CHP’den
bağımsız, hatta onu da karşıya atan bir ML çizginin oluşumuna izin verilmiyor.
Marksist-Leninist hattın oluşumuna bizzat içteki CHP ajanları eliyle mani
olunuyor. CHP, Aydınlanmacı ve Modernizmci solculuk için ana zemin olarak
görülüyor, gösteriliyor. Bu iki hatta ekmeğinin peşinde olan şefler, sosyalist
hareketi düzene teslim ediyorlar. Solculuğu meslek bilenlerle, mesleğini
solculuk bilenler, hep birlikte sosyalist hareketi ağalara-paşalara bekçi ve
kâhya kılıyorlar.
1920’lerin
sonlarında CHP ile ilişkilerin, daha doğrusu, Türk devletiyle Sovyetler’in
ilişkilerinin gerildiği momentte, TKP yayın organı, polise çalışan ajanların
isimlerini yayınlıyor. Bu isimlerin hemen hemen hepsinin CHP’li oldukları
görülüyor. Bu içteki CHP ajanları, sosyalist hareketi yönlendiriyor, yönetiyor,
gerektiğinde tasfiye ediyor. Yüz yıllık hikâyenin özeti bu.
Bu
açıdan, CHP’den destek bulmak için, CHP’den arındırılmış, “faşizm”e örnek
olarak takdim edilen 12 Eylül hikâyelerinin boş olduğu görülmeli. CHP ve
tarihinden arındırılan darbe, CHP’yi ve solu vareden 27 Mayıs çizgisinin
uzantısı. Evren, o darbenin yetiştirdiği bir kadro. “27 Mayıs’ı ben yaptım”
diyen Yalçın Küçük’ün 12 Eylül’ü alkışladığı görülmek, nedeni idrak edilmek
zorunda.
Meseleyi
“Amerika’nın çocukları”, “NATO”, “faşizm” diye dışsallaştırmanın anlamı yok.
Kontrgerilla örgütü olarak CHP, darbenin özünde, mayasında bir şekilde var.
Dev-Yol’un darbeyi Kemalist bulup ses çıkartmamasının, TKP’nin Sovyetler
üzerinden 12 Eylül cuntasını “halkçı ve ilerici” görüp alkışlamasının
sebepleri, bugünkü halle de ilişkili. CHP’nin içişleri bakanı, Aydınlık’a
devrimci örgütlerin üyelerinin ismini veriyor, bu gazete de muhbirlik yapıp, o
üyelerin tutuklanmasına, hatta öldürülmesine ön ayak oluyor. CHP, hep budur.
12
Eylül darbesi, Aydınlanma ve Modernizm yolunda, sol örgütlere ayar verdi,
onları belirli bir kıvama getirdi. Ankara’daki Kızılırmak sineması gibi
yapılar, bölgedeki birçok bina Dev-Yol’undu. Örgüt, direnmeme, dövüşmeme,
mahkemelerde “biz gazeteciyiz” demenin karşılığında bu binaları ve şirketleri
geri aldı. Sosyalist hareketin şefleri bu suya yatırılıp çözüldü.
Aydınlanma
bağlamında devlete, modernizm bağlamında sermayeye halel gelmesin diye
sosyalist hareket, belirli bir kıvama getirildi. Darbe sonrası dönemi organize
eden cuntacılar, solu Aydınlanmacılık ve Modernizmcilik üzerinden avladı,
dönüştürdü. Aydınlanma ve Modernizm denilen yuvalarda kendisine ekmek bulan
şefler, sosyalist hareketi burjuvaziye ve devlete uygun bir yere mahkûm etti.
Bu iki alanda nefes alanlar, dipteki her türden dalgayı boğdular.
Bugün
kendi örgütünü tasfiye edip darbecilere teslim olan isimlerden Merdan Yanardağ,
“devletin sağının ve solunun olduğunu”, kendisinin “devletin soluna
çalıştığını” söylüyor. Mustafa Kemal’in sağa mı sola mı ait olduğu
tartışmasında Marksizm ve komünist hareket heba ediliyor. Küçük burjuva,
devlete bekçilik, sermayeye kâhyalık yapmak için teorik kılıflar örüyor,
yalandan bahaneler üretiyor. “Devletin solu”na örgütlenmiş olanlar, komünist
harekete düşman. Bu bilinmeli. CHP’yi “yoksul burjuvaların devrimci partisi”
sananların doksanlarda özel eğitimlerden geçirildiği görülmeli.
Küçük
burjuvanın hâkimiyeti, yaşanan teslimiyette önemli bir rol oynuyor. Bu kesim,
CHP’nin havucuna razı geliyor. Kişisel kurtuluş imkânları, CHP’de görülüyor.
Kişiler, CHP’yle yaşayacaklarına, en azından, hayatta kalacaklarına ikna
edildiler. Bunun için o kişilerin kitleden, işçi sınıfından, halktan ve
ezilenlerden kopması, hatta onlara düşman olması gerekiyordu.
12
Eylül’deki Cehepeli maya üzerinde durulmadı. CHP, 12 Eylül’den kurtuluş yolu
olarak görüldü. Bugün CHP’nin devletten ve düzenden dışlandığı iddiasına
sarılanlar, haindir. Bunlar, kendi yaladıkları çanaklara halkı kul etmenin
derdindedirler.
Devletin
solu olmayı içine sindiren küçük burjuvaya Aydınlanma veya Modernizm kanalında
varolma, buradan CHP’ye bağlanma imkânı sunuldu. Küçük burjuva, sosyalist
hareketi bu iki kanala hapsetti. Kendisinin varolacağı, kendisine iş verilecek,
kendisini var edeceği bu iki kanalla tanımlı sosyalizm, Marksist-Leninist hattı
tasfiye etmek zorundaydı. Tarih, sınıf mücadeleleriyle değil, ilerinin geriye
karşı mücadelesiyle tarif edilmeliydi.[1] Oysa bu tarif, Marksizm-Leninizmi
reddetmekti.
Aydınlanmacı
ve Modernist yoldan ekmek bulacağını düşünen küçük burjuva, altmışlardan
seksenlere uzanan süreçte ML için oluşan tüm maddi imkânları ortadan kaldırdı.
Burjuvazinin ilerleyişinden pay almak isteyen küçük burjuvazi, komünist
hareketi tasfiye etti. Bugünkü gücünü bu hizmetine borçlu.
Altmış-seksen
arası dönemde CHP’den bağımsız ve ondan ayrı yollara ve patikalara tevessül
eden sosyalistler, devrimciler, bir süre sonra anayola geri döndüler.
Aydınlanma ve Modernizm kanalları içinde varolabilmek için Marksizmi,
sosyalizmi bu iki burjuva kurguyla tanımladılar. Tekrar CHP yuvasına dönüldü.
Bugün “mağdur” ve “zavallı” CHP’ye “Devlet”in operasyon çektiğini söyleyenlerin
CHP’li oldukları görülmeli.
Burjuva
devriminin mevzi elde ettiği, geliştiği, derinleştiği, kitleselleştiği,
tarihsel kökler bulduğu süreçte sosyalistler, kendilerince pay istediler. O
paylar, önlerindeki çanaklara Aydınlanmacı ve Modernist kaşıklarla servis
edildi. Öncelikle sosyalizmin, devrimin ve mücadelenin proleter yanları
budanmalı, proletaryayla ilişkiler kopartılmalı, bunlar, proletaryanın elinden
alınmalıydı. Küçük burjuvazinin burjuvaziye karşı kavgasına proletaryaya karşı
kavgası eşlik ediyordu. İki kavga da CHP düzlemine muhtaçtı.
Aydınlanmayla
tamamlanacak burjuva devrimiyle, Modernizmle tamamlanacak burjuva devrimi
arasındaki tartışmanın bir anlamı yoktu. Aydınlanmacı solcularla Modernizmci
solcular, CHP düzlemine koştular. 12 Eylül sonrası süreç, bu solcularla
birlikte örgütlendi. Misal müzik, yayıncılık ve basın alanı, Dev-Yolculara ve
TKP’lilere terk edildi. Zihinleri onlar kurguladılar. Porno dergilerini,
toplumu aydınlatmak için, bizzat solcular çıkarttılar.
Ortaçağ’a
karşı Aydınlanma; Ortadoğu’ya karşı Modernizm çıkartıldı. Bunların
ekmeğini yiyenler, kendilerine ihtiyaç duyulacağı günler için duaya çıktılar.
Efendilerine her fırsatta yalvardılar. O çanaklar önünde diz çöktüler. Küçük
burjuvanın efendisine yalvarma yöntemleri solculuk zannedildi.
Geçmişte
CHP’den koparak, onunla dövüşerek, ondan ayrışarak yol alan komünist, sosyalist
veya devrimci hareket, farklı kanallardan yuvaya geri döndü. TKP Aydınlanmacı;
TvP Modernist bir kanaldan, CHP’ye bağlandı. Burjuvazinin ilerleyişinde
kendisine pay verilsin diye yalvaran küçük burjuvazi, bu kanallarda Marksizmi
tasfiye, sosyalizmi revize etti.
Aslında
Leninist değil, Leninci olan Yaşar Ayaşlı, örgütünde ne zaman tasfiyecilik
zuhur ediyor, açıp Lenin’in bu konuyla ilgili yazılarına bakıyor. Kamulaştırma
eylemleri, yayın faaliyeti, 1908 devrimi, silahlı mücadele vs. hangi konuda
sorun yaşıyorsa, dönüp Lenin’e bakıyor. Gerçeklere hep “Lenin bu konuda ne
demiş?” sorusu üzerinden yaklaşıyor. Bunu “Lenin’in öğrencisi” olarak yapmıyor,
kendisini Lenin zannettiği, tabanı bu yalana ikna etmek için yapıyor. Onun gibi
bir küçük burjuva, ancak gerçekten kopartılmış, mitleştirilmiş bir “Lenin”
olabilir, basit bir parti işçisi asla olamaz. Bu, onun için zûldür. Bu tür
solcular için Lenin, Aydınlanmacı veya Modernist bir çizgiye teslim olmanın
imgesinden ibarettir.
Lenincilik,
Lenin’in kabuğunu alıyor, devrimci özünü çöpe atıyor. Lenincilikle başka
örgütlere poz kesiliyor, kadrolar diri tutuluyor, örgütün birliği-bütünlüğü
güvence altına alınıyor. Leninist has öz mutlak çekirdek, ne büyüyor ne de
büyütüyor. Erkeği ölçü alan feminizm kadını tasfiye ediyorsa, burjuva
siyasetini ölçü alan Lenincilik de Lenin’i tasfiye ediyor.
Küçük
burjuva, Aydınlanma ve Modernizm kanallarında yemlenmeyi seviyor. Tüm tarihi ve
politikayı o yemin konduğu çanak ölçüsünde anlıyor. Bu anlamda, Ayaşlı’nın “ne
liberalizm ne Kemalizm” diyen yaklaşımı[2], aslında Aydınlanma’nın ve
Modernizmin ekmeğini birlikte yemek istemesinden kaynaklanıyor. “Dar
devrimcilik” deyip devrimciliği burjuva siyasetine açmaya çalışan TvP’nin
kanatları altına koşması, onun da benzer bir yolun yolcusu olduğunu ortaya
koyuyor. “Tek ata oynamayalım, daha fazla akarımız olsun” diyenler, Aydınlanma
ve Modernizm bağlamında, ortada duruyorlar. Her iki taraftan da nemalanmak
istiyorlar. Bu yaklaşım, Dev-Yol zihniyetiyle rahatlıkla anlaşıyor.
Aydınlanma
ve Modernizmin burjuva zeminini, mayasını ve içeriğini sorgulamıyorlar. Onları
mutlak veri, başlangıç noktası, en yüce değer kabul ediyorlar. Burjuvazinin
gölgesinde ilerlemeyi seviyorlar.
Eski
Bolşevik Struve, Lenin’in “uslanmaz, amansız bir burjuvazi düşmanı” olduğunu
söylüyor. Lenincilik, Lenin’i kovup onun imajını liberal veya sosyal demokrat
siyaset için kullanmayı ifade ediyor. Lenincilikteki Lenin, burjuvaziyle nefes
alan, onunla düşünüp onunla hareket eden, yüceltilmiş, gerçekten kopartılmış
birey.
Aydınlanmacılar
devlete; Modernistler sermayeye bakıyorlar. İlki cumhuriyetçi; ikincisi
demokrasici. Esasında açıktan “devlete çalışıyorum” diyemeyenler, utangaç bir
yerden, cumhuriyet mücadelesi verdiklerini söylüyorlar. Açıktan “sermayeye
çalışıyorum” diyemeyenler, gene utangaç bir yerden, demokrasi mücadelesi
verdiklerini söylüyorlar. Marksist-Leninist çizginin tasfiye edildiği yer, bu
iki vehim.
Ayaşlı’nın
kitapları, kuru Leninciliğin küçük burjuva niteliğini öğretmesi açısından
kıymetli. Bize, köye Lenin’in ölüm yıldönümünde onun büstünü dikilmesi
gerektiğini söyleyen Lenincilik değil, o köyü harap eden sıtmaya karşı
bataklığı kurutmak gerektiğini söyleyen Leninizm lazım.
İfratçı
Lenincilikle tefritçi Lenincilik, Lenin karikatürleri, çözüm değil. Bizim
Lenin’in kolektif mücadelesine ait olmamız, o mücadelenin gereğince hareket
etmemiz gerekiyor. Prudoncu Marx’lar, Dühringci Engels’ler, Kautskici veya
Struvcu Lenin’ler, çözüm değil. Kavgada olmak, kavgada kalmak şart.
Eren Balkır
15 Eylül 2025
Dipnotlar:
[1] Nevzat Evrim Önal, “27 Mayıs 1960”, 27 Mayıs 2025, Sol.
[2] Yaşar Ayaşlı, Türkiye’de Burjuva Devrimleri ve Liberal-Kemalist Tarih İdeolojisi, Epos, 2014.
0 Yorum:
Yorum Gönder