11 Eylül 2025

,

Anı Tüccarlığı

Çemberimde Gül Oya” ve “Bu Kalp Seni Unutur mu?” gibi diziler, TSK-Fethullah-AKP bağlamında üretilmiş, yeni dönem için yolu ideolojik planda temizlemeye yönelik çalışmalardı. Hepsine sol örgütlerin şefleri danışmanlık hizmeti verdi. AKP için çekilen bu diziler, en çok da bugün Tayyip düşmanı pozu kesen solcuları besledi. O solcuların önemli bir kısmı, “aynı silahı sağcı da solcu da kullandı” tezviratına iman etti. Darbeyle ülkenin resetlendiğine, kendilerine bir şekilde yol açıldığına, aydınlanmanın veya modernizmin yolunun temizlendiğine kanaat getirdi. Tüm anı kitapları, bugündeki teslimiyete ve ihanete hitap etti. Onlara kılıflar ördü.

Yaşar Ayaşlı, bir örgütün lideri olarak, 12 Eylül sonrası yaşadıklarını aktardığı Yeraltında Beş Yıl kitabını muhtemelen bu dizileri izleyip yazmaya karar vermiş. “Benim de anlatacak sıkı anılarım var” demiş. Anı satma işine bu zeminde soyunmuş. Gizliden gizliye kitabını ileride dizisi çekilir diye yazmış. Kullandığı dil, seçtiği kelimeler, dizdiği ip, bunu söylüyor. Demek ki komünist örgüt disiplini kalmayınca, kişileri burjuvazi kapıyormuş. O burjuvazi, kapağına esir alınmış bireyin resmini koyan kitabı çok seviyormuş. Bireyi hep o mağduriyet edebiyatı tasmasından yakalıyormuş.

İhtilalci komünistlikten anı tüccarlığına geçiş yapan Ayaşlı, kitabında[1] örgütüne ait tüm sırları, o burjuvaziye yaranmaya çalışan küçük burjuva adına, faş ediyor. Örgütüne yönelik intikamını onu yavanlaştırarak, “bensiz bir hiçsiniz” diyerek alıyor. Benmerkezci okuma, kolektif pratiği tasfiye etmek için yapılıyor.

Yoldaşı Selim Açan da tarihi birey ve “ben” üzerinden okuyor, meseleleri şahsi sorunlar olarak anlıyor.[2] Hesaplaşmama sorununu öznel-bireysel bir zaaf olarak takdim ediyor. Yapısal boyut, onun gözlerini kör ediyor.

Selim Açan, kendisine tarihte öznel bir yer açmak için geçmişe küfrediyor. Bunu iş ediniyor. Misal, Mustafa Suphilerin karşısındaki sınıfı bilmeme zafiyeti içerisinde olduğunu söylüyor. Yazışmalardan, konuşmalardan habersiz ukalalık ediyor. Asıl karşısındaki sınıfı bilmeyen, kendisidir. Bilmeyen, Avrupa’ya gidip oranın feminist, çevreci gevezeliklerine taşeronluk yapmak isteyenlerdir.

Selim Açan, darbenin istihbaratını önceden alanların ama bilinçli olarak hiçbir şey yapmayanların sitesinde yazdığı yazısında “akıl tutulması” gibi öznel değerlendirmelere teslim olmaya mecburdur. Aklı tutulmuş olanlar gitmiş, yerini CHP aklıyla ilerleyenler almıştır. O CHP aklının esiri olan Sendika.org sitesinde ölüm oruçlarını “siyasi kumar” olarak niteleyenlere yer verilmektedir. Oysa o ölüm orucu sürecine sessiz kalan da, direnişteki tutsakların analarını parti bürolarından kovan da o sitenin arkasındaki siyasi güçtür. Selim Açan bunu bilerek, o düşmanlığa onay vererek konuşuyor. Fatih Öktülmüş’e küfretmenin kendisine yol açacağını sanıyor.

Esasen “baştan başlamak”, cesaret meselesi değil, teslimiyetin göstergesidir. Hiçbir şey baştan başlamaz. Suphilere küfredince, geçmiş, sumen altı edilince yol alınacağı iddiası vehimden ibarettir. Bu baştan başlama iddiası, “diyalektik materyalizm”e aykırıdır. Teslim olmuş kafa, tarih yazamaz, ancak efendilerinin yazımına kâtiplik yapar.

Eski yoldaşı da “geçmişin zaaflarını, yanlışlarını konuşalım, temiz sayfa açalım” diyor.[3] Bu, hesap vermemenin en basit yöntemidir. Bu tür küçük burjuva solcular, resetleyerek ve resetlenerek kendi kirlerini, günahlarını gizleyebileceklerini düşünüyorlar. 

Bu solcuların ağzında, kaleminde meseleler, şahsileştiriliyor, sonra da “o kişiler gibi değiliz, biz temiziz, biz temize çekeceğiz her şeyi” diye bugüne yalan söyleniyor. O gün darbeye alkış tutanlar, bugün de gizli yürütülen darbeye destek çıkıyorlar. O gün kitleleri savaş alanından kaçıranlar, bugün de kitleleri efendilerin eşiğine kul ediyorlar. Yaşar Ayaşlı ve Selim Açan, bu sebeple, gene Dev-Yol mahfilinde durup orada nefes almaya çalışıyor. Oranın tasfiyeciliğini görmek istemiyor. Ayaşlı, o yüzden Dev-Yol suyuna yatırılıp yumuşatılmış mahfillerde konuşma ihtiyacı duyuyor.

Her şeyi öznel ve bireysel sorun olarak kodlayan Yaşar Ayaşlı, kitapta anlattığı, kendilerinin yetiştirdikleri hain Adil’in yaptığını yıllar sonra gönül rahatlığıyla, hiç rahatsızlık duymadan, yapıyor. Tepedeki isimlerle, “teslimiyetçi reformist sol” dediği kesime ait bir yayınevi üzerinden, tartışıyor. Kişisel hesaplaşmasını bu düzlemde yapıyor. Yen içinde ne varsa anlatıyor. Örgütünün işleyişini, iç ilişkilerini, mantığını, teknik ayrıntıları ifşa ediyor. Utanmıyor.

Utansa, bir kitabını ölüm orucu şehidine Avrupa’dan verilen parayı cebe indirenlerin, çevirmen emeğinin üzerine çöreklenenlerin, kendi yoldaşının iş yerine çöküp dünyalık biriktirenlerin yayınevinde (Epos) ve dergisinde (TvP) konuşmazdı. Bunlara ar ederdi. Ar etmiyor, ar etmeyi gericilik kabul ediyor.

Ayaşlı’nın ar ettiği bir şey var, o da geçmişi. Yordam’dan çıkan kitabına yazdığı hayat hikâyesi, Epos’ta yayımlanan kitabında yer almıyor. İkincisinde örgütsüz, bireysel bir aydınmış gibi lanse ediliyor. O aydın, gerçekleri kendisi etrafında tavaf ettirmeyi seviyor.

İhtilalci komünistlikten anı tüccarlığına, oradan da ihtimalci liberalizme evrilen Ayaşlı, komünist disiplinin, aidiyetin ve davaya bağlılığın tasfiyesine dair bir im ve imge olarak tarihe kaydediliyor. “Faşizm uzmanı” unvanını edinmek, bir köşe kapmak için komünist hareketin üzerinde tepiniyor. Meselelere Aydınlanmacı bir yerden yaklaşıyor. Kendi özeleştirisini bile bu düzlemde yapıyor. Aydığını, aydınlandığını, ilerlediğini söylüyor, birilerine bunu ispatlamaya çalışıyor.

Yazılarını paylaştığı Sendika ve Teori ve Politika, Ayaşlı’nın kitabında eleştirdiği kaçkınlığın mekânları. O çok eleştirdiği örgütlerin uzantıları. Döne dolaşa CHP müştemilatına dönüşen bu yapılar, bekçi ve kâhya olma yarışında, önce ML oluşu tasfiye ediyorlar. İşleri, görev tanımları bu.

Bekçi ve kâhya olanlar, ML olmayı redde tabi tutmak zorundalar. Zaten ML’ye yönelik reddiyesi sebebiyle ilgili yayınlarda kendisine yer buluyorlar.

Esasında Ayaşlı’nın anlattığı kadarıyla, kendi örgütü de 12 Eylül’e karşı ciddi bir mücadele yürütmüş değil. Sadece kendisini savunmaya çalışmaktan, ayakta kalmak için bir iki soygun gerçekleştirmekten başka bir şey yapmamış. Örgütün öznel mücadelesi, faşizme karşı mücadeleyi hiçbir şekilde örgütlemiyor. Böylesi bir niyeti bulunmuyor.

Anı tüccarlığı, dönem bağlamından kopartılan özneye güzelleme yapmaktan başka bir işe yaramıyor. Dönemi tarihsel-toplumsal zeminde, sınıfsal-politik içeriğiyle tartışmıyor. Yalnızca her şeye vakıf aydınlanma öznesi veya her şeye kadir modernizmin öznesi konuşturuluyor. Yalan söyleniyor. Üç beş kırıntı bilgiyle teoriye veya pratiğe hüküm konuluyor. Birileri, bu şekilde kandırılmaya çalışılıyor.

Hiç yakalanmamışlık üzerinden öznenin reklâmı yapılıyor. Yeraltı denilen yer, kitapların serilip uzanılarak teori üretilen kanepeden, bir iki fanzin çıkartmaktan, kullanılmadığı için erimeye yüz tutmuş bombaların çamura bırakılmasından başka bir şey değil. İllegalite, aslında rejimin yem olarak kullanabileceği solcu bir filme, yoldaşları işkence görürken, gitmekten ibaret. Ayaşlı, saklanayım diye sıradan halkın arasına fazla karışmış. ML, ağırlığını orada yitirmiş. Bir de nedense üst orta sınıfa ait mahallelere sığınılmış. Onlarla birlikte kahve yudumlanıp klasik müzik dinlenilmiş. Oralarda yoksul, işçi ve halk aşağılamak öğrenilmiş.

Bu tür anı kitaplarında görülüyor ki 12 Eylül’e karşı direniş, polisten ve MİT’ten kaçmaya indirgenmiş. Kitle, sınıf ve tarihsel bağlar, harekete geçmiyor. Teori de pratik de eylemsiz. Neticede Lenincilik dedikleri, kör ve köreltici.

Nedense Ayaşlı, herkesin nasıl yakalandığını, tüm teferruatıyla aktarırken, kendi yakalanışını birkaç cümleyle geçiştiriyor. Kişisel hikâyesini kolektif komünist faaliyetin önüne koyuyor. Her şeyi o hikâyenin etrafında tavaf ettiriyor. Bir dönemi benmerkezci bir yerden tartışıyor. Bu açıdan, geleceğe hiçbir şey sunmuyor. Kendi bireysel varlığının geleceğe taşınmasına yüce anlamlar yüklüyor. Oysa neticede Ayaşlı ölmemişse küçük burjuva, ölmüşse proleterdir!

Hesap vermeyen, hesap sormuyor; hesap sormayan hesap vermiyor. Anı kitaplarının özü-özeti bu.

Örgüt şeflerinin 12 Eylül dönemine dair anlatımlarını içeren tüm kitaplar, yakılmalı. Hepsi de yalandan ve menkıbeden ibaret. Teslimiyetlerine, korkaklıklarına ve kaçaklıklarına kılıf örmenin derdinde. Anı kitapları, hesap vermeyen, vermek istemeyen kişiyi kolektiften ve mücadeleden ari bir yere savuruyor. Kolektif mücadele adına o kitaplar, ateşe verilmeli. Ateşin düzleyici-eşitleyici niteliğine iman edilmeli.

Eren Balkır
10 Eylül 2025

Dipnotlar:
[1] Yaşar Ayaşlı, Yeraltında Beş Yıl: 12 Eylül Anıları, Yordam Yayınları, Ağustos 2011.

[2] H. Selim Açan, “Hesaplaşılmamış Yenilgilerin İstismarı”, 10 Eylül 2025, Sendika.

[3] Yaşar Ayaşlı, “45 Yıl Sonra 12 Eylül”, 9 Eylül 2025, Sendika.

0 Yorum: