“Kanun kâğıtlarda kaldı... Böyle yaz!”
[Yaşar Kemal, İnce Memed]
2000 Sonrası Türkiye sinemasının üzerine
çullanan stand-upçı skeç-film terörüne, dekadans taşra mıymıntılığına,
uyarlama/taklit/simülasyon pop-art görgüsüzlüğüne karşı çölde vaha efekti: Selman
Nacar filmleri...
Nacar’ın ilk uzun metrajı İki Şafak
Arasında (2021) bir ilk film olmanın bütün doğal handikaplarını taşısa da
Torino’da oldukça prestijli “Büyük Ödül”e layık görüldü. Üç yıllık bir aranın
ardından ikinci çalışmasıyla takipçilerini sevindirdi yönetmen ve Tereddüt
Çizgisi ile 43. İstanbul Film Festivali’nde en iyi yönetmen ve en iyi kadın
oyuncu (Tülin Özen) ödülleriyle onore edildi.
Önce Şafak...Arafta Adalet!
Bir iş kazasının neden olduğu ahlaki/etik
biraz da kafkaesk bir dilemmaya şahitlik ediyoruz İki Şafak Arasında’da.
Ana karakterin (Kadir) bir gününü anlatan
film, tanıklık ettiğimiz 24 saatlik temposuyla Victoria’yı (Sebastian
Schipper, 2015), bir vakıa üzerinden farklı/rizom temalara yönelmesi açısından
da A Separation’ı (Asghar Farhadi, 2011) hatırlatıyor. Elbette filmde senaryo
ve içerik açısından İran sinemasının izleri; teknik açıdansa Rumen Yeni Dalgası’nın
emareleri aşikâr.
Kadir, yaşanan bir iş kazasının(!)
ayrıntılarını araştırırken aslında seyirci olarak biz de bir yolculuğa
çıkıyoruz: Önce kazayı geçiren işçi Murat’ı kollarında hastaneye yetiştiriyor,
sonra da bu “iki şafak arasında” hem Murat’ın eşi ve ailesiyle hem de
işin/fabrikanın sahibi olan kendi ailesi ve “ciddi düşündüğü” kız arkadaşının
ailesiyle tanışıyoruz. Bazen ailenin “küçük oğlu” olarak, bazen toplumun
dayattığı “damat” imgesiyle, bazen de “patronun oğlu” sıfatıyla çeşitli
zorunluluklar karşısında buluyor kendini. Tüm bu rollerin çatışmasının odağında
da temel insanlık halleri: gerginlik,hayal kırıklığı, masumiyet, kibir, cesaret
ve soğukkanlılık...
Kadir, ayrıcalıklı bir konumda olmasına
rağmen onu -iş cinayetini kitabına uydurmaya çalışan- abisi, avukatları ve
babasından vicdanı ayrıştırıyor. Babasının vicdan, hukuk ve ahlak konusundaki
konuşmaları tam da “efendi” tavrı, egemen dilinin yansıması.
Tüm bu gelişmeler olurken bir yanda da
acımasız gerçek: “Hayat devam ediyor!” Ailenin –“cinayet mahalli”- fabrikası ve
fabrikada teslim edilmesi gereken ürünler var. Makineler çalışmaya devam
ediyor. Toplum ve koşullar karşısında birey olarak çaresiz ve güçsüz
hissediyoruz kendimizi. Pandemi döneminde de makineler çalışmaya, çarklar
dönmeye devam etmişti. “Fakir gene fakir, zengin daha varlıklı” oldu.
Bu bağlamda filmin anıştırdığı üzere; gerçek
hayatta kendi varoluşumuzun bir parçası olmayan pek çok çatışma mevcut.
Doğduğumuz coğrafyadan kaynaklı sosyolojik-siyasal çatışmalar, Batı-Doğu
ekseninde ekonomik çelişkiler, zengin-fakir ikiliğinden doğan sınıfsal gerilim
hattı, kültürel durumumuz açısından bizi diplomalı-eğitimsiz olarak ayıran
birçok tarihsel antagonizma var. Fikrimizin alınmadığı, içine doğduğumuz
konjonktür. Bu noktada aslında çıkış yolu basit bir farkındalık; her şeyin ama
her şeyin politik olduğuna dair bir bilinç.
Karmaşık olaylarda, gerçeği tam olarak
öğrenemediğimiz ve algılarla yönlendirilen, kullanılmaktan fazlasıyla aşınmış
“post-truth” çağında farkına varmamız gereken bilinç tam da bu. Şüphesiz bu
bilinci de onu oluşturan çağ, doğa ve koşullardan bağımsız düşünmek mümkün
değil. Kötü bir düzen içinde iyi olmak ve temiz kalmak çok mümkün değil, ama bu
sendrom bizi kötü olmaya itmemeli. Zira erdemli olmak, gerekirse tutarsız
olmayı göze alacak şekilde, vicdanının sesini dinlemek, doğru olanı yapmak
anlamına geliyor.
Kafka’nın Koridorları: Uşak Adliyesi’nde Dava
Hazırlıkları
Büyük kısmını mahkeme salonunda geçen
sekansların oluşturduğu Tereddüt Çizgisi (2024), Hollywood’da oldukça
popüler olan “mahkeme filmi” (trial film veya courtroom drama) türünün bir
örneği, hatta belki de yerli sinemamızdaki ilk örneği sayılabilir.
Filmimiz, patronunu öldürmekle suçlanan bir
işçiyi savunan kadın avukatın, karar duruşmasının görüleceği gün yaşadıklarına
odaklanıyor. Beyin ölümü gerçekleşen annesiyle ilgili hayati bir karar (organ
bağışı) verme aşamasındaki avukat Canan’ın, masum olduğuna inandığı müvekkili
Musa’yı temize çıkarmak için harcadığı olağanüstü çabaya tanık oluyoruz filmde.
Yönetmenin önceki yapımı gibi Uşak’ta geçen Tereddüt Çizgisi’nin
anlatısı, Canan’ın hem özel hem de meslek yaşamında karşılaştığı açmazların en
sonunda bir kesişim noktasına varması üzerine kurulu. İki Şafak Arasında isimli filminde olduğu gibi başkarakterin bir gün boyunca yaşadıklarından yola çıkarak
karakteri kuşatan toplumsal yapıya eleştirel bir bakış yönelten Tereddüt
Çizgisi, hukuk sisteminin işlevsizliğine dair göz alıcı bir projeksiyon
tutuyor.
Tereddüt Çizgisi’nin
Canan’ı, beyaz perdede bu türün öne çıkan örneklerinde gördüğümüz; gücü elinde
bulunduran imtiyaz sahiplerine karşı güçsüzü savunan “kahraman avukat”
tiplemesine büyük oranda uyuyor. Maktulün, cinayetin ardından yurtdışına kaçan
oğlunun savcılık tarafından ifadeye çağrılmaması, güvenlik kamerası
görüntülerinin silinerek delillerin karartılması gibi şüphe çekici birçok
husus, suçun Musa’nın üzerine yıkılıp davanın bir an önce kapatılmak
istenmesinin ardında yatan kirli menfaat ve güç ilişkilerini imliyor. Canan’ın
kazanması neredeyse imkânsız olan bir dava için böylesine adanmışlıkla mücadele
etmesi, bir nevi hiper-kahramanlık olarak sunuluyor. Hatta filmin bir
sahnesinde işçi Musa’yı mahkûm ettirmek için uğraşan maktulün ailesinin
avukatının, Canan’a, bir süper kahraman gibi davranmayı bırakmasını, beyhude
kahramanlıklar peşinde koşmamasını salık verdiğini görüyoruz.
Filmde, mekân gerçekçiliği ultra-naturalist
ya da zamane tabiriyle gözümüzü kanatacak cinsten: Avukat Canan’ın film boyunca
girip çıktığı adliye, hastane ve postane gibi kurumların köhneliği ve
boğuculuğu; filmde kullanılan soluk renk paletiyle daha da perçinleniyor.
Duruşma sırasında mahkeme salonunun tavanının çökerek aniden suların akmaya
başlaması da hukuk sisteminin çürümüşlüğünün “kitsch” ama vurucu bir metaforu: Gücü
elinde bulunduranların hukuka dilediği gibi müdahale ettiği kahredici bir “absurd”
organizasyon.
Filmin Yumuşak Karnı: Mütereddit!
Kuşkusuz “tereddüt", filmin “leitmotiv”i
ve temel izlek olarak çıkıyor karşımıza.
İşçi Musa’nın öldürmekle suçlandığı
patronuyla arasındaki husumetin temelinde, Musa’nın patronuyla annesi
arasındaki ilişkinin yattığının ortaya çıkması, filmin ideolojik açıdan altını
oyuyor. İşin içine namus meselesinin girmesiyle Musa’yla patronu arasındaki
çatışmanın özünün esas itibarıyla sınıfsal olduğu gerçeği geri plana düşüyor ve
efendi-köle diyalektiği sorunsalı ister istemez kontrpiyede kalıyor. Filmin;
patronunu öldüren işçi figürü üzerinden, önce sınıf çatışmasının hayaletini
çağırıp sonra da kovması, sınıf meselesine yaklaşımındaki tereddüdü gösteriyor.
Son Yerine: Coming Soon!
Tereddüt Çizgisi’nde,
Canan’ın hep bir muğlak-arafta olma hali bariz: ahlaki-vicdani bir muhakeme mi
yoksa hırs mı olduğunu asla ölçemediğimiz flu bir konumlanışı var. Aynı fluluk İki
Şafak Arasında’da, Kadir’i takip ederken de sürekli duyumsadığımız bir
ritimdi. Paradoksal bir şekilde çatışma aksı/hikâyenin seyri ise yönetmenin
hemen her söyleşisinde dile getirdiği üzere: “seyircinin olay örgüsüne tanıklık
ettiği” çok net iki film.
Genç yaşta, henüz iki filmle umut vadeden bir
filmografiyi muştulayan Nacar’ın başarısı, bu çelişkiyi iyi kurabilmesinde
sanki. İnsanları ve sonuçları keskin sınırlara sokmamak Nacar’a ait bir
imza/sinema dili olabilir mi?
Merakla bekleyip göreceğiz!
Yusuf K.
14
Ocak 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder