14 Ocak 2025

,

İki Şafak Arasında Umut Çizgisi

Kanun kâğıtlarda kaldı... Böyle yaz!

[Yaşar Kemal, İnce Memed]

 

2000 Sonrası Türkiye sinemasının üzerine çullanan stand-upçı skeç-film terörüne, dekadans taşra mıymıntılığına, uyarlama/taklit/simülasyon pop-art görgüsüzlüğüne karşı çölde vaha efekti: Selman Nacar filmleri...

Nacar’ın ilk uzun metrajı İki Şafak Arasında (2021) bir ilk film olmanın bütün doğal handikaplarını taşısa da Torino’da oldukça prestijli “Büyük Ödül”e layık görüldü. Üç yıllık bir aranın ardından ikinci çalışmasıyla takipçilerini sevindirdi yönetmen ve Tereddüt Çizgisi ile 43. İstanbul Film Festivali’nde en iyi yönetmen ve en iyi kadın oyuncu (Tülin Özen) ödülleriyle onore edildi.

Önce Şafak...Arafta Adalet!

Bir iş kazasının neden olduğu ahlaki/etik biraz da kafkaesk bir dilemmaya şahitlik ediyoruz İki Şafak Arasında’da.

Ana karakterin (Kadir) bir gününü anlatan film, tanıklık ettiğimiz 24 saatlik temposuyla Victoria’yı (Sebastian Schipper, 2015), bir vakıa üzerinden farklı/rizom temalara yönelmesi açısından da A Separation’ı (Asghar Farhadi, 2011) hatırlatıyor. Elbette filmde senaryo ve içerik açısından İran sinemasının izleri; teknik açıdansa Rumen Yeni Dalgası’nın emareleri aşikâr.

Kadir, yaşanan bir iş kazasının(!) ayrıntılarını araştırırken aslında seyirci olarak biz de bir yolculuğa çıkıyoruz: Önce kazayı geçiren işçi Murat’ı kollarında hastaneye yetiştiriyor, sonra da bu “iki şafak arasında” hem Murat’ın eşi ve ailesiyle hem de işin/fabrikanın sahibi olan kendi ailesi ve “ciddi düşündüğü” kız arkadaşının ailesiyle tanışıyoruz. Bazen ailenin “küçük oğlu” olarak, bazen toplumun dayattığı “damat” imgesiyle, bazen de “patronun oğlu” sıfatıyla çeşitli zorunluluklar karşısında buluyor kendini. Tüm bu rollerin çatışmasının odağında da temel insanlık halleri: gerginlik,hayal kırıklığı, masumiyet, kibir, cesaret ve soğukkanlılık...

Kadir, ayrıcalıklı bir konumda olmasına rağmen onu -iş cinayetini kitabına uydurmaya çalışan- abisi, avukatları ve babasından vicdanı ayrıştırıyor. Babasının vicdan, hukuk ve ahlak konusundaki konuşmaları tam da “efendi” tavrı, egemen dilinin yansıması.

Tüm bu gelişmeler olurken bir yanda da acımasız gerçek: “Hayat devam ediyor!” Ailenin –“cinayet mahalli”- fabrikası ve fabrikada teslim edilmesi gereken ürünler var. Makineler çalışmaya devam ediyor. Toplum ve koşullar karşısında birey olarak çaresiz ve güçsüz hissediyoruz kendimizi. Pandemi döneminde de makineler çalışmaya, çarklar dönmeye devam etmişti. “Fakir gene fakir, zengin daha varlıklı” oldu.

Bu bağlamda filmin anıştırdığı üzere; gerçek hayatta kendi varoluşumuzun bir parçası olmayan pek çok çatışma mevcut. Doğduğumuz coğrafyadan kaynaklı sosyolojik-siyasal çatışmalar, Batı-Doğu ekseninde ekonomik çelişkiler, zengin-fakir ikiliğinden doğan sınıfsal gerilim hattı, kültürel durumumuz açısından bizi diplomalı-eğitimsiz olarak ayıran birçok tarihsel antagonizma var. Fikrimizin alınmadığı, içine doğduğumuz konjonktür. Bu noktada aslında çıkış yolu basit bir farkındalık; her şeyin ama her şeyin politik olduğuna dair bir bilinç.

Karmaşık olaylarda, gerçeği tam olarak öğrenemediğimiz ve algılarla yönlendirilen, kullanılmaktan fazlasıyla aşınmış “post-truth” çağında farkına varmamız gereken bilinç tam da bu. Şüphesiz bu bilinci de onu oluşturan çağ, doğa ve koşullardan bağımsız düşünmek mümkün değil. Kötü bir düzen içinde iyi olmak ve temiz kalmak çok mümkün değil, ama bu sendrom bizi kötü olmaya itmemeli. Zira erdemli olmak, gerekirse tutarsız olmayı göze alacak şekilde, vicdanının sesini dinlemek, doğru olanı yapmak anlamına geliyor.

Kafka’nın Koridorları: Uşak Adliyesi’nde Dava Hazırlıkları

Büyük kısmını mahkeme salonunda geçen sekansların oluşturduğu Tereddüt Çizgisi (2024), Hollywood’da oldukça popüler olan “mahkeme filmi” (trial film veya courtroom drama) türünün bir örneği, hatta belki de yerli sinemamızdaki ilk örneği sayılabilir.

Filmimiz, patronunu öldürmekle suçlanan bir işçiyi savunan kadın avukatın, karar duruşmasının görüleceği gün yaşadıklarına odaklanıyor. Beyin ölümü gerçekleşen annesiyle ilgili hayati bir karar (organ bağışı) verme aşamasındaki avukat Canan’ın, masum olduğuna inandığı müvekkili Musa’yı temize çıkarmak için harcadığı olağanüstü çabaya tanık oluyoruz filmde. Yönetmenin önceki yapımı gibi Uşak’ta geçen Tereddüt Çizgisi’nin anlatısı, Canan’ın hem özel hem de meslek yaşamında karşılaştığı açmazların en sonunda bir kesişim noktasına varması üzerine kurulu. İki Şafak Arasında isimli filminde olduğu gibi başkarakterin bir gün boyunca yaşadıklarından yola çıkarak karakteri kuşatan toplumsal yapıya eleştirel bir bakış yönelten Tereddüt Çizgisi, hukuk sisteminin işlevsizliğine dair göz alıcı bir projeksiyon tutuyor.

Tereddüt Çizgisi’nin Canan’ı, beyaz perdede bu türün öne çıkan örneklerinde gördüğümüz; gücü elinde bulunduran imtiyaz sahiplerine karşı güçsüzü savunan “kahraman avukat” tiplemesine büyük oranda uyuyor. Maktulün, cinayetin ardından yurtdışına kaçan oğlunun savcılık tarafından ifadeye çağrılmaması, güvenlik kamerası görüntülerinin silinerek delillerin karartılması gibi şüphe çekici birçok husus, suçun Musa’nın üzerine yıkılıp davanın bir an önce kapatılmak istenmesinin ardında yatan kirli menfaat ve güç ilişkilerini imliyor. Canan’ın kazanması neredeyse imkânsız olan bir dava için böylesine adanmışlıkla mücadele etmesi, bir nevi hiper-kahramanlık olarak sunuluyor. Hatta filmin bir sahnesinde işçi Musa’yı mahkûm ettirmek için uğraşan maktulün ailesinin avukatının, Canan’a, bir süper kahraman gibi davranmayı bırakmasını, beyhude kahramanlıklar peşinde koşmamasını salık verdiğini görüyoruz.

Filmde, mekân gerçekçiliği ultra-naturalist ya da zamane tabiriyle gözümüzü kanatacak cinsten: Avukat Canan’ın film boyunca girip çıktığı adliye, hastane ve postane gibi kurumların köhneliği ve boğuculuğu; filmde kullanılan soluk renk paletiyle daha da perçinleniyor. Duruşma sırasında mahkeme salonunun tavanının çökerek aniden suların akmaya başlaması da hukuk sisteminin çürümüşlüğünün “kitsch” ama vurucu bir metaforu: Gücü elinde bulunduranların hukuka dilediği gibi müdahale ettiği kahredici bir “absurd” organizasyon.

Filmin Yumuşak Karnı: Mütereddit!

Kuşkusuz “tereddüt", filmin “leitmotiv”i ve temel izlek olarak çıkıyor karşımıza.

İşçi Musa’nın öldürmekle suçlandığı patronuyla arasındaki husumetin temelinde, Musa’nın patronuyla annesi arasındaki ilişkinin yattığının ortaya çıkması, filmin ideolojik açıdan altını oyuyor. İşin içine namus meselesinin girmesiyle Musa’yla patronu arasındaki çatışmanın özünün esas itibarıyla sınıfsal olduğu gerçeği geri plana düşüyor ve efendi-köle diyalektiği sorunsalı ister istemez kontrpiyede kalıyor. Filmin; patronunu öldüren işçi figürü üzerinden, önce sınıf çatışmasının hayaletini çağırıp sonra da kovması, sınıf meselesine yaklaşımındaki tereddüdü gösteriyor.

Son Yerine: Coming Soon!

Tereddüt Çizgisi’nde, Canan’ın hep bir muğlak-arafta olma hali bariz: ahlaki-vicdani bir muhakeme mi yoksa hırs mı olduğunu asla ölçemediğimiz flu bir konumlanışı var. Aynı fluluk İki Şafak Arasında’da, Kadir’i takip ederken de sürekli duyumsadığımız bir ritimdi. Paradoksal bir şekilde çatışma aksı/hikâyenin seyri ise yönetmenin hemen her söyleşisinde dile getirdiği üzere: “seyircinin olay örgüsüne tanıklık ettiği” çok net iki film.

Genç yaşta, henüz iki filmle umut vadeden bir filmografiyi muştulayan Nacar’ın başarısı, bu çelişkiyi iyi kurabilmesinde sanki. İnsanları ve sonuçları keskin sınırlara sokmamak Nacar’a ait bir imza/sinema dili olabilir mi?

Merakla bekleyip göreceğiz!

Yusuf K.
14 Ocak 2025

0 Yorum: