05 Eylül 2025

,

1919-1924 Arası Dönemde Sömürge Devrimi ve Komintern

Klasik Marksizm, kapitalist toplumun çelişkilerini analiz etti, bu toplumun devrimci altüstü için gerekli araçları ortaya koydu. 

Klasik Marksizm, sömürgeler dünyasını ancak kenar notları dâhilinde ele aldı. Hatta Marx ve Engels, bu konuda kimi zaman birbiriyle çelişen sözler söyledi. İngiliz emperyalizminin tesis ettiği hâkimiyeti “tarihin bilinçsiz aleti” olarak nitelendiren ifadelerine farklı anlamlar yüklendi. Marx ve Engels’in işçi sınıfı hareketinin politik pratiğinin, emperyal merkezlerle sömürgeler arasında gelişmekte olan ekonomik bağları dikkate alması gerektiğini söylediği analiz tarzı bütünlenemedi, hep eksik kaldı.[1]

Klasik Marksizmin sömürgeler ve millet meselesi ile ilgili mirasını geliştirmek, daha da özelde sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde varolan devrimci faaliyetle gelişmiş kapitalist toplumlardaki devrimci faaliyetler arasındaki bağın niteliğini ortaya koymak, Lenin’e düştü. Lenin, sosyalistlerin yüzleştiği görevleri “Bütün ülkelerin proleterleri ve ezilen halklar, birleşin!” ifadesiyle özetledi.

Lenin, Marx’ın hiçbir yazısında bu türden bir formüle işaret edilmediğini tabii ki biliyordu ama o, Komünist Manifesto’nun “tümüyle farklı koşullarda yazıldığını” söylüyordu. Ona göre devrim biliminin görevi, kendisini içinde bulunduğu ortamda yaşanan değişimlere adapte etmekti.[2]

Yeni Sovyet devletinin parçası haline gelen doğu topraklarında bu ilkelerin uygulanması, Sovyet hükümetinin, daha da özelde Halkın Milliyetler Komiserliği’nin sorumluluğundaydı[3] Ancak Sovyetler’in kontrolünde olmayan bölgelerde sömürge devriminin strateji ve taktiğini formüle etme işini Komintern üstlendi. Burada Komintern’in Sovyet idaresinin ilk yılları (1919-1924) süresince yürüttüğü çalışmalar ele alınacak. Bu noktada, Komintern’in sömürgeler dünyası için geçerli bir devrim stratejisi inşa etme gayretine mani olan açmazlar ve sorunlar üzerinde durulacak.

Burada şu hususu belirtmek gerekiyor: yürüttüğü politikalar ne tür kusurlara sahip olursa olsun, Komintern, eşi benzeri görülmemiş bir irade ortaya koymuştur. Zira Komintern’in liderlerinin de haklı bir yerden dile getirdikleri üzere, önceki işçi örgütü, İkinci Enternasyonal, ya sömürgeler dünyasını görmezden gelmiş ya da açıktan emperyalist ağalarından yana saf tutmuştur.[4] Komintern’in yanlışları yanında elde ettiği başarılar da yüzleştiği sorunların niteliği konusunda bize çok şey söyleyecektir.

I

Yeni kurulan Enternasyonal’in başını ağrıtan en ağır sorunlardan birisi, esasında örgütsel yapıyla alakalıydı. Komintern, Sovyet hükümetinin dış ilişkilerden sorumlu kurumu Halkın Dışişleri Komiserliği (Narkomindel) ile ilişkilerinin niteliği konusunda ciddi sorunlarla yüzleşti. Bir yandan da Komintern, Bolşeviklerin zaman içerisinde hesaba katmak zorunda kaldıkları politik başka bir açmazla uğraştı: Dışişleri bakanlığının Batılı kapitalist devletlerle kitaba uygun bir biçimde yürüttüğü diplomatik ilişkiler, Komintern’in o devletleri bir yandan yıkmaya çalıştığı gerçeğiyle nasıl uzlaştırılacaktı?

Devrimi takip eden dönemde Komintern, Sovyet devletinin dış politikası ile kendisinin devrimci faaliyetleri arasında ayrım yapılmasını gereksiz gördü. Kamenev, yazdığı yazılarda Komintern ile Sovyetler’i birleştiren “sıkı bağ”dan söz ediyor, “biri olmadan diğeri olmaz” diyordu.[5] Bu tür bir görüş, dışişleri bakanı Çiçerin’de de makes buluyordu: “Sovyet devletinin dış politikası basit ve nettir: dünya proletaryası ile sıkı bağlar kurmaya çalışmak, tüm kapitalist devletlere yönelik husumeti derinleştirmek.” Devamında Çiçerin, Komintern’in kuruluşunun “aynı yıl içerisinde yürüttüğümüz tüm dış politikayı etkileyen, en önemli tarihsel olay” olduğunu söylüyordu.[6]

Esasında Komintern, ilk başta Rus Komünist Partisi ile Sovyet devlet idaresinin birlikte tabi olacakları hükümet üstü bir örgüt olarak tahayyül edilmişti. RKP, İşçi Muhalefeti grubunun başkanını “sınıfın komünist teşkilatı olarak Komünist Enternasyonal’in yönetim kadrosuna dâhil etme hakkı”nı açıktan kabul ediyordu. Bir yerde Zinovyev, Komintern’in faaliyet merkezini, sosyalizm Batı Avrupa’da başarıya ulaşır ulaşmaz, oraya taşıma niyetlerinin olduğunu söyledi.[7] Komintern, ilk başta Rusça yerine “enternasyonal sosyalizmin dili” olan Almanca konuşacaktı.

Fakat sosyalizm, Sovyet Rusya devletinin sınırlarını aşamadı. Kısa bir süre sonra Zinovyev’in de ifade ettiği biçimiyle, “Komintern’de partinin sesi ağır bastı”. Zinovyev, ayrıca Birinci Enternasyonal’in Fransa merkezli ilerlemesinde olduğu gibi Üçüncü Enternasyonal’in de Rusya merkezli ilerlediği” düşüncesindeydi.[8] Bolşevik liderlerin başkanlık ettiği konseylerde asıl nüfuza dışişleri bakanlığının değil, en güçlü politik figürün başkanlık ettiği Komintern’in sahip olduğu görüldü.[9]

Devrimci durum dâhilinde Sovyet devleti ile Komintern arasındaki ilişkinin belli ölçüde muğlak bırakılmış olmasının pek bir önemi yoktu. Avrupa, giderek istikrarlı bir yere dönüşüp kapitalist güçler arasında diplomatik ilişkiler kuruldukça bu iki kurum arasında ayrım yapma zorunluluğu gündeme geldi. Sovyet hükümeti, Batılı güçlerle olağan bir tarz dâhilinde diplomatik ilişkiler yürütebilmeliydi. Artık hükümetle Komintern arasında hiçbir bağ kalmadı, ayrıca Sovyet hükümeti, Komintern’in eylemleri karşısında her türlü sorumluluktan azadeydi. Komintern’in merkezinin Rusya’da olmasının sebebi, komünist propagandaya ve propagandacılara gerekli hürriyeti bir tek bu devletin vermesiydi. Merkezi Brüksel’de olan İkinci Enternasyonal Brüksel hükümetiyle bir tutulamazsa Komintern de Sovyet hükümetiyle bir tutulamazdı.[10]

Büyük kapitalist devletler, samimiyetsiz buldukları bu pratiği hoş karşılamadılar. Dolayısıyla, Sovyet hükümetinden Komintern’in çıkarlarına düşman olan propaganda faaliyetlerini sonlandırmasını, ayrıca hükümet kanalını kullanan propaganda faaliyetlerinin de bitirilmesini talep ettiler.

Propaganda ve ajitasyon meselesi, esasen ticaretle alakalı olan ve 1920 yazında İngiliz hükümeti ile Sovyet hükümeti arasında yürütülen müzakerelerin en önemli meselesiydi. Anlaşma, Mart 1921’de imzalandı. İmzaların atıldığı gün Sovyet yetkililerine İngiliz hükümetinin anlaşma hükümleri uyarınca alınması gereken tedbirleri içeren bir mektup teslim edildi. Bu mektubun ticaretle bir alakası yoktu. Asıl üzerinde durduğu konu, Asya’da yürütülen İngiliz karşıtı propagandaydı.

Sovyet hükümeti, genel manada anlaşma hükümlerine uydu. Taşkent’teki propaganda okulu kapatıldı. Bakû merkezli Propaganda ve Eylem Konseyi’nin çalışmaları durduruldu. Sovyetler’in Asya ülkelerindeki diplomatik temsilcilerine yeni anlaşmanın hükümlerini ihlal etmemeleri talimatı verildi.[11]

Sömürge devriminin Sovyet devletinin çıkarları uğruna feda edilmesi karşısında Asyalı devrimciler, ümitsizliğe kapıldılar. İngiliz istihbaratının eline geçen, Bakû Konseyi’ne mensup iki üye arasında geçen yazışmada, “anlaşmanın çalışmalara ölümcül bir darbe indirdiğinden”, “Doğulu komünistleri oldukça tuhaf bir konuma sürüklediğinden” söz ediliyordu. Bu mektuba göre anlaşma üzerinden genç Müslümanlar şu soruyu sordular: “Madem İngiltere savaşılması gereken emperyalist bir güç, o zaman Sovyet Rusya onunla nasıl oldu da uzlaşabildi?” Bu gençler, “İngiltere’ye verilen, Doğu’da propaganda yürütülmeyeceğine dair vaadin yalan olup olmadığını, bu vaadin ciddiyetle ele alınması gereken politik bir adım olarak görülüp görülmeyeceğini” bilmek istiyorlardı.[12] Bu sorulara cevap verildi mi, bilmiyoruz, tek bildiğimiz, İngilizlerin net ifadeler içeren notası ardından, Eylül ayı içerisinde propaganda faaliyetlerinin azaltıldığı.

Sovyetler, 1923 baharında “Curzon’un kaleme aldığı nota”nın ardından da bir dizi tavizde bulundu. O günlerde “emperyalizm ve kapitalizm güçleri karşısında geliştirilen teslimiyetçi tavır”dan rahatsız olan, Komintern adına Doğu’da çalışma yürüten bir grup insan, “bu teslimiyetin son beş yıl içerisinde, bilhassa zaten yeterince iyi bir konumda olunmadığı Doğu’da beynelmilel komünizmin elde ettiği mevzilere darbe indirdiğini, bu darbe neticesinde yürütülmüş tüm çalışmaların heba olduğunu” söylüyordu.[13]

Kapitalist hükümetlerle diplomatik ilişkiler kurarken bir yandan da o devletlerin yıkılması çağrısı yapmanın bedeliydi bu. Büyük Batılı devletlerle ilişkiler yanında bağımsız olan, kendisini “antiemperyalist” olarak gören Asya devletleriyle ilişkilerde de sorunlar yaşandı. Zira Sovyetler’in bu ülkelerde yürüttüğü ajitasyon ve propaganda çalışmaları kesintiye uğradı.

Sovyetler, Doğu’yla Ocak 1918’de diplomatik ilişkiler kurmaya başladı. Muhtelif sebeplere bağlı olarak ki bunların hepsi de teknik sebepler değildi, İran, Türkiye ve Afganistan’la yapılacak anlaşmalar 1921 baharına dek imzalanamadı.[14] Anlaşmalara ve onları önceleyen müzakere süreçlerine genelde ortak düşman olarak görülen İngiliz emperyalizmine karşı dayanışma ve dostluk ilişkilerine vurgu yapan ifadeler eşlik ediyordu. Fakat Doğulu elçiler, kendi ülkeleriyle ilgili meselelerde Sovyetler’deki toplumsal düzenin dayandığı ilkelere bağlı kalmamaya özel bir dikkat gösteriyorlardı. Buna karşılık, imza edilen anlaşmalar, genelde her iki tarafı “Doğu halklarının (örneğin Afganistan’ın) hürriyetini bağımsızlık temelinde ve halkların genel arzuları uyarınca yüce tutmaya” yükümlü kılıyor”, her bir millete “politik kaderini özgürce ve sınırsız bir biçimde yaşama hakkı”nı bahşediyor, (İran konusunda) “taraflara diğer ülkenin içişlerine müdahale etme yasağı getiriyor”, “Rus halkının ve Doğu halklarının bağımsız ve hür olma hakkı”nı tanıyor, ayrıca (Türkiye konusunda) “kendi arzularına uygun bir yönetim biçimini seçme hakkı” veriliyordu.[15]

Anlaşmalar uyarınca bu türden güvenceler verildi. Çiçerin, Afganistan ve İran’daki Sovyet temsilcilerine, “komünizmi yürürlüğe koymaya yönelik yapay girişimlerden uzak durulması” ve “ülkelerin içişlerine müdahale etmeme kuralına sıkı sıkıya bağlı kalınması” talimatı verdi.[16]

Bir temsilcinin hükümetine sunduğu raporda dile getirdiği biçimiyle, Sovyet politikası, “ülkenin kural ve âdetlerini, bunların yanında, milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkını tanıma ve bunlara saygı duyma” üzerine kuruluydu. Bu temsilcinin ifadesiyle, “Sovyet kaynaklı ‘kızıl tehlike’ye dair sürece zarar verecek dedikoduları dolaşıma sokan yabancı düşmanların girişimlerine rağmen, Sovyet hükümetinin toplumsal devrimi veya politik devrimi gerçekleştirmek gibi bir niyeti yok”tu. Aksine, Sovyet hükümeti, farklı yönetim biçimlerinin tercih edilmiş olmasının, dış politikayla alakalı genel sorunlar üzerinden varılacak anlaşmaya mani olmaması gerektiğine inanıyordu.[17] Doğu’daki hükümetler, Sovyet temsilcilerini dikkatle takip ettiler ve diplomatik ilişkilerin sürdürülmesinin esas olarak bu türden ilkelerin uygulanmasına bağlı olduğunu her fırsatta ortaya koydular.

Komintern liderlerine göre, Doğu’daki ülkelerin içişlerine karışmama taahhüdünden bağımsız olarak, Türkiye ile imza edilen anlaşma türünden anlaşmalar, “Müslüman Doğu genelinde ve Türkiye içerisinde toplumsal devrimin olgunlaşma sürecini hızlandıracak”tı.[18]

Önceden İngilizlere İngiliz karşıtı sosyalist propaganda yapılmayacağı sözü verilmiş olsa da “Sovyetler’in Doğu’daki etkisi, gene de bir şekilde büyümekte”ydi. Bu, Sovyetler’in emperyalist bir güç gibi davranmaması ve dış politikasındaki aydınlatıcı niteliğin bir sonucuydu. Türkiye ve İran’la yapılan anlaşmalarda da bu gerçek ortaya konulmaktaydı.[19]

Ancak zaman geçtikçe Doğu’daki hükümetlerin antiemperyalist niteliklerini tutkuyla dile getirme konusunda istekli, hatta hevesli oldukları görüldü. Buna karşın, bu hükümetlerin emperyalist devletlerle ilişkileri, her zaman bu kıymetli fikrin ruhuna uygun bir şekilde gelişmiyor, ilgili hükümetler, Sovyetler’le yaptıkları anlaşmaların şartlarını yerine getirme konusunda kimi zaman güçlük yaşıyorlardı.[20] Ortada Bolşevik liderlerin sosyalizm davasına mevzi kazandıracak yegâne araç olarak gördükleri devrimci ajitasyon ve propaganda faaliyetini imkânsızlaştıran anlaşmalar vardı. Sovyet devleti, bu anlamda, ilk açmazla yüzleşti. Bu açmaz, yabancı ülkelerde toplumsal düzeni devrimci manada dönüştürmek isterken bir yandan da o ülkelerdeki hükümetlerle resmi ilişkiler yürütmekle ilgiliydi.[21]

Stephen White
Glasgow Üniversitesi

[Kaynak: Science & Society, Cilt. 40, Sayı. 2 (Yaz 1976), s. 173-193.]

Dipnotlar:
[1] Bu konuyu elen en faydalı derleme eser için bkz.: Yayına Hz.: S. Avineri, Karl Marx on Colonialism (New York, 1968). Ayrıca bkz.: V. G. Kiernan, “Marx and India”, Socialist Register 1967 (Londra, 1967), s. 159-89; H. Carrère d'Encausse ve S. Schräm, Le Marxisme et l'Asie (Paris, 1965).

[2] V. I. Lenin, Polnoe Sobranie Sochinenii (Toplu Eserler) (Moskova, 1958-65), Cilt. 42, s. 71-72. 173.

[3] Halkın Milliyetler Komiserliği’nin ilk dönem faaliyetlerine dair bir özet için bkz.: Narodnyi Komissariat po Delam Natsional'nostei, PoUtika Sovetskoi Vlasti po National'nomu Voprosu za Tri Goda, 1917-1920 (“1917-1920 Arası Dönemde Sovyet İktidarının Millet Meselesiyle İlgili Politikası”) (Moskova, 1920).

[4] İkinci Enternasyonal’in sömürge politikası için bkz.: Yayına Hz.: La Deuxième Internationale et l'Orient (Paris, 1965). Komintern’in sömürge meselesiyle ilgili faaliyetleri konusunda yürütülen tartışmalar için bkz.: R. Schlesinger, Die Kolonialfrage in der Kom- munistische Internationale (Frankfurt, 1970); B. Lazitch ve M. Drachkovitch, Lenin and the Comintern, Cilt. 1 (Stanford, 1972); X. Y. Eudin ve R. C. North, Soviet Russia and the East, 1920-27 (Stanford, 1957); Yayına Hz.: R. A. Ulyanovsky, Komintern i Vostok (“Komintern ve Doğu”) (Moskova, 1969); H. Kapur, Soviet Russia and Asia, 1917-27 (Londra, 1966); S. Sechi, “II Comintern e la questione coloniale”, Studi Storici, Temmuz-Eylül 1973; ve D. Boersner, The Bolsheviks and the National Colonial Question (Cenevre, 1957).

[5] L. Kamenev, Tretyi Internatsional (“Üçüncü Enternasyonal”) (Prag, 1920), s. 27.

[6] G. V. Chicherin, VestnikNKID, Sayı. 2 (13 Ağustos 1919), s. 15; aynı yazar, Vneshnyaya Polïtiha Sovetskoi Rossii za Dva Goda (“Sovyet Rusya’nın Dış Politikasının İki Yılı”) (Moskova, 1920), s. 29.

[7] R.K.P.(B), Odinnadtsatyi S"ezd: stenograficheskii otchet (“On Birinci Kongre: Stenografi Raporu”) (Moskova, 1922), s. 532; G. Zinoviev, Report to the Second World Congress (Amsterdam, 1920), s. 376.

[8] Odinnadtsatyi S"ezd, s. 186; G. Zinoviev, Tretyi Kommunisticheskii Internatsional (Petrograd, 1921), s. 17.

[9] İngiliz istihbaratının hazırladığı “Sovyet Rusya’da Kim Kimdir” başlıklı çalışmada Çiçerin’in “Rus mayasına sahip, gayet çalışkan ve vicdanlı biri olduğu”ndan söz ediliyor, ama bir yandan da onun “utangaç ve asabi mizaçlı olduğu, bu anlamda, liderlik vasıflarına sahip olmadığı” söyleniyor: “Çiçerin, Komünist Parti’nin merkezinde duran bir isim değil. Dış politikaya dair meseleler konusunda kararlar alan Politbüro’da da yer almıyor.” (N3 179/3 179/38, 9 Nisan 1923, Further Correspondence Regarding Russia içinde, Cilt. 7, F.O. 418/59, Devlet Arşivleri Kurumu, Londra).

[10] Dokument? Vneshnei Polüiki SSSR (“SSCB Dış Politikası Belgeleri”), Cilt. 4 (Moskova, 1960), Sayı. 240, s. 375.

[11] Sör Robert Home’un imzaladığı mektup şurada yayınlandı: Anglo-Sovetskie Otnosheniya: 1921-27: noty i dokumenty (“1921-1927 Arası Dönemde İngiliz-Sovyet İlişkileri: Notalar ve Belgeler”) (Moskova, 1927), s. 8-11; Sovyet diplomatlarının talimatları için bkz.: Dokumenty Vneshnei Polititi, Cilt. 4, s. 166, ve Kommunist (Moskova), Sayı. 18, 1956, s. 111.

[12] Secret Intelligence Report, Sayı. 233, 2 Haziran 1921, F.O. 371/6844/N6733.

[13] Secret Intelligence Report, Sayı. 1189, 27 Haziran 1923, F.O. 37 1/9369/N5849. Rapora göre Zinovyev, Ocak 1923’te Bakû Konseyi’ne şunu söyledi: “Batı’da yürüttüğümüz çalışmalarla bağlantılı olarak oluşan muazzam harcamalar bizi Doğu’daki masrafları kısmak zorunda bırakıyor.” Daha önce Doğu’daki çalışmalar için ayrılan iki milyon rublelik bütçe yarı yarıya düşürülüyor (Secret Intelligence Report Muhtelif/27, 27 Mart 1923, F.O. 371/9332/N3426).

[14] Anlaşmaların metinleri şurada: Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR, Cilt. 3 (Moskova, 1959), Sayı. 305, 309 ve 342.

[15] A.g.e., Madde 7, 4 ve 4.

[16] Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR, Cilt. 4, s. 168, 167, 394.

[17] A.g.e., Sayı. 166, s. 247-48.

[18] M. N. Pavlovich, Revolyutsionnaya Turtsiya (“Devrimci Türkiye”) (Moskova, 1921), s. 90.

[19] Mezhdunarodnaya Zhizn’, Sayı. 15 (133), 7 Kasım 1922, s. 15.

[20] A. N. Kheifets, Sovetskaya Diplomatiya i Strany Vostoha, 1921-1927 (“1921-1927 Arası Dönemde Sovyet Diplomasisi ve Doğu Ülkeleri”) (Moskova, 1968), birçok yerde.

[21] Sovyet çalışmaları alanında faaliyet yürüten Burlatski şu tespiti yapıyor: “Eldeki deneyimler gösteriyor ki aradaki bağlantıda fazlasıyla karmaşık politik sorunlar açığa çıktı. On binlerce komünistin Endonezya’da yok edildiği koşullarda sosyalist ülkeler, sömürgeci kölelikten yeni kurtulmuş bir ülkeyle ilişkilerin bozulmaması, bunun yanında proleter kardeşlerin savunulması zorunluluğuyla bağlantılı, güç ve kaçınılması mümkün olunmayan sorunlarla yüzleşti. Bir yandan sömürgelikten kurtulmuş ülkelerde komünist harekete destek sunulurken bir yandan da ekonomik ve politik bağımsızlık için ortaya koydukları çabalarda bu ülkelerdeki devlet kurumlarına yardım edildi. Bu, esasında ilgili politikaların uygulanmasında esnekliğe, ilkeler konusunda netliğe ihtiyaç duyan gerçek bir sorundu.” (F. M. Burlatsky, Lenin, Gosudarstvo, Politika (“Lenin, Devlet, Politika”) [Moskova, 1970], s. 165).

0 Yorum: