşe veren Naziler içinde bulunan herkesi öldürdü. Dördüncü krematoryumdan kurtulup ormana kaçanlar, kanlarının son damlasına kadar dövüştüler. Aralarında Sonderkommando direnişine liderlik eden isimlerin de bulunduğu 250 kadar insan, ayaklanma esnasında katledildi.

Alman askerleri yaptıkları soruşturmada patlayıcıları içeri sokan dört kadının ismini belirledi: Regina Safirsztajn, Estera Wajcblum, Ala Gertner ve Róża Robota. Haftalarca işkence gören kadınlar, Birkenau tutsaklarının gözleri önünde idam edildiler. Naziler, Robota’nın boynuna ilmeği geçirdiği sırada Robota “kardeşlerim intikamımızı alın!” diye bağırdı.

Tam 79 yıl sonra çoğunlukla açık hava toplama kampı olarak anılan, kuşatma altındaki Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinliler, zalimlerine karşı kendi ayaklanmalarını gerçekleştirdiler.

Tıpkı Birkenau Kampı’ndaki Yahudi tutsaklar gibi Filistinliler de direnişleri dâhilinde bir ayaklanma planladılar. Bu işlem en az on yıl sürdü. Filistinliler de kendi hünerleriyle geliştirdikleri basit silahları kullandılar.

Tıpkı 1944’te isyan eden Yahudiler gibi Filistinliler de kendi toplama kamplarının duvarlarını yıkıp aştılar. İsrail işgal güçlerinin çok katmanlı, gelişmiş, yüksek teknoloji ürünü duvarları, sensörleri ve bariyerleri Filistin direnişini durduramadı. Ellerindeki basit kalaşnikoflar ve roketatarlarla askeri üslere ve yerleşim yerlerine saldırdılar. Bu noktada mümkün olduğunca en fazla sayıda esiri Gazze’ye getirme hedefiyle hareket ettiler. Burada amaç, hapisteki yoldaşlarının ve sivillerin dışarı çıkmasını sağlamak ve İsrail’den kimi tavizler kopartmaktı.

Filistinlilerin bu cesur ve gayet iyi planlanmış saldırısıyla şoke olan İsrail, Hannibal yönetmeliğini yürürlüğe koydu. Bu aşamada makineli tüfeklerle, helikopterlerle ve tanklarla kendi yerleşim yerlerine ve Gazze’ye giden araçlara ateş açtı, yüzlerce İsrailli esiri ve Filistinli militanı öldürdü.

Aynı zamanda İsrail, Gazze Şeridi’ne ve İsrail savunma bakanı Yoav Gallant’ın “insan görünümlü hayvanlar” dediği, orada yaşayan insanlara karşı kitlesel imhayı ve soykırımı hedefleyen yoğun bir askerî harekât düzenledi.

Nazi holokostunda olduğu gibi Siyonistlerin Gazze’ye yönelik uyguladığı soykırım da sosyal medya ve akıllı telefonlar üzerinden, tüm insanlığın gözü önünde, canlı olarak belgelendi. Yaşananlara herkes bizzat şahit oldu. İsrail’in gerçekleştirdiği kitlesel katliam ve yıkımın ulaştığı ölçü ve ölçek, artık herkesin malumu.

Biden yönetiminin tam desteğini arkasına alan, İsrail’deki her türden politik çevrenin onayladığı Netanyahu hükümeti, savaş sahasını zamanla Lübnan’a doğru genişletti. Hükümet, imhayı ve sivilleri hedef alan saldırıları içeren stratejisini uygulamaya koydu. Hem Beyrut’u hem de ülkenin güneyini hedef alan saldırılar gerçekleştirdi.

Nihayetinde başarısız olan 7 Ekim 1944’te yaşanan Yahudi ayaklanmasından farklı olarak, 7 Ekim 2023’teki saldırı, İsrail’i varoluşsal bir krize sürükledi. İsrail’in bu krizden kurtulması mümkün değil. Artık kimse “ya İsrail devleti ve onun Siyonist milliyetçi ideolojisi çökerse?” diye sormuyor, “ne zaman çökecek?” diye soruyor.

Hamas saldırısı neticesinde dökülen kan ve ortaya çıkan görüntüler, kimilerinin tüylerini ürpertmiş olsa da şu gerçeği kimse sorgulayamaz: 75 yıllık yerleşimci siyasetin, 56 yıllık işgal pratiğinin, 16 yıllık kuşatmanın ardından davalarını ileriye taşıyacak herhangi bir politik veya diplomatik yol bulamayan Gazzelilerin silahlı mücadeleden başka bir seçeneği yoktu. Tıpkı Auschwitz-Birkenau ölüm kampındaki Yahudiler gibi onlar da zalimlerinin kendileri için planladıkları kaderi kabullenmek yerine hayat ve özgürlük için dövüşmeyi seçtiler.

Vakti geldiğinde 7 Ekim 2023, Filistin devriminin başlangıcı olarak idrak edilecek ve zalime karşı verilen, ahlaken meşru bir kurtuluş mücadelesi olarak, Rus, Çin, Vietnam, Cezayir, Küba ve Haiti devrimleriyle birlikte kutlanacak.

Sormamız gereken tek soru var o da “bu süreçte daha kaç kişi ölecek?” sorusu.

Dan Cohen
7 Ekim 2024
Kaynak

0 Yorum: