Auschwitz
denilen cinayet kompleksinde yer alan Birkenau isimli en büyük imha kampındaki
Yahudi tutsaklar, kendilerine zulmeden Nazilere karşı gerçekleştirecekleri
ayaklanma için bir yılı aşkın bir süre boyunca hazırlandılar.
Gerçekleştirdikleri
ve sadece Auschwitz sınırları içinde cereyan etmiş olan isyan, İkinci Dünya
Savaşı ve Naziler eliyle yürürlüğe konulmuş soykırımın tarihi içerisinde küçük
bir dipnot olarak yer bulmuş bir eylem. Bugün bu eylem, yaşananlarla tarihsel
düzlemde tuhaf bir benzerlik taşıyor.
Yahudi
tutsaklar, isyan süresince gerekli malzemeleri bir araya getirdiler, el
yordamıyla kendi silahlarını ürettiler, dışarıdan içeriye patlayıcılar sokup
bir yerlere istiflediler. Tüm riskleri alıp ölüm kampının elektriğini kesmeyi,
SS subayları arasındaki iletişimi mandallamayı, elektrikli çitlerdeki akımı
durdurmayı, ardından da o çitleri aşıp kurtulmayı planladılar.
Saldırıyı
Sonderkommando denilen özel çalışma birimine mensup 200 kişilik bir ekip
başlattı. Bu birim, Nazilerin işlerinde kendilerine yardım etsinler diye, zorla
görevlendirdikleri Yahudi tutsaklardan oluşuyordu. Bu birimin üyeleri, diğer
Yahudi tutsakları trenlere bindiriyor, onların kıyafetlerini alıyor, tutsakları
gaz odalarına götürüyor, tutsaklar öldürüldükten sonra onların saçlarını tıraş
ediyor, altın dişlerini alıp cesetleri krematoryuma koyuyor, cesetleri yakıyor,
geriye kalan külü topluyor, ardından da o külleri işlenen suçu örtbas etmek
için kullanıyordu. Sonderkommando üyeleri, sevdikleri de dâhil tüm Yahudi
tutsakları, özetle kendi insanını imha etme sürecinin zorla parçası kılınmış kişilerdi.
Onlarca
yıl sonra açığa çıkan mektubunda, Birkenau Kampı’ndaki ikinci krematoryumda
çalışmış olan bir Yunan Yahudisi şunu söylüyordu: “Tek dileğim, bu çileli
günleri atlatıp annemin, babamın ve sevgili kız kardeşim Nella’nın intikamını
almaktı.”
Dört
kadın, çalıştıkları patlayıcı madde fabrikasından her gün küçük miktarlarda barut
alıp kampa soktu, bunları krematoryumu yok etmek için kullanacak olan Sonderkommando
üyelerini teslim etti.
İsyan
vakti birkaç ay ötelendi, ama sonra Birkenau’da gaz odalarındaki işlemlerin bitmesine
yakın Sonderkommando üyeleri kendilerinin de katledileceklerini anladılar.
7
Ekim 1944 günü isyan vakti olarak belirlendi.
Kampın
SS subayı, dördüncü krematoryumda çalışan üst düzey Sonderkommando üyelerine
başka bir kampa götürülüp öldürülecek olanların listesini hazırlamalarını
emretti.
Öğleden
sonra saat ikide, planlanan saldırıdan bir saat önce, Alman ordusuna mensup bir
astsubay kıdemli çavuş, nakledilecek tutsakların toplanmasını emreden
açıklamayı anons etti. Sonderkommando, bu askerin emirlerine ve tehditlerine
aldırış etmeyince Hayim Nöhof ismindeki bir Yahudi bir adım öne çıktı. SS
subayı silahına davrandığı vakit Nöhof “hücum” diye bağırdı ve Nazi subayının
başına çekiçle vurup onu yere serdi. Diğer tutsaklar de erlere taşlarla,
bıçaklarla, demir sopalarla ve levyelerle saldırmaya başladı, saldırı
neticesinde birçok asker yaraladı.
Ayaklanma
esnasında Sonderkommando üyeleri, dördüncü krematoryuma ait koğuşlara girdi ve
şilteleri ateşe verdiler. İçeri sokulan patlayıcıları duvarlara yapıştırdılar,
ardından da binayı havaya uçurdular.
Bazı
tutsaklar, 3 SS askerini öldürdükten, birkaçını yaraladıktan sonra, ölüm
kampının çitlerini kesip yakındaki ormana kaçtılar.
İkinci
krematoryumdaki tutsaklar, dördüncü krematoryumdan yükselen alevlerin geride
bıraktığı kapkara dumanı görünce saldırıya geçtiler. Nazileri fırınlara
attılar, iki SS subayını öldürdüler, ardından çiti aşıp kadınlar kampına
geçtiler. Buradan kurtulan kadınlar, Rajsko isimli bir köyde bulunan bir tahıl
ambarına sığındılar.
Alman
askerleri, kaçan tutsakların yerini kısa sürede tespit etti. Ambarı ateşe veren
Naziler içinde bulunan herkesi öldürdü. Dördüncü krematoryumdan kurtulup ormana
kaçanlar, kanlarının son damlasına kadar dövüştüler. Aralarında Sonderkommando
direnişine liderlik eden isimlerin de bulunduğu 250 kadar insan, ayaklanma
esnasında katledildi.
Alman
askerleri yaptıkları soruşturmada patlayıcıları içeri sokan dört kadının ismini
belirledi: Regina Safirsztajn, Estera Wajcblum, Ala Gertner ve Róża Robota. Haftalarca
işkence gören kadınlar, Birkenau tutsaklarının gözleri önünde idam edildiler.
Naziler, Robota’nın boynuna ilmeği geçirdiği sırada Robota “kardeşlerim
intikamımızı alın!” diye bağırdı.
Tam
79 yıl sonra çoğunlukla açık hava toplama kampı olarak anılan, kuşatma
altındaki Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinliler, zalimlerine karşı kendi
ayaklanmalarını gerçekleştirdiler.
Tıpkı
Birkenau Kampı’ndaki Yahudi tutsaklar gibi Filistinliler de direnişleri dâhilinde
bir ayaklanma planladılar. Bu işlem en az on yıl sürdü. Filistinliler de kendi
hünerleriyle geliştirdikleri basit silahları kullandılar.
Tıpkı
1944’te isyan eden Yahudiler gibi Filistinliler de kendi toplama kamplarının
duvarlarını yıkıp aştılar. İsrail işgal güçlerinin çok katmanlı, gelişmiş,
yüksek teknoloji ürünü duvarları, sensörleri ve bariyerleri Filistin direnişini
durduramadı. Ellerindeki basit kalaşnikoflar ve roketatarlarla askeri üslere ve
yerleşim yerlerine saldırdılar. Bu noktada mümkün olduğunca en fazla sayıda esiri
Gazze’ye getirme hedefiyle hareket ettiler. Burada amaç, hapisteki yoldaşlarının
ve sivillerin dışarı çıkmasını sağlamak ve İsrail’den kimi tavizler
kopartmaktı.
Filistinlilerin
bu cesur ve gayet iyi planlanmış saldırısıyla şoke olan İsrail, Hannibal
yönetmeliğini yürürlüğe koydu. Bu aşamada makineli tüfeklerle, helikopterlerle
ve tanklarla kendi yerleşim yerlerine ve Gazze’ye giden araçlara ateş açtı, yüzlerce
İsrailli esiri ve Filistinli militanı öldürdü.
Aynı
zamanda İsrail, Gazze Şeridi’ne ve İsrail savunma bakanı Yoav Gallant’ın “insan
görünümlü hayvanlar” dediği, orada yaşayan insanlara karşı kitlesel imhayı ve
soykırımı hedefleyen yoğun bir askerî harekât düzenledi.
Nazi
holokostunda olduğu gibi Siyonistlerin Gazze’ye yönelik uyguladığı soykırım da sosyal
medya ve akıllı telefonlar üzerinden, tüm insanlığın gözü önünde, canlı olarak
belgelendi. Yaşananlara herkes bizzat şahit oldu. İsrail’in gerçekleştirdiği
kitlesel katliam ve yıkımın ulaştığı ölçü ve ölçek, artık herkesin malumu.
Biden
yönetiminin tam desteğini arkasına alan, İsrail’deki her türden politik
çevrenin onayladığı Netanyahu hükümeti, savaş sahasını zamanla Lübnan’a doğru
genişletti. Hükümet, imhayı ve sivilleri hedef alan saldırıları içeren
stratejisini uygulamaya koydu. Hem Beyrut’u hem de ülkenin güneyini hedef alan
saldırılar gerçekleştirdi.
Nihayetinde
başarısız olan 7 Ekim 1944’te yaşanan Yahudi ayaklanmasından farklı olarak, 7
Ekim 2023’teki saldırı, İsrail’i varoluşsal bir krize sürükledi. İsrail’in bu
krizden kurtulması mümkün değil. Artık kimse “ya İsrail devleti ve onun
Siyonist milliyetçi ideolojisi çökerse?” diye sormuyor, “ne zaman çökecek?”
diye soruyor.
Hamas
saldırısı neticesinde dökülen kan ve ortaya çıkan görüntüler, kimilerinin
tüylerini ürpertmiş olsa da şu gerçeği kimse sorgulayamaz: 75 yıllık yerleşimci
siyasetin, 56 yıllık işgal pratiğinin, 16 yıllık kuşatmanın ardından davalarını
ileriye taşıyacak herhangi bir politik veya diplomatik yol bulamayan
Gazzelilerin silahlı mücadeleden başka bir seçeneği yoktu. Tıpkı Auschwitz-Birkenau
ölüm kampındaki Yahudiler gibi onlar da zalimlerinin kendileri için
planladıkları kaderi kabullenmek yerine hayat ve özgürlük için dövüşmeyi
seçtiler.
Vakti
geldiğinde 7 Ekim 2023, Filistin devriminin başlangıcı olarak idrak edilecek ve
zalime karşı verilen, ahlaken meşru bir kurtuluş mücadelesi olarak, Rus, Çin, Vietnam,
Cezayir, Küba ve Haiti devrimleriyle birlikte kutlanacak.
Sormamız
gereken tek soru var o da “bu süreçte daha kaç kişi ölecek?” sorusu.
Dan Cohen
7
Ekim 2024
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder