“Çemberimde
Gül Oya” ve “Bu Kalp Seni Unutur mu?” gibi diziler,
TSK-Fethullah-AKP bağlamında üretilmiş, yeni dönem için yolu ideolojik planda
temizlemeye yönelik çalışmalardı. Hepsine sol örgütlerin şefleri danışmanlık
hizmeti verdi. AKP için çekilen bu diziler, en çok da bugün Tayyip düşmanı pozu
kesen solcuları besledi. O solcuların önemli bir kısmı, “aynı silahı sağcı da
solcu da kullandı” tezviratına iman etti. Darbeyle ülkenin resetlendiğine,
kendilerine bir şekilde yol açıldığına, aydınlanmanın veya modernizmin yolunun
temizlendiğine kanaat getirdi. Tüm anı kitapları, bugündeki teslimiyete ve
ihanete hitap etti. Onlara kılıflar ördü.
Yaşar
Ayaşlı, bir örgütün lideri olarak, 12 Eylül sonrası yaşadıklarını aktardığı Yeraltında
Beş Yıl kitabını muhtemelen bu dizileri izleyip yazmaya karar vermiş.
“Benim de anlatacak sıkı anılarım var” demiş. Anı satma işine bu zeminde
soyunmuş. Gizliden gizliye kitabını ileride dizisi çekilir diye yazmış.
Kullandığı dil, seçtiği kelimeler, dizdiği ip, bunu söylüyor. Demek ki komünist
örgüt disiplini kalmayınca, kişileri burjuvazi kapıyormuş. O burjuvazi,
kapağına esir alınmış bireyin resmini koyan kitabı çok seviyormuş. Bireyi hep o
mağduriyet edebiyatı tasmasından yakalıyormuş.
İhtilalci
komünistlikten anı tüccarlığına geçiş yapan Ayaşlı, kitabında[1] örgütüne ait
tüm sırları, o burjuvaziye yaranmaya çalışan küçük burjuva adına, faş ediyor.
Örgütüne yönelik intikamını onu yavanlaştırarak, “bensiz bir hiçsiniz” diyerek
alıyor. Benmerkezci okuma, kolektif pratiği tasfiye etmek için yapılıyor.
Yoldaşı
Selim Açan da tarihi birey ve “ben” üzerinden okuyor, meseleleri şahsi sorunlar
olarak anlıyor.[2] Hesaplaşmama sorununu öznel-bireysel bir zaaf olarak takdim
ediyor. Yapısal boyut, onun gözlerini kör ediyor.
Selim
Açan, kendisine tarihte öznel bir yer açmak için geçmişe küfrediyor. Bunu iş
ediniyor. Misal, Mustafa Suphilerin karşısındaki sınıfı bilmeme zafiyeti
içerisinde olduğunu söylüyor. Yazışmalardan, konuşmalardan habersiz ukalalık
ediyor. Asıl karşısındaki sınıfı bilmeyen, kendisidir. Bilmeyen, Avrupa’ya
gidip oranın feminist, çevreci gevezeliklerine taşeronluk yapmak isteyenlerdir.
Selim
Açan, darbenin istihbaratını önceden alanların ama bilinçli olarak hiçbir şey
yapmayanların sitesinde yazdığı yazısında “akıl tutulması” gibi öznel değerlendirmelere
teslim olmaya mecburdur. Aklı tutulmuş olanlar gitmiş, yerini CHP aklıyla
ilerleyenler almıştır. O CHP aklının esiri olan Sendika.org sitesinde ölüm oruçlarını
“siyasi kumar” olarak niteleyenlere yer verilmektedir. Oysa o ölüm orucu
sürecine sessiz kalan da, direnişteki tutsakların analarını parti bürolarından
kovan da o sitenin arkasındaki siyasi güçtür. Selim Açan bunu bilerek, o düşmanlığa
onay vererek konuşuyor. Fatih Öktülmüş’e küfretmenin kendisine yol açacağını
sanıyor.
Esasen
“baştan başlamak”, cesaret meselesi değil, teslimiyetin göstergesidir. Hiçbir şey
baştan başlamaz. Suphilere küfredince, geçmiş, sumen altı edilince yol alınacağı
iddiası vehimden ibarettir. Bu baştan başlama iddiası, “diyalektik materyalizm”e
aykırıdır. Teslim olmuş kafa, tarih yazamaz, ancak efendilerinin yazımına kâtiplik
yapar.
Eski yoldaşı da “geçmişin zaaflarını, yanlışlarını konuşalım, temiz sayfa açalım” diyor.[3] Bu, hesap vermemenin en basit yöntemidir. Bu tür küçük burjuva solcular, resetleyerek ve resetlenerek kendi kirlerini, günahlarını gizleyebileceklerini düşünüyorlar.
Bu solcuların ağzında, kaleminde meseleler,
şahsileştiriliyor, sonra da “o kişiler gibi değiliz, biz temiziz, biz temize
çekeceğiz her şeyi” diye bugüne yalan söyleniyor. O gün darbeye alkış tutanlar,
bugün de gizli yürütülen darbeye destek çıkıyorlar. O gün kitleleri savaş
alanından kaçıranlar, bugün de kitleleri efendilerin eşiğine kul ediyorlar.
Yaşar Ayaşlı ve Selim Açan, bu sebeple, gene Dev-Yol mahfilinde durup orada
nefes almaya çalışıyor. Oranın tasfiyeciliğini görmek istemiyor. Ayaşlı, o yüzden Dev-Yol suyuna yatırılıp yumuşatılmış mahfillerde konuşma ihtiyacı duyuyor.
Her
şeyi öznel ve bireysel sorun olarak kodlayan Yaşar Ayaşlı, kitapta anlattığı,
kendilerinin yetiştirdikleri hain Adil’in yaptığını yıllar sonra gönül
rahatlığıyla, hiç rahatsızlık duymadan, yapıyor. Tepedeki isimlerle,
“teslimiyetçi reformist sol” dediği kesime ait bir yayınevi üzerinden,
tartışıyor. Kişisel hesaplaşmasını bu düzlemde yapıyor. Yen içinde ne varsa
anlatıyor. Örgütünün işleyişini, iç ilişkilerini, mantığını, teknik ayrıntıları ifşa ediyor. Utanmıyor.
Utansa,
bir kitabını ölüm orucu şehidine Avrupa’dan verilen parayı cebe indirenlerin,
çevirmen emeğinin üzerine çöreklenenlerin, kendi yoldaşının iş yerine çöküp
dünyalık biriktirenlerin yayınevinde (Epos) ve dergisinde (TvP) konuşmazdı.
Bunlara ar ederdi. Ar etmiyor, ar etmeyi gericilik kabul ediyor.
Ayaşlı’nın
ar ettiği bir şey var, o da geçmişi. Yordam’dan çıkan kitabına yazdığı hayat
hikâyesi, Epos’ta yayımlanan kitabında yer almıyor. İkincisinde örgütsüz,
bireysel bir aydınmış gibi lanse ediliyor. O aydın, gerçekleri kendisi
etrafında tavaf ettirmeyi seviyor.
İhtilalci
komünistlikten anı tüccarlığına, oradan da ihtimalci liberalizme evrilen
Ayaşlı, komünist disiplinin, aidiyetin ve davaya bağlılığın tasfiyesine dair
bir im ve imge olarak tarihe kaydediliyor. “Faşizm uzmanı” unvanını edinmek,
bir köşe kapmak için komünist hareketin üzerinde tepiniyor. Meselelere
Aydınlanmacı bir yerden yaklaşıyor. Kendi özeleştirisini bile bu düzlemde
yapıyor. Aydığını, aydınlandığını, ilerlediğini söylüyor, birilerine bunu ispatlamaya çalışıyor.
Yazılarını
paylaştığı Sendika ve Teori ve Politika, Ayaşlı’nın kitabında
eleştirdiği kaçkınlığın mekânları. O çok eleştirdiği örgütlerin uzantıları.
Döne dolaşa CHP müştemilatına dönüşen bu yapılar, bekçi ve kâhya olma
yarışında, önce ML oluşu tasfiye ediyorlar. İşleri, görev tanımları bu.
Bekçi
ve kâhya olanlar, ML olmayı redde tabi tutmak zorundalar. Zaten ML’ye yönelik
reddiyesi sebebiyle ilgili yayınlarda kendisine yer buluyorlar.
Esasında
Ayaşlı’nın anlattığı kadarıyla, kendi örgütü de 12 Eylül’e karşı ciddi bir
mücadele yürütmüş değil. Sadece kendisini savunmaya çalışmaktan, ayakta kalmak
için bir iki soygun gerçekleştirmekten başka bir şey yapmamış. Örgütün öznel
mücadelesi, faşizme karşı mücadeleyi hiçbir şekilde örgütlemiyor. Böylesi bir
niyeti bulunmuyor.
Anı
tüccarlığı, dönem bağlamından kopartılan özneye güzelleme yapmaktan başka bir
işe yaramıyor. Dönemi tarihsel-toplumsal zeminde, sınıfsal-politik içeriğiyle
tartışmıyor. Yalnızca her şeye vakıf aydınlanma öznesi veya her şeye
kadir modernizmin öznesi konuşturuluyor. Yalan söyleniyor. Üç beş
kırıntı bilgiyle teoriye veya pratiğe hüküm konuluyor. Birileri, bu şekilde
kandırılmaya çalışılıyor.
Hiç
yakalanmamışlık üzerinden öznenin reklâmı yapılıyor. Yeraltı denilen yer,
kitapların serilip uzanılarak teori üretilen kanepeden, bir iki fanzin
çıkartmaktan, kullanılmadığı için erimeye yüz tutmuş bombaların çamura
bırakılmasından başka bir şey değil. İllegalite, aslında rejimin yem olarak
kullanabileceği solcu bir filme, yoldaşları işkence görürken, gitmekten ibaret.
Ayaşlı, saklanayım diye sıradan halkın arasına fazla karışmış. ML, ağırlığını
orada yitirmiş. Bir de nedense üst orta sınıfa ait mahallelere sığınılmış.
Onlarla birlikte kahve yudumlanıp klasik müzik dinlenilmiş. Oralarda yoksul,
işçi ve halk aşağılamak öğrenilmiş.
Bu
tür anı kitaplarında görülüyor ki 12 Eylül’e karşı direniş, polisten ve MİT’ten
kaçmaya indirgenmiş. Kitle, sınıf ve tarihsel bağlar, harekete geçmiyor. Teori
de pratik de eylemsiz. Neticede Lenincilik dedikleri, kör ve köreltici.
Nedense
Ayaşlı, herkesin nasıl yakalandığını, tüm teferruatıyla aktarırken, kendi
yakalanışını birkaç cümleyle geçiştiriyor. Kişisel hikâyesini kolektif
komünist faaliyetin önüne koyuyor. Her şeyi o hikâyenin etrafında tavaf
ettiriyor. Bir dönemi benmerkezci bir yerden tartışıyor. Bu açıdan, geleceğe
hiçbir şey sunmuyor. Kendi bireysel varlığının geleceğe taşınmasına yüce
anlamlar yüklüyor. Oysa neticede Ayaşlı ölmemişse küçük burjuva, ölmüşse
proleterdir!
Hesap vermeyen, hesap sormuyor; hesap sormayan hesap vermiyor. Anı kitaplarının özü-özeti bu.
Örgüt
şeflerinin 12 Eylül dönemine dair anlatımlarını içeren tüm kitaplar, yakılmalı.
Hepsi de yalandan ve menkıbeden ibaret. Teslimiyetlerine, korkaklıklarına ve
kaçaklıklarına kılıf örmenin derdinde. Anı kitapları, hesap vermeyen, vermek istemeyen kişiyi kolektiften ve
mücadeleden ari bir yere savuruyor. Kolektif mücadele adına o kitaplar, ateşe
verilmeli. Ateşin düzleyici-eşitleyici niteliğine iman edilmeli.
Eren Balkır
10 Eylül 2025
Dipnotlar:
[1] Yaşar Ayaşlı, Yeraltında Beş Yıl: 12 Eylül Anıları, Yordam
Yayınları, Ağustos 2011.
[2]
H. Selim Açan, “Hesaplaşılmamış Yenilgilerin İstismarı”, 10 Eylül 2025, Sendika.
[3] Yaşar Ayaşlı, “45 Yıl Sonra 12 Eylül”, 9 Eylül 2025, Sendika.
0 Yorum:
Yorum Gönder